
yazardan not:🎧🌌🩵🕯️🌙
Bu bölüm, yazarken içime en çok sinen ve aynı zamanda yazarken en çok içimde konuşan bölümlerden biri oldu.
Özgür’ün içindeki çocukla baş başa kaldığı bu gecede, o yumuşak sessizliğin içine bir de müzik yerleştirmek istedim.
Çünkü bazen kelimeler yetmiyor... ve bir melodi, bir bakış kadar çok şey anlatabiliyor.
İşte bu yüzden bu bölümün fonunda, bir yıldız gibi çalan şarkı:
🎧 Sleeping at Last – "Saturn"
Sözlerine kulak verirsen, Özgür’ün ne hissettiğini daha iyi anlayabilirsin.
Ve belki… kendi içindeki çocuk da onunla birlikte biraz uyuyabilir. Gökyüzünün altından sevgilerle... Sizi kitapla baş başa bırakıyorum.
🎧🌌🩵🕯️🌙
Annem öfkesini yüzünden eksiltmeden sordu:
- Kızım! Ne bu bileğindeki?
Bileğimi hızla elinden kurtarıp ayağa kalktım. İçimde yılların sükûnetle biriktirdiği öfke, aniden taşıp dudaklarımdan döküldü:
- Birincisi, adım Deniz değil. Özgür.
- İkincisi, yanımda olmadığınız günlerin hesabını bana şimdi sormaya kalkmayın.
Bu cümle ağzımdan çıkarken içimden geçen “Keşke böyle söylemeseydim” oldu. Daha az önce sizi affetmek istiyorum dediğim aileme şimdi sarf ettiğim sözler yine kendimle çelişir cinstendi. Ama geri dönüşü yoktu artık. Sözcükler çoktan havaya karışmıştı bile. Sözlerim, annemin kalbini mi kırdı bilmiyordum ama ben artık susamazdım. Arkamdan gelen sesleri duymamaya çalışarak odama yürüdüm ve kapıyı sertçe kapattım. Tüm ev, o tok sesin ardından bir anlığına sustu. İçeri girdiğimde Ada yatağın üstünde oyuncaklarıyla oynuyordu. Kapının sesinden irkilerek başını çevirdi.
- Ablacım?
Gülümsedim, yumuşak olmaya çalışarak konuştum.
- Bir şey yok güzelim...
Sanki biraz kendime, biraz da ona söylüyordum. Ama o, gözlerini benden ayırmadan devam etti.
-Sanırım yine benim bilmemem gereken şeyler oldu...
Onun bu yaşta her şeyi böyle fark etmesine sevinmeli miydim yoksa üzülmeli miydim? Bilmiyordum.
-Sende ki bu olgunluğu ne yapacağız böyle küçük hanım?
Saçlarını karıştırdım. O anki gülümsemesiyle bütün gün yaşadığım ağırlık bir anlığına hafifledi. Ada’nın yanından kalkarak ışıkları kapattım ve yatağa uzandım. Başucumdaki düğmeye dokunduğumda duvarlara sarı tonlarda, loş bir sıcaklık yayıldı. Işıklar tavanı yıldızlı bir geceye çevirdi. Sevdiğim gibi… Ada da benimle beraber bakışlarını ışıklara çevirdi; sanki sihirli bir şey görüyormuş gibi gözlerini kırpmadan izliyordu. Bu haline gülümsemeden edemedim.
-Küçük cadım, gel hadi buraya.
Oturduğu yerden bakışlarını bana döndürüp, kaşlarını çattı.
- Ablacım bana “cadı” deyip durma lütfen. Ben kimseye büyülü elma vermedim ki...
Gülmekten kendimi alamadım. Bu çocuğun doğallığı, her yarama minik bir pansuman gibiydi. İçimde bir yerde hâlâ çocuktum ve o çocuk sadece Ada’yla baş başa kaldığında konuşabiliyordu
-Tamam tamam… Büyülü olmayan küçük prenses. Gel buraya.
Minik adımlarını yanıma yöneltti. Yatağa çıkıp yanıma kıvrıldı. Küçük kolları boynuma dolandı. Sanki bütün karanlık, onun varlığıyla birlikte dağılıyordu. Bir süre sonra saçlarıma yaklaştı ve minik bir kedi gibi daha da sokuldu bana. Uzun uzun içine çektiği nefesleri çok net duyabiliyordum.
- Ablacım...
- Efendim bitanem.
-Sen çok güzel kokuyorsun biliyor musun?
İçimde bir şeyler yumuşadı. Fırtınası hiç dinmeyen, dalgaları asla durulmayan denizim durulmuştu sanki. Gözlerim buğulanmıştı ama gülümsemeye devam ettim.
-Öyle mi?
- Evet! Hem de çok çok çok güzel kokuyorsun...
-Sen de öyle bir tanem.
-Gerçekten mi?
- Gerçekten.
Gözlerim tavana kaydı. Işıklar hâlâ titrek yıldızlar gibi yanıp sönüyordu. O anda telefonum titredi. Yatağın kenarına doğru uzanıp aldım. Ekranda bir mesaj vardı:
05......... kişisinden mesaj:
"Yarın randevun olduğunu unutma mavi :)"
Yüzümde istemsiz bir tebessüm oluştu. Hâlâ kaydetmediğim bu numaranın sahibini artık gayet iyi tanıyordum. ‘Kişiyi ekle’ seçeneğine bastım. "Kişi adı" kısmında parmaklarım durdu.
