- Deniz! kızım iyi misin?
Bulunduğum psikolojiden beni çıkaran kelime bu olmuştu . 'Deniz'... Bana geçmişimi ve tüm yaşadıklarımı hatırlatan gerçek ismim. Ben kaçmaya çalıştıkça yine karşıma çıkan , rüzgar gibi her defasında yüzüme çarpan ismim.Ölmeye çalışırken bile ona ait olmama izin vermeyen ismim…
-Bana o isimle seslenme. Benim adım Özgür.
- Özür dilerim kızım. Öyle söylerim.
- Kızım da deme. Senin kızın değilim ben.
- Benden her şeyi iste ama bunu isteme.
Bir yanım red etsede biliyordum…Bir yanımda duymak istiyordu . O kadar özlemiştim ki içimdeki küçük kız ‘kızım' kelimesini. Duymak öylesine ısıtıyordu ki onun o ufacık kalbini ,o çocuğun ısınan kalbi işliyordu ruhuma.İçimdeki buz kristallerini tek tek eritiyordu sanki . O çocuk mutlu oldukça ruhuma fısıldıyordu.
Bu yüzden daha fazla üstelememeye karar verdim.
-Gidecek bir yeriniz var mı?
- Apar topar geldik . Şuan yok ama bir yer buluruz.
O ufak kıza baktım,Ada’ya. Kardeşim… Boncuk, yeşil, gözleriyle kahverengi gözlerim buluşmuş ormanları doğurmuştu bize. Biz o ormanda birbirini bulan iki kardeştik şimdi. Kızarmış burnu ve bana bakan boncuk gözleriyle buzlarını erittiği kalbim:
‘Bırakma onu’ diyordu bana ve bende kalbimi dinlemeye karar vermiştim.
- Ada üşüyor. Burnu kıpkırmızı Elleri de buz gibiydi. Bir yer bulana kadar bende kalın. Hastalanmasın çocuk .
Annemin yüzünde umutlu bir tebessüm belirdi.
- Kardeşini sevdin mi?
Yalan söyleme ihtiyacı hissetmeden içimden geleni olduğu gibi ilettim.
- Size olan nefretim ömür boyu sürecek. Ama onun bir suçu yok. Eğer merak ettiğin buysa , evet. İçim çok ısındı ona. Bu hayatta yaptığınız en güzel şey sanırım. Ama onun da elini benim elimi bıraktığınız gibi bırakmayın , hep tutun olur mu?
Yeniden dolan gözlerime karşılık annem sessiz kalmıştı. Zaten hep böyle olmaz mıydı? Ne zaman haklı olsanız bir sessizlik belirirdi karşı tarafta. Babamda başından beri bu yüzden sessizdi. Biliyordum. Çünkü onu çok iyi tanıyordum. Babam ne zaman kendini suçlu hissetse gözlerini sürekli kaçırır ve hiç konuşmazdı. Şimdide aynen öyleydi. Gözlerimin içine neredeyse hiç bakamıyordu. Ne zaman bakacak gibi olsa anında başka yöne çeviriyordu başını. Oysa ne çok düşkündüm babama. Şimdi geldiğimiz noktaya baktığımda şaşkınlık içinde kalıyordum. Başımı iki yana sallayıp bakışlarımı göğe yükselttim. Bu duygusal düşüncelerden kurtulmalıydım.
- İçeri geçelim. Beni takip edin.
Dedim aklımı hızla dağıtarak.
-Ablacım!! Senin elini tutabilir miyim?
Koşa koşa yanıma gelen Ada'ya uzun uzun baktım. Boncuk gözlerini büyük bir beklentiyle bana dikmiş evet dememi bekliyordu. Avucumu sıkıp derin bir nefes aldım. Bugün ne kadar da sık gözüm doluyordu böyle? Bir an önce kendimi toplamam gerektiğini düşünüp derin bir nefes daha çektim ciğerlerime . ' Onun bir suçu yok Özgür' Diye hatırlattım kendime. Daha sonra avuç içimi Ada'ya göstererek gülümsedim.
