Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1. Bölüm (Kurtuluş)

@betulbasndrglu

Yeni bir kurgu, yeni bir dünyaya dalıyoruz birlikte.

 

Keyifli okumalar.

 

 

********

 

17 Eylül 2018

 

"Abi, sen neden benimle geliyorsun?"

 

"İstanbul'a geleli bir hafta oldu Efsun. Bilmediğimiz yer. Bir göreyim okulunu, ortamını. Aklım kalmasın."

 

"Beş dakika mesafesi var evle okulun. Ortamı ne kadar farklı olabilir ki?"

 

"Olsun." diyerek kestirip atan tavrıyla "Senin şu kontrolcü tutumların artık beni çok yoruyor." dedim ve odadan çıktım. Sanki karşısında hala küçük kız kardeşi duruyordu.

 

Mutfağa girerek kendime su doldurdum.

 

"Senin iyiliğin için yapıyor. Tüm çabası bu yüzden."

 

"Biliyorum anne. Ama gerçekten yormaya başladı. Her gittiğim yere gelemez. Her an beni kontrol edemez."

 

Annem gelip omzumu sıvazladı ve "Zor zamanlardan geçiyor. Ölen son hastasının şokunu hala atlatamadı. Muhtemelen kendini suçluyor ve etrafındakileri korumaya çalışıyor. Takılmamaya çalış, kızım. Eminim ki yeni hayatına alışınca seni de rahat bırakacak."

 

"İstanbul bize iyi gelecek mi dersin Gül Hanım?" diyerek gülen abim mutfağa girdi. Annemi öpüp, saçlarımı karıştırdı ve "Ben hazırım. Bir şeyler atıştır da çıkalım." dedi. Konuştuklarımızın ne kadarını duyduğunu bilmiyordum. Muhtemelen sonuna denk gelmişti çünkü konu ölen hastasına gelince durgunlaşıyordu.

 

Abim, Erdem Doğan. Eski evimiz olan Muğla'dan, kendince açtığı klinikte psikiyatrist olan abimin intihar eden hastasıyla biraz uzaklaşma kararı aldık. Babamın işleri de çoğunlukla İstanbul'da olduğu için, bir kaç gün içinde hayatımızı buraya taşıdık. Şahsen zorlanmamıştım. Zaten uzaklaşmak istiyordum. Orada bana iyi gelmeyen bir şeyler vardı. Bu durumun, benimle mi yoksa çevremle mi ilgisi vardı bilmiyorum. Eğer İstanbul'da iyi gelmezse, sorun kesinlikle bendeydi.

 

Belki de abimin kliniğini ziyaret etmem gerekiyordu.

 

Düşünceme güldüm. Annemin garip bakışları eşliğinde hazırladığı masadan bir kaç kahvaltılık atıştırıp odama geçtim. "Kızım düzgünce yesene şunlardan."

 

"Abim beni beklediği için sinirleniyor anne." dedim ve salonda oturup telefonuyla ilgilenen abimle göz göze geldim. Salon ve odam karşılıklıydı. Hayretle gülmemeye çalışan suratına baktım ve sırıtmama engel olamadım. 'Sessiz ol' dercesine işaret parmağımı dudağıma yasladım ve çantamı alarak dış kapıya ilerledim. O da peşimden geldi ve birlikte evden çıktık. Kolunu omzuma atarken gülüyordu. "Yalan söylemek sana hiç yakışmıyor."

 

"Sana da bu saç modeli." dedim ve kahkaha atarak kolunun altından çıktım. İrileşen gözleriyle bana baktığında laf atmaya devam ettim. "Ben bile senin kadar uğraşmıyorum saçlarımla."

 

"Uğraşsan da bir şeye benzemediği için olabilir mi?" dedi. Şok içinde durduğumda o da durdu ve dosyalarının olduğu çantasını kolunun altına sıkıştırıp eliyle kapak işareti yaptı. Yankılanan sesle, sinirimi bir kenara bırakıp kahkaha attım. O da gülmeye başladığında "Sana bunu çok fena ödeteceğim, biliyorsun değil mi?" dedim.

 

Kafasını sallayıp "Telefonumda gece 3'e alarm kurup, alarm sesini gerilim müziği yapma lütfen. Korkudan aklımı kaçıracağım bir gün." dedi, alayla.

 

Kaşlarımı çatarak "Görürsün sen." dedim. Sesimi olabildiğince tehditvari çıkartmaya çalışmıştım ama içten içe gülmekten kırılıyordum.

 

"Hani bu okul beş dakika uzaklıktaydı?"

 

"Ben işlemleri halletmek için geldiğimde beş dakika sürmüştü yol."

 

"Allah aşkına Efsun! Sen kendi yürüyüşünle yol hesaplama, rica ediyorum. Sen yürümüyorsun çünkü, koşuyorsun."

 

Ters ters bakarak okulun önüne çıkan yaya geçidinde durdum. On beş dakika sürmüştü gelmemiz. "Sen yavaş yürüyorsun."

 

"Tabii canım, kesin öyledir."

 

Arabalar durduğunda karşıya geçtik. Abime dönerek "Ortamı gördün. Bir sorun yok. Hadi sen git, ilk günden işe geç kalma." dedim. Bakışlarını etrafta gezdirdi. Okula bakarken "Hey, sana söylüyorum." dedim ve elimi salladım. Aniden elimi tutup indirdiğinde şaşırarak "Ne yapıyorsun?" demiştim ki, gelen seslerle abimin baktığı yere baktım.

 

Okul bahçesinde kavga ediyorlardı. Bir çocuğu arkadaşları tutmuş, bağırdığı kıza ulaşmasını engelliyorlardı. Söyledikleriyse dikkat çekiciydi.

 

"Dün olanları öğrenmeyecek miyim sandın? Söylesene! Yanına kâr mı kalacak sandın?"

 

Kız karşılık verdi. "Yine ne saçmalıyorsun Çakır? Herkesi kendi ailen gibi mi sanıyorsun? Alt tarafı tartıştık."

