Bir süre Şevval Ablanın omzunda öylece ağladım. İkimizde tek bir kelime bile etmiyorduk. Biz susuyorduk da sessizliğimiz konuşuyordu sanki. Gözyaşlarım yavaş yavaş dinmeye başladığında Şevval Ablanın omzundan başımı kaldırıp burnumu çekerek sessizliği ilk bozan ben oldum.
-İyi değilim ben. İyiyim yalanının arkasına sığınamam daha fazla. Sana da anlatmam gerek.
Derin bir nefes alıp kelimeleri toparladıktan sonra konuşmaya başladım.Araf'a anlattığım gibi söylediğim yalanları atlayarak Şevval Ablaya' da anlattım. Anlattıklarım bittikten bir süre sonra nefeslendim ve konuşmaya devam ettim. Zihnim hala olanları red etmeye çalışıyordu.
-Şok geçirdim Şevval Abla. Anlam veremedim olanlara. Hala veremiyorum. Deliriyor muyum ben sahiden?
Şevval Abla tam konuşmak üzereyken biraz önce Araf'ın yere boşalttığı eşyalara ve ilaçlara ilişti gözü. Kaşlarını çatarak ilaç kutularını eline alıp hepsini hızlıca inceledikten sonra sertçe yere fırlattı.
-Bunlar ne Özgür?!
Dedi sert bir ses tonuyla.
-Şevval Ab...
- Ne zamandan beri almıyorsun bu ilaçları?
-Şevval Abla ben...
- Söyle ne zamandır?!
-Bilmiyorum.
-Aferin sana!
- Ama Şevval Abla yemin ede...
-Sus! Hiçbir açıklama dinlemek istemiyorum senden. Ben senin için ilk intihar girişiminde hastaneye yatman gerekirken kaç kişiyle konuşup , kaç kişiyi araya sokup yatışını engelledim. Senin psikiyatristin değil ablan oldum. Her sorununda sana yardımcı oldum. Sana zarar gelecek diye ödüm koptu ya benim. Seni koruyup kolladım defalarca. Ve sen gelmiş bana içi hala dopdolu olan bu ilaç kutularıyla karşılık veriyorsun. Seni ben şımarttım şimdi anlıyorum. Ama bitti Özgür.
-Şevval Abla ne diyorsun Allah aşkına. Ne bitti? Ne olursun beni bir dinle!
- Hayır! Bir dahaki seansında başka bir psikiyatristle olacaksın. Artık psikiyatristin değilim.
-Şevval Abla yapma ne olursun! Bırakma beni! Benim tek ailem sensin. Annem, babam bıraktı beni sende bırakma ne olur!
Şevval Ablanın elini avuçlarım içine alıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Beni bırakmaması için dur durak bilmeden yalvarıyordum. Haklıydı o kadar haklıydı ki kendimi savunacak hiçbir şey yoktu elimde. Sadece gitme diyebiliyordum. Sadece ağlamak geliyordu elimden . Şevval Ablada ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da gözleri dolu dolu bana bakıyordu.
-Özgür. Seni gerçekten çok seviyorum. Seni ablan gibi hatta annen gibi seviyorum. Kızımmışsın gibi seviyorum seni. Ama bundan sonra ne yaparsam senin iyiliğin için yapacağım. Bunu sakın unutma...
Şevval Abla ellerimin arasından elini çekip ayağa kalkarak odasının kapısını araladı.
-Git Özgür...
Bir insan kaç kere terk edilebilirdi hayatında? Bunun bir sınırı var mıydı? Olmalıydı... Çünkü ben artık terk edilmek istemiyordum. Kimin hayatına girsem sonunda çıkış kapısını gösteriyordu bana. Öyle çok çıkmıştım ki insanların hayatından. Çıkmadan önce ' ben yolu biliyorum' demek geliyordu içimden. Tüm çıkışları ezbere biliyordum çünkü artık. Çok iyi bilirdim hiçbir kelime etmeden , sessiz sedasız o kapılardan çıkıp gitmeyi. Şimdi de en iyi bildiğim şeyi yaptım. Kalktım ayağa . Bana gösterilen kapıdan hiçbir kelime etmeden çıkıp gittim. Hayatımda beni tek sevdiğini düşündüğüm insanın hayatından , işte böyle ,sessiz sedasız ,çıkıp gitmiştim.