-Tut bakalım ablanın elini. şimdi seni uzay'a götüreceğim.
-Uzay mı?
-Evet! Gel bakalım.
Evim apartmanın en üst katındaydı. Şifreyi girerek apartmana girdik ve asansörle en üst kata çıktık. Bu süre boyunca Ada'dan başka kimse konuşmamıştı. Evin kapısına geldiğimde derin bir nefes aldım. Ailemi apartmanımın önünde gördüğümden beri o kadar sık derin nefes alıyordum ki artık ben bile sayamamıştım. Bir an bile derin nefes almayı bıraksam ölecek gibiydim sanki. Nefesim yetemiyordu bana. Yalnızca iki kanat çırpışından sonra nefes nefese kalan bir muhabbet kuşundan farksızdım. Kapıyı açtıktan sonra Ada sabırsızlıkla ayakkabılarını çıkarıp içeri daldı. İçeri girdiği gibi her yere hayranlık içerisinde bakmaya başladı. 1+1 evin içinde bir oraya bir buraya defalarca koşturup duruyordu. Ada'dan sonra içeri ben girdim ve hala kapının önünde duran annem ve babama baktım.
- Girebilirsiniz.
Çekingen tavırlarla onlarda içeri girdikten sonra kapıyı kapattım.
- Evim sadece kendim için olduğundan dolayı küçük. Misafirim de hiç olmaz. Kalacak bir yer bulana kadar idare edersiniz. Ben Adayla beraber odamda yatarım. Salondaki koltuk açılıyor , ondada siz yatarsınız.
Babam anneme baktıktan sonra bana döndü ve ilk kez dudaklarının arasından bir cümle çıktı.
- Teşekkür ederiz Kızım.
Ciddi tavrımı koruyarak cevap verdim.
-Rica ederim. Karnınız aç mı? Bir şey istiyor musunuz?
-Tokuz . Yiyip çıktık yola.
- Uzun yoldan geldiniz hiç değilse bir yumurta kırayım.
İkisi de birbirlerine bakıp sessiz kaldıklarında aç olduklarını anlamıştım. Evet onlara deli gibi kızgındım hatta nefret ettiğimi düşünüyordum. Ama sizin de bildiğiniz gibi et tırnaktan ayrılmıyor. İnsan ailesini istiyor yanında içten içe. Bulunca gitmesinler istiyor. Biz çocuklar ailelerimiz ne yaparsa yapsın onları hep affetmek istiyoruz. Affetmek için milyonlarca sebepler buluyoruz hatta. İstemeden yaptılar, beni seviyorlar, birazdan özür dilerler pişman olurlar zaten, benim iyiliğimi düşünüyorlar , belki de ben hata yaptım... vesaire... Bunun gibi belki de binlerce sebep buluruz kendimize affetmek için. Çünkü asıl merhametli olan anne babalar değil çocuklardır aslında.
Ben affettim diyemem ama karşımda sessizlik içinde dikilen annem ve babama baktığımda içimdeki sesler bana şimdiden sebepler sunmaya başlamıştı bile. Fakat yapmayacaktım bunu. Affetmemek için savaşacaktım kendimle. Çünkü karşımda ailemden de önce travmam duruyordu. Bunu unutmamalıydım. Bunu sürekli kendime hatırlatmalıydım. ' Onlar senin travman Özgür. sakın bunu unutma!' Diye içimden geçirdim .Mutfağa geçerek çayı koyduktan sonra tava ve yumurtaları çıkardım. Ben tavaya yağı koyarken Ada koşa koşa yanıma geldi.
-Ablacım her yer masmavi!! Çok güzel. Odanın bir sürü ışıkları vardı. Tavanında yıldızlar gördüm parlıyordu. Uzay gibiydi gerçekten de. Bana da al ablacım lütfen!