 

"Bırak yalanı! Gördüm kızın halini! Onu senden kurtaracağım! Duydun mu beni? Onu senin elinden kurtaracağım!"

 

"Kendini kurtardığın gibi mi?" Kızın bu söylediğiyle, kavgada yükselen sesler kesildi. Herkes, Çakır denen çocuğa bakarak bir cevap vermesini bekliyordu. Ben bile nefesimi tutmuş, olacakları korkuyla bekliyordum.

 

Sonunda sesi duyuldu. Bağırmamıştı, ama öfkeyle gürleşen sesi bize kadar ulaştı.

 

"Sen bittin! Yaptıklarının hesabını vereceksin! Ve bu hesabı ben keseceğim! Burada ki herkes şahit olsun. Yemin ederim, yaptıklarının hesabını ödeteceğim! Anladın mı? Sadece bekle!" Açıkça tehdit ettiği kızdan uzaklaşarak bize doğru, yani okulun çıkışına doğru gelmeye başladı. Ona baktım. Yüzündeki öfke, adımlarına vurmuştu. Sertçe bastığı zemin adeta altında titrerken, etrafta, kavgaya şahit olmuş herkes onu izliyordu.

 

Kızın kahkahası duyulduğunda Çakır okuldan çıkmış, çoktan yan sokağa girmişti bile. "Duydunuz. Beni tehdit etti. Başıma bir şey gelirse bilin ki ya bu, ya da bunun abisi yapmıştır." Bir iki kişi hariç kimse onunla ilgilenmedi. Sanki herkes gerçekleri biliyormuş da, ellerinden bir şey gelmiyor gibiydi.

 

Abimin sesiyle girdiğim transtan çıktım.

"Ortama bak. Savaş alanı sanarsın."

 

"Eminim ki denk gelmiştir." derken dalgındım. Çakır'ın kurtaracağı kişi kimdi? Bu kız ona ne yapıyordu? Ortada gerçekten kurtarılması gereken biri var mıydı? Düşünmeden edemedim.

 

"Bunlardan uzak dur. Sadece bir sene aynı okulu paylaşacaksınız zaten. Bu sürede derslerine, sınavına odaklan. Anlaştık mı?"

 

"Anlaştık. Hadi git artık. İşe geç kalacaksın."

 

Abimle sarılıp vedalaştık. O da Çakır'ın girdiği sokağı kullandığında, adımlarım her ne kadar geriye de gitse, daha ilk günden üzerime sıkıntı veren okula girdim.

 

Bahçeye adım attığımda, konuşulan yeni konu ben olmuştum.

 

"Bu kim?"

 

"Bilmiyorum, yeni öğrencidir."

 

"Gelene bak."

 

"Yeni öğrenci, yeni eğlence."

 

Son cümleyi duymamla, olduğum yerde kaldım ve söyleyen çocuğa döndüm.

 

"Dikkat et, eğleneyim derken başına bela alma."

 

Arkadaşları güldü, oysa bozularak ayaklandı. Umursamadım, arkamı dönerek binaya girdim. Bu okuldan hiç iyi bir enerji almamıştım.

 

Bir anda içim, herkese karşı nefretle doldu.

 

Derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım. Ön yargılı davranmamalıydım.

 

******

 

Kesinlikle herkesten nefret ediyordum.

 

Daha önce hiç bir okulun ilk günü, bu kadar kötü geçmemişti. Yanından geçtiğim herkes ben uzaklaşmadan dedikodumu yapmaya başlıyor, delici bakışlarıyla beni rahatsız ediyordu.

 

Gerginlikle çantamı yatağıma attım. Annem seslendi. "Kızım, sen mi geldin?"

 

"Evet anne."

 

"İlk gün nasıldı?" diyerek odama girdiğinde üstümü değiştiriyordum. Tam ne kadar aptal insanlar olduğunu söyleyecektim ki, durdum. Keyfini kaçırmaya gerek yoktu. Alt tarafı bir sene görecektim hepsini.

 

İlgilenmem, olur biter.

 

  

"Güzeldi annecim. Normal bir okul günü."

 

Ne kadar da normal! Tehdite şahitlik ettik.

 

Annem gelip saçlarımdan öptü ve "Dinlen biraz. Yorulmuşsun, belli." dedi. Anlayışına gülümsedim. Ben de onu öptüm ve çoraplarımı çıkartıp yatağa girdim.

 

Uyumak bana iyi gelecekti.

 

*******

 

Ertesi gün, kimseyle ilgilenmeyeceğime dair kendime söz vererek evden çıktım. Yol, yine beş dakika sürmüştü. Tek başımayken elimde olmadan çok hızlı yürüyordum. Ve nefes alıp verme de düzensizliğim olduğu için bu beni zorluyordu.

 

Okula girer girmez lavaboya girip yüzüme su çarptım. Üzerime binen sıcak baş ağrıtıyordu. Kabine girdim. İşimi halledip çıkacağım sırada duyduğum ses, olduğum yerde sessizce beklememe sebep oldu. Bu o kızdı. Çakır'ın kavga ettiği kız.

 

"Sen bu telefonu nereden buldun? Ne olsun istiyorsun? Yine geçen haftanın aynısını yapmamı mı? Hiç hareket edememeyi mi?"

 

Dehşetle açılan ağzımı kapadım. Ne diyordu bu kız?

 

"Yiyorsa kaçsana. O abini de seni de nasıl öldürüyorum, hele bir kaçmaya çalış."

 

Sessizlik.

 

"Ağlama! Sesini yükseltme bana! Bekle, eve geliyorum. Bu söylediklerini bir de yüzüme söyle bakalım!"

 

Hayret içinde duraksadım. Çakır haklıydı! Bu kız kesinlikle birine zarar veriyordu!

