Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Adın Gibi Özgür…

@betulaybln

Uzun ve acı dolu öksürüğün ardından yavaşça gözlerimi araladım. Hala netleşmeyen bu görüntüde karşımda bir adam görüyordum.

-Sen kimsin?

Dedim güçlükle.

-Çok şükür! Allah’ım çok şükür yetiştim.

Dedi karşımdaki adam. Gitgide netleşen görüntüde artık onu görebiliyordum. Siyah, ıslanmış ve darmadağınık duran saçları, kıpkırmızı olmuş masmavi gözleri vardı. Benim gibi simsiyahtı giydiği her şey. Yavaşça doğrularak ne olduğunu anlamaya çalışacaktım ki bileğime giren acıyla tekrar olduğum yere düştüm.

-Ahh!

- Sakin ol bir şey yok. İyisin. Sanırım bileğini çok zorladın. O yüzden acıyor olmalı. Korkma. Benden destek alarak kalk olur mu?

Dediğini yapıp uzattığı elini tutarak yavaşça doğruldum. Aynı anda üstüme yere bıraktığım mavi montumu attı.

-Üşüyorsun değil mi? Üstüne kuru bir şeyler lazım. Ne yapsak ki? Hemen bir alışveriş merkezi bulsam olur mu? Hayır, olmaz sen yalnız kalırsın. Seni böyle götürsem oda olmaz hastalanırsın.

Telaş içinde bütün ihtimalleri sayarken oldukça komik görünüyordu. Dayanamayarak sırıttım.

-Neden gülüyorsun? Komik mi?

-Beni tanımıyorsun. Saçma geldi telaşın.

-Emin ol sana emanet edilen cana kıymaya çalışmaktan daha saçma olamaz.

-Kolun senin de çokça saçmaladığını gösteriyor o halde.

Yüzümdeki gülümseme yüzümden silinirken karşımdaki adamın ceketinin sıyrılan kısmında gördüğüm sayısız kesik ve üzerlerindeki küçük yıldız dövmelerini işaret ettim. Bu dövmelerin hemen altında ise diğerlerine nazaran daha büyük bir kesiğin üstünde kesik boyunca noktalı virgül dövmeleri yer alıyordu. Anında kolunu kapatıp öfkeyle gözlerime baktı. Tam bir şey söyleyecekti ki aklıma dank eden gerçekle sözünü kestim.

-Noktalı virgül…

-Evet Özgür. Ben o gruptaki adamım...

Bir süre duraksayıp devam etti.

- Ben Araf Akdemir. Bipolarım.

 

Beni nasıl tanıdığını, Burada olduğumu nereden bildiğini… Bunun gibi bir sürü soruyu düşünüp cevap ararken çoktan evime gelmiştik. Kapıyı açıp içeri girmek için anahtarımı çıkarttığımda hızla elimden anahtarımı alıp kapıyı kendisi açarak benden önce içeri dalmıştı. Şaşkınlık içinde bende arkasından eve girerek konuşmaya başladım.

-Ne yapıyorsun sen? çık dışarı!

Beni dinlemeden 1+1 evimin her yerine bakmaya başladı. Kısa süre içinde tekrar yanıma geldi.

- Ne yapıyorsun sen?

 

Kızgın bir ifadeyle gözlerini bana dikmiş bir cevap bekliyordu. Sanki ben onun evine dalmışım gibi suçluluk hissetmiştim. Oysa bu soruyu sorması gereken bendim. Aklımdakini olduğu gibi söyledim.

 

-Bu soruyu benim sormam gerek. Asıl sen ne yapıyorsun? Evime ne hakla dalıyorsun?

-Kendini öldürmeye kalkmış salak birini kurtaran insan olmanın hakkıyla.

-Ağzını topla.

-Sen önce kendini topla.

-Ben gayet iyiyim.

-Evet, çok iyisin. Sırılsıklamsın, acıdan bileğini tutuyorsun ve tir tir titriyorsun. İyi halin buysa kötüsünü görmeyelim.

-Defol git evimden!

-Kendine zarar vermeyeceğinden emin olana kadar buradayım. İstersen kov beni. Ama kovduğun gibi bu olayı Şevval Ablanın öğreneceğinden emin olabilirsin. Emin ol çok iyi anlaşıyoruz.

Ellerimi sıkıp başımı sallamakla yetindim.

-Hasta olacaksın üstünü değiştir bir an önce. Sonra hastaneye gidelim.

-Sende ıslaksın. Ne yapacaksın?

-Sorun değil. Beni boş ver.

Bir şey demeyip odama geçerek üstümü değiştirmeye koyuldum. Evimde bir yabancı olduğu için kendimi hiç güvende hissetmiyordum bu sebeple mümkün olduğunca hızlı davranmaya çalışıyordum. Üstüme beyaz bir kapüşonlu altıma ise mavi bir eşofman giyip odamdan çıktım. Saçlarımdan damlayan sular yerleri ıslatırken az önce adını öğrendiğim Araf’ın bana baktığını fark ettim. Uzunca bir süre garip bir sessizlikle birbirimize baktık. Fakat onun benden farkı gözlerinin dolu olmasıydı. Nedenini bilmediğim bir hüzün kaplamıştı gözlerini. Bu uzun bakışmanın farkına yeni varmış olacak ki hızla bakışlarını başka yöne çevirip boğazını temizledi.

-Saçların ıslak kurula istersen.

-Yok, bir şey olmaz.

-Havlular nerde?

Deyip ayaklandığında nasıl bu kadar rahat davrandığına anlam veremeyen bakışlarımı ona yönelttim.

-Kendi evin gibi takıl ya. Sıkıntı yok rahat ol.

- Senin için uğraşıyorum.

-Ya tamamda ben seni tanımam etmem. Nerden bileceğim? Belki kötü birisin?

-Şevval Ablaya beni istediğin zaman sorabilirsin. Şimdi havlunun yerini söyleyecek misin?

-Ben kurularım saçımı. Bekle.

Odama gidip dolabımdan bulduğum ilk havluyu kafama dolayarak kurulamaya başladım. Fakat bileğim artık onu zorlamamam için yine bana isyan ediyordu.

-Ah!

-İyi misin? Geleyim mi?

Araf’ın odamın kapısını çalarak bana yönelttiği soruya bekletmeden cevap verdim.

-İyiyim bileğim acıdı sadece.

Kapımı açarak sorun yok dercesine gözlerimi kırptım.

-Hastaneye gitmek istemiyorum. Ciddi bir şeyim yok.

-Ne demek bir şeyim yok. Boğuluyordun neredeyse.

-Ölmeyi bile beceremiyorum.

Kurduğum cümle karşısında yaşadıklarım bir bir gözümün önünden geçmeye başladı. Nefes almaya çalıştığımda ciğerime dolan suyun verdiği dayanılmaz acı, tenime bıçak gibi saplanan suyun soğukluğu, zifiri karanlık… Yaşadıklarım zihnimden bir bir geçerken nefes alışverişimin hızlanmaya başladığını hissedebiliyordum. Düzene sokmaya çalışsam da başaramıyor daha da kötüye gidiyordum. Ellerim titremeye ayaklarım boşalmaya başlamıştı.

-Özgür!

-Araf ben çok kötüyüm. Deliriyorum sanırım.

Gözlerim dolmuş bir şekilde Araf'a baktım.

-Gerçekten delireceğim.

Yere çömelerek ağlamaya başladığım sırada Araf’ta kollarımdan tutup yanıma çömeldi Islanmış ceketini çıkarıp, kolunun sağ bileğinde gördüğüm dövmeler gözükecek şekilde bana çevirdi.

-Noktalı virgülleri görüyorsun değil mi? Ve tabi o bütün küçük yıldızları. Sahildeyken görmüştün. Bunların hepsi kesik senin de dediğin gibi. Bir tek noktalı virgüllerin olduğu yerdeki kesik beni ölüme sürükleyecek kadar güçlüydü. Diğerleri sadece ruhsal acımı bastırsın diyeydi. Yani en azından ben öyle inanıyordum. Ruhumu iyileştiriyormuş gibi... Fakat noktalı virgüllerin olduğu yerdeki hayatıma gerçekten son versin diyeydi. İlk kez kendimi öldürmek istedim o gün. Ama bak karşındayım. Ölmedim. O günden sonra da bu dövmeyi yaptırdım üstüne. Her baktığımda 'Hikâyem daha bitmedi.' diyebilmek için. Bir daha da kendime zarar vermedim. Çünkü hikâyem devam ediyor Özgür.

Elimi yavaşça elinin içine alarak bileğimdeki kesik gözükecek şekilde çevirdi.

- Aynı kesik sende de var. Ama bak. Sende karşımdasın.

Pantolonunun cebinden siyah bir pilot kalem çıkarıp kapağını açtı. Bileğimi tutup, henüz iyileşmemiş olduğunu fark ettiği yaramın biraz üstüne, kendi dövmesine benzer şekilde, iz boyunca noktalı virgüller çizdi. Ardından bana bakarak gülümsedi. Bileğimi bileğiyle yan yana getirerek gözleriyle bakmamı işaret etti.

-Hikâyemiz daha bitmedi Özgür... Asıl adın gibi hissedemezsen biter hikâyen.

Loading...
0%