Araf'la verdiğimiz ufak çaplı tiyatro gösterisinden sonra Araf başını bana çevirerek gülümsedi. Bense onun aksine kızgın bakışlarla karşılık veriyordum.Çünkü hatırlamıştım... Bana oynanan acımasız oyunu...
-Unutmadım Araf Akdemir. Unutmayacağım!
Anlam veremeyen bakışlarla kaşlarını havaya kaldırdı.
-Az önce iyiydik.Sorun ne?
-Evet şunu kabul ediyorum. İyi değilim. Ama ne bana söylediklerini ne de Şevval Ablayla arkadamdan çevirdiğin bu oyunu unutmayacağım. Tekrar aynı soruyu soruyorum sana. Eğlendiniz mi?
Araf 'ın az önce gülümseyen yüz ifadesi tamamen ciddiye bürünmüştü. Derin bir nefes alarak başını kaşıdı ve konuşmaya başladı.
-Eğlenmedim.Çünkü bu bir oyun değildi. Seni istedim Özgür.
'Seni istedim...' cümlesine takılı kalan beynimi doğrulamak adına sordum.
-Pardon?
Ürkek ama bir o kadarda kararlı bir adım atarak kendini bana yaklaştırdı. Ben ne yaptığını anlamazken avuç içini nazikçe,yanlış anlamama fırsat vermeyecek şekilde, boğazımın biraz altına yerleştirdi.Eline kayan gözlerim, hala ne yaptığını anlamaya çalıştığımı çok net gösteriyor olmalıydı. Kalbim aniden gerçekleşen bu hareket karşısında hızlanarak kontrolümün dışında hareket ediyordu. Zaten hep böyle olmaz mıydı? Kalbimiz ne zaman istediğimiz gibi hareket etti ki? Hep kafasına estiği ritimle atmadı mı ezelden beridir?Yanlış insanlara hızlanmadı mı bazen? Ve siz ona hep ''Lütfen dur..'' demediniz mi?
Şuanda benim dediğim gibi...
Bakışlarım bir kez daha Araf’a döndü. Onunsa gözleri, elini yerleştirdiği noktaya saplanmıştı. Derin bir nefes aldı, sanki kelimelerin yükü ciğerlerini sıkıştırıyormuş gibi. Sonunda, dudakları titreyerek aralandı ve fısıldadı:
-Senin ruhun, benim karanlığımı biliyor…
Kelimelerim bir an boğazımda düğümlendi, ne söyleyeceğimi bilemez halde gözlerimi Araf'tan kaçırdım, sanki ruhumu çıplak bırakmaktan korkar gibi. Derin bir nefes alıp, göz kapaklarımı kapattım. Kendi sesimi bile tanıyamadığım bir fısıltıyla,
-Belki de bu yüzden senden kaçamıyorum…
Dedim, ama biliyordum, o da beni duymamıştı. Bu fısıltı, ruhumda bir sır gibi yankılandı; sessizliğin içinde kaybolmuş bir itiraf...
Araf, yutkunarak elini usulca geri çekti. Gözlerindeki dalgalanmayı bastırmaya çalışırken, az önce yaşananların ağırlığını sırtından silkip atar gibi bir edayla, hiçbir şey olmamış gibi yapmayı seçmişti.
- Hadi gidelim.
-Nereye?
-Bir sonra ki randevunu belirlemek için odama.
- Bugün hiçbir şey yapmadık ki.
-Ruhuna dokunmama izin vermen bile başlı başına cesaret gerektiriyordu. Bu, bir başlangıç için atılmış çok büyük bir adımdı.Utanarak başımı hafifçe yana çevirdim. Araf, benimle aynı anda bakışlarımı takip etti, başını eğdi ve gülümseyerek göz kırptı.
-Utanma Mavi.
Ne demek istediğini anlamadan ona döndüm. Bir an, ikimiz de doğrulduk. Bu söz kafamda yankılandı: 'Utanma, Mavi.' Ne demekti şimdi bu? Kaşlarımı çatarak bu cümlenin ardındaki anlamı çözmeye çalıştım. Bir cevap vermeliydim, ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu. En sonunda, inatçılığımı bir kenara bırakıp sormaya karar verdim.
-Mavi derken?'
-Hani bana anlatmıştın ya,
dedi Araf, gözlerinde bir parıltıyla.
-Renklerin anlamları olduğunu. O yüzden öyle dedim.
Bir an, söylediklerini sindirmeye çalışarak duraksadım. Ardından, dudaklarımın ucunda istemsizce beliren bir tebessümle, içimden fısıldadım: 'Mavi...' Ne kadar da naif ve derin bir lakaptı bu. Araf düşüncelerimin arasında eliyle işaret yaparak konuşmaya başladı.
-Hadi gel bakalım.
Araf' ı bir iki adım ardından takip etmeye başladım. Odasına vardığımızda masasına oturarak benimde karşısındaki koltuğa oturmam için işaret yaptı. Ben de oturduktan sonra önündeki bilgisayardan kısa süreliğine bir şeylerle uğraşıp tekrardan bana döndü.
-Bir sonraki randevunu yarına veriyorum. Kafanı toplamanı istiyorum. Yarın sana zor sorular soracağım.
-Ne kadar uzun bir zaman?
Dedim kinayeli bir şekilde.
-Seninle arayı çok açmak istemiyorumdur belki de. Olamaz mı?
Bunu derken o kadar ciddi bakıyordu ki o deniz gibi gözleri gözlerime , bir an için akıntısına kapılmıştım bu denizin. Bu 'bir an' geçtikten sonra kendime gelerek az önce olanlarıda üstüne katarak ne demeye çalıştığını düşündüm.
' Yürüyor muydu bana acaba?
Hayır canım yok daha neler!
Yok ya yürüyordu galiba.
Özgür! Saçmalama yürümüyor!
Ee o zaman ne demekti bu?
Ne demekse ne demek Sanane kızım '
İçimde yaşadığım çatışmaya kendimi öyle kaptırmış olacağım ki 'sanane kızım' kısmını sesli söylediğimi Araf güldüğünde fark etmiştim.
- Sanane kızım'mı?
Araf kahkahalara boğulurken bende yapacak mantıklı bir açıklama aramakla meşguldüm.
- selamünaleyküm ya nerenden dinliyorsun !
Söylediğim cümleye anında pişman olduğumda artık çok geçti. Tam anlamıyla katıksız bir gerizekalıydım. Selamünaleyküm Özgür evet ! Evet salak Özgür! Evet! Adam senin deli olduğunu şuan doğruladı ,seansa falan gerek kalmadı yani. Aferin sana gerizekalı! Araf sonunda gülmesini durdurabildiğinde gözündeki yaşlar eşliğinde konuşmaya başladı.
-Aleykümselam.
-Ya tamam ya! Dalga geçme. Saçmaladım biliyorum . Bahtı balık yan gider diyerekten direkt sorucam sormak istediğim soruyu . Az önce söylediklerinde ne demeye çalıştın?
Yüzündeki gülümseme kaybolup yerini ciddiyete bırakırken aynı anda duruşunu düzelterek konuşmaya başladı.
- Doğru anladın. Seni görmek istiyorum ve sana değer veriyorum. Geçmişte çok sevdiğim birini hatırlatıyorsun bana.
Her ne kadar saklamaya çalışsada gözlerindeki denizde dalgaların yükseldiğini görebiliyordum.Bir şey vardı... Onu çok derinden sarsan bir şey. Daha fazla sorgulamak istemedim ve konuyu dağıtmak için ayaklandım. Bu birazda içimde hisettiğim hayal kırıklığındandı.Belki de başka bir şeydi duymak istediğim. Neden bilmiyorum ama birini hatırlattığımı söylemesi içimi burkmuştu. Sanki bir şeyleri kırmıştı derinlerde. Sonunda fark edildiğimi düşünmüştüm ve bu fark ediliş başka birine bağlı bir farkedilişti meğer. Yine...
-Yarın görüşürüz Araf Akdemir.
Elimi uzattığımda Araf'da ayaklanarak elimi sıktı.
-Yarın görüşürüz Özgür Akal.
Kapıdan çıkıp giderken aklımda iki soru dolanıp duruyordu.
'Beni benzettiği ve o kişi kimdi ve gözlerindeki o dalgaya sebep olacak ne yaşamıştı?'
Artık bende onun hikayesini delicesine merak ediyordum .Bilirsiniz. Birinin hikayesini merak etmek onu sevmenin ilk adımıdır. Henüz hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğim bu adamı sevme ihtimali beni delicesine korkutuyordu. Heleki az önce gözlerinde gördüğüm o dalganın sebebine benzetilldiğimi öğrenmek beni daha da korkutuyordu. Kendi kendimi saçmaladığıma inandırarak yoluma devam ettim.
