
3.BÖLÜM TEHLİKELİ GÖREV
Kalp atışlarımın sesi kulaklarımda yankılanıyor, vücudumda gezen kanı her bir zerremde hissetmek ürpermemi sağlıyordu.
Saat kaçtı?
Bilmiyordum.
Gece yarısına yaklaşmış mıydık?
Bilmiyordum.
Bilsem ne değişecekti ki sanki(!)
Salondaki uzun sessizliğin ardından cesaretimi topladım, belli ki benim konuşmamı bekliyorlardı. “Belkide sizin dünyanızda bir geçit açılmıştır istemsizce ve bende buraya gelmişimdir.” Filmlerde veya kitaplarda bu böyle olmaz mıydı? Kızıl ve dalgalı saçlarını tahammül edemiyormuş gibi sinirle dağınık bir topuz yaptı yanımda oturan kız, siniri kendi neydi yada içine düştüğü durum belki de. “Neden böyle bir şey olsun ki?” Dedi kız Chris'in düşüncesini onaylamasını isteyerek belli ki o da tam olarak emin değildi. Başını olumsuz anlamda salladı Chris. “Belkide haklısındır.” Dedi yüzüme bakarak.
Ne?
“Ne?” Dedim kendi içimdeki düşüncemi dışarı yansıtarak. “Sonuç olarak Kökl'ler olarak biz bile kendi dünyamızın tarihini veya olasılıklarını bilmiyoruz.”
Büyük bir bilinmezliğin ortasındaydık, şapkadan her seferinde değişik eşyalar çıkaran sihirbazlar gibi hissediyordum kendimi, her soru sorduğumda şapka bambaşka bir eşya çıkarıyordu alay edercesine. “Neden bilmiyorsunuz?” Huysuz bir şekilde ifade etmiştim cümlemi, nasıl olurda hiçbir şey bilmezlerdi yaşadıkları yer hakkında! Gözlerini kapattı Chris yorgun bir şekilde sırtını koltuğa yasladı ardından bıkkın bir edayla başınıda geriye yasladı. Keskin yüz hatları çenesini sıktığını belli ediyordu, sinirlenince bunu yapıyordu evde de yapmıştı. “Bu çok karışık bir konu sabah konuşsak her şeyi.” dedi nazikçe kız. Tam itiraz edecekken “Biliyorum hiç bilmediğin bir yerde yalnızsın lakin hepimizin uykuya ve düşüncelerimizi toparlamaya ihtiyacı var. Bu gece burada kalalım. Sabah kahvaltıda ne yapacağımızı düşünürüz.”
2 şey.
2 şey alakasızda olsa beni mutlu etmişti. 1.si yabancı kızın beni ormandan buraya getirene kadarki sert yüz ifadesi ve konuşması yoktu, genel olarak tavrı daha nazikti büyük ihtimalle onun sözünü dinlemem için üzerimde psikolojik baskı uygulamak istemişti, başarmıştıda. 2.si ise “Ne yapacağımızı düşünürüz.”demiş olmasıydı, bu bilinmezliğin ortasında yanımda birilerinin olması fikri hoşuma gitmişti.
Hayır Lina,burada ki işin bittiğinde bırakacaklar seni. Kimseye bağlanamazsın. Belkide beni kendi tarihlerini öğrenmek için bir araç olarak kullanacaklardı, olamaz mıydı?
Sessiz kalmıştım kızın fikrine, bende yeterince yorgundum çünkü. Bakışlarımı kızın yüzüne çevirdim “Olmaz mı?” der gibi bakıyordu yüzüme. Ağır ağır başımı salladım bende. “Pekala o zaman.” dedi ve koltuktan kalktı kız. “Yalnızca iki odam var, benimle birlikte kalmak seni rahatsız eder mi?” Olumsuz anlamda salladım başımı, zaten bana zarar verecek olsa ormanda da verebilirdi değil mi? Bakışlarını hala koltukta oturan Chris’e çevirdi “Tamam o zaman sende diğer odada kalırsın.” Avuç içlerini dizine sürttü ve kalktı. “Her zamanki gibi yani.” Yüzünde gülümsemeye dair bir iz yoktu ama şuan gülümsediğine emindim. Kıza baktım, o da gülümsüyordu. “Burada daha öncede kaldığına göre gerçekten yakın olmalılar.”diye geçirdim içimden.Veya bana güvenmeyip kızı beni buraya getirmesi için haber vermesi, güveniyordu belli ki. “O odaya hiç girmedim bu arada. Örtüler temiz, önceki geldiğinde bıraktığın yedek kıyafetlerde orada olmalı.” Alaycı bir ifade oturdu yüzüne Chris’in “Tozunu almak içinde mi girmedin odaya. İnanamıyorum sana fazlasıyla pissin Diana.”
