Mira, şehir merkezinin kalabalık ve gürültülü sokaklarında hızla yürürken, cebindeki son birkaç bozukluğu sıkıca tutuyordu. Günlük harcamalarını karşılamak için bu paraya ihtiyacı vardı. Üniversite hayatı, dersler ve geçim mücadelesi arasında gidip geliyordu. Boş zamanlarında küçük sihir numaraları yaparak kazandığı paralarla geçiniyordu. İnsanlar onun gösterilerini sadece eğlenceli birer illüzyon sanıyordu, ancak Mira'nın içindeki o büyüsel enerji gerçeği farklıydı. Her yaptığında hissediyordu; parmaklarının ucunda kıpırdanan o tanıdık sıcaklık, gücünün bir kanıtıydı. Gerçek sihir yapıyordu, ama bu sırrı yalnızca kendisi biliyordu.
O gün sıradan bir gün gibi başlamıştı, ama Mira'nın farkında olmadığı bir şey vardı: Bu sıradan gün, hayatının en büyük değişimlerinden birinin habercisiydi. Öğleden sonra yapacağı gösteri, bu dünyadaki son gösterisi olacaktı.
Okula vardığında hızlı adımlarla sınıfa yöneldi. Profesör gelmeden önce sadece on dakikası kalmıştı. Sınıfa girer girmez çantasını her zaman oturduğu sıraya fırlattı. O gün için getirdiği pelerini çıkartıp üzerine geçirdi ve heyecanını bastırmaya çalışarak sınıfın önüne geçti.
"Bugün size bir gösteri yapacağım!" diye seslendi Mira, sınıftaki herkesin dikkatini üzerine toplarken. Arkadaşları ona gülümseyerek bakıyordu; zaten her zaman bu tür küçük gösteriler yapar, eğlendirirdi onları.
Mira elindeki poşeti sınıfa doğru kaldırarak gösterdi. "Hadi, hep birlikte sözleri söyleyelim!" dedi neşeyle. Sınıftaki herkes ona eşlik etti ve "Abra Kadabra!" gibi saçma sözcükler söylemeye başladılar. Mira ise bu sırada içindeki gücü hissetmeye çalışıyordu.
Ama bir şey ters gitti.
Heyecanını kontrol edemediği o anda, sihirli güç doruğa ulaştı ve Mira’nın vücudu ani bir patlama gibi ışıkla çevrelendi. Bir anda gözden kayboldu. Sınıftakiler şaşkınlıkla ona alkış tutmaya başladılar; bu, onun şimdiye kadar yaptığı en etkileyici gösteriydi. Ama Mira ortadan kaybolmuştu ve geri gelmiyordu.
O esnada Mira bambaşka bir yere, bambaşka bir zamana savrulmuştu.
Gözlerini açtığında, vücudunda keskin bir ağrı hissetti. Etrafına baktığında kendini sınıfın çok uzağında buldu. Burada hava tertemizdi ve gökyüzü canlı bir açık maviydi. Mira’nın üzerinde yattığı yer yumuşak çimenler, çakıl taşları ve kuru dallarla kaplıydı. Başını sağa çevirdiğinde, ağaçların arasındaki yabani otları kemiren iki tavşan gördü. Hâlâ neler olduğunu anlayamıyordu, ama kalkması gerekiyordu. Yardım bulmalıydı. Ancak bedeni bitkin düşmüştü ve ayağa kalkacak gücü yoktu. Göz kapakları ağır ağır kapanmaya başladı.
Bilincini kaybetmeden önce, uzaktan gelen ayak sesleri ve insanlara ait konuşmalar duydu.
Mira gözlerini açtığında, kendini başka bir odada buldu. Yattığı yerde üzerindeki kıyafetlerin değişmiş olduğunu fark etti. Daha önce giydiği pelerin yerini mavi, uzun işlemeli bir elbiseye ve el yapımı bir kemere bırakmıştı. Saçları örülmüş ve üzerine dikkatlice yatırılmıştı. Yattığı yataktan biraz uzakta, bir masa başında duran genç bir adam, çeşitli bitkiler ve karışımlar hazırlıyordu. Masanın üzeri şişeler, bitkiler ve çeşitli nesnelerle doluydu.
Mira, bir an için büyü gücünü çağırarak kendini savunmayı düşündü, ama bedenindeki bitkinlik yüzünden bunu yapamadı.
"Sen kimsin?" diye sordu Mira, sesi fısıltı gibi çıkmıştı ama odadaki genç adam onu duydu.
"Ben Merlin," dedi adam gülümseyerek. "Şifacı çırağıyım. Peki ya sen kimsin?"
Mira, Merlin'e daha dikkatli bakmaya başladı. Koyu kahverengi saçları ve derin mavi gözleri vardı. Dost canlısı ve yardımsever biri gibi görünüyordu. Ancak bir düşünce Mira’nın zihnini karıştırdı. Bu Merlin, efsanelerdeki büyücü Merlin olabilir miydi?
"Eğer o Merlin'sen, ben neredeyim?" diye düşünürken, sonunda başına ne geldiğini anlamıştı. Yanlışlıkla bir efsanenin içine ışınlanmıştı.
Kendini toparlayarak daha güçlü bir sesle, "Benim adım Mira," dedi.
Merlin şüpheyle sordu, "Peki nereden geliyorsun?"
Panikleyen Mira, içgüdüsel olarak yalan söyledi, "Kötü niyetli değilim, Merlin... Nereden geldiğimi hatırlamıyorum." Gerçekleri söylemekten korkuyordu. Bu dünyaya ait olmadığını anlatsaydı, Merlin onun deli olduğunu düşünebilirdi.
Merlin anlayışla gülümsedi. "Bir şey hatırlamaman gayet normal. Başından ve sağ kolundan ağır yaralanmışsın," dedi.
Mira, refleks olarak başına dokundu. Başı gazlı bezle sarılmıştı ve sağ kolu da bandajlıydı. Panik içinde "Bana ne oldu?" diye sordu.
"Şövalyeler seni ormanda bulmuşlar. Bence yaralarında bir miktar sihir var," dedi Merlin, bir yandan hazırladığı karışımı bir bardağa dökerek Mira’ya uzattı. "Bu seni rahatlatacak."
Mira, Merlin'e güvenerek içeceği tereddütsüzce içti. Sihirli gösterisinde bir şeylerin ters gittiğini düşündü. Ardından göz kapakları ağırlaştı ve tekrar uykuya daldı.
Mira tekrar gözlerini açtığında, Merlin gitmişti. Onun yerine yaşlıca bir adam başında bekliyordu. Adamın bakışları dostça ve güven vericiydi.
"İyi uyudun mu, Mira?" dedi yaşlı adam. Mira, adamın adını öğrenmeden onun bu kadar tanıdık bir tonda konuşmasına şaşırdı.
"Evet, iyi uyudum," diye yanıtladı hafif bir baş hareketiyle.
"Ben Theron. Çırağım Merlin senin adını söyledi," dedi adam yavaşça. Mira hafifçe gülümsedi ve ona teşekkür etti.
Tam o sırada, odaya bir muhafız girdi ve Kral Cedric ile Kraliçe Elowen’ın Mira’yı görmek istediğini söyledi. Mira, ayağa kalkarken başı biraz döndü, ama kendini toparlayarak muhafızın peşine takıldı.