 

Kapı sesini duyduğumda hızla kabinden çıktım ve aceleyle ellerimi yıkayıp peşine takıldım. Okul çıkışında görüş alanıma girmişti. Belli etmeden, bir kaç metre uzağından yürüyordum. Çok geçmeden bir sokağı döndü. İçimden bir ses telefonumu çıkartmamı söylüyordu. Kayda değer bir şey görürsem, kameraya almalıydım ki kanıtım olsun. Sokağın sonuna kadar ilerledi. Sonuncu evde durduğunda hızla etrafa bakındım. İşte!

 

Bir binanın duvarına saklanarak kamerayı açtım ve evi çektim. Daha doğrusu, pencereden dışarı korku dolu gözlerle bakan, yüzü morluklarla kaplı kızı çektim. Öfkeyle ayağımı yere vurdum. Ruh hastası!

 

Kız içeri girdi, kamerayı etrafa çevirip neresi olduğunu da çektikten sonra hızla kapadım ve polisi aradım.

 

Şiddete uğrayan bir kız olduğunu söyleyerek adresi verdikten sonra ismimi söyledim ve telefonu kapadım. Gitmedim. Gözlerimle görmek istiyordum o vahşinin yakalandığını. Öyle de oldu. Polisler geldi. Kısa bir süre sonra, ters kelepçe taktığı kızı arabaya bindirdiğinde saklandığım yerden çıktım ve onlara doğru ilerledim. Anında fark ettiler.

 

"İhbarı yapan siz miydiniz? Efsun Doğan?"

 

"Evet, bendim."

 

"Sizin de karakola gelmeniz gerekiyor. İfade için."

 

"Tabii ki." derken bakışlarımı evin kapısında gezdirdim. "Şiddet gören kız nerede?"

 

İki polis birbirine baktı. Kaşlarım daha da çatılırken duyacağım şeyden korkuyordum.

 

"Mağduru içeride baygın bulduk. Ambulans yolda." Açılan ağzımı elimle kapattım. Gözlerim doldu. Ağlamamak için kendimi tutarken öfkem üstün geldi. Arabanın içinden, bana benim gibi öfkeyle bakan kıza döndüm. Elimi cama vurduğumda sıçrayarak geri çekildi. "Ruh hastası!" diye bağırırken polislerden biri beni tuttu.

 

"Sakin olun. Cezasını çekecek zaten. Lütfen, hanımefendi!"

 

Sonlara doğru sesini yükselttiğinde, kendime hakim olmaya çalıştım. Derin bir nefes alarak gelen ambulansa baktım. O sırada polis beni diğer arabaya yönlendirdi. Karakola geçerken annemi arayıp aramamak konusunda kararsız kalmıştım. En sonunda, eve gidince anlatmaya karar verdim.

 

*****

 

"Bir de şuralara imza atarsanız, işlemler tamamlanmış olur."

 

İfademin altına imzamı atıp memura uzattım. Her şeyi anlatmıştım. Okuldaki kavgadan telefon konuşmasına kadar, her şeyi. Cezasını çektiğini görmek için kıvranıyordum.

 

Dünya üzerinde şiddetin bu denli büyüdüğü gerçeği, içimi ne kadar öfkeyle kaplıyorsa, cezasını bulan her canavarla bir o kadar da rahatlıyordum. Kendi acizliklerini, başkalarına eziyet ederek bastırıyorlardı. Güç gösterisiyle. Ve hepsi midemi bulandırıyordu.

 

Bu canavarlara karşı bazen tek seçeneğimiz, onlara onlar gibi karşılık vermek oluyordu. Bunu isterdim. Orada, o kıza yaptıklarının aynısını ona yapmayı isterdim. Kısasa kısas. Ama bu görüş, pek çok kişi tarafından da kötüye kullanılıyordu.

 

İşte tam burada, dünyanın karmaşık düzeni devreye giriyor ve çoğumuzun elini bağlıyordu.

 

Karakoldan çıktım. Saat 12.53'tü. Kalan yoklamalara girmek istemiyordum. Bir şey fark etmeyecekti. Ve açıkçası canım da istemiyordu. Okul ve ev arasında keşfettiğim kitap kafeye gitmeye karar verdim. Yürümeye başladım. Bulunduğumuz semtte her şey birbirine çok yakındı. Hastane ve karakol on dakika, karakol ve okulsa 20 dakika uzaklıktaydı. Bunu sevmiştim. Annemler de bunu bilerek seçmişlerdi.

 

Kafeye girerken aklıma hastaneye kaldırılan kız geldi. Durumu nasıldı? Ona sahip çıkabilecek bir ailesi var mıydı? Tutuklanan kızın ablası olduğunu biliyordum. Acaba anne ve babası ölmüş müydü de bu delinin eline kalmıştı? Cam kenarı bir yere oturup kahve söyledim. Umuyordum ki, güzel bir hayata başlayacaktı. O canavardan kurtulmuştu sonuçta. Bir daha yüzünü bile görmemesi için dua ettim.

 

Bir saat boyunca kitap okuduktan sonra eve gitmeye karar verdim. Hesabı ödeyip kalktım.

 

Yorgunluk kendini oturduğumda göstermişti. Bu yüzden otobüse binmek için durağa geçtim. Hava soğumuştu. Çantamdaki şalı çıkartıp omuzlarıma aldım. Rüzgarda uçuşup yüzüme gelen uzun saçlarımı bileğimdeki tokayla topladım. Ben bunları yaparken otobüs gelmişti. Tam binecektim ki karşı yolda bir hareketlilik fark ettim. Otobüs şoförü binmem için kornaya basarken, gördüğümün doğruluğunu ölçüyordum. Bu o kızdı. Kurtarılan kız. Ve korku dolu ifadesiyle, birilerinden kaçıyormuş gibi koşuyordu.

 

"Hey!" diye seslenerek, duran trafiği fırsat bilip yola atladım. Sesimi duydu. Korkuyla bağırarak daha hızlı koşmaya başladığında peşine takıldım. "Dur! Dikkat et!" diye bağırarak arkasından koşuyordum. Bir Allah'ın kulu da kızı tutup durdurmuyordu. Film izler gibi izleyip hiç bir şey yapmamaları, bana bir çok şeyi hatırlatmıştı. Bu sırada da kıza yetişmiş, kolundan tutup durdurmuştum.

 

Nefes nefese "Korkma! Sana zarar vermeyeceğim! Sakin ol!" derken, beni ittirmesini umursamadan ona sarıldım. Üzerinde hastane kıyafetleri vardı. Elimin altında tir tir titremesi gözlerimi doldururken, onu bu kadar korkutanın ne olduğunu düşünüyordum. Travmaya bağlı stres bozukluğu yaşıyor olabilirdi. Hastane tetiklemiş olabilirdi.

 

Ağlamaya başladığında ondan ayrıldım. Hızla üzerimdeki şalı ve ceketi ona giydirdim. Bu sırada dudaklarının hareket ettiğini gördüm. Bir şeyler fısıldıyordu. Kulağımı ona yaklaştırdım. Gözlerini sımsıkı kapatmış, "Beni ona vermeyin!" diye sayıklıyordu. Şok içinde geri çekildim. Kelimeleri, acıya sarılmıştı. Ne yaşadıysa, tekrarlanmasından deli gibi korkuyordu. Akan bir damla yaşımı hızla sildim. Ellerimi yanaklarına koyarak "Seni ona vermeyeceğim. Sakın korkma, tamam mı? Kimse seni ona vermeyecek." dedim. Sesim, boğazıma dizilen hıçkırığa rağmen güçlü çıkmıştı.

 

Gözlerini açtı. Bakışlarındaki yorgunluğun, acının, korkunun ardında büyüyen bir minnet gördüm. Destek amaçlı gülümseyerek "İyi olacaksın. Ama önce bana neden hastaneden kaçtığını söyle. Ablan karakolda. Sana zarar veremeyecek artık. Ondan korkmana gerek yok." dediğimde yüz ifadesi hızla değişti. Hayret içinde irileşen gözleriyle "Sen ablamı nereden biliyorsun?" diye sordu.

 

"Onu ben şikayet ettim. O an ne yapacağımı bilemediğim için sana tekrar zarar vermesine engel olamadım. Üzgünüm. Polisler geldiğinde sen baygın-" Konuşmamı, buruşan yüzüyle beraber kopardığı feryat kesti. Ağlaması o kadar şiddetliydi ki, duraksadım. Bana sıkıca sarılışıyla kendime geldim. "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim."

 

Elimi sırtına koyarak sıvazladım. O an da yanımıza polisler geldi. Birileri film izlemek yerine, gerçek hayata dönüş yapmıştı anlaşılan. Kadın polis anlayışla bana baktığında, kafamı sallayarak sorun olmadığını belirttim. O da aynı şekilde karşılık verdi ve beklemeye başladı.

 

"Hadi, gel. Hastaneye geri dönelim. Sen iyi olduktan sonra her şey yoluna girecek. Artık korkma."

 

Benden ayrılıp gözlerime baktı. Ardından polislere. Başını eğerek arabaya yöneldiğinde hemen yanına yerleştim. Hastaneye gittik. Tekrar yatışını verdiklerinde, doktoruyla konuştum. Bir süre gözetim altında tutulması gerekiyordu. Travmatik sonuçları olabileceği gibi fiziksel açıdan da çok zarar görmüştü. Bir gece burada, bir hafta da psikiyatri servisinde yatışı olacağını söyleyip yanımdan ayrılan doktorla odaya geri girdim. Hemşire odadaydı.

 

"Küçük hanıma sakinleştirici verdik. Uykuya dalmadan önce sizi sorup durdu. Refakatçı olarak siz mi duracaksınız?" diye sorduğunda, tereddüt etmeden kafa salladım. Ona destek olmak için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Durumu iyi olmayan birini kendime böylesine bağladıktan sonra, terk eder gibi ortadan kaybolamazdım. En büyük kötülüklerden biri, birine el uzatıp, ona güven verip, umursamazca boşluğa itmekti.

 

"İsmi ne?" diye sorduğum da şaşırdığını hissettim. Elindeki dosyaya göz ucuyla bakıp "Ela Işık." dedi ve vücudunu tamamen bana döndürdü. "Tanımadığınız birinin refakatçısı mı olacaksınız?"

 

"Bana ihtiyacı var. Sanıyorum ki kimsesi yok. Ablası da gözaltında." dediğimde yeterli cevabı verdiğimi düşünerek sustum. Hemşire gülümsedi. "Sizin gibi insanların sayısı azaldı." Kolumu sıvazladı. Yaşça benden büyük oluşu, samimi bir yaklaşıma sebep olmuş gibi duruyordu. Ben de ona gülümsediğimde "Yaklaşık iki saat uyur. Sonrasında doktorumuz gelip kontrol edecek. Tahlilleri değerlendirecek. Siz de yandaki koltukta istirahat edebilirsiniz." dedi ve odadan çıktı. Bir kaç saniye Ela'ya bakakaldım. Yüzü ve açıkta kalan kolları morluk içindeydi. Yanına yaklaştım. Eline dokunduğum da buz gibiydi. Örtüyü kaldırarak üstünü tamamen kapattım. Yüzüne gelen saçlarını geriye yatırırken, yüzünün masum güzelliğine gülümsemiştim.

 

Bunları yaşamayı hak etmiyordu. Kimse bunları yaşamayı hak etmezdi.

 

Peki ya kötü insanlar? Bunu ona yapan, aynısını hak etmez miydi?

 

Ablası olacak canavara saldırışımı hayal ettim. Ve bundan büyük bir zevk aldığımı farkedince "Adalet bu yüzden var Efsun!" diyerek kendime gelmeye çalıştım. Herkes hakkını bu yolla ararsa, dünyanın karmaşası ikiye katlanırdı.

 

Ne olursa olsun, insan iyilikten vazgeçmemeliydi.

 

Çalan telefonum dikkatimi dağıttı. Bakışlarımı Ela'nın üstünden çektim. Annem arıyordu. "Güzel kızım. Ne yapıyorsun?"

 

Cama doğru yürüdüm. "Annecim, ben de tam seni arayacaktım."

 

Sesimdeki tonla, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu anladı. "Ne oldu? Sen iyi misin?"

 

"Ben iyiyim. Ama-" diyerek Ela'ya baktım. Durumu anneme kısaca özetlerken yer yer ablasına hakaret etmiş, yer yer Ela'ya üzülüp hüzünlenmişti. En sonunda "Abini arıyorum. O da kalsın yanınızda. Bir şeye ihtiyacınız olursa yardım-" demişti ki lafını kestim.

 

"Annecim, abim bu gece klinikte duracak. Senin haberin yok mu?"

 

"O nedenmiş? Daha ilk günden!"

 

"Kendi istedi. Ortama alışmak içinmiş."

 

"O zaman babana-"

 

"Annecim, gerek yok. Ben kendim halledebilirim. Zaten sadece bir gece duracağım. Doktoruyla görüştüm. Yarından sonra psikiyatri servisine yatırılacakmış. Orada da ilk hafta kimseyi almayacaklarmış yanına."

 

"Tamam güzel kızım. Telefonun açık olsun. Madem yanına kimseyi istemiyorsun, senin dediğin gibi olsun." dediğinde irileşen gözlerimle kocaman gülümsedim. "Teşekkür ederim annecim. Bana güvendiğin için."

 

"Ben sana hep güveniyorum kızım. Çevreye güvenmiyorum." dediğinde kıkırdadım ve "Şu cümleyi kurmasan olmaz anne." dedim. Gülüşü kulağıma geldi. Ardından ciddileşerek konuştu. "Kötü insanlar her yerde kızım. Sen iki sokak aşağı gitsen ben yine seni düşünür, senin için endişelenirim. Bu sana olan güven sorunumdan değil, kötü insanların her yerde olduğunu bilmemden."

 

"Anlıyorum annecim. Aklın kalmasın. Telefonum açık, saat kaç olursa olsun arayabilirsin." Vedalaşarak telefonu kapattık. Ela'yı kontrol ederek odadan çıktım. Lavaboya gitmem gerekiyordu. Hemşireden yerini öğrenip işimi çabucak hallettim ve odaya geri döndüm. Bıraktığım gibi bulduğum Elayla, yanında ki koltuğa oturdum ve yorulan bedenimi biraz olsun dinlendirdim.

 

Her on dakika sonrasına alarm kurup gözlerimi kapattım. Gözümü her açtığımda onu kontrol ediyordum. Bir saat geçti. Uyanıp yine ona baktığımda, bu sefer o da bana bakıyordu. Hızla yerimden kalktım ve yanına ilerledim. Gözlerinde gördüğüm umut ışığı gülümsememe sebep oldu. "Merhaba." dediğinde yataktaki boşluğa oturdum. "Merhaba Ela. İyi misin? Ağrın var mı?" diye sordum. Sesim uykunun etkisiyle boğuk çıkmıştı. Boğazımı temizleyerek ondan gelecek cevabı bekledim.

 

"İyiyim." deyip duraksayınca ismimi bilmediğini hatırladım. "Efsun." diyerek cümlesine eklediğimde gülümsedi ve tekrarladı. "İyiyim Efsun abla."

 

"Güzel. Ben doktoruna haber vereyim uyandığını."

 

Ayağı kalkacağım sırada elimi tuttu. "Biraz konuşup sonra haber versen olur mu?"

 

Tekrar oturdum ve samimiyetle "Olur." dedim. Ardından kendini toparlayıp söze girmesi için sabırla onu bekledim.

 

"Ablam nasıl?" derken, öfkesini hissettim. Aynı öfke içime kurulurken sakinlikle cevap verdim. Bu sakinliğim onun içindi. "Gözaltında. Şu anlık bildiğim tek şey bu. İşlemlerin devamı için senin uyanmanı bekliyordu polisler. Doktor kontrolünden sonra onlar gelecek." dediğimde kasıldığını hissettim. "Polisler mi? Beni sorguya mı çekecekler?" diye sorduğunda yatıştırıcı bir tonla "Korkma. Sadece yaşananları soracaklar sana. Ablanın şiddetini anlattığın da içinde bulunduğun bu durumdan kurtulmanı sağlayacaklar." dedim. Yaşı henüz bunları cesurca karşılamak için küçüktü. Cümlelerimin ardından endişesi biraz olsun hafifledi. Ama hala gergindi ve bakışlarını sürekli odada gezdiriyordu.

 

Bir kaç saniyenin ardından zorlukla konuştu. Sanki sesi içine kaçmış, birileri onu boğazlıyormuş gibi "Bana bir şey yaparlar mı?" diye sordu. Kaşlarım çatılırken fısıldayışını duydum. "Zorla." Eklediği detayla, korkusunu somut bir şekilde hissettim. Korkusu karşımdaydı. Elimi uzatsam tutacağım kadar karşımda.

 

Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdığımda, dolan gözlerimin akmaması için çabalamaya başlamıştım. Ama o benim gibi direnemedi. Ağlamaya başladığında kollarımı ona sardım. "Kimse sana zorla bir şey yaptırmayacak. Yaptıramayacak. Söz veriyorum. Güven bana. Tamam mı?"

 

Başı omzumdayken "Güveniyorum." dedi ve benden ayrıldı. Islanmış yanaklarını sildim. "Doktora haber verip hemen geleceğim." dedim ve yavaşça ondan ayrıldım. Her hareketimi dikkatlice izliyordu. Sanki kaçıp onu bırakacakmışım gibi. Kapıyı açarken tekrarlama gereği duydum. "Hemen geleceğim." Hiç bir tepki vermedi. İçimdeki huzursuzlukla hastane koridorunda ilerledim. Oda da konuştuğum hemşireyi görünce Ela'nın uyandığını haber verdim. Doktorla birlikte odaya geldiler. Gerekli bakımları yapıp çıktıklarında ben de onlarla çıktım. "Durum nedir?"

 

Bana dönerek sorduğum soruya cevap verdi. "Ela'nın kan değerleri oldukça düşük çıktı. Kilosu olması gerekenin çok altında. Sol bacağında, daha önce travmatize olmuş kemikte, bu sabah uğradığı şiddetle tekrar bir çatlak meydana gelmiş. Bu yüzden ameliyata girmesi gerekiyor. Bir daha aynısı olması durumunda bacağını kaybedebilir. Bu yüzden ciddi ve sürekli bir tedaviye ihtiyacı olacak. Benden önce bakan doktor arkadaşım psikiyatri servisine yönlendirmiş. Kesinlikle onaylıyorum. Yaşı, yaşadıklarını kaldıramayacak kadar küçük. Travmatik sonuçları olacak. Bu yüzden profesyonel bir psikolojik yardıma ihtiyacı var. Yatışı yarın gerçekleştirilecek." dedi ve duraksadı. Duyduklarımla çatılan kaşlarım, şimdi merakla havalanmıştı.

 

"Ayrıca kanında cüzi miktarda da olsa uyuşturucu bulundu." Şaşkınlıkla açılan ağzımı kapadım. "Nasıl?" derken kekelemiştim. Bağımlı mıydı?

 

"LDS, halk arasında asit olarak biliniyor. Bu uyuşturucu dünya üzerinde ki en kuvvetli halüsilasyon gördüren madde. Uzun zamandır kullanmıyor olmalı. Zaten şahsen, kendisinin kullandığını da düşünmüyorum. Belli ki sadece şiddete uğramıyormuş."

 

Duyduklarım, bedenime bir sinir harbi verirken duvara tutunarak ayakta kaldım. Hemşire koluma girerek "İyi misiniz?" dediğinde cevap veremedim. Bakışlarımı doğrudan doktora diktim. "Kendi kardeşine uyuşturucu veriyordu, öyle mi? Üzerinde eğlenir gibi." O kadar korkunçtu ki, belki de ben yanlış anlamışımdır diye sormak istemiştim. Bir insan bunu nasıl yapabilirdi?

 

O daha on dört yaşındaydı.

 

"Amacını bilemem. Ama öyle gözüküyor."

 

Gözlerimi sıkıca kapayıp açtım. Hemşire "İyi görünmüyorsunuz. Size serum hazırlamamı ister misiniz?" diye sordu. Başımı iki yana sallayarak hafifçe doğruldum ve onun elinden çıkıp sırtımı duvara yasladım. Güllük gülistanlık hayatımda, daha önce hiç böyle bir acıyla, dehşetle karşılaşmamıştım. Duyduklarım o kadar ağır gelmişti ki, Ela için hissettiklerim ikiye katlandı.

 

"Şu an ihtiyacı olan tek şey, yanında birinin olduğunu hissetmek. Onu yalnız bırakmayın. Eminim ki böylece atlatacaktır. Tekrardan geçmiş olsun." diyen doktorla yanımdan ayrıldılar. Kendime gelmek için öylece durdum. Bir kaç dakikanın ardından yaşlarımı sildim ve yüzüme bir gülümseme yerleştirerek odaya girdim. Ela, ben odadan çıkarken nasılsa aynı şekilde durmuş, kapıya bakıyordu. Beni görünce gözlerinin içi gülümsedi.

 

Yanına geçtim. Tekli koltuğu yatağına yaklaştırıp ayakkabılarımı çıkarttım ve oturarak bağdaş kurdum. Benden yana olan elini tutup gülümsedim. "Doktorunla konuştum. Gece bir operasyona gireceksin. Sonrasında her şey çok güzel ilerleyecek. İyi olacaksın Ela. Ve ben hep senin yanında olacağım. Yolumuz bir şekilde kesişti ve ben bu yolun bir daha hiç ayrılmayacağını düşünüyorum." Söylediklerimle yüzüne oturan hüzünlü gülümseyiş, aynı hüzne bulaşmamı sağladı. Bu sefer ikimiz de kendimizi tuttuk. "İyi olacağım. Artık kabus gitti." dediğinde, dudağımı ısırarak gözyaşlarımı geri göndermeye çalıştım. Hızla başımı sallarken "İyi olacaksın. Artık kabus bitti." dedim ve elimin içindeki elini öperek saçlarını okşadım. "Hadi uyu biraz." dediğim sırada kapı tıklatıldı. Polis memurları kapının ardından "Müsaitseniz Ela Işık'ın ifadesini almaya geldik." dedi. Onları tamamen unutmuştum.

 

Ela'nın kasıldığını hissettim.

"Korkma. Hiç bir şey olmayacak. Sadece sordukları sorulara cevap vereceksin o kadar. Tamam mı?" Başını salladığında kalktım ve kapıyı açarak onları içeri aldım. Biri bana döndü. "Sizi dışarı alalım." dediğinde, tam onaylayacaktım ki Ela'nın korku dolu sesi yükseldi.

 

"Hayır! Efsun ablam gitmesin! Lütfen! Yalvarırım, tek kalamam!" diyerek ağlamaya başlaması hepimizi şaşırtmıştı. Koşar adımlarla yanına gittim. Boynuma sarılıp beni kendine çekiştirdi. "Efsun abla, lütfen gitme!" Bir eli boynumda, diğer eli kolumda, beni tutarken söyledikleriyle polisler birbirine bakıp "Tamam, Efsun ablan gitmiyor hiç bir yere. Sakin ol, Ela." dedi.

 

"Hiç konuşmamak şartıyla kalabilirsiniz."

 

Kafamı salladığımda Ela biraz da olsa sakinleşti ve beni bıraktı. Saçlarını öpüp "Buradayım." dedim ve odanın köşesine giderek onları izlemeye başladım. Biri kalemini açarak elinde tuttuğu dosyaya bir şeyler yazdı. Ardından lafa girdiler.

 

"Ela Işık. Bugün ablanı, Cansu Işık'ı sana şiddet uyguladığı iddiasıyla gözaltına aldık. Bize evde neler olduğunu anlatabilir misin?" Soruyla beraber Ela, sesli bir şekilde yutkunup konuşmaya başladı.

 

"Dün, eve arkadaşlarıyla geldi. Ben ders çalışıyordum. Sarhoş ve-" diyerek duraksadığında polisler sabırla bekledi. "Sarhoş ve uyuşturucunun etkisindelerdi. Korktum. Odama girip kapımı kilitledim. Bağırarak eğleniyorlardı. Seslerini duymamak için kulaklık taktım. Ablam, o sıralar da bana seslenmiş. Duymadığım için sinirlendi. Erkek arkadaşına kapıyı kırdırttı. O kadar korkuyordum ki, elime soda şişesini alarak kendimi korumaya çalıştım. O adam bana yaklaştı. Ablam sadece gülerek izliyordu." Titreyen sesiyle, boğazımdan yükselen hıçkırığı durdurmaya çalıştım. Elimi sertçe ağzıma kapatıp bunların bir kabus olmasını diledim. Değildi. Tüm gerçekliğiyle karşımızdaydı.

 

"Bana yaklaşmamasını söyledim ama dinlemedi. Dediğim gibi, uyuşturucu kullanmışlardı. Muhtemelen beni ablam sanıyordu. Onu da herhangi bir kadın. Çünkü bana yaklaşırken ablamın ismini söylediğini hatırlıyorum. Kollarını-" dedi ve titreyen sesiyle devam etti. Anlatırken o da kollarını kendine sarmıştı. "- bana sarmaya çalıştı. Korktuğum için elimdeki şişeyi kafasına geçirdim." dedi ve korkulu bir beklentiyle durdu. Yaptığının bir karşılığı olacak mı, onu bekliyordu. Polislerden biri anlayıp "Merak etme. Nefsi müdafaa oluyor yaptığın. Hiç bir sorun yok, devam et." dedi. Rahatlaması yüzünden okunurken devam etti.

 

"Bayıldı. Ablam, öldü sanıp korkunca, bana saldırdı. O kadar çok dövdü ki öleceğimi düşündüm. Normalde utanıp kimseye bir şey anlatmıyorum diye bunu fırsat bilip yapardı ne yapıyorsa. Ama dün, gerçekten sonum geldi sandım ve ablamı itip Çakır abimi aradım. Ablamı ittiğimde uyuşturucunun da etkisiyle bayılmıştı."

 

"Çakır kim?"

 

"Çakır Gürel. Ablamın, uyuşturucuya başlamadan önce en yakın arkadaşıydı. Ailemizi kaybedince bizimle çok ilgilendi. Maddi durumları iyi olduğu için bize hep destek çıktı. Ama ablam onun desteğini kötüye kullanmaya başlayınca bağımız koptu. Ablam görüşmemizi yasakladı. Bu yüzden de Çakır abim beni ara sıra, gizlice görmeye geliyordu. Gizli gelmesinin sebebi de ablamın bana zarar vermesini istemediğindendi." Sesi kısıldı. Zorlukla devam etti. "Zaten verdiğini, bilmiyordu."

 

"Hiç mi şüphelenmedi?"

 

"Hiç belli etmedim."

 

"Neden?"

 

"Çakır abim ablamın uyuşturucu kullandığını bilmiyordu. Sadece alkol bağımlılığından haberi vardı. Eğer öğrenirse beni bırakmayıp ablamı hapise göndermek için her şeyi yapardı. Bir de üzerine, kafayı her bulduğunda bana saldırdığını bilse, onu elinden kimse alamazdı." Dün sabah, Çakır'ın o canavarın üzerine nasıl yürüdüğünü hatırladım. Tutmasalar neler olurdu bilmiyordum. Ettiği tehditle Ela'nın söyledikleri de birleşince, onun ne kadar tehlikeli biri olduğunu anladım.

 

Aklıma geleni soru olarak yönelttiler.

 

"Çakır tehlikeli biri mi?"

 

Ela hızla düzeltti. "Hayır, asla! O çok iyi biri. Tek istediği beni kurtarmaktı. Ama ben ne olursa olsun ablama bir zarar gelsin istemedim. Onu kurtarmaya çalıştım. Başaramadım ama çalıştım." diyerek ellerini yüzüne kapattı ve tuttuğu tüm hıçkırıkları serbest bıraktı. Nefes alamadım. Acı, soluduğumuz havaya karışmıştı. Boğazımda düğüm olup kalıyordu.

 

Polislerden biri bana bakıp eliyle Ela'yı gösterince hızla yanına geçtim. Kollarımı etrafına sarıp, onu sıkıca sarmaladım. Saçlarını öpüp varlığımı hissettirmek istedim. Birkaç dakika sonra sakinleşti. Elini elimin üstüne koyup kafasını kaldırdı ve "Artık kurtulmak istiyorum! Daha fazla böyle yaşayamam! Lütfen bana yardım edin!" dedi.

 

Boğazını temizleyip konuşan polise baktım. "Sana yardım edeceğiz Ela. Artık buna katlanmayacaksın. Devam et, Çakır abini aradın ve?"

 

"Onu arayıp bizim eve gelmesini söyledim. Ne olduğunu sorduğunda ablamın delirdiğini, beni öldüreceğini söyledim. Telefonu kapatmamamı söyleyip yola çıktı. Bana kendisi gelene kadar güvenli bir yere geçmemi söyledi ama ablam kapıyı kilitlemişti. Evden çıkamıyordum. Ben de ablam uyanmadan önce lavaboya girip kapıyı kilitledim. Çakır abim hala telefondaydı. Bana geldiğini söylediğinde lavabodan çıktım. Pencereye koşarak Çakır abime baktım. Beni gördü. Delirmiş gibi kapıya yüklenmeye başladığında arkamı döndüm. Ablam ve o adam, uyanmıştı." Boğulurcasına kurduğu son cümleyle, tekrar ağlamaya başladı. Yaşadıkları o kadar zor ve psikolojisi o kadar bozuktu ki, bunları anlatabiliyor olması bile bir mucizeydi. Sessizce akıttığım gözyaşlarım onun saçlarına karışırken, devam etti.

 

"Çığlık atarak Çakır abime seslendim. Onun geldiğini fark ettiklerinde korktular. Adam arka pencereden kaçtı. Ablamsa telefonu zorla alıp kapattı. Ben Çakır abim geldiği için kurtulduğumu düşünürken, polis arabalarının sesini duydum. Pencereye yöneldim ama ablam beni yakaladı. Gerisini hatırlamıyorum. Beni bayılttı. Uyandığımda sabah olmuştu. Daha ne olduğunu anlayamadan, yerde, kaçan adamın telefonunu buldum. Çakır abimi aradım ama telefonu kapalıydı. Ona bir şey yaptıklarını düşünüp öfkelendim. Ablamı arayıp Çakır abime ne yaptıklarını, onu göremezsem kaçacağımı söyledim. Onu öldürmekle tehdit edince korktum. Elim kolum bağlandı. Onun gelip, yine bana aynı şeyleri yapmasını bekledim. Başka çarem yoktu. Polisi arayamadım, kimseyi arayamadım."

 

Sözlerinin bittiğini belli edercesine başını eğdiğinde, tüm anlattıkları birer sıkıntı olup yüreğime yerleşmişti. Ben o gece odamda rahatça oturup film izlerken, o canıyla sınanıyordu. Uyumamak için annemle tartışırken o, ölüm uykusuna itiliyordu.

 

Yaşadıkları korkunç şeylerdi. Kalan izleriyle, yaşamak zorunda oldukları da öyle.

 

"Bu şiddet, ne zamandır var? Ablan uyuşturucuyla mı böyle oldu? Yoksa öncesi de var mıydı?"

 

      

"Bir yıldır. Uyuşturucuyla başladı. Öncesinde beni canından çok severdi. Anne ve babamız ölünce, kendine gelemedi. Uyuşturucu da tüm bunların başlangıcı oldu."

 

Polisler son notlarını aldı.

 

"Anlıyorum. Anlattıklarını not aldık. Merak etme, Ela. Herkes hak ettiğini alacak." Polisin kararlı sesiyle Ela'nın rahatladığını hissettim. Artık yalnız olmadığını bilmek ona iyi gelmişti. Bir yıldır içinde tuttuklarını anlatmak da öyle.

 

Polisler çıktı.

 

Kapanan kapıyla bir süre konuşmadık. Ela başını göğsüme yaslamıştı. Bense saçlarını okşuyordum. Bir kaç dakika geçti. Düzenli nefesini duyduğumda uyuduğunu anlayıp gülümsedim. Ardından anlattıkları, zihnimde tekrarlanmaya başladı. Gülümseyişim silindi. Aynı anda akan bir damla yaşla, gözlerimi kapattım. İçten içe ona bunu yaşatanların toz olup kaybolmasını dilerken, uykuya dalmıştım.

 

Bilinçaltımın perdesi açıldı.

 

Hastane koridorundaydım. Üzerimde beyaz bir elbiseyle duruyordum. Uzun koridorun sonunda bir ışık yanıyordu. O kadar cılız bir ışıktı ki, sevdiğim karanlığın korkusunu hissettim. Arkama baktım. Zifiriydi, aceleyle öne doğru bir adım attım. Etrafıma bakarak ilerlemeye devam ettim. Adım attığım yerler ara sıra aydınlanıyor, bu aydınlık duvarları görmemi sağlıyordu.

 

Duvarlarda kan vardı. Sıçramış, el basılmış, sürtülmüş.

 

Ayaklarımda hissettiğim ıslaklıkla hızla yere baktım. Yerde kan gölleri vardı. Korkuyla dudaklarım aralandı. Çığlık atmak, haykırmak istiyordum ama soluğum bile içime kaçmış gibi, çıtımı çıkartamıyordum. Yürüyüşüm, zamanla koşmaya döndü. Koşuyordum ama koridor bitmiyordu. Işığın kaynağına ulaşamıyordum. Koşmaya devam ettim. Hiç durmadım. Belki de dakikalarca koştum.

 

"Efsun!" Adım bağırıldığı an da durdum. Nefes nefese, tam önüme bakıyordum. Ses nereden gelmişti, bilmiyordum ama sadece oraya bakıyordum. Zaten arkamı göremezdim, geçtiğim yerler zifiride kalıyordu.

 

Tekrar duydum. "Efsun!"

 

Yanıt veremiyordum. 'Buradayım!' diyemiyordum.

 

Bir hareketlilik gördüm. Koridorun sol tarafından bir el uzandı. Bu Ela'ydı!

 

Yerde, eliyle destek alarak sürünüyordu. Bedeni tamamen görüş alanıma girdi. Kanlar içindeydi. Saçları kanla kaplanmış, hastane kıyafeti kızıla dönmüştü. Gözlerim yerlerinden çıkacak gibi açıldı. Tam o esnada beni gördü. Dudakları hareket etmedi. Ama sesi yankılandı. "Efsun!"

 

Hareketsizce durup onu izliyordum. Bir elini kaldırdı. Bana ulaşmaya çalıştı. Ulaştığı tek şey karanlık olurken, duvardan bir el daha çıktı. O el, aynı bir kıskaç gibi Ela'nın bacağına dolandı. Ben dehşetle sarsılırken, onun gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Direnmedi, savaşmadı. Sadece bana baktı. Gözlerimiz kopmadan, o karanlığa çekilmeden hemen önce sesini son kez duydum.

 

"Beni bırakma!"

 

Perde kapandı.

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

 

Loading...
0%