@bestenizz
|
Aşk bazen de ateşe odunla gitmeye benzerdi.
Asıl o gün tüm benliğiyle kabul etmiştim onu. "Onu" o benim herşeyimdi. Beni her halimle kabullenip tüm sorunlarımı çözmeye hazır olan o kişiydi. Adeta melek misali...
Ama biliyorum ben gerçekten çok nankörüm. Ben en aptal ve en umursamaz insandım ki, onun canını bu kadar yakmıştım. Hem de kalbinde bir yerim olduğunu bile bile...
O bir kelebek gibiydi bir günlük ömrü olmasına rağmen kırmıştım, üzmüştüm ben onu. Düşünmek elbette insanın içindeki gümbürtüde kendisini bulmasına yardım edebilirdi. Kendimi biraz daha toparlamak amaçlı ayakkabılarımı giyip, dışarıya yürüyüş yapmaya çıkmıştım. Evet gerçekten buruk hissediyordum ama inanın bu hissi hak ederek yaşıyordum. Ben yıpranmayı bir nebze de olsa hak etmiştim.
İçten içe kendime şu soruyu sormuştum; "Nereye gidiyorsun?"
Sıcak rüzgarın esintisi bugün hiç olmadığı kadar bunaltıcıydı. Belki de sadece bana öyle geliyordu. Güzel bir gün geçirmiyordum yada günümü güzelleştirecek birşey yapmıyordum. Her ikisi de olabilirdi. Kumsal' a yazmamın ardından bir gün geçmişti. Ama her seferinde saniyeler öncesinde yaşanmış gibi hissediyordum. Gönlünü alabilir miydim? Yoksa beni gördüğü gibi yüzüme tükürür müydü? Ortada gram bir tahminim yoktu.
~Kumsal Günay~ "Gerçekten nöbete kalmak kadar zor bir şey görmedim." Sinirimi bastıra, bastıra cümleler kurmaya çalışıyordum ama ne çare? Sinir içeren tüm cümlelerin sonuna nokta olarak ben geliyordum sanki.
Karşımdaki obura, parantez içi Ebru'ya derdimi anlatmaya çalışıyordum ama kendisi adeta bir gudubet gibi yemek yiyordu. Hastanenin yemeklerinde gerçekten ne buluyordu yağsız, tuzsuz. Bana göre öyleydi. "Ya derdimi niye dinlemiyorsun?" Ağzınızı lokmalarını henüz yutmamış olduğu şişik yanağından belli oluyordu ve bu şekilde benimle konuşmaya çalışıyordu. Açıkçası en gıcık olduğum hareketlerden biriydi.
"Çünkü hep aynı dertten yakınıyorsun. Artık ezberledim." Demişti. Gerçekleri yüzüne vuran bir dostunun olması ne hoştu öyle. Az buçuk somurtkanlık yaptıktan hemen sonra ellerimi onun dikkatini çekebilecek şekilde masaya vurdum ve ayağa kalktım. "Sen şimdi fakir fukara halinle burda yemek ye. Ben zengin züppe gibi pizza siparişi vermeye gidiyorum kıskan." Arkamı dönerek hızla odadan çıkıp koridora yönelmiştim. Kesinlikle bana nah çekmişti. Yemin bile edebilirim ama kanıtlayamam. Hastanenin çıkışına vardığımda, önlüğümün cebinden telefonumu çıkartıp, her zaman sipariş verdiğim mekanı aradım.
Gerçekten pizzanın her hakkını zerresine kadar veriyorlardı. Banklardan bir tanesine oturup, ganimetin bana ulaşmasını bekledim. Bir yandan da temiz hava alıyordum.
Aklım şu sıralar çok karışıktı. Rüzgar bana yazmaya başlamıştı ve sürekli özür diliyordu. Gerçi son iki gündür konuşmuyorduk. Kurye...
Lan kurye ortada hiçbir neden yokken sıkıca elimi tutuyordu.
Eliyle elimi kenetleyen yabancıya 'pardon ama kafan yerinde mi?' bakışları atmam pek uzun sürmedi. Hala bir cevap bekliyordum gerçekten elimi sıkıca tutmuştu makyak herif. Boşta olan eliyle vizörünü açtığını gördüğümde, hiçbir zaman hayal kırıklığıyla bakmak istemediğim o ela irislerine takılmıştım. Rüzgar sen misin? Hayır ya ben kafayı yemiş olmalıyım. Dudaklarım konuşmak için aralandığında o anki şokla geri kapanmıştı. Ama onun elleri buz gibiydi..
Gözleri kızarmıştı...
Ağlamış mıydı? yoksa bilirsiniz ya böyle anlarda insanın gözüne hep toz kaçardı. sanırım o toz şuan benim de gözümü kaşıtmaya başlamıştı.
"Güzelim."
Sanırım şuan dilim tutulmuş gibiydi çünkü ağzıma gelen bütün kelimeler geldiği gibi geri gidiyordu.
"Güzelim, senden çok özür dilerim."
"Ama lütfen beni bir kere olsun affedeyim deme."
Duyduğum cümlelerle hala omzumdan kafasını kaldırmamış olan Rüzgar 'a bakmaya çalıştım. Dipdibe olmamız biraz absürt gözüksede bu uzun zaman hasret çeken iki kişi için oldukça normal bir şeydi.
Bir adım kadar uzaklaştığımda. Aramıza mesafe girmesi onu birazcık afallatsa da belli etmemeye çalıştığını fark ettim.
Kızım artık konuşma vakti sence de gelmedi mi?
İrislerimi ondan kaçırıp başka bir köşeye kondurdum.
"Rüzgar bu bir tesadüf mü yoksa?"
Sorguluyordum evet ve onun da mantıklı bir cevap vermesini temenni ediyordum. Aksi takdirde çıldırabilirdim.
Hayır derecesini kafasını iki yana salladığında, elimi saçlarıma geçirip " Çok eğlendin mi?" Diyebilmiştim. Ardından her ne kadar Canımı yakmamam için yanıma gelmeye çalışsa da elimi öne doğru uzatıp, titrek bir sesle konuşmaya başladım.
"Sakın. Sakın bana yaklaşma."
"Ben sana bir soru sordum Rüzgar."
"Fazla eğlenceli miydi? Benimle günlerce belki de aylarca uğraşmak."
Gözleri hala kızarıktı çenesindeki tüm kaslar seğirmeye başlamıştı.
" NEDEN KIRIP GİTTİKTEN SONRA KARŞIMA ÇIKTIN?"
Yükselttiğim sesimle aramızdaki mesafe kapanmıştı.
Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum ve tahmin edin kimin göğsünde.
Rüzgâr sıkıca sarmıştı tüm bedenimi. Yanımızdaki banka oturup biraz daha sakinleşmemi beklemişti.
Ara sıra saçımı okşuyordu. Bu haraketi istemsizce daha da hıçkırmama neden oluyordu.
"Kumsal."
Sesini duyduğumda derin bir nefes aldım. Ferahlatıcı kokusu burnuma dolmaya başlmıştı bile.
"İyi misin?"
Kafamı sallamakla yetindim.
"Bugün seninle konuşmayı düşünmüştüm ama şuan dinleyecek gibi değilsin. En iyisi daha sonra konuşmak gibi gözüküyor." Hala sarılıyordu... "Yanlış mı düşünüyorum Rüzgar?"
Anlamaya çalışarak bana baktı.
"Ben sana da iyi gelmiyordum kendime de.
Sorduğum soru ile çenesini kafama yasladı.
"Yanlış düşünüyorsun bebeğim." Kısa bir cevaptı ama oldukça tatmin olmuştum.
"Bugün nöbetteyim. Geri dönmem gerek." Diyebilmiştim.
Sıkıca tuttuğu ellerimin üstüne öpücük konudurarak,
Hayır buruk hissediyordum. Bilmiyorum ama ona karşı böyle davranmam beni buruk hissettirmişti. Fazla mı kaba davranmıştım ki ?
Ayağa kalktığımda o da kalkmıştı ben hastaneye o ise motoruna doğru ilerlemiş, ben hastaneye girene kadar orada beklemişti. Motorunu çalıştırıp, gittiğini gördüğümde derin bir nefes alıp hastaları kontrol etmeye gitmiştim. |
0% |