@berrasarfaklarli
|
İda, sokaklarda yürürken etrafındaki sesleri ve görüntüleri zar zor algılayabiliyordu. İçinde bir düğüm vardı, sanki boğazına oturmuş ve nefes almasını zorlaştırıyordu. Batuhan’la yapacağı konuşma aklında dönüp duruyordu. Ona gerçekten her şeyi anlatacak mıydı? Ya da yine kaçacak mıydı?
Okula vardığında, öğrenciler her zamanki gibi koridorlarda dolanıyor, gülüp sohbet ediyordu. Ama İda, bu kalabalığın içinde kendini daha da yalnız hissediyordu. Her adımında, kalbinde büyüyen gerginlik biraz daha artıyordu.
Sınıfa girip sırasına oturduğunda, Batuhan henüz gelmemişti. Kalbi hızla atmaya başladı. Onunla karşılaşma düşüncesi bir yandan rahatlatıcı, bir yandan da korkutucuydu. Batuhan’ın desteğini hissetse de, içinde taşıdığı sırrı paylaşmak onu derin bir endişeye sürüklüyordu.
Dersler başlamıştı, ama İda’nın dikkati dağılmıştı. Tahtadaki yazılar bulanık, öğretmenin sesi uzaktan gelen bir fısıltı gibi geliyordu. Düşünceleri sürekli gece yaşadığı kâbuslara kayıyordu. Rüyalarında Atilla’yı, Batuhan’ı ve o kontrol edemediği gücünü görmüştü. Ellerinden çıkan o enerji, her şeyi yıkıp geçiyor, herkese zarar veriyordu.
Batuhan’ın sınıfa girdiğini fark ettiğinde, kalbi yeniden sıkıştı. Göz göze gelmediler, ama Batuhan her zamanki gibi bir köşede sessizce oturdu. İda’nın içindeki karanlık ne kadar büyürse büyüsün, Batuhan’ın orada olması bir şekilde ona güç veriyordu.
Teneffüs zili çaldığında, Batuhan yavaşça İda’nın yanına geldi. “Merhaba,” dedi sakin bir ses tonuyla, ona yargılayıcı bir şekilde bakmadan. “Nasıl hissediyorsun?”
İda bir an duraksadı, gözlerini defterine indirdi. "İyiyim," diye yalan söyledi, ama bu cevabın ne kadar boş olduğunu ikisi de biliyordu.
Batuhan, İda’nın dürüst olmadığını fark etti ama onu zorlamadı. "Derslerden sonra konuşuruz," dedi yumuşak bir şekilde. "Zorlamana gerek yok."
İda sadece başını salladı, ama içindeki gerginlik daha da artıyordu. Derslerin geri kalanı bir sisin içinde geçiyormuş gibi hissetti. Zaman yavaşladı, fakat bir yandan da okul çıkışı giderek yaklaşıyordu. Her dersle birlikte, Batuhan’la yapacağı konuşmanın ağırlığı daha da büyüyordu.
Son ders bittiğinde, öğrenciler hızla sınıftan çıkmaya başladı. İda ise ağır adımlarla çantasını topladı, Batuhan’ın ona doğru yaklaştığını hissediyordu. Yavaşça sınıftan birlikte çıktılar. Sessizlik aralarındaki havayı dolduruyordu, ama Batuhan acele etmiyordu. Onun konuşmasını bekliyordu.
Okulun kapısından çıkıp sessiz bir parkın yolunu tuttular. Ağaçların gölgesi altında yürürken, İda nihayet derin bir nefes aldı ve Batuhan’a döndü. "Sana bir şey söylemem lazım," diye başladı, sesi titriyordu. Gözlerini yerden kaldırıp Batuhan’a baktığında, onun güven dolu gözlerini gördü. Bu bakışlar, içindeki korkuyu hafifletiyor ama aynı zamanda ona her şeyi anlatma cesaretini de veriyordu.
“Ne olursa olsun, beni yargılamayacağına inanıyorum,” diye devam etti İda, gözleri parktan gelen hafif rüzgarın etkisiyle kısıkça kapandı. "Ama… bu söylediklerim seni korkutabilir."
Batuhan kaşlarını hafifçe çatıp, dikkatle dinlemeye başladı. "Seni neyin bu kadar zorladığını anlamak istiyorum, İda," dedi yumuşak bir sesle. "Bana güvenebilirsin."
İda derin bir iç çekti, kalbindeki ağırlık yavaşça diline dökülmeye başladı. "Bende bir şey var, Batuhan," dedi. "Bir güç… ama kontrol edemiyorum. Bazen her şeyin kontrolden çıktığını hissediyorum. Ve… bu güç, başkalarına zarar verebilir."
Batuhan şaşırmış görünse de, İda’yı yargılamıyordu. "Ne tür bir güç bu?" diye sordu nazikçe. İda derin bir nefes aldı, gözleri yere dikilmişti. Sesi titrerken, "Dur, sana göstereyim," dedi. Elleri hafifçe titriyordu ama bu kararı çoktan vermişti. Batuhan’ın şaşkın bakışları altında yere eğildi ve parkta yetişen taze bir çiçeği dikkatle kopardı. Küçük, narin bir çiçekti; sanki her an kırılacakmış gibi incecikti.
