@beste_jasminie_ow
|
15 yıldır cennet denilen yerde yaşıyordum fakat dinim buranın bana "cennet" olmadığını söylüyordu. Buradaki herkes düşündüğüm gibi değildi. Melekler tanrımıza dua etmiyordu, hepsi kendi başına her gün etrafta dolaşıp çarşılardaki tüccarlardan vergi alıyor, hiç duymadığım küfürler ediyor ve içki içip başkalarının evlerini basıp istedikleri her şeyi yapıyorlardı. Ayrıca burada tanrı değil tanrılar vardı. Fakat bu benim bildiğim dinim değildi bunu ilk geldiğim zaman anlamıştım. Meleklerin hepsi çizdiğimiz resimlerdeki gibiydiler. İnsanlar onların gözünden bir köle gibiydi. Tabi ben hariç çünkü buranın en çok önemsenen muhafızı ayrıca insanıydım ya da bana böyle dedikleri için öyle düşünüyordum. Yüzümde bir maske ile muhafızlık görevimi yaptığım zaman beni övgülere boğarken maskemi çıkardığım zaman bana hiçbir şey demiyor hatta selam bile vermiyorlar. Büyük ihtimal gözlerimdeki hatalardan dolayı olmalıydı. Gözlerim siyahtı ve göz bebeklerim bir karmaşadan ibaretti. Bazen gözlerim yüzünden ses tonumda değişiklikler oluyordu hem de beni duygusuzlaştırıyordu. Bugün Tanrıların kraliçesinin verdiği görev gayet sakin bir görevdi. Dışarıda denetleme yapacaktım ama bunu tek başıma değil tanrıların kralının muhafızı Luther ile yapacaktım. Biz muhafızlar kendimizi korumak için zırh giymiyorduk sadece savaş zamanları giyerdik bu yüzden beyaz askılı uzun bir elbise giydim, altın işlemeleri vardı. Tanrı ve tanrıçaların kraliçesi ayrıca kendisi strateji tanrıçası olan tanrıçanı tek muhafızıydım. Oysaki kraliçenin rütbesi çok yüksekti ve bir tanrı veya tanrıça en fazla 3 muhafıza sahip olabiliyordu. Odamdan çıktığımda Luther karşımda duruyordu. Yüzünden benden şimdiden bıktığı belliydi. " Sonunda hazırlandın hatalı" dedi ve yürümeye başladı. Bende o sıra maskemi taktım. Maskemde altın olan koca iki çift göz ve ağızı yanaklarına kadar uzanan altından olma bir gülümsemesi vardı. Bu maskeyi bu gülümsemeden dolayı hiç sevmemiştim. Gülümsemeden gerçek tepkim gözükmüyor ve insanları ikileme sokuyordum ama hissedemediğim bir duyguydu. Diğer muhafızlardan öğrendiğime göre bu gülümseme çok şey taşıyormuş. Bu düşüncelerimi bir süreliğine kenara ittim ve Luther'a baktım. Duruşu ve yüz ifadesi insan melekleri korkutmaya yeterdi. Üstüne beyaz ve altın işlemeli bir gömlek, altına ise açık mavi bir kot pantolon giymişti fakat bu kıyafetler bile korkutuculuğunu azaltmıyordu. Birçok melek insan onun cehennemden bir anlaşma sonucu geldiğini düşünüyordu. Yüzünde birde yara izi olsaydı bende öyle düşünürdüm. Her zaman yanında kılıç taşırdı. Ben ise daha çok ok kullanırdım ama kılıç kullanmayı da severdim. Hançerlerle ise aram hiç iyi değildi fakat ani durumlarda onlarda çok işe yarıyordu. Sonunda saray olan evden çıkmış dışardaydık. Ben yavaş yavaş yürümeye başladım. O sıra bir içgüdü ile arkamı dönüp kılıcımı çıkardım. Luther bana doğru kılıcı ile saldırmıştı. "Sürpriz saldırılara en sonunda alışıyorsun Eda. Omzunu yara etmem sonunda bir işe yaradı." Dedi ve kılıcını geri çektikten sonra yürümeye başladı. Onun yüzünden omzumda bir sürü kılıç izi vardı. Hepsinde de çok fena kanatmıştı ve günlerce omzum bandajlı gezmiş, uzun kollu şeyler giymiştim. Sonra bende arkasından gitmeye başladım. Bir süre hiç konuşmadan etrafı gezdik. Bu sefer Luther'a ben saldırmak istiyordum bu yüzden onun önünden gittim. Bir köşeye döndükten sonra bir ara sokak buldum ve orada Luther'ı beklemeye başladım. Ona bana yaptığı gibi bir saldırı yapacaktım. Bir süre sonra Luther'ın kısık sesli "Eda!" diyen sesini duydum buraya doğru geliyordu hızlıca pozisyonumu aldım. Pozisyonumu aldıktan sonra onun gölgesini gördüm. Onun kafasını gördüğüm gibi onu yakaladım ve ara sokağa doğru onu fırlatmaya çalıştım. İri yarı olduğundan sarsıldı ama düşmedi. O sarsıldığı sıra ise boynuna kılıcımı dayadım. Başarmıştım. İlk defa onu yenmiştim. Luther ise sadece bana bakıyordu yüzü asıktı. "Ne oldu? Kazandım diye mi üzüldün?" dedim. Luther "Bunu görevde değilken yapsan daha iyi olur hatalı muhafız" dedi ve geriye çekilip kılıcımdan uzaklaştı bende kılıcımı geri çektim. "Ama sende yapıyorsun hem de her görevde. Senin yüzünden doğru düzgün savaşamıyordum.” Dedim ve o ara sokaktan çıktım ve yoluma devam ettim. Luther hızlı adımlarla gelerek bana yetişmişti. Etrafta çok fazla insan meleklerden vardı. Ben bire süre etrafa bakınırken bir çocuk sesi duydum. Arkama baktığımda Luther küçük bir kızla ya konuşuyordu ya da atışıyordu. Küçük kız " Bay muhafız! Bay muhafız! Acaba beni sırtınıza alabilir misiniz? Lütfen." dedi. Kız 6-8 yaşlarındaydı. Saçları açık kahverengi gözleri ise elaydı. Luther ilk önce bana baktı sanki bana sen gitsene ben kızı sırtıma alıp geleceğim diyordu. Başımla onayladım ve tam arkamı dönerken Luther'ın kıza gülümsediğini gördüm. Daha önce onun gülümsediğini hiç görmemiştim. Onları yalnız bıraktım ve meydan denilen yerde bir kafeye girdim. Çalışana " Bir kahve alabilir miyim?" dedim. Çalışan benim muhafız olduğumu anlamıştı. Sesi titreyerekten "Tabii hanımefendi!" dedi ve içeriye geçti. Kısa süre sonra elinde kahve ile geldi ve bana uzattı. "Buyurun muhafız hanım" dedi. Kahveyi aldıktan sonra "Fiyatı nedir?" dediğimde çalışanın yüzü değişti. "Fiyatı 25 Calla ama size bedavaya verelim muhafız hanım." dedi. Kemerimden 30 Calla çıkarıp çalışana verdim ve kafeden çıktım. Sonra ise çimenlere oturdum. Birçok insan burada piknik yapıyor ve gruplar halinde gülüşüyorlardı. Maskemi çıkarıp kahveden bir yudum aldım. Etrafta çocuk gülüşmeleri vardı fakat bir yerde bir sürü çocuk vardı, oraya daha dikkatli bakınca fark ettim ki çocuklar Luther'ın küçük kızı sırtına aldığını görmüş onlarda istiyordu. Luther ise onları güler yüzle karşılayıp sırtına alıyordu. "Selam prenses. Nasılsın?" dedi bir ses. Arkamı dönünce bu kişinin Cyrus olduğunu fark ettim. Kendisi eskiden mutluluk tanrısının muhafızıydı. Şimdi ise şimşek tanrısı ve ikizi şimşek tanrıçasının tek muhafızıydı. "Selam Cyrus, normal işte Luther ile etrafı kontrol ediyorduk. Senden naber?" dedim. "O kara limonla mı? Yaşaman büyük bir şans ayrıca bende temiz hava almak istedim. Bugünlerde tanrı ve tanrıça çok fazla kavga ediyor o yüzden dinlenmem gerekiyor." dedi. "Nasıl olsa iki kişiye muhafızlık yapıyorsun. Ayrıca kardeş olmalarına rağmen kavga edebiliyorlar mı?" dedim. "Elbette prenses. Nasıl olsa onlarda bizim gibiler insan gibiler ama bizden daha güçlüler fakat onlarda insani duyguları olduğu için kavga edebilirler" dedi. "Fakat yüksek rütbeli değiller mi? Kraliçe gibi asil olmaları gerekir." Dedim, hala tanrı ve tanrıçaların bu durumunu anlayamıyordum. Bizden üstün olmalarına rağmen nasıl insani özelliklere sahip oluyorlardı? "Evet, öyleler prenses ama böyle davranabilirler tıpkı bizim eğlence amaçlı ani saldırı yapmamız gibi düşün." Dedi. Başımı sallayıp kahveden içtim. Bir süre sessizce etrafa bakındıktan sonra Luther yine yanında aynı kızla geldi. "Lütfen, son bir kez daha!" dedi küçük kız. "Hayır, senin yüzünden bütün çocukları sırtıma aldım" dedi Luther. Çocukları taşımaktan çok yorulduğu belliydi. Ama küçük kızda üzülmüştü. Bir süre Luther’a öyle baktıktan sonra bana döndü ve yanıma oturdu. "Merhaba, ben Aisha. Senin adın ne? " dedi küçük kız. "Merhaba, bende Edalyn yanımdaki de Cyrus" dedim. Aisha neşeli birine benziyordu. O sıra Luther’ın fısıltıyla "Yaşayan küçük yaşlarda yaşayamamış demek ki" dedi, bu dediğinden pek bir şey anlam vermeye çalıştım. Durduk yere hiçbir şey olmadan söylemişti. "Sizler duygu öğrenen ikizler efsanesindeki kişilersiniz!" dedi Aisha. "Duygu öğrenen ikizler efsanesi?" dedi Luther. Bu efsaneyi her muhafız biliyordu ama bu muhafızların kim olduklarını bilmiyorlardı. Bu efsane ben muhafız olmadan 1 yıl önce ortaya çıkmıştı. Ben muhafız olunca ise efsane daha çok konuşulmaya başladı. "Evet, bizler duygu öğrenen ikizleriz Aisha ama yüksek sesle söylemesen iyi olur." Dedim. Luther ben bunu dedikten sonra Cyrus’a döndü ve "Efsaneyi açıklasan iyi olurdu Cyrus." Dedi. "Üzgünüm kara limon, sivrisinek gibi sesin olduğundan ne dediğini anlamadım" dedi ve sırıttı. Luther yine sinirlenmişti. Çok çabuk sinirleniyordu. Sinirli olunca da insanları korkutuyordu. Aisha beni sıkıca tuttu, tahmin ettiğim gibi Luther’dan korkmaya başlamıştı.. "Cyrus, Luther atışmaya başlamayın yine." dedim ve Aisha'nın daha fazla korkmaması için "Saçını toplayım mı?" dedim. Başı ile onayladı ve karşıma geçip arkasını döndü. Bende saçımı açtım ve Aisha’nın saçını örmeye başladım. "Eda şu efsaneyi sen anlat bari." dedi Luther. Derin bir nefes aldım. "Ben muhafız olmadan önce Cyrus ile arkadaştık. Herkes benim duygusuz olduğumu biliyordu ve Cyrus ile kardeş olduğumu, ölmeden önce benim depresyona girdiğimi bu yüzden duygusuz olduğumu düşünüyorlardı. Cyrus mutluluk tanrısının muhafızı olduğunda bende yeni muhafız olmuştum. Birçok kişi bunun bir anlaşma sonucu beni muhafız olduğumu ve Cyrus' ta benim tekrardan duygularıma ulaşmam için mutluluk tanrısının muhafızı olduğunun söylentileri etrafa yayıldı." Dedim. Sonunda Aisha'nın saçını toplamıştım. "Peki, gerçekten öyle mi Edalyn Hanım?" dedi Aisha. "Hayır, öyle değil Aisha, biz sadece arkadaşız" dedim, bunu duyduktan sonra yüzü asıldı. "Prenses, küçüklere böyle davranmamalısın" dedi Cyrus sonra Aisha' ya döndü "Sence bizim kardeş olmamız güzel mi olurdu Aisha?" dedi. Aisha "Evet olabilirdi çünkü birbirinize birazda olsa benziyorsunuz” dedi. "Böyle soruları sormanın bir sonuca çıkaramayacağını hala anlamadın mı Cyrus?." Dedi Luther. Luther Cyrus 'un yanında her olduğu zaman normalden daha fazla sinirli oluyordu. Bu halini hala anlayamamıştım. Ama Cyrus' ta Luther gibi sinirli oluyordu, Luther yanımızda olmadığı zaman ise çok samimi, tatlı dilli bir çocuktu. Hava artık kararacaktı ve biz hala görevimizi tamamlamamış konuşuyorduk. "Cyrus, Aisha bizim artık gitmemiz gerek. Görevimizi bitirmemiz gerekiyor." Dedim ve ayağa kalktım fakat Aisha benim elbisemi tutmuş bırakmıyordu. "Lütfen gitmeseniz olmaz mı?" dedi. Luther Aisha'nın yanına gelip eğildi. Kulağına bir şeyler fısıldıyordu, "Merak etme yakında gelirim" dediği belliydi. Sonra ise ayağa kalktı ve onlarla vedalaştıktan sonra görevimizi tamamlamaya gittik. |
0% |