Onu nasıl kaydedecektim?
Aklıma ilk gelen kelime: Mor olmuştu. Renklerden konuştuğumuz o günü hatırladım. Mor renginin anlamını taşıdığını söylemiştim ona.
Fazla düşünmeden yazdım: "Mor."
Mesaj ekranına geri döndüğümde Araf çevrimiçiydi. Çok geçmeden değişti.
"Yazıyor..."
Kalbim bir anlığına hızlandı. Bir şey yazacak olma ihtimali midemi gıdıkladı. Bekliyormuş gibi görünmemek için sohbetten çıkıp ana ekrana döndüm. Beklediğim mesaj gelince de biraz bekleyip tekrardan girdim.
-Profilin yeni geldi. Sanırım numaramı yeni kaydettin.
Birden fazla duyguyu bastırarak yazmaya başladım. Hem doğal görünmek istiyordum hem de onun bunu fark etmesinden çekiniyordum. Psikolog olan bir adamla konuşurken bu nasıl olacaktı onu da bilmiyordum ya gerçi neyse.
-Evet. Telefonla çok işim olmaz benim. Unutmuşum kaydetmeyi numaranı.
"Yazıyor..."
- Neden işin olmaz?
-Neden olsun? Telefonum da işim olmasını gerektirecek nitelikte hiçbir şey yok. Arada geziniyorum işte o kadar.
İtiraf gibiydi. Sanki biriyle gerçek bir bağ kurmak telefonumda bile mümkün olmamıştı. Ama şimdi… Bir şeyler değişiyor muydu? Değişiyorsa da bu iyi miydi yoksa kötü mü?
"Yazıyor..."
- Artık telefonunda işin olmasını gerektirecek bir şey var Özgür.
Bir süre ekranla bakıştım. Kendisinden mi bahsediyordu? Söylese miydim? Ama yanlış anladıysam o zaman kendimi rezil edecektim. En iyisi sade yanıtlamaktı. En stressizinden bir soru işareti yolladım.
-??
"Yazıyor..."
-Baş harfi "A" olan bir iştir belki...
Gülümsemem genişledi. Doğru anlamıştım. Çok beklemeden ekledim:
- Baş harfi "M" olan bir iştir belki...
Cevap yazmadı ama bir fotoğraf geldi. Ekranda bir yüz belirdi. Yorgun ama gülümseyen gözler... dağınık saçlar… elinde tuttuğu mor bir kupa.
Altında tek bir kelime yazıyordu: "Mor."
Bir an içimden çığlık attım:
“Az önce numarasını bile yeni kaydettiğin birine yürümüş gibi oldun Özgür! …Sürekli rezil ediyorsun kendini! Delireceğim!”
Hemen ardından başka bir ses devreye girdi:
“Yoo! Neden yürümüş olayım ki? Alt tarafı küçük bir ima.
Bu iç savaşın ortasında üç yeni mesaj geldi:
- Orada mısın?
- Görüldü oldu.
- Özgür? İyi misin?
İçime panik doldu. Mesajı görüp cevap yazmadığımı fark edince hızla cevapladım:
-İyiyim. Biraz işim vardı, ekran açık kalmış.
Anında cevap geldi. Sanki cevabı önceden hazırlamış gibiydi.
- Bir daha böyle bir şey yapma. Korktum gerçekten.
Bu cümle, içimi ısıtan bir battaniye gibi sarıp sarmaladı. Benim hakkımda çok az şey bilen biri.. Yine de benim için endişelenen biri… Düşüncemi gizlemeden dışa vurdum ve yazdım.
-Beni hiç tanımıyorsun.
-Seni tanımadığıma katılmıyorum. Ama tanımıyor olsam bile tanımadığım biri için endişelenemez miyim?
Yüzümde bir tebessüm belirdi. Kalbim, yavaş ama emin bir ritimde atmaya başlamıştı.
-Tanıdığını mı düşünüyorsun gerçekten?
-Daha önce de söyledim Özgür. Bizi en iyi bizim gibiler anlar… Senin ruhunu görebiliyorum.
Bir cümle, ancak bu kadar vurabilirdi. Bu sıralar gözyaşının eksik olmadığı gözlerim her zamanki gibi yine doldu. Duygularımı çaktırmadan yazmaya devam ettim.
-Büyücü gibi konuşuyorsun.
- Lakap takmayı baya seviyor gibisin.
-Her türlü lakabı taşıyabilecek bir kişiliğin var, ondandır.
- Yat artık hadi. Yarın randevun var. Uykulu bir hasta istemiyorum. Zor sorular soracağım, zinde olman gerek.
-Haklısın. Patron sensin.
-Uyuyamazsan yaz bana. Kendimden biliyorum. Bizim için uyumak zor bir ihtiyaç.
-Teşekkür ederim. Yazarım.
- İyi geceler, Mavi.
Telefonu göğsüme koydum. Gözlerimi kapatmadan önce yazdım:
- İyi geceler, Mor.
Dışardan bakınca yetişkin biri gibi dursam da bu gece başını yastığa koyan içimdeki küçük çocuktu ve "biri beni düşündü" diyerek uyudu... Ve ben ilk kez, içimdeki çocukla birlikte gerçekten uyudum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.93k Okunma |
1.3k Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |