@berrasarfaklarli
|
Mira, eski zaman giysileri içinde yavaşça yürüyerek büyük, oymalı ahşap kapının önüne geldi. Muhafız, kapıyı açtığında Mira içeri girdi ve kraliyet tahtlarının bulunduğu salona adım attı. Salonun her iki yanında uzun sıralar hâlinde dizilmiş şövalyeler ve kraliyet danışmanları vardı. Ortadaki tahtlarda, otoriter ve zarif görünümleriyle Kral Cedric ve Kraliçe Elowen yerlerini almışlardı. Mira’nın kalbi hızla atıyordu; her anının bir hata gibi hissettirdiği bu büyülü ortamda, onlara yalan söylemenin ne kadar zor olacağını biliyordu.
Kral Cedric, Mira'ya dikkatle baktı ve ardından yumuşak ama kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Hoş geldin, Mira. Ormanın derinliklerinde ağır yaralı halde bulunmuşsun. Senin gibi biri neden yalnız başına ve böylesine tehlikeli bir durumda olur ki?”
Mira, tüm gözlerin üzerine çevrildiğini hissederek derin bir nefes aldı. Aklına gelen ilk düşünce, güvenli bir yalan uydurmak oldu; zira gerçekten nereden geldiğini anlatmak onu karmaşık bir duruma sokabilirdi. “Majesteleri, ne yazık ki ormana nasıl geldiğimi hatırlayamıyorum. Sadece gözlerimi açtığımda burada olduğumu fark ettim,” dedi Mira, mümkün olduğunca sakin görünmeye çalışarak.
Kraliçe Elowen, Mira’ya karşı daha merhametli bir bakışla yaklaşarak konuştu. “O halde, burada güvende olduğunu bil. Kim olduğunu ve nereden geldiğini hatırlayana kadar sana yardım edeceğiz. Belki hatırlamanı kolaylaştırır,” dedi. Mira’nın yüzüne, ona yardım etmeye gönüllü olduğunu belli eden hafif bir gülümseme yayıldı.
Merlin, sessizce salona girip Mira’nın yanına yaklaşarak, ona destekleyici bir bakış attı. Merlin’in varlığı, Mira’ya biraz güven veriyordu. Mira, kendini bu garip dünyada kaybolmuş hissetse de Merlin’in yanında olduğunu bilmek onu rahatlatıyordu.
Kral Cedric, Merlin’e doğru döndü ve emretti, “Merlin, Mira’yı hatırlaması için yardım et. Ona bu krallıkta yol gösterecek bir rehber ol.”
Merlin başını hafifçe eğerek kralın emrine uyduğunu belirtti. Mira’ya bakarak, “Merak etme Mira. Elimden geldiğince yanında olacağım,” dedi.
Kral ve kraliçeye teşekkür ettikten sonra Merlin, Mira’ya kapıya kadar eşlik etti. Sıradan bir öğrenci olarak başladığı gün, şimdi kraliyetle tanışmasıyla bambaşka bir hikâyeye evriliyordu.
Merlin, Mira’yı salondan çıkarırken uzun bir koridorda ilerlemeye başladılar. Koridor boyunca duvarları süsleyen eski tablolar, krallığın tarihini ve büyülü atmosferini yansıtıyordu. Mira, yaşadığı tüm bu olaylar karşısında hâlâ şaşkınlık içindeydi. Merlin ona yol gösterirken, dönüp onu nazikçe süzen genç bir adam fark etti. Parlak zırhının üzerinde kraliyet amblemi parlayan bu genç adam, göz alıcı bir zarafet ve asalet taşıyordu.
Mira, onun kim olduğunu hemen anlamıştı: Prens Arthur. Arthur, başını hafifçe eğerek Mira’ya yaklaştı. Gözlerinde dostça bir ifade vardı ve yüzündeki gülümseme Mira’yı rahatlattı.
“Merhaba, güzel hanımefendi,” dedi Arthur, nazik bir tonda. “Kral ve Kraliçe ile tanıştığını duydum. Umarım burada kendini güvende hissediyorsundur.”
Mira biraz çekingen ama minnettar bir şekilde gülümsedi. “Evet, Majesteleri. Buradaki herkes bana çok nazik davrandı. Teşekkür ederim.”
Arthur, Mira’nın bu dünyaya yabancı olduğunu hissetmişti ve ona yardımcı olmak istiyordu. “Lütfen bana sadece Arthur diyebilirsin,” diye ekledi, gülümseyerek. “Sarayda böyle yabancı bir yüz görmek pek alışıldık değil. Eğer istersen sana burayı gezdirebilirim.”
