@berrasarfaklarli
|
Ertesi gün okulda, İda sırasına oturmuş, öğretmenin tahtaya yazdığı formülleri takip etmeye çalışıyordu. Ancak, kafası sürekli başka düşüncelerle doluydu. Son günlerde güçleriyle ilgili yaşadığı çelişkiler ve belirsizlikler ona huzur vermiyordu. Her şeyin kontrolden çıktığını hissediyor, bu gücün bedelinin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Batuhan’ın söyledikleri, aklından bir türlü çıkmıyordu. Güçlerinin bir bedeli vardı, bunu biliyordu, ama ne olduğunu henüz anlamamıştı.
Ders sırasında, başı dönmeye başladı. Gözleri bulanıklaştı, tahtadaki yazıları görmekte zorlanıyordu. İçindeki enerji tuhaf bir şekilde yükselip alçalıyordu; sanki onu içeriden çekip koparıyordu. Bir an nefesi kesildi ve elleri sırasına tutunmaya çalıştı ama gücü yetmedi. Başının hızla ağırlaştığını, vücudunun kontrolünü kaybettiğini hissetti.
Sonra bir anda karanlık.
İda sınıfta yere yığılmıştı. Öğretmen ve öğrenciler paniklemiş, hemen yardım etmeye koşmuşlardı. Etrafında kaotik bir hava esmiş, herkes neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. İda’nın yüzü solgun ve cansız görünüyordu. Nabzı zayıf bir şekilde atıyordu, sanki vücudu içten içe tükeniyordu. Hemen ambulans çağrıldı ve onu apar topar hastaneye götürdüler.
Hastane odasında, İda’nın durumu hâlâ belirsizdi. Solgun yüzü, kapalı gözleri ve zayıf nefesi, içindeki gücün ne denli yıkıcı olduğunu gösteriyordu. Odanın ışıkları loştu, sadece cihazların ritmik bip sesi duyuluyordu. İda'nın bedeninin üzerinde asılı duran ince bir sis vardı sanki; bu güç, şimdi onun yaşam enerjisini emiyordu.
Ziyaret saati sona ermiş, İda'nın annesi ve Atilla dışarı çıkmıştı. Sessizlik içinde İda'yı yalnız bıraktılar.
Ancak o sessizlik çok uzun sürmedi.
Kapı sessizce açıldı ve Batuhan içeri girdi. Adımlarını yavaş ve temkinli atıyordu, sanki her an uyanabilecek bir canavara yaklaşır gibi. Yüzündeki karanlık ifade, onun ne kadar tehlikeli ve hesapçı olduğunu gösteriyordu. Odaya girerken etrafa kısa bir göz attı, kimsenin olmadığını gördükten sonra İda’nın yatağının başucuna geldi.
İda'nın hareketsiz bedenine bakarak, sinsice gülümsedi. "Şimdi bana inanıyor musun?" diye fısıldadı alaycı bir sesle.
Cevap beklemeden konuşmaya devam etti, sesi sessiz ama derin bir yankı gibiydi. "Sana söyledim, değil mi? Gücün bir bedeli var. Her şeyin bir bedeli vardır, İda. Bunu öğreniyorsun artık." Gözleri, İda’nın zayıf nefes alışlarına odaklanmıştı. "Bu güç, seni yavaş yavaş içten içe tüketecek. Canlılara zarar vermemen güzel, ama bu sefer kendi yaşamını tüketiyorsun. Gücünü kullanmadan, onu kontrol etmeden yaşayamazsın. Bedelini ödemeye hazır değilsen… sonun çok daha kötü olacak."
Batuhan eğilip İda’nın yüzüne yaklaştı. Gözlerinde bir kıvılcım vardı, sanki kazandığını ilan eden bir zaferin parıltısı. "Ama ben sana yardım edebilirim. Bana katıl, İda. Bu gücü kontrol etmenin bir yolu var ve ben o yolu biliyorum. Seninle bu gücü paylaşabilirim. Sen de bu zayıflıkların ötesine geçebilirsin."
Bir süre durup İda'nın tepkisini bekledi. Ama İda hala baygın halde yatıyordu, güçsüz ve savunmasız. Batuhan geri çekildi ve yüzünde sinsice bir gülümsemeyle ekledi, "Yine de karar senin. Ama unutma, zamanın daralıyor. Her geçen gün daha fazla tükeniyorsun."
Son bir kez ona baktı ve sessizce odadan çıktı. Karanlık içindeki güç oyunları devam ediyordu ve İda’nın kaderi hâlâ belirsizdi.
Batuhan hastane odasından çıkarken kapı sessizce kapanmış, odada yalnızca cihazların hafif tıkırtısı kalmıştı. Sessizlik, sanki ağır bir örtü gibi İda’nın üzerindeydi. Vücudu taş gibi ağırdı, sanki her hareketi yıllar sürüyormuş gibiydi. Göz kapakları, adeta bir ağırlıkla kapanmış haldeydi, ama Batuhan’ın söyledikleri zihninde yankılanmaya devam ediyordu.
Güç… Bedel… Zamanın daralıyor...
İda, gözlerini yavaşça araladı. Tavandaki loş ışık gözlerine vurduğunda bir an için sersemledi, ama hissettiği fiziksel ağrı kadar, içindeki duygusal ağırlık daha da yıpratıcıydı. Batuhan’ın her sözü, kalbine bir bıçak gibi saplanmıştı. Gücünün onu tüketeceğini söylemişti. Gerçekten de her geçen an, hayatından bir parça daha eksiliyormuş gibi hissediyordu.
Konuşmaya çalıştı, ama kelimeler boğazında düğümlendi. Ağzından tek bir ses bile çıkmadı. Güçsüzdü. Bedeni ona ihanet etmiş, onu tamamen terk etmiş gibiydi. Ancak içindeki sessizlik, Batuhan’ın karanlık sözlerinin yankılanmasına engel olamıyordu.
"Şimdi bana inanıyor musun?"
İda, zihninde tekrar eden bu soruyla baş etmeye çalışıyordu. Batuhan haklı mıydı? Gerçekten bu gücün bedeli onu tüketecek miydi? Gözleri hafifçe yanmaya başladı. Vücudundaki tüm enerji, sanki içinde bir girdaba kapılmış ve kaybolmuştu. Kendini bu kadar zayıf hissettiği başka bir an hatırlamıyordu.
Sonra, gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Sessizce yanaklarından akıp yastığına düştü. Bu yaşlar sadece acı ve çaresizliği değil, aynı zamanda belirsizliğin getirdiği korkuyu taşıyordu. Batuhan’ın gücüne dair söyledikleri doğruysa, bu onun sonu olabilir miydi? Bu güç, gerçekten onu yavaş yavaş öldürüyor muydu?
İda, başını hafifçe yastığa gömdü, gözleri hâlâ açık ve tavanı izliyordu. Her şey bulanık, her şey anlamsız geliyordu. Güçsüzlüğüyle yüzleşmek, hayatında bir dönüm noktası gibiydi. Bugüne kadar her şeyle başa çıkabileceğini düşünmüştü, ama şimdi, karşısında durduğu bu gücün kontrolü dışında olduğunu fark ediyordu. Sanki kaderi ellerinden kayıp gidiyordu.
İda’nın zihninden geçen bu düşüncelerle, ağzından sessiz bir fısıltı döküldü. Sadece kendisinin duyabileceği kadar hafif bir sesle, içten gelen bir dua gibi: "Ne yapacağım?"
Ama cevap gelmedi.
Gözleri bir kez daha kapanırken, bir çaresizlik dalgası içinde sürükleniyordu. Batuhan’ın ona sunduğu karanlık seçenekler, bir yanda Atilla’nın ona verdiği güven duygusu arasında sıkışıp kalmıştı. Hangi yolu seçerse seçsin, her iki yol da ona bedeller vaat ediyordu. Fakat artık bu bedellerin farkında olmak, İda’nın yükünü daha da ağırlaştırıyordu.
Son bir derin nefes alarak, gözyaşlarıyla karışık bir huzursuzluk içinde tekrar bayıldı.
|
0% |