Ada'nın hayretler içerisindeki konuşmasına karşılık kahkaha atarak yanıtladım .
-Alırız ablacım. Ama artık biraz otur olur mu ? Montunu bile çıkarmamışsın.
- Şey... Ablacım...
-Söyle bakalım.
- Odanda bir sepet gördüm de... Bir sürü oyuncak vardı. Oynayabilir miyim?
Ada'nın bahsettiği oyuncakları hep bir çocuğun evime gelip oyuncak oynamasını hayal ederek almıştım. Küçükken oyuncaklarla çok oynayamadığım için hep içimde kalmıştı. Bende kendi evime böyle bir şey yapmanın hayalini kurardım hep. Gerçekleştirdim de. Hem gelen çocuklar oynasın hem de benim içimdeki çocuk sevinsin istemiştim aslında. Her ay bir oyuncak alıp sepete koymuştum ve şimdi bir sürü güzel oyuncak vardı. Bir gün ansızın bir kardeşim olacağını ve o oyuncaklarla onun oynayacağını hiç düşünmemiştim.Ada'nın boncuk boncuk bakan gözlerine şefkatle bakarak gülümsedim.
-Tabi ki oynayabilirsin küçük hanım. Ama önce montunu çıkar, ellerini yıka ve karnını doyur.
Yüzünü asıp kollarını önünde birleştirdi.
-Ama onlara daha çok var.
-Aç değil misiniz küçük hanım? Bak yumurta yaptım ama . Yanına bir sürü kahvaltılıkta koyacağım. Sofrada bide ne olacak biliyor musun? Çikolata!!
Ada gözlerini bir sağa bir sola çevirdikten sonra ellerini karnına götürdü.
- O zaman geleceğim. Birazcık yiyebilirim.
-Az önce gördüğün yıldızlı oda var ya? Onun yan tarafında banyo. Koş hadi, hemen gel şapşal seni!
Ada koşa koşa lavaboya giderken bende çayı demleyip pişen yumurtayı ve kahvaltılıkları masaya koydum. Tam o sırada telefonuma bir bildirim geldi. Cebimden telefonumu alıp gelen bildirime baktım.
'Şevval Abla' kişisinden bir mesaj '
Kaşlarımı çatarak, çok beklemeden tıkladım.
" Özgür , psikoloğunu ayarladım. Yarın saat üç buçukta randevun var, ilk seansın olacak . Hastane adresi..."
Telefonumu sinirle cebime geri koyarak mesajı görmezden geldim. Bana çıkış kapısını gösterdiği yetmiyormuş gibi birde arkadamdan su döküyordu. Sinirden dişlediğim dudaklarımın eşliğinde sofrada eksik kalanları da yerleştirdim ve hiçbir şey olmamış gibi salona girerek koltukta oturan anne ve babamı sofraya çağırdım.
- Hadi gelin sofra hazır.
- Ellerine sağlık kızım.
Dediler aynı anda.
-Rica ederim.
Ada'da koşuşturarak sofraya geldikten sonra yemeye başladılar . Ben ise onları seyrediyordum. Ara ara göz göze geliyorduk fakat hiçbirimiz de bir cümle bile kuracak cesaret yoktu. Sessizlik içerisindeki yemek seansı bittikten sonra annemle beraber sofrayı toplamaya koyulduk. Uzun süre sonra ilk defa beraber sofra topluyor oluşumuz içimde garip duygular uyandırmıştı.
-Sen 18 yaşındayken sofra toplamıştık en son.
Kurduğu cümle, annemin de benimle aynı şekilde düşündüğünü kanıtlamıştı.Fakat aramızdaki fark benim bu yaşlarımı güzel hatırlamıyor oluşumdu.
-Hayatımdaki güzel her şey 18 yaşımda son buldu. Buda onlardan biri.
Dedim düşüncelerimi belirterek.
-Son bulmamış demek ki. Bak yine beraber sofra topluyoruz.
- Ama ne ben aynı benim. Ne de sen aynı sen . Aynı ânı farklı insanlarla yaşanıyor .
Yine haklılığımı gösteren sessizliğin soğuk rüzgarları mutfakta eserken ,bende bu sessizliğe ayak uydurmaya karar vermiştim. Mutfaktaki işler bittikten sonra anne ve babama salondaki koltuğu açıp nevresimleri geçirdim. Yatağım çift kişilik olduğu için bende Ada ile yatacaktım. Anne ve babam bir süre sustuktan sonra bu sessizliği ilk bozan babam olmuştu.
-Teşekkür ederiz kızım her şey için. Bir hafta izin alabildim sadece. Bu izni almak bile çok zordu. O yüzden sana çok yük olmayacağız. Yarın bir otel de ararım zaten. Ama burayı hiç bilmiyoruz. Sende bizle gelmek istersen eğer...
-Bir yer aramanıza gerek yok burada kalabilirsiniz.
Neden burada kalın dediğimi bilmiyordum. Anlık olarak ağzımdan bu şekilde çıkmıştı. Belki de içten içe bunu istediğim içindi. Bir hafta sonra gideceklerini duyunca içimde bir şeyler kırılmıştı sanki. Hani böyle içiniz cız eder ya. İşte aynen öyle hissetmiştim. Hem çok öfkeliydim ,hem de çok seviyordum onları. Ne kadar da garipti. İnsanlar bu cümleyi çoğu zaman aşık olduklarında kurardı. Ben ise ailem için kuruyordum. Aynı anda hem nefret etmek hem sevmek... Sevgi nefrete ne kadar da yakındı aslında.
-kızım biz çok isteriz . Ama sana yük olmak istemiyoruz.
-Sorun değil kalın. Bir haftaymış zaten.
-Sen öyle diyorsan eğer...
Annem babamın sözünü keserek Araya girdi.
-Sana bir kere sarılabilir miyiz kızım? Beş yıldır hiç görmüyoruz. O kadar değişmişsin , o kadar güzelleşmişsin ki. Bir kez bile sarılmadık. Bir kereliğine izin verir misin kızım? Biliyoruz çok kızgınsın ve haklısında . Ama hiç değilse bundan mahrum etme bizi lütfen...
Annemin söylediği her bir kelimeyle gözlerim daha da doluyordu. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmesin diye büyük bir çaba harcayarak dudaklarımı birbirine bastırdım. Fısıltı edasıyla tek bir kelime çıktı dudaklarımdan .
-Olur...
Annem ve babam iki yandan bana sımsıkı sarıldılar . Babamın sarılırken kurduğu cümlelere karşılık göz yaşlarımı daha fazla tutamamıştım.
-Gözlerin çok güzelleşmiş. Hep bize kızardın ya neden gözlerim sizinki gibi değil diye . Bak şimdi bizden bile güzel gözlerinin rengi. Çok güzel bir genç kız olmuşsun Deniz'im.
Hep beraber sarılmış hıçkıra hıçkıra ağlıyorduk. Bir ailenin yaşayabileceği en tuhaf an olmalıydı bu.
-Neden ağlıyorsunuz? Ben kayboldum mu sandınız? Ben ablamın odasında oyuncaklarla oynuyordum. Bakın, geldim. Ağlamayın artık ne olur!
Hepimiz sarılmayı bırakıp Ada'ya baktık. Gözlerimizde yaşlar hala kurumamışken şimdi de kahkahaya boğulmuştuk. Ada koşarak yanımıza gelip bize katıldı. Hayatımın en mutlu ve en hüzünlü anını yaşamıştım şu kısacık zamanda. Bir süre daha gülüşüp artık yatmaya karar verdik çünkü saat ikiye geliyordu. Annem ve babam az önce hazır olan yataklarına geçti .Bende Adayla beraber odama geçtim. Etrafın çok dağınık olmasını bekliyordum fakat beklediğimin aksi olmuştu. Ada, bütün oyuncakları tekrardan sepete koyup toplamıştı. Gülümseyerek Ada'ya baktım.
-Oyuncaklarını toplamışsın küçük hanım.
-Ben oyuncaklarımı hiç dağınık bırakmam ki.
-Aferin sana güzelim. Pijamalarını niye giymedin bakalım sen hala?
-Şey...
-Ney?
-Sen giydir diye...
-Ya bide utana utana söylüyor. Yerim seni. Koş getir hadi, Giydireyim.
-Oley!!!
Ada elinde ,masmavi, üstünde bulutlar olan bir pijamayla geri gelmişti. İlk defa bir çocuğu giydireceğim için çok heyecanlanmıştım. Ama heyecanımdan daha çok hissettiğim bir duygu varsa oda mutluluktu. Ada'ya pijamalarını ilk denememe rağmen oldukça hızlı giydirmiştim. Yanağıma öpücük kondurup bana teşekkür etti.
-Bu evle çok uyumlu oldunuz Ada Hanım. Bunlar ne güzel pijamalar böyle.
-Annem 'ablan mavi rengi çok seviyor 'diyordu hep. O yüzden ben de çok seviyorum .Bu yüzden mavi pijama aldırdım anneme.
-Sen beni tanıyor muydun?
dedim meraklı ve birazda şaşkın bir ifadeyle.
-Tanıyordum tabi ya. Kardeşler ablalarını tanır bir kere.Annem bana senin çok güzel bir ablan var ama işleri var dedi. Bir gün mutlaka gelecek dedi. Ama biz sana geldik.
-Yerim seni ben ama.
Ada'yı yanağından kocaman öptükten sonra yatağımı işaret ettim.
-Hadi bakalım küçük Hanım , yatağa. marş marş. Çok geç oldu hemen uyumamız lazım.
-Ablacım marş marş ne demek?
Yatağa girerken sorduğu soruya ufak bir kahkaha atıp bende yanına giderken sorusunu cevapladım.
-Hızlı ol ya da yürü gibi bir şey.
-Aaa! anladım. Ablacım biliyor musun? Ben çok heyecanlıyım. İlk kez seninle uyuyacağım.
-Bende öyle.
-Aa! Ablacım, sen kimseyle uyumadın mı?
Sorduğu soruya bu kez kendimi tutamayıp herkesi uyandırabilecek güçte bir kahkaha atmıştım. Salondan annem ve babamın da kahkahası geldiğinde onlarında bizi dinlediğini anlayıp ,odamın kapısına bakarak tebessüm ettim.
-Uyumadım tabi ki cadı seni. Hadi uyu artık.
Uzunca bir gülüşmeden sonra Ada bana sarılarak uyuya kalmıştı. Ben de nasıl olduğunu anlamadan aynı şekilde uyuya kalmıştım. Uzun süredir belki de ilk kez böyle deliksiz uyumuştum. İlaçlar olmadan , gecenin köründe tekrardan uyanmadan, huzurlu, stressiz... Bu duyguyu o kadar özlemiştim ki. 'Bebek gibi uyudum' Cümlesini belki de ilk defa kurabildiğim bir gece geçirmiştim.
Sabah saat on bir gibi kalkıp annem ve babama baktım. Hala uyuyorlardı. Muhtemelen babam çok yorulmuş olmalıydı. Kendisi avukat olduğu için çoğu zaman işleri oluyordu. Evde bile müvekkil dosyalarıyla uğraşır dururdu ve çok nadiren izin yapardı. Annem ise ev hanımıydı. Fakat bilirsiniz ev hanımlığı 7/24 süren bir iştir. Bir de üstüne annem gibi titizlik hastası bir kadınsanız , çok daha yorucu bir şeydi ev hanımlığı. Beş yıl sonra tekrardan ailemle aynı evdeydim. Zihnimin odalarından tek tek çıkan anılar ruhumu kanatıyordu. Ruh kanar mıydı? Benimki kanıyordu işte. Hemde oluk oluk kanıyordu. Bir yanım çok yabancıydı onlara. Bir yanımsa çok yakın. Gözlerimin dolduğunu fark ederek yine yukarı kaldırdım başımı. Ah benim saçma alışkanlığım... Sanki kafamı yukarı kaldırdığımda akmayacaktı gözyaşlarım. Elimin tersiyle akan tek bir damlayı sildim ve İkisini de uyandırmamaya dikkat ederek mutfağa girip hızlıca kahvaltı hazırlamaya başladım.Ne kadar garipti. Hâlâ onları uyandırmamak için uğraşıyordum. Çok kızgın olmama rağmen hâlâ hassas davranıyordum onlara...Ben değil.İçimdeki çocuk yapıyordu bunu. Biliyordum.
Kahvaltı hazır olduktan sonra herkesi çağırdım ve kahvaltımızı yapmaya başladık. Genellikle Ada'nın gülüşmeleri ve ufak tefek sohbetler eşliğinde sofradakileri bitirip hızlıca topladık. Sonrasında Şevval Abladan gelen , saat üç buçukta randevum olduğunu hatırlatan mesajları görünce hazırlanmaya başladım. Ada çok gelmek istese de onu başka zaman gezdireceğime söz vererek ikna etmiştim. Kapıdan çıkarken annem geldi.
-Kızım nereye gideceğini söylemedin?
-Psikolog. Eee? Beni yine akıl hastanesine kapatacak mısınız?
dedim geçmişten laf sokarak.
-Yapma kızım, lütfen.
-Yapılmaması gerekenler çok önce yapıldı ve iş işten geçti zaten.
annem derin bir nefes verdi.
-Bize arayan kişiye mi gidiyorsun? Şevval Hanım?
dedi konuyu dağıtmaya çalıştığını belli ederek. Bende ona uyarak cevap verdim.
-Hayır. Ona gitmiyorum artık.Başka biriyle ilk seansım bu.
-Bir sorun mu oldu?
-Bir sorun olduysa da bunları öğrenmek için fazla geç kalmadınız mı?
Öfkeli bakışlarlamı normale döndürerek daha fazla uzatmamaya karar verdim ve konuşmaya devam ettim.
-Dışarı çıkmak isterseniz eğer anahtarı almadım, kapıda. Gezip geri gelirsiniz. Benim acelem var. Mutfakta tezgahın üstündeki dolaplardan en solda olanında , kahve ,abur cubur falan var. Ada'nın ya da sizin canınız çekerse bakabilirsiniz. Görüşürüz.
-Görüşürüz kızım.
Uzun süre sonra ilk defa annem tarafından uğurlanmıştım ve uzun süre sonra ilk defa güzel bir uyku uyumuştum. Hayatımdaki bir çok güzel şeyi tekrardan yaşıyor olmak beni çok mutlu etse de bir yandan da her şeyin tekrardan tepetaklak olmasından korkuyordum. Onlara kızgın olan tarafım beni rahat bırakmıyordu. Unutturmuyordu olanları.Binlerce düşüncenin arasında ne zaman geldiğimi fark etmeden hastanedeydim. Oldukça güzel ve büyük bir özel hastaneydi. İçeri girip danışmalara sora sora psikoloğun odasını bulup sıranın bana gelmesini bekledim. Bir süre sonra ekranda ismim yandı. Yerimden kalkıp kapıyı tıklatarak yavaşça içeri girdim. Fakat kapının ağzında ,içeri girdiğim gibi şaşkınlık içerisinde kalakalmıştım. Kendime gelip bir kaç kelime edebilecek düzeye geldiğimde ağzımdan o isim dökülüvermişti.
-Araf?
-Görüşmeyeli uzun zaman oldu Özgür. Ben psikoloğun Araf Akdemir.