Mira, Arthur’un dostça yaklaşımından cesaret alarak ona içtenlikle başını salladı. “Çok memnun olurum,” dedi.
İkisi yavaş adımlarla sarayın bahçesine doğru ilerlediler. Çiçeklerin hoş kokuları ve kuşların cıvıltıları eşliğinde bahçede yürürken, sohbet derinleşti. Mira, buradaki hayat hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyordu, ama Arthur’un ilgisini çekecek bir konu arıyordu. Sonunda, gözleri bahçedeki eğitim alanına takıldı. Kral ve kraliçeye hizmet eden şövalyeler burada ok atışı yapıyor ve kılıç talimleri gerçekleştiriyordu.
Arthur, Mira’nın dikkatini fark etmişti. “Savaş sanatlarına mı ilgin var?” diye sordu merakla.
Mira utangaçça başını salladı. “Evet, aslında… Okçuluk ve kılıç kullanma konularında bir şeyler öğrenmek istiyorum,” dedi. “Ama ne yazık ki hiç deneyimim yok.”
Arthur’un yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi ama bu hoşuna gitmişti. “Bu cesur bir istek, Mira,” dedi Arthur. “Her kadın böyle bir şeye heveslenmez. Ama inan ki, öğrenmek için istekliysen, ben de sana yardım etmekten mutluluk duyarım.”
Mira heyecanla gözlerini açtı. “Gerçekten mi? Bana öğretir misin?” dedi, yüzünde çocukça bir hevesle.
Arthur başını salladı. “Elbette. O zaman, neden şimdi başlamıyoruz?” dedi ve Mira’yı eğitim alanına doğru yönlendirdi.
Arthur, ilk olarak Mira’ya okçuluğun temellerini öğretmekle başladı. Bir yay ve ok alarak ona nasıl durması gerektiğini, yayı nasıl tutması gerektiğini gösterdi. Mira dikkatlice Arthur’un söylediklerini takip etti. Derin bir nefes alarak yayı gerdi ve oku hedefe doğrulttu. Ok, hedefin yakınlarına ulaşmamıştı ama ilk deneme için hiç fena değildi.
Arthur, Mira’yı takdir ederek gülümsedi. “İlk denemeye göre gayet iyi, Mira. Unutma, okçuluk sabır ve dikkat gerektirir. Birkaç denemeden sonra çok daha iyi olacaksın,” diyerek ona cesaret verdi.
Mira, tekrar yayı gerip bir kez daha oku fırlattı. Her atışında biraz daha gelişiyor ve hedefe yaklaşıyordu. Arthur onun yanında durarak her hamlesinde yol gösteriyor, hatalarını nazikçe düzeltiyordu.
Bir süre ok atışları üzerine çalıştıktan sonra Arthur, Mira’ya kılıç kullanmanın temel hareketlerini gösterdi. Elinde tuttuğu hafif bir kılıcı ona verdi ve Mira’ya saldırı ve savunma pozisyonlarını öğretti. Mira, kılıcı nasıl tutması gerektiğini ve dengesini nasıl koruyacağını öğrendikçe daha da hevesleniyordu.
Arthur, Mira’nın cesaretini ve öğrenme isteğini takdir etmişti. “Senin gibi kararlı bir öğrenciyi eğitmek oldukça keyifli,” dedi.
Mira yüzünde bir gülümsemeyle başını salladı. “Teşekkür ederim, Arthur. Bana bu fırsatı verdiğin için minnettarım,” dedi içtenlikle.
Eğitimleri sona erdiğinde, Mira’nın yüzünde yorgun ama mutlu bir ifade vardı. Arthur, ona cesaret verici bir gülümsemeyle, “Yarın aynı saatte burada buluşalım mı? Biraz daha pratik yapabiliriz,” diye önerdi.
Mira, gözleri parlayarak başını salladı. “Harika olur! Çok teşekkür ederim, Arthur,” dedi neşeyle. İçten içe, bu dünyada yalnız olmadığını ve ona yardım edecek bir dost edindiğini bilmek Mira’yı rahatlatmıştı.
Mira henüz sarayı iyi bilmediği için Arthur, kızı Merlin’in yanına götürdü. Merlin, Mira'nın yaralarına pansuman yaparken "nasıl ok attın ve kılıç kullandın? Sağ kolun yaralıydı?" Dedi tuhaf bir ifadeyle. Sesi şüpheci ve kıskanç çıkmıştı.
Mira" Sol elimi kullanıyorum." Diye cevapladı. Rahat görünmeye çalışarak. Aslında Mira, sağ elini kullanıyordu. Canı çok yanmıştı ama prens Arthur'un yanındayken bunu fark edememişti.
|
0% |