İda çiçeği avucunun içine aldı ve ellerini nazikçe kapatarak iki dakika boyunca tuttu. Zaman, ikisi için de durmuş gibiydi. Batuhan nefesini tutmuş, İda’nın ne yapacağını merakla izliyordu. Çiçeği sıkmıyordu, sadece narin bir şekilde avuçlarının arasında tutuyordu. Fakat o anın ağır bir anlamı vardı; İda’nın elindeki bu narin canlı, sanki hayatla ölüm arasında kalmış gibiydi.
Bir süre sonra, İda ellerini yavaşça açtı. Çiçeğin yeşil yaprakları önce sararmaya başladı, ardından kahverengiye döndü. Birkaç saniye içinde, çiçek tamamen solmuş ve kuruyup neredeyse toza dönüşmüştü. Batuhan’ın gözleri hayretle açıldı, nefesi hızlandı. Gördüğü şey, aklının alamayacağı türden bir şeydi. İda’nın elinde tutmuş olduğu o canlı çiçek, şimdi ölü ve cansızdı.
İda gözlerini Batuhan’dan kaçırdı, içinde büyüyen suçluluk duygusu ve korku yüzünden net bir şekilde okunuyordu. Dudakları titrerken, gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. "Gördün mü," diye fısıldadı boğuk bir sesle, ellerini hızla geri çekip avuçlarına bakarak. "Dokunduğum her canlı ölüyor."
Batuhan hala sessizdi, gözleri İda’nın ellerine kilitlenmişti. İnanılmaz bir şeyle karşı karşıya olduğunu anlamıştı, ama içinde İda’ya dair korku yoktu. Sadece şaşkınlık ve belki de biraz hüzün vardı. Onun bu kadar acı çektiğini görmek, kalbine ağır bir yük bindirmişti.
İda ise gözyaşları arasında konuşmaya devam etti. "Bu… bu yüzden sana anlatmak istemedim. Çünkü korkarsın diye düşündüm. Çünkü ben bile kendimden korkuyorum, Batuhan. Ne zaman birine yaklaşsam, ne zaman birine dokunsam… onlara zarar veriyorum. Bunu nasıl durduracağımı bilmiyorum." Sesi giderek daha hıçkırık dolu hale geliyordu. Batuhan, İda'nın söylediklerini sindirmek için bir an duraksadı. Gördüğü şey ne kadar korkutucu olsa da, İda’ya olan duyguları ve ona yardım etme arzusu daha ağır basıyordu. Gözlerini İda'nın ellerinden ayıramıyordu, ama içinde bir korku yerine derin bir empati ve üzüntü vardı.
“İda,” diye başladı, sesi hala yumuşak ve sakin. “Bunun ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemem, ama bu senin suçun değil. Bu gücün seni kontrol etmesine izin vermeyeceğiz. Bir yolunu bulacağız. Sana söz veriyorum.”
İda, gözyaşları içinde Batuhan’a baktı. Ona yaklaşmanın bile tehlikeli olabileceğini bilmek, içindeki yalnızlık hissini daha da derinleştiriyordu. “Ama... ya sana da zarar verirsem?” diye fısıldadı. “Sana yaklaşamam bile...”
Batuhan bir adım geri çekilmeden, sabit bir şekilde İda’nın gözlerinin içine baktı. “Bana dokunman gerekmiyor,” dedi, hafif bir tebessümle. “Buradayım ve her zaman yanında olacağım. Fiziksel olarak sana dokunmamız gerekmiyor ki. İkimiz de buradayız ve bu yeter.”
İda, Batuhan’ın bu sözleriyle biraz rahatladı. Gözyaşları hala yanaklarından süzülüyor olsa da, Batuhan’ın yanında olduğunu hissetmek, onu bir nebze de olsa sakinleştiriyordu. İlk kez, içinde taşıdığı bu korkunç sırrı paylaşmanın ve birinin ona yardım etmeye çalışmasının hafifliğini yaşıyordu.
“Bunu nasıl kontrol edeceğim, Batuhan?” diye sordu, gözlerini tekrar yere indirerek. “Bu gücün bana hükmetmesini istemiyorum. Ama nasıl yapacağımı da bilmiyorum…”
Batuhan derin bir nefes alarak cevap verdi. “Bilmiyorum,” dedi dürüstçe. “Ama yalnız değilsin. Araştıracağız, bir yol bulacağız. Ne gerekiyorsa yapacağız. Şu an için önemli olan tek şey, senin yalnız olmadığını bilmen. Ne olursa olsun, yanında olacağım.”
İda, Batuhan’ın bu kararlılığı karşısında içindeki endişelerin bir kısmının hafiflediğini hissetti. İlk kez, bu yükü tek başına taşımak zorunda olmadığını fark ediyordu. Ne kadar zor ve korkutucu olursa olsun, yanında ona güvenen ve onu yargılamadan destekleyen biri vardı.
|
0% |