Kızın ismi Dianaydı demekki. Diana Chris’in üstüne doğru yürüyünce Chris hemen sırtını döndü ama Diana’nın attığı tokattan kaçamamıştı. Sert tokat Chris’in sırtına inince vurduğu yeri tuttu ve abartılı bir yüz ifadesiyle “Elin ağırmış.” Yüzünü buruşturdu Diana “Elbette temizledim ve tozunu aldım, eşyalarını ellemedim sadece Chris.” Yüzünü bize çevirdi Chris “Eminim öyledir.” adlı bakışını attı bize. “Nasıl anlamak istiyorsan öyle anlayacaksın değil mi?” dedi hayıflanır şekilde. “Neyse ben yatıyorum. Yorucu bir gün oldu. İyi geceler.” Normalde olsa aralarındaki bu atışmaya gülebilirdim lakin yüz kaslarım hareket edemeyecek kadar yorgun ve kafamdaki bilinmezliklere cevap arayacak kadar bir şey düşünemiyordu beynim. “Tamam o halde.” dedi Diana merdivenlerden çıkıp kaybolan Chris’in arkasından bakarken. “Benden daha yorgun olmalısın istersen ilk sen hazırlan bende sana o sırada temiz kıyafetler ayarlayayım.” Gülümsedim çekinereker “Teşekkür ederim.” dedim. Merdivenlerden çıkarken arkasından takip ediyordum onu bir yandan da teşekkür edecek bir durum olmadığını ve dert etmemem gerektiğini anlatıyordu bana.
Merdiven ve koridor ahşaptan yapılmaydı, duvarlarda öyle. Odasının kapısını açarken “Burada bütün evler ahşaptan mı?” Sorum onu eğlendirmiş olacak ki esindeki gülümsemeyi sezmiştim “Burada ahşap daha uygun ve bulunması daha kolay.” görmesede başımı anladığımı belli eder şekilde salladım. Sorduğum sorudan ötürü eli kapı kolunun üstünde durmuştu ve tekrardan açmaya yeltenirken yan odanın kapısı açıldı ve Chris’in yüzü gözüktü “Ses yapmayın akşam akşam, sorularınızı da yarına saklayın.” dedi ve yorgun bakışlarını üzerime çevirdi “Özellikle de sen, fazla meraklısın. Kafanın içindeki düşünceleri sustur ve uyumaya çalış.” dedi ve kapısını kapattı. İç çekti ve odasının kapısını açtı.
Sade bir odaydı, son derece sade. İki kişilik denilebilecek kocaman bir yatağı, yatağının hemen yanında olan komodini, pencerenin hemen önünde olan düzenli bir çalışma masası, odanın içerisinde olan kapının hemen yanında bir giyinme dolabı ve çalışma masasının yanında kitaplığı vardı. “Ne kadar düzenli.” demekten kendimi alıkoyamadım. Gülümseyerek baktı yüzüme Diana “Alışkanlık.” Yüzümü ona çevirmiştim dediğinden ötürü, sesindeki gizli hüznü hissetmiştim, derinlere gömdüğü ama bir parçasını içinde tutamadığı ve gün yüzüne çıkardığı. Gözlerini ilk çeken o oldu. “Şuara daki kapı lavabo, aynalı çekmecede ise hiç kullanılmamış bir diş fırçası var istersen onu kullanabilirsin.” dedi ve giysi dolabına yöneldi.
Konuyu geçiştiriyordu.
Merak etsemde üzerine gidip sormak istemedim ve lavaboya girip kapıyı kapattım. Aynaya bakmaktan kaçınarak diş fırçasını aldım ve dişimi fırçalamaya başladım. Diş macunun tadı bile farklı olur muydu?
Çıktığımda elinde toz pembe yünlü bir pijama takımını bana gösterdi. “Bunları giyebilirsin, bollar daha rahat edersin.” Kıyafetlerimden ötürü bir gözlem mi yapmıştı yoksa genel bir çıkarım mı yapmıştı anlamamıştım ama gülümseyip elindeki kıyafetleri aldım ve tekrardan lavaboya girip üstümü değiştirdim, onu da bekletmek istemiyordum. Lavabodan çıktığımda üzerimdeki pijamalara bakmıştım. Diana gülümsedi “Çok tatlı olmuşsun.” Gülümsemeden edememiştim. “Çok teşekkür ederim.” dedim bugünkü sayısız teşekkürümü kullanıp. Başını omzuna yatırıp “Sert bir yüz ifaden ve simsiyah saçların var, bu seni soğuk gösteriyo ama gülümsemen tam tersi. Bu pijamalarla gülümseyince ise son derece çocuksu oluyorsun.” dedi çekindiğim den dolayı gülümsememin yerine normal bir ifade yerleştirdim yüzüme. “Bunu rahatsız ol diye söylememiştim, iltifattı sadece eğer rahatsız olduysan kusura bakma.” Kaçırdığım gözlerimi hızla gözlerine kenetledim “Hayır yani rahatsız olduğumdan değil de şey-” Sözümü kesip “Ne cevap vereceğini bilmediğinden dolayı mı?” Evet, dercesine başımı salladım. Elini sorun yok dercesine salladı “Sorun yok cevap vermek zorunda değilsin sadece içimden gelmişti.”