Arkamdan kapının kapanma sesini duyduğumda gözlerimi sımsıkı kapattım. 'Sen sevilmeye layık değilsin Özgür!' Diye tekrarladım içimden. Daha sonra hiç arkama bakmadan hastane çıkışına yürümeye başladım. Çünkü bilirsiniz. Bir insan sizi hayatınızdan çıkardıysa dönüp bir daha geri bakmamanız gerekir. Bakarsanız çıkarıldığınız hayatın kapısına yapışıp gitmek istemezsiniz çünkü. Aklımdaki milyonlarca düşünceyle beraber yürümeye devam ederken telefonuma gelen bildirimle irkildim. Telefonuma bildirim gelmesine alışık olmadığım için hemen telefonu cebimden çıkarıp gelen bildirime baktım.
'05......... 'den bir mesaj '
Numara tanıdık gelse de bir türlü çıkaramıyordum. Bildirime tıklayıp gelen mesaja baktım.
'Ben Araf. Hastane çıkışında bekliyorum. Müsaitsen bir çay içelim mi?'
Başımı kaldırıp biraz uzağımda görünen hastane çıkış kapısına doğru baktım. Çıkış kapısının önünde siyah ceketi ve yine darmadağınık saçlarıyla duranın Araf olduğunu hemen anlamıştım. Duvara yaslanmış telefona bakıyordu. Bir süre sonra telefonu elinden bırakıp etrafına bakmaya başladığında bakışlarımı üstünden çekip başka bir çıkışa doğru yönümü değiştirdim. Hızla diğer kapıya yürürken bir süre sonra kolumun tutulmasıyla irkilerek arkamı döndüm. Araf nefes nefese kalmış bir şekilde hemen karşımda duruyordu.
-Bana baktığını görmedim mi sanıyorsun?
-Belli ki görmüşsün.
-Neyin var senin?
-Sanane! Az önce abuk subuk konuşup giden sen değil miydin?
-Seni kendine getirmek için söyledim onları. İyi değildin.
-Baya işe yaramış ki şuan çok iyiyim değil mi?
-Değilsin .Akan rimelinden belli oluyor.
Yanaklarımda parmaklarımı gezdirip sırıtmaya başladım. Bunu fark eden Araf'da bana eşlik edip sırıtmaya başladı.
-Bak güldün işte!
Yanaklarımı sıkıp ciddi görünmeye çalışarak konuşmaya başladım.
-Yooo! Gülmüyorum.
Bu sefer tutamayıp sırıtmam kahkahaya dönünce kendimi durdurmamaya karar verdim.
-Gülmemiş halin buysa...
-Şimdi gülüyorum ya işte salak.
-Ben niye Salak oldum şimdi'Bayan panda.'
-Peki ben niye Panda oldum şimdi?
-Akan rimellerinle tam olarak pandasın Şuan.
Karşılıklı olarak kahkahalarımız büyürken etrafımızdakilerin bize baktığına neredeyse emindim. Bu kahkahalarım az önce yaşadıklarıma tepkiydi belki de . Hani bazen , kötü bir şey yaşarız , gece boyu ağlarız , sabah hiçbir şey olmamış gibi her şeye gülüp neşeli oluruz ya bir anda. Sanki gece dökülen gözyaşlarımıza bir tepki gibi. 'Ben bu gülüşleri hak ettim!' Der gibi. Şimdi ki kahkahalarım içinde 'hak ettin Özgür ' diyordum kendime. Bu yüzden kimsenin bize bakıyor oluşu inanın bana umurumda değildi.
-O zaman çay içmeye gidiyor muyuz?
Gözlerimin kenarındaki, gülmekten gelen yaşları silerken ancak bu soruyu yanıtlamaya vakit bulabilmiştim.
-Çok dengesizsin biliyorsun değil mi?
Araf'ın cevabı da gecikmemişti.
-Çok dengesiziz biliyorsun değil mi?
Bana göz kırpıp gülümseyerek ekledi.
-Çünkü bipolarız.
Hafifçe gülümsedim. Söylediği her şey bana öyle iyi geliyordu ki. Her bir kelimesi sürekli olarak ruhuma dokunuyordu. Ve bilirsiniz. Bir insanın ruhuna dokunursanız o insanın sizi sevmesine engel olamazdınız.
-Gidelim hadi.
-Nereye?
-Çay içmeye salak ! Az önce kendin dedin.
Şaşkın bir ifadeye bürünen yüzü oldukça komik görünüyordu. Bıyık altından gülmeden edememiştim.
-Doğru. Ben demiştim. Ama ayıp oluyor artık salak deyip durma.
- Sen panda deyince ayıp olmuyordu ama.
- Çünkü öyle görünüyorsun.
-Sende salak gibi görünüyorsun.
Tüm yolu sayısız şakalar ve kahkahalarla yürümüştük. İnanın bana ne akan rimelim umurumdaydı o an ne de az önce yaşadıklarım. Çünkü ruhunuza dokunabilen bir insan size her şeyi unutturabilirdi.