Eve vardığımda kapı da bir süre dikildim. Annemin ,babamın ve kardeşimin ayakkabısı yanyana dizilmiş duruyorlardı. Bu görüntü o kadar hoşuma gitmişti ki... Yalnız değildim ve bana kapıyı açabilecek birileri vardı. Arkadaşlar! Bana kapıyı açabilecek birileri vardı evimde. Bu benim için öyle büyük bir şeydi ki. Hepinizin belki her gün yaşadığı şeyi ben 5 yıl sonra ilk kez yaşıyordum. 5 yıl sonra ilk kez evime girmek bu kadar güzel duygular hissettiriyordu bana. Zili çalarak kapının açılmasını bekledim,bekledim ,bekledim...
Açılmıyordu!
Ama neden? Neden açılmıyordu? Herkes evdeydi. Ayakkabıları burdaydı ama neden açmıyorlardı? Aklıma dank eden düşünceyle beraber telaşlanmaya başladım.
B- ben halüsinasyon görmüş olabilir miydim?
Gözlerim dolup ellerim titrerken kafamda bütün taşlar yerine oturuyordu. Otobüste bir kıza 'Ada 'diye isim takmıştım kendimce. Şimdi de Ada isminde bir kardeşim vardı. Böyle bir tesadüf olamazdı. Annem ve babam beni yıllar önce bir akıl hastanesinde bırakmıştı.Benim için tekrardan gelmezlerdi. Kapıya sırtımı dönerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.Çantamda olan yedek anahtırı alıp kapıyı açabilirdim. Ama göreceklerim beni delicesine korkutuyordu. Sırtımı verdiğim bu yerden kalkacak güç yoktu dizlerimde.
'' Bu kadar kafayı yemiş olamam! Allahım ne olur! 'Hayır Özgür, bu kadar delirmedin.' deyin bana ne olur! Çok korkuyorum! Allahım çok korkuyorum!''
Kendi kendime hıçkırıklarımın arasından konuşurken arkamdan açılan kapıyla beraber sırt üstü yere düştüm. Düştüğüm yerden hemen tepemde duran Ada ve annem korkuyla bana bakıyordu.
-Kızım!!
-Ablacım!!
Dediler aynı anda.
Düştüğüm yerden kalkarak doğruldum ve korkakça elimi önce annemin sonra Ada'nın yüzüne dokundurdum.
- G-gerçek misiniz?
- Kızım iyi misin ? Korkutma beni. Neyin var?
Annem alnıma elini koyarak ateşimi kontrol etmeye çalışırken ona sımsıkı sarılarak ağlamama kaldığı yerden devam ettim. Annem de sorgulamadan bana sarılıp sırtımı ovalamaya başladı.
-Çok korktum anne ! Çok korktum!
- Geçti kızım. Buradayız. Geçti Denizim.Korkma. Ne oldu bir tanem? Anlat bana.
Annemden yavaşça ayrılarak yüzüne kızgınca bakmaya başladım.
-Neden açmadınız kapıyı?!
-Kızım ben Ada'ya banyo yaptırıyordum. Babanda yemek yapmak için malzeme almaya , markete çıktı. Yetişemedim kapıya. Ada üşür diye önce hemen onu duruladım ,çıkardım. Öyle geldim.
Bakışlarımı Ada'ya çevirdiğimde üstüne upuzun gelmiş bornozumu giymiş bir şekilde kollarını önünde birleştirerek ıslak saçlarıyla bana bakıyordu.
-Ablacım. Sen banyomu yaptın? Gel bakalım sarılayım sana, koklayayım seni.
Bu halimden korkmaması için Ada'ya sarılıp yanağına öpücük kondurduktan sonra anneme baktım.
-Babamın ayakkabıları kapıdaydı.
-Ha evet kızım. Spor ayakkabılarını yanına almıştı. Hava biraz iyi olunca bavuldan çıkarıp onları giydi, öyle gitti. Diğeride kapıda kaldı tabi.
- Anladım.
Uzunca bir nefes verdim. İçim öyle rahatlamıştı ki. Annem,babam ve Ada... Üçüde gerçekten buradaydı. Rüya değildi,hayal değildi,hastalıklı zihnimin bana bir oyunu değildi bu. Onlar gerçekten de bu evin içindeydi. Ailem yanımdaydı...
Fakat gerçek olan bir şey daha vardı.
Ben hiç iyi değildim...