Neden hiç çekinmiyor gibi duruyordu ben böyleyken?
“Kaç yaşındasın?” Yüzü benim yaşlarımda gibi duruyordu. “17.” Şaşırdığımı anlayınca “Neden şaşırdın, daha mı küçük duruyorum?” Ayıp mı olurdu acaba söyleyeceklerim? “Yani yüzün pürüzsüz durduğundan benim yaşımdan belki bir yaş küçüksündür diye düşünmüştüm ama zaten yaşıtmışız.” Gülümsetti bu cevabım onu “Chris de öyle diyor biliyor musun? Dalga geçiyor benimle. Çocuk gibiymiş yüzüm.” Abartılı bir şekilde yüzümü buruşturdum “Abartmış bence o kadar da değil sadece bir kaç yaş bence.” Teşekkür eder gibi yüzüme baktı “Saçların gerçek mi?” dedim sessizlikten rahatsız olup “Gerçek mi derken?” dedi alayla. Utançla “Yani rengi. Çok doğal duruyor rengide şeklide. Çok güzeller.” Elini saçlarına götürdü ve sırtında açık bir halde duran saçlarını alıp omzundan aşağıya dökülmelerini sağladı. “Sen bir de taramasının zorluğunu gör? Dışarıdan hış tabi.” Şikayeti güldürmüştü beni, ben bu durumdan muzdarip değildim.Anneminki gibi hafif dalgalı saçlarım vardı ve hemen birbirine girmiyorlardı. Odanın kapısı açılınca bakışlarımızı o tarafa çevirmek zorunda kalmıştık. “Bu duvarlar oldukça ince, sesinizden uyuyamıyorum.” dedi ve bakışlarını üzerimde gezdirdi. Baştan aşağı süzdü beni, giydiğim pijamadan dolayıydı her halde. Yutkundu ve bakışlarını kaçırdı “Uyuyun artık.” dedi ve kapıyı kapatıp çıktı. Birbirimize göz kırpmakla yetindik.
Saat gecenin kaçı bir haberdim, kafamın içinde bitmek bilmeyen sorular azalmak yerine çoğalıyor ve parçalara bölünüyorlardı. Yorgunluktan vücudum halsizdi ve gözlerim acıyordu ama sanırım bu uyumam için yeterli gelmiyordu vücuduma. Sol tarafıma dönüp Diana’ya bakmıştım. Uyuyordu. Sessizce yorganı üzerimden çektim ve bacaklarımı yataktan aşağı sallandırdım. Yataktan inecekken Diana benim olduğum tarafa dönmüştü ve kolunu kucağıma atıştı. İç çektim sessizce, bu bu akşamki sayamadığım temaslarından biriydi. Gerçekten deli bir şekilde uyuyordu. Kolunu kaldırıp yavaşça kendi yastığımın üstüne koydum ve parmak uçlarımda ilerleyerek odadan çıktım. Mumların aydınlattığı koridor boştu, herkes uyuyor olmalıydı. Sessizce merdivenlerden indim ve çıkış kapısına yöneldim. Tek isteğim merdivenlerde oturup biraz temiz hava alıp gökyüzünü seyretmekti Kapıyı yavaşça açtım ve merdivenlerde birinin oturmasını beklemediğim için küçük bir çığlık kopardım. Arkasını dönüp bana bakınca oturanın Chris olduğunu anlamıştım. Elimi kalbimin üzerine koyup “Ödümü kopardın.” Anlamayarak yüzüme baktı. Kapıyı kapattım ve yanına oturdum. “Bizim orada bir şey seni korkuttuğunda ödünün kopması deyimi kullanılır.” anladım der gibi başını salladı ve tekrardan baştan aşağı süzdü “Uyuyamadın mı gene?” Başımı tutunma yerine yasladım ve “Sanırım sende.” İç çekti. “Sessizliğin sesini mi dinlemeye ihtiyacın var?” dedim önceki konuşmamıza atıfta bulunarak başını bana çevirmeden onayladı. Yorgundu, göz altlarındaki torbalar daha da belli olmuştu ve gözleri kanlanmıştı “Kötü gözüküyorsun, burada oturmak yerine uyumalısın.” sesimi oldukça sakin tutmaya çalışmıştım sanki ben ne kadar nazik konuşursam o da hemen sözümü dinleyecekmiş gibi. Histerik bir gülüş oluştu yüzünde “Aynı şey senin içinde geçerli. Sen neden uyumuyorsun?” Sustum. Başımı geriye yatırdım ve yıldızlara baktım “Zihnimin içi savaş alanı gibi, susmak bilmiyorlar.” Gözlerini kapatmıştı “Benimki de.”
Ne düşündüğünü ve onu geceleri uyutmayan şeyin ne olduğunu merak etmiştim ama daha yakın olmadığımızdan dolayı sormamıştım. “Tanışalım mı?” dedim konu açmaya ve kafamın içindeki seslerin bir müddet susması umuduyla. Ayın ışığıyla parlayan yeşil gözlerini üzerime çevirmişti, kaşları beklemediği cümlemden ötürü kalkmıştı “Ne?” başımı omzuma yatırdım “Sizi tanımak istiyorum, bana hiçbir karşılık istemeden yardım ediyorsunuz ve sizinle birlikte vakit geçiyorum, tanımak istemem normal değil mi?” aniden daha da serinleşen havayla vücudum titredi ve hapşurdum. Üzerindeki siyah kapşonlu hırkasını çıkarıp kapşonunu başıma geçirdi “Hava soğuk, biraz daha kalırsak hasta olacaksın zaten uyumuyorsun.” Hırkayı giymek istemeyerek başımdan çıkarırken bileğimi engellemek için tuttu ve yüzüme kapadı kapattı. “Kendinden önce başkalarını düşünme, vücudun titriyor hala bana vermeye çalışıyorsun.” dedi söylenir bir halde. “Teşekkür ederim.” dedim ve burnumu çekip hırkayı giydim. Kocaman olduğu için sıkıca sarılabiliyordum ve bu şimdiden üşümemi gidermişti. “Ne duymak istiyorsun?” dedi yüzümde gezdirirken bakışlarını. Omuz silktim “Bilmem, senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Sadece ismin o da Diana söylediği için.” Gülümsetmişti söylediğim cümle. “Yaşın kaç mesela, çok uzunsun ve yüzüne bakınca benden büyük gibi duruyorsun.” üzerine giydiği kazak boynunu örtüyordu, daha da yukarıya çekti. Üşüyor olmalıydı. “17.” Kaşlarımı çattım “Ne!” Dudağının bir kenarı kıvrıldı yukarıya “Ne oldu?” Dudağımı büktüm “Daha büyüksün sanıyordum. Yani 20 olabilirdi.” Küçük bir kahkaha attı “Abart bir de.” Ben mi abartıyorum? “Abartmıyorum.” dedim kendimi açıklamaya çalışarak. “Gerçekten. Yani benimle senin yaşın aynı olamaz. Belki boyun çok uzun olduğundan olabilir büyük durman ama yüzünde yani yaşından büyük duruyor.” Tek kaşını kaldırdı “Bu iyi bir şey mi?” Omuz silktim “Bilmem, sert bir yüz hattın var bence bu insanları korkutmak için yeterli.” Yüzündeki alaylı ifade yavaşça solarken “Sen benden çekinmiş miydin peki?” düşünmeme gerek kalmadan başımı sağa sola salladım. “Hayır yani ilk gördüğüm kişi sen olduğun için elbette korkmuştum bide üzerime yürümüştün.” dedim o anı hayal ederek yüzümü buruşturdum kısa bir an “Ama seninle yıldızları izlediğimiz akşam beni anladığını hissetmiştim içten içe bu yüzden çekinmedim.” Sonra alayla ekledim “Neden senden çekinmem mi gerekiyor?” Tekrardan gülümsemesi için söylediğim bu cümle gerçekten gülümsemesini sağlayınca mutlu olmuştum “Belkide.” dedi sesine korku edası katmak adına fısıldarken. Güldürmüştü bu yaptığı.
Onunla konuşmak biraz zordu aslında, konu açılınca bir şekilde sohbet edebiliyorduk ama sustuğunda… Ne düşündüğünü anlamak pek mümkün değildi. Başım ağrıdığından dolayı elimi saç diplerime koydum ve ovuşturdum, çok mu sıkı bağlamıştım saçlarımı? “Mükemmeliyetçi bir insansın anladığım kadarıyla.” Ellerimi başımdan çektim ve başımı kaldırıp yüzüne baktım. “Efendim?” dedim ani çıkarımının nedenini anlamayarak. “Her bir düşüncene yanıt bulana kadar uyuyamıyorsun, her bir planı ve ihtimalleri bilmek istiyorsun, saçlarını başını ağrıtacak kadar sıkı topluyorsun ve tek bir saç teli bile çıkarsa sinirlenip baştan topluyorsun.” Dürüstlüğü karşısında kendimi çıplak hissetmiştim, açığa çıkma korkusuyla vücudum ürperirken bakışlarımı gözlerinden kaçırdım. Baktığından daha derinleri görebiliyordu sanki. “Annem.” dedim ve başımı gökyüzüne çevirdim. “Her zaman herşeyin kontrolünün altında olması gerektiğini sanar. Bizim hayatlarımız içinde aynısını ister. Babam, kardeşim,ben…” Titrek bir nefes aralık olan dudaklarımdan çıkınca zorlandığımı hissettim. Daha önce dinlediğim şarkılar dışında kimseye anlatma tenezzülü göstermemiştim. Şarkılara anlatmama gerek kalmamıştı aslında, sözlerinde kendimi bulmam yetmişti. Bakışlarını üzerimde hissetmeme rağmen ısrarla bakmadım, bakarsam daha da zorlanacaktım çünkü. “Herşeyde bunu yapar. Bütün notlarımın en iyi olmasını, herkesle iyi anlaşmamı, insanların benim hakkımda en iyisini düşünmesini, koyduğu bütün kurallara uymamı ve evden hiç çıkmadan durmadan benim için hazırladığı programlara uymamı ister.”
Bazı durumlara alışmışsınızdır hayatınızdaki ama birine kendiniz anlattığınızda sanki daha zor geliyordu herşey. Genzimin yandığını hissettiğimde yutkundum. “Bu yüzden seninle sınıra gittiğimizde ne kadar tehlikeli olacağını bilsemde özgür ve mutlu hissetmiştim çünkü orada yapmam gereken hiçbir sorumluluğu burada yapmak zorunda değildim.” Gülümseyerek ona çevirdim bakışlarımı. Her zamanki boş bakışları yoktu, merhamet ve acıma duygusunu görüyordum gözlerinde. “Bana üzülmene gerek yok yani öyle bakmana gerek yok en azından.” dedim çekinerek. Bakışlarını yüzümden çekti ama gözlerindeki duygular değişmemişti. “Gitmek istiyor musun evine?” Meraklı bakan gözlerini gözlerime çevirmişti. Acı bir tebessüm oluştu dudaklarımda “Evet. Orada ne kadar çok sorumluluğum olursa olsun hayallerim var, yapmak istediğim şeyler var ayrıca kardeşimi o evde yalnız bırakamam.”
O evde…
Ne kadar soğuk hissetirmişti.
Eskisi gibi ısıtmıyor muydu beni evim?
“Baban nasıl biri?” Babamı tanısamda bir müddet düşünmek zorunda kalmıştım. “İyi. Yani koşulsuzca bizi seven, üzülmemize dayanamayan, isteklerimizi yapmaya çalışan ve sevgisini hissettiren biri.” Gözlerimi kapattım, babamın yüzü belirdi zihnimde, birlikte sarıldığımız, güldüğümüz, şakalaştığımız ve daha pek çok mutlu olduğum an geldi. “Böyle söyleyince annemi daha az seviyorum gibi geliyor kulağa ama öyle değil.” dedim gülümseyerek, acılarımı küçük bir gülümsemeye sığdırmayı öğrenmiştim. “Herkesin sevgisini ifade etme şekli ve gösterme şekli farklıdır. İyiliğimi istediğini biliyorum ama bu onda takıntı haline gelmiş. İnsanlar değişmez, değiştiremezsin.” Söylediklerim yüreğime ağır geldiğinden bir müddet sustum, sustu. Zaten söylediklerim karşısında ne diyebilirdi ki? “Senin annen, baban nasıl biri?” Konuyu değiştirmek ve aramızdaki gergin havayı dağıtmak adına sorduğum bu soru omuzlarının çökmesi ile hayal kırıklığına uğrattı. “Öldüler.” Buz kestim. Tek bir kelime saç diplerimden parmak uçlarıma kadar ürpermeme yetmişti. Ailem ile ne kadar kötü anılarımda olsa onlarsız bir hayat düşünemiyordum. Bakışlarımı ellerime çevirdim istemsizce gözlerim doldu “B-ben özür dilerim amacım seni üzmek değildi.” Olumsuz anlamda salladı başını “Hayat herkese farklı kayıplar sunar, üzülmüyorum çünkü ikisinide hatırlamıyorum. Annem beni doğurduğunda hayata gözlerini yummuş. Babam ise bana bir kaç yıl baktıktan sonra acısından dolayı intihar etmiş.” Sesi bile titremeden söylediği bu sözler ellerimin titremesine yetmişti. Ellerimi verdiği hırkanın içine koydum, önünde zayıf durmamalıydım en azından kendisi gibi tepkisiz durabilirdim. “Aslında rüyamda bir kaç silik görüntü görüyorum babamla birlikte olduğumuz ama zihnimin bana oynadığı oyunlardan biri olması fikri beni korkutuyor. Dolmuş olan gözlerimi yüzüne çevirdim, sesi ne kadar kayıtsız kalsada gözlerindeki o yıkımı görmüştüm. Duygularını saklamıyordu artık belki de saklayamıyordu. Temeli sağlam atılmamış bir binaydı ama zorluklara göğüs gerip hala dik durmaya çalışıyor gibi bakıyordu. Kurduğu birkaç cümle ile kalbim paramparça olup gözlerim dolarken onun buna alışmış olması kalbimi daha da sarsmıştı. Tutamadığım gözyaşlarım usulca kendini anın duygusal havasına bıraktı ve bir bir yüzümde yol çizdiler. Gözlerimi kapattım ve yanına yaklaşarak başımı omzuna koydum. Hala çekiniyordum ondan hatta yaptığım hareket rahatsız edebilirdi bile ama en azından onu anladığımı göstermek istiyordum.
Dizlerimi karnıma çekmiş, başımı koluna yaslamış bir şekilde sessizce ağladım o akşam, gözyaşlarımı silme gereği duymadan. O ağlamamıştı belki ama ben onun yerine de ağlamıştım.
…
Gözlerimi açtığımda akşam yattığım odanın tavanını görmeyi beklemiyordum. En son… Chrisle konuşuyordum. Yatakta doğruldum ve sırtımı arkamdaki duvara yasladım. Yatağın karşısındaki tuvaletin kapısı açıldı. “Günaydın.” dedi Diana cıvıl cıvıl sesiyle. Gülümsemeye zorladım kendimi, düzenli bir uyku çekmediğimden dolayı bedenim halsizliğini koruyordu. “Günaydın.” Pijamalarını değişmiştir, uzun yeşil bir elbise giymişti. Kolları tülden yapılma gibi duruyordu,ayağında ise bileğine kadar gelen kahverengi botları vardı. “Şey beni buraya sen mi getirdin?” Olumlu bir baş sallamasından sonra “Evet, akşam su içmeye uyandığımda kapının hafif aralık olduğunu gördüm. Merdivende ikinizi görünce Chris uyuya kaldığını ve seni odaya çıkarmamı söyledi.” Ağır ağır başımı sallamıştım, belli belirsiz Diana’nın elimden tuttuğunu ve odaya çıkardığını hatırlıyor gibiydim. “Ama Chris’i öyle dağılmış bir halde görünce çok şaşırdım. Akşam aranızda bir şey mi oldu?” dedi endişeyle. Sustum, arkadaşı olduğuna göre anlatmış olmalıydı ama ben kendimi bir kişiye daha açmaya hazır değildim sanırım. “İkimizde akşam uyuyamamıştık, öyle havadan sudan konuştuk aslında. Yorgun olmalı.” Geçiştirmemi anlamış olmalıydı, arkadaşını tanıyamayacak kadar saf değildi bence ama sesini çıkarmamıştı. “Kahvaltıyı hazırladık bu arada hadi kalk da kahvaltı edeim.” dedi. “Chris ne zaman uyandı?” En azından ben odaya çıktıktan sonra uyumuş olmasını diliyordum. “Bilmiyorum ama ben uyandığımda çoktan çörekleri kızartıyordu. Uyuduğunu sanmam.” Boğazımda bir düğüm oluştu ve büyüdükçe büyüdü sanki.
Diana’nın bana verdiği beyaz boğazlı kazağı, siyah kot pantolonu ve botlarımı giydikten sonra aşağı inmiştim. “Ne yapsam bende mi senin gibi işletme açsam?” Chris’in sesiydi bu. “Daha insanlara tahammülün yok nasıl açacaksın acaba? Yaptığın yemeği beğenmeyip tekrar yapmanı isterlerse ne yapacaksın?” Tabak seslerini duydum “Yemezsen yeme derim bu kadar basit.” İçli bir nefes verdi Diana “Sen işletmeyi falan boşver git kılıçlarla uğraş.” “Belki de.” dedi Chris. Merdivenlerden inip mutfağa gittiğimde hepsinin bakışları beni bulmuştu “Günaydın.” dedim yorgunluğumu ve dün akşamki üzüntümü gizleyerek. “Günaydın.” dedi Chris. O da gülümsüyordu gülümsememe karşılık. Dün akşamdan sonra aramızın daha iyi olmasına sevinmiştim. “Günaydın.” dedi Diana sondaki harfi uzatarak. Yanına gittim ve “Yardım edebileceğim bir şey var mı?” dedim. Chris gülerek “Sen uyanana kadar her şeyi bitirdik, yardımların için saol.” Yüzümü buruşturup baktım yüzüne “Bir şey değil, her zaman.” Elindeki tabakları da masaya koydu ve “Herşey hazır hadi yiyelim çok acıktım.” dedi. Diana ile yan yana oturmuş, Chris de bizim karşımıza oturmuştu. “Sizi çok bekletmedim değil mi? Çok acıkmadınız değil mi?” Diana gülümseyerek baktı yüzüme “Yok ya bende yeni kalktım neredeyse, yorulmuş olmalısın hem Chris uyuyamadığını söyledi. Bizi düşünme sen.” Son söylediği cümleden ötürü akşam Chris’e söylediğim cümle aklıma geldi ve bakışlarımı ona çevirmiştim, aynı şekilde o da bana. Bakışlarımı kaçırmıştım gözlerinden. Hatırlamıştı… “İlk tatlı mı yiyeceğiz?” Şaşırdığımı anladıklarında yemeklerini bölüp “Yani biz önce tatlı yeriz sonra yemeye başlarız. Sizin orada da öyle değil mi?” Şaşırmama neden olmuştu bu, önce tatlı mı yemek? Mutlulukla çörekten bir ısırık almıştım. Tadının neli olduğunu anlamamıştım ama yumuşak, sıcak ve ağızda bıraktığı tad oldukça güzeldi. “u çok iyi bir fikir. Keşke bizim orada da öyle olsa ya.” dedim hayıflanarak ve art arda çörekten lokmalar almaya devam ettim. Elimdeki çöreği hızlıca bitirdikten sonra “Bu çok güzel olmuş. Elinize sağlık.” Diana tek kaşını havaya kaldırdı “Elime mi sağlık?” Ah, doğru ya. “Bizim orada yemek yapan kişiye söylenen bir deyim.” Gülümsetmişti bu Diana’yı. “Garip. Bundan sonra bende kullanırım.” Boş tabağımı önümden alıp iki tane daha çörek ilave edip tekrardan önüme koydu Chris. Teşekkür ettim ve yiyecekken tabağına baktım. “Sen neden çörek yemiyorsun?” Başını tabağından kaldırmadan “Pek sevmem.” Diana araya girerek “Hiç sevmez tatlıları.” Gözlerimi kıstım “Ne? Ne kadar sıkıcısın.” Keyifle kendi çöreğimden yerken “Ne buluyorsunuz anlamıyorum ki.” dedi yüzüme bakarak. Lokmamı yuttuktan sonra “Gayet güzel tamam mı?” dedim ama onun gözleri yüzümdeki bir yere odaklanmıştı. Masada duran peçetelikten bir tane uzattı. Alıp dudaklarımı sildim ve yemeye devam ettim.
Huzurlu geçen ve havadan sudan konuştuğumuz kahvaltımızı bitirdikten sonra mutfağı ve bulaşıkları toplayı salondaki koltuklarda oturduk. Ne diyeceğimi ve nasıl başlayacağımı bilemediğim den ötürü yerimde rahatsızca kıpırdanırken Chris konuşmaya başlayıp işimi kolaylaştırdı. “Biz bu planı bizim evdeyken konuşmuştuk aslında kızla.” dedi ve yüzüme baktı. Ne oldu, der gibi yüzüne baktım “İsmini daha önce söylemedin, ismin ne?” Bunu yeni mi fark ediyordu gerçekten(!) “Lina.” dedim. Bir süre yüzüme baktı ardından bakışlarını kaçırıp Diana’ya baktı. “İki seçeneği var aslına bakarsak. 1.seçeneği önce bütün Peras’ı dolaşıp kendisinin buraya gelmesine sebebiyet veren büyücüyü bulması sonrada bu kasabada yoksa diğer kasabalara bakmak için sur kapısından kaçması. Bunun imkansız olduğunu biliyoruz. Yüzlerce muhafız var, sadece kapının orda da değil ağaçlarda saklanmış okçular ve daha bizim bilmediğimiz niceleri. 2.seçenek ise daha mantıklı ama bir o kadar da tehlikeli olan savaşçıların arasına sızması. Bu şekilde seferlerde kasabaları gezebilecek ayrıca pek çok dövüş teknikleri ve kılıç tutma becerileri kazanacak.” Diana’ya çevirdim bakışlarını, tepkisini merak ediyordum. Kaşlarını çattı “Nasıl sızacak savaşçıların arasına yoksa?” aklına gelen şey ile gözleri kocaman açılmıştı “Katiyen olmaz Chris, bu kızın bir savaşçı öldüreceğinden mi bahsediyorsun?!” Bu ihtimali daha önce konuşmuş olsak da yinede bütün vücudumu bir ürperme kaplamıştı, üşüyordum. Çene kaslarının belirginleşmişti Chris’in, sinirlenince yaptığı gibi dişlerini sıkıyordu. Neden sinirleniyordu ki? “Evet.” Elini aniden masaya vurunca irkilmiştim. “Saçmalıyorsun Chris!” Chris’in gözlerindeki sinir artık gözle görülür haldeydi, kollarını sıyırdığı kıyafetinden dolayı kolu görünür vaziyetteydi ve ellerini sıktığından dolayı damarları belli olmuştu. “Ya ne yapalım Diana? Saraya gidip, Lina başka evrenden geliyor. Tanımadığımız bir büyücü getirmiş onu, büyücüyü bulmak için yardımınıza ihtiyacı var. Kol kanat gerer misiniz?, mi diyeceğiz? Söyle!” Adeta kükreyen sesi yerime daha da sinmeme yol açmıştı. Alev saçan gözleri gözlerime değince hızla bakışlarımı yere çevirdim ve yutkundum. Şuna en son isteyeceğim şey onunla göz göze gelmekti sanırım. Derin bir nefes verdi Chris ve gözlerini kapattı. “Aniden çıkıştım size özür dilerim.” O neden bu kadar sinirleniyordu ki? Planı yapacak olan bendim sonuçta. “Bende düşünmeden konuştum kusura bakmayın.” dedi Diana ikimize de mahçup bir ifadeyle bakarak. “Gerçekten özür dilerim Lina ama ben sadece endişelendim senin için.” Dizlerimin üzerine koyduğum ellerimden birini sıkıca tuttu söylediklerinden sonra Diana. Sorun yok, dercesine başımı salladım ve gülümseye zorladım kendimi. “Ama Chris haklı. Tek seçeneğimiz bu.”
Dün baktığımız harita hala masanın üzerinde açık bir şekilde duruyordu. Bakışlarımı haritanın üzerinde gezdirdim bir müddet. Başka bir fikir bulma umuduyla ama hiçbir fikir aklıma gelmeyince gözlerimi kapattım sanki ne kadar çok uzun süre kapatırsam gözlerimi g
bu yaşananların rüya olduğuna o kadar çok inanacaktım.
“Başka seçenek yok o zaman.” dedi Chris oturduğu koltuktan kalkarak. İkimizde bakışlarımızı üzerine çevirmiştik “Seçenek?” sorduğum soruya karşılık çenesini tekrardan sıktı “2 hafta sonra savaşçılar saraya gitmek için yola çıkacaklar. Suikast planını gerçekleştirene kadar çalışmalara başlamamız lazım. Hiçbir şey bilmiyorsun.” Gözlerimi kırpıştırdım anlam veremeyerek “Bir dakika anlamadım. Ne yapacağız ki?” İfadesini hiç bozmadan “Bolca idman. Önce kılıç tutmayı öğreteceğim sana ardından kılıç ve kılıçsız dövüşmeyi. Hiçbir şey bilmeden planı gerçekleştiremeyiz ayrıca yine hiçbirşey bilmeden savaşçıların arasında dövüşemezsin. Anlaşılır. Bu yüzden hızlandırılmış 2 haftalık dövüş dersi alacaksın. Ayrıca ok dersi de. Diana ile konuştuk, benden daha becerikli bu konuda.” Sabah mı konuşmuşlardı ben uyurken? Bakışlarımı Diana’ya çevirdim. Cesaret vermek istercesine gülümsüyordu. “Yarın mı çalışmaya başlayacağız?” Alaycı bir gülüş oluştu Chris’in yüzünde “Yarın sabah erkenden başlayacağız sen hiç merak etme.” Dudaklarımı büzdüm “Ne kadar erken? 10 gibi mi?” Daha da sinir bozucu ifadesiyle güldü “6 gibi.” Gözlerim kocaman açıldı. “Saçmalama ya.” alayla söylemiştim bunu yoksa çalışmaktan kaçmaya niyetim yoktu zaten. “Hem ayrıca beni görmemeleri gerekiyor diğerlerinin. Nerede çalışacağız ki?” Gülümsemesini sürdürürken “Sen hiç merak etme, doğduğum yer burası elbette biliyorum. Sen yeterki çalışmak iste.”
Olamaz…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |