Yeni Üyelik
12.
Bölüm

10. Bölüm (Yirmi Üç Saniye)

@betulbasndrglu

Dünün üzerinden bir gece geçti. Babama da anneme anlattıklarımı anlatmıştım. Tepkisi daha sertti ama annemden çabuk toparlanmıştı. Ya da bana öyle göstermeye çalışıyordu, bilmiyorum. Çakır'la bizden ayrı konuşmuştu ve geri döndüklerinde, Çakır'ı yarın akşam yemeğine davet ettiğini söylemişti. Çakır sırıtarak bana göz kırptığında, gülmeme sebep olmuştu.

 

 

 

 

Babamın durumuna dair bir şey öğrenememiştim. Beni geçiştirmişti. Ama içimden bir his, durumun sadece tansiyon düşüklüğü olmadığını söylüyordu. Bunu haykırıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Abim dün gece de gelmedi." derken sesim kırgın çıkmıştı. Gerçi gelmemesi daha iyi olmuştu. Hiçbir şeyden haberi yoktu ama... Bana 'geleceğim' demişti.

 

 

 

 

Annem içtiği çayı kahvaltı masasına bıraktı. "Sabah gördüm. Mesaj atmış. Pasta sözünü ikiye katladığını ve seni kocaman öptüğünü söylemiş."

 

 

 

 

Bu, yüzümdeki ifade de bir değişiklik oluşturmadı. İçimden geçeni annemlerle paylaştım. "Bizden tekrar uzaklaştığını hissediyorum. Muğla'daki gibi." Sonlara doğru kısılan sesimle, ikisi de birbirine baktı. Ardından babam telefonunu çıkardı ve birini aradı. Sakin bakışlarla onu izliyorduk.

 

 

 

 

"Alo, neredesin?"

 

 

 

 

Belli belirsiz abimin sesini duydum. Klinikte olduğunu söylüyordu. Babam onu dinledi ve ciddi tavrından taviz vermeden "Hemen tüm işlerini sonlandırıp eve geliyorsun. Bu akşam yemekte seni de göreceğim. Bu bir istek değil, babanın emri Erdem. Akşam yemeğinde evde ol." dedi. Bir cevap beklemeden telefonu kapadı ve "Buna izin vermem." dedi. Az önce söylediğime karşılık olarak söylemişti bunu. Burukça gülümsedim. Abimi çok seviyordum ve onun benden, bizden uzaklaşmasını istemiyordum. Ama kişilik olarak, yalnız kalmayı seven ve kolayca uzaklaşabilen biriydi. Geri geldiğindeyse tüm sevgisini üzerimize yığıyordu ve kaybettiği zamanı telafi ediyordu. Bense yalnız kalabilen ama sevmeyen, sevdiklerimden de uzak kalmayı kaldıramayan biriydim. Her gün görmek istiyor ve varlığımı hissettirmeyi seviyordum. Tıpkı şu an Çakır'a yaptığım gibi.

 

 

 

 

 

 

'Sence hangisi?' Sırıtarak attığı fotoğrafa tıkladım. Bu akşam anneme alacağı çiçeği seçmemi istiyordu. Çiçeklerden anlamazdım. O, annemin uzmanlık alanıydı.

 

 

 

 

'Mor olan güzel gibi duruyor.' Fotoğrafı biraz daha inceledim. Ardından tekrar yazdım. 'Yok ya. Maviyi al.'

 

 

 

 

İkisini yan yana getirip tekrar attı. 'Bir de böyle bak'

 

 

 

 

 

'Evet, maviyi al. Hem, annem maviyi daha çok sever.'

 

 

 

 

'Sen?'

 

 

 

 

'Ben çiçekten anlamam.'

 

 

 

 

'Çiçek için sormuyorum kızım. Sana niye çiçek alayım? Sevdiğin rengi soruyorum.'

 

 

 

 

Ağzımdan bir 'hah' sesi çıktığında, sohbet eden anne ve babam bana döndü. Yapay bir kahkahayla "Ay, çok komik video." dedim ve telefona geri döndüm. Göz ucuyla baktığımda, gülerek birbirlerine geri döndüler. Bende hararetle yazmaya başladım.

 

 

 

 

'Hayvan! Senden çiçek isteyen kim?-' Dilimi dışarı çıkartarak bir hışımla yazdıklarımın farkına vardım ve durdum. Allah aşkına! Ne diyordum ben?

 

 

 

 

'Siyah.' diyerek, "umurumda değil" havası vermeye çalıştım. Ama çok pis kurulmuştum.

 

 

 

 

"Akşam içtiğin çorbaya tüküreyim de gör." dedim, telefonu kapatıp masaya koyarken.

 

 

 

 

"Kimin çorbasına tüküreceksin?" Annem gülerek sorduğunda, dudağımı ısırdım.

 

 

 

 

"Abimin ya. Gıcık oldum, pastamı getirmezse çorbasına tüküreceğim."

 

 

 

 

 

 

İkisi de kahkaha attığında, ben de güldüm ve masadan kalkarak toplamaya başladım. "Akşam için ne hazırlayacağız anne?"

 

 

 

 

"Ne hazırlayacağız, değil. Ne hazırlayacaksın? Biz babanla dışarı çıkıyoruz."

 

 

 

 

Açılan ağzımla anneme baktım. "Nasıl ya? Ben tek başıma mı hazırlayacağım?"

 

 

 

 

"Ay, Efsun. Sanki ilk defa yemeği sana paslıyorum."

 

 

 

 

"Babacım, duy bunları. Annem beni mutfağa boşuna dahil etmedi. O çok severek yediğiniz yemekleri ben yapıyorum, annem de 'Evet kızım, çok güzel yapıyorsun.' diyerek kahve içiyor."

 

 

 

 

 

 

Babam sırıtarak anneme baktığında, annem, "Ah, komik kızım." diyerek sırtımı sıvazladı. Kahkaha atarak toplamaya devam ettim. "Hem siz nereye gidiyorsunuz?"

 

 

 

 

 

 

"İşlerimiz var." Kafamı sallayarak bana yardım edişini izledim. Düne rağmen beni evde tek bırakabiliyorlarsa, ya gerçekten çok önemli bir işleri vardı ya da Çakır babamı güvende olduğuma son derece iyi bir şekilde ikna etmişti. Takılmamaya çalıştım. İstediğim buydu zaten.

 

 

 

 

Birlikte mutfağı topladık. Ardından hazırlanmaya gittiler ve dakikalar sonra evde yalnız kaldım. Bir an için duraksamıştım. Annemin çıkmadan önce uzun uzun nutuk çektiği şeyleri yerine getirdim. Tüm kapıları kilitledim ve camları kapadım. Perdeleri çekip ışıkları açtım ve kapının kenarına demir levye koydum. Evet, bunu yapmamı babam istemişti... Çok geç kalmayacaklarını, abim gelmeden hemen önce geleceklerini söylemişlerdi.

 

 

 

 

 

 

Sorun olmayacağını söyledim. Bu yüzden, sorun etmemeye çalışarak, mutfağa geçtim.

 

 

 

 

 

 

Her şey iki saat içinde hazırdı. Saate baktım. 18.02. Kahvaltıyı geç saatte yaptığımız için, neredeyse akşam olmak üzereydi. Masa hazır olunca odama geçip üzerimi değiştirdim. Siyah, boru paça pantolonla; yine siyah, bol gömleğimi giyindim. Gömleğimi pantolonumun içine sokup hafif potluklar verdim ve kolye olarak düz, beyaz bir şerit figürü olan kolyemi taktım. İşte, hazırım. Makyaj yapmamıştım çünkü bir rimel, bir dudak nemlendiricisi ve bir ruj haricinde makyaj malzemem yoktu. Onları da sadece özel günlerde kullanıyordum. Doğallığı mı seviyorum yoksa uğraşmaya mı üşeniyorum, habersizdim.

 

 

 

 

 

 

Odadan çıkıp mutfağa geçeceğim sırada, bir ses duydum. Attığım adım havada kaldı. Hareket etmeden odaklandım. Ses dış kapıdan gelmişti. Sakince levyeyi elime aldım ve kapı deliğinden baktım. Hiçbir şey gözükmüyordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı.

 

 

 

 

 

 

Ah! Ne oluyor?

 

 

 

 

 

 

Bedenime basan sıcakla elimi kilitlere götürdüm. Ses çıkarmadan çevirdim ve kapı kulpunu tuttum. Derin bir nefes alıp, kapıyı hızla açtım ve levyeyi havaya kaldırarak vurmaya hazırlandım.

 

 

 

 

 

 

"Lan!"

 

 

 

 

"Çakır!"

 

 

 

 

"Canıma kastın mı var kızım? Elindeki ne?"

 

 

 

 

"Sen manyak mısın? Niye kapının önünde oturuyorsun?"

 

 

 

 

 

 

"Tarık amcanın ricası."

 

 

 

 

"Ne? Nasıl?"

 

 

 

 

"Önce şu elindekini indir."

 

 

 

 

Levyeyi indirip kenara bıraktım ve saçlarımı arkaya atıp sakinleşmeye çalıştım. "İçeri gel."

 

 

 

 

 

Arkamı dönüp içeri adımladım.

 

 

 

 

 

 

"Anlat bakalım. Babam senden niye-" Ona döndüğümde gördüklerimle, söyleyeceklerimin devamını getiremedim. Elinde tuttuklarından sonra, yüzüne çevirdim bakışlarımı.

 

 

 

 

 

 

Hafif gülümseyişiyle, kısılmış gözleriyle, alnına düşen saçlarıyla ve elinde tuttuğu biri mavi, biri siyah olan gül demetleriyle... Kalbimi avucuna alıp okşuyor gibi hissediyordum.

 

 

 

 

 

İlk şoktan çıktım ve gece, yatağa girince düşünüp utanacağım o hareketi yaptım. Sevinç çığlığı...

 

 

 

 

 

 

Parmak uçlarım dudaklarıma gitti ve belli belirsiz açılan ağzımı kapattım. Çakır tepkime koca bir kahkaha patlattığında, başı arkaya düştü. Bense öne eğilerek gülmeye başladım.

 

 

 

 

 

 

Oyun odasında gülerek bizi izleyen ufaklık, küçük parmaklarıyla ağzını kapatıp kıkırdadı. 'Ayyy!' diyerek yanaklarını tuttu. 'Çok tatlı!' Kızarmıştı.

 

 

 

 

 

"Çakır!" derken, şımarık bir kız çocuğu gibi uzatmıştım son harfleri. Bana uzattığı siyah gülleri kucakladım ve "Nereden buldun bunları?" diye sordum. Anneme aldığı gül demetini dolabın üstüne bırakıp bana döndü.

 

 

 

 

 

 

"Boş ver sen orasını. Beğendin mi?"

 

 

 

 

 

 

"Çok beğendim." dedim ve demete sarılarak ona baktım. Gözlerimi iri iri açarak gülümsedim. "Teşekkür ederim." Gülümseyişime bakarak yavaşça bana yaklaştı. Aramızda çok az bir mesafe bırakana kadar, ilerledi ve durdu. Gözlerimiz birbirine kenetlendi.

 

 

 

 

"Rica ederim." Mırıldanışı, kulağıma bir şarkı gibi geliyordu. Sesi...

 

 

 

 

 

'Hey, dünya!' diye bağırmak istiyordum. Baksanıza bana! Huzuru buldum, burada! Karşımdaki adamın sesinde, beni kendine çeken ellerinde!

 

 

 

 

 

 

 

"Ay, dur! Çiçeğim kırılacak!" Tam bana sarılacakken durdurduğum Çakır, kaşlarını çatarak benden uzaklaştı.

 

 

 

 

 

"Çiçeğe sarılmayı bırakırsan, sana sarılacağım."

 

 

 

 

 

"Ama çiçeğim..." diyerek daha sıkı sarıldım. Biçimli kaşları daha da çatıldı. "Çiçeği alana da sarılman lazım, bu bir kuraldır. Haberin yok mu?"

 

 

 

Güldüm. "O kural nereden çıkmış öyle?"

 

 

 

 

 

Omuz silkti.

 

 

 

Dudak büzerek çiçeğimi son kez kokladım ve anneminkinin üstüne nazikçe bıraktım. Çakır'a döndüğümde, kollarını kaldırdı ve beni bekledi. Yüz ifadesi beni güldürürken, açtığı kollarının arasında yerimi aldım. Evet, benim burada bir yerim vardı. Kaburgalarının arasında, kalbine çok yakın bir yerde.

 

 

 

"İtiraf et. Bana sarılmak hoşuna gidiyor."

 

 

 

 

 

Bunun cevabını, mümkünmüş gibi daha da sıkı sarılarak verdi. Kıkırdadım.

 

 

 

 

 

 

 

'Aşık oldu bu çocuk sana.' diyen ufaklık, oyun odasından yatak odasına geçmişti. Burnuna dolan koku uykusunu getirmişti çünkü. Ona gülümseyerek karşılık verdim. 'Biliyorum.'

 

 

 

 

 

 

 

Kapı çalınca, hızla Çakır'dan ayrıldım ve nemlenen gözlerimi sildim. Bunu gördü, kaşlarını çatarak neden gözlerimin dolduğunu sorguladı. Ona verecek bir cevabım olmadığı için kapıyı açmaya gittim.

 

 

 

 

 

 

 

"Abi!" diyerek eve girmeden boynuna atladığımda, beni gülerek tuttu. "Kızım bir dur, içeri gireyim önce."

 

 

 

 

 

Abim eve girerken, hemen arkasından anne ve babamda geldi. "Ah! Oğlum, aynı anda geldik." diyerek içeri girdi annem, nefes nefese. Babamsa evin etrafına bakarak ayakkabılarını çıkartıyordu. "Boşuna bakma babacım. Kapıya diktiğin adamı az kalsın levyeyle ikiye ayıracakken fark ettim." dedim ve elimle arkamda duran Çakır'ı gösterdim. Annem güldü. Babam yakalandığı için mahcup olurken, abim Çakır'ın varlığını sorguladı.

 

 

 

 

 

 

 

"Bu arkadaş kim?"

 

 

 

 

 

 

 

Babam konuştu. "Misafirimiz, Erdem. Tanıştırayım, Çakır Gürel. Lisedeyken Hakan Gürel diye bir arkadaşım vardı, hatırlıyor musun? Anlatırdım hep. Onun oğlu. Aynı zaman da Efsun'un bahsettiği Ela'nın abisi."

 

 

 

 

 

 

 

Abim anlattıklarımı yeni hatırlamış gibi duraksadı. Bu sırada Çakır ona elini uzatmıştı. "Merhaba."

 

 

 

 

 

 

 

Abim elini sıktı ama yüz ifadesi pek hoş değildi. Ne zaman karşı tarafı rahatsız edecek bir şey yapacak, söyleyecek olsa, dudağının kenarını hafifçe yukarı kaldırırdı. Aynı şu an yaptığı gibi...

 

 

 

 

 

"Hani şu deli ablasıyla tek başına bırakılan kızın abisi mi? Gerçek abisi değilsin anladığım kadarıyla."

 

 

 

 

 

 

 

Böyle bir tepki beklemediğim için, şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Çakır'ın da beklemediği belliydi. Abim elini çekmesine rağmen eli birkaç saniye havada kaldı.

 

 

 

 

 

 

 

"Abi!" Uyaran ses tonumla bana döndü ve hiçbir şey söylememiş gibi, "Abicim, çok özledim seni." diyerek bana sarıldı. Abimin kollarındayken bakışlarımı Çakır'a çevirdim. Boynu kızarmış, damarları belirginleşmişti. Anne ve babamla zoraki bir gülümsemeyle selamlaşıyordu. Bu sırada her ikisinin de delici bakışları abimi hedef almıştı.

 

 

 

 

 

 

 

Abimin kulağına fısıldadım. "Evine gelen misafire ne güzel davranıyorsun böyle!"

 

 

 

 

 

Abim yapay bir gülümsemeyle benden ayrıldı. "Evet, pastalar tam istediğin gibi. Beyaz çikolatalı ve fıstıklı."

 

 

 

 

 

Çakır bozulan keyfine rağmen, annem için aldığı gülleri dolabın üzerinden alıp ona uzattı. Gülümsemeye çalıştı. "Size layık değil ama."

 

 

 

 

 

 

 

"Ah! Oğlum, zahmet ettin!"

 

 

 

 

 

 

 

"Oğlum mu?" Abimin sadece benim duyabileceğim tonda homurdanmasıyla, boşluğuna dirseğimi geçirdim. Yüzünü buruşturarak bana döndü. "Sus!"

 

 

 

 

 

Çakır'a geri döndüm. Annemin hitabı, yüzüne yerleşmeye çalışan gülümsemeye destek çıktı. 'Oğlum' demesi hoşuna gitmişti. O an, babamı hastaneye götürdüğümüz gün anneme 'Gül anne' diyerek hitap ettiğini hatırladım.

 

 

 

 

 

Dudaklarıma yerleşen gülümseme, anlamlı bir hal aldı.

 

 

 

 

 

"Estağfurullah."

 

 

 

 

 

"Siyah güller kim içi-"

 

 

 

 

 

"E hadi yemeğe geçelim. Masa hazır ve ben çok açım." diyerek abimin sözünü ağzına tıktım ve kolundan tutarak mutfağa çekiştirdim. Çok kısa bir an annemle göz göze geldik. Gülümsüyordu. Babama bakmamaya çalıştım.

 

 

 

 

 

Abimi masaya ittirirken "Hatırlat, boş bir anımda sana sataşacağım." dedim ve sahte bir sevimlilikle "En sevdiğin yemeği yaptım." diyerek saçlarını öne yatırdım. Elimden kurtulup saçını düzeltti ve anneme döndü. O sırada onlar da masaya yerleşmişti. "Anne, ne zamandan beri canımızın bir kıymeti yok?"

 

 

 

 

 

"Anlamadım."

 

 

 

 

 

"Yemeği Efsun yapmış."

 

 

 

 

 

Anne ve babam güldü. Çakır sırıtarak bana baktığında, gözlerimi devirdim. Oysa daha önce yaptığım yemeği yemiş ve beğenmişti. Halimizi komik bulduğu için sırıtıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

"Evi otel olarak kullandığın için yaptığım yemeklerin lezzetini unutmuşsun abicim. Senin için özel bir yemek bile yaptım."

 

 

 

 

 

"Hadi canım! Neymiş?"

 

 

 

 

 

"Tavuk ayağı kızartması."

 

 

 

 

 

Annem kahkaha atarak elini ağzına kapatırken, babam 'biz bu çocukları yetiştirirken nasıl bir hata yaptık' başlıklı bakışını atıyordu. Hatta bir ara dönüp Çakır'a 'normalde böyle çocuklar değiller' dermiş gibi hareketler yaptığını gördüm.

 

 

 

Çakır'ın gülmesi abimin keyfini kaçırdı.

 

 

 

 

 

"Ha-ha-ha! Çok komik!"

 

 

 

 

 

Ona sırıtarak çorbaları servis ettim. Çakır ve abim aynı anda bitirdi. Önce Çakır'ın tabağını aldığımda, abimin keyifsizliği arttı. Bunu bilerek yapmamıştım. Sonuçta o misafirdi.

 

 

 

 

 

Dakikalar geçti. Masada genel bir sohbet dönerken, yanımda oturan annem kulağıma eğildi. "Gülleri görmedim sanma." Kaşlarımı kaldırarak anneme baktım. Salağa yatma zamanı!

 

 

 

 

 

"Pardon annecim. Anlamadım."

 

 

 

 

 

"Evet, tabii, anlamadın." Gülümseyerek suyumu yudumladım.

 

 

 

 

 

"Üniversite bitmeden evlenmek yok. Belki nişan yapabiliriz." Boğazıma kaçan suyla öksürmeye başladım!

 

 

 

 

 

"Efsun. Kızım, iyi misin?"

 

 

 

 

 

Elimi yumruk yapıp ağzımı kapatırken, anneme yandan bir bakış attım. Sırıtarak sırtıma vuruyordu. "Kızım, ne oldu?"

 

 

 

 

 

Çakır'ın endişeli bakışlarının altında eziliyor gibi hissediyordum. Annem ne demişti öyle!

 

 

 

 

 

"İyiyim." derken suyumdan bir yudum daha aldım ve masadan kalktım. "Hemen geliyorum."

 

 

 

 

 

Koridora çıkıp sırtımı duvara yasladım ve nefesimi düzenlemeye çalıştım. Evlenmek mi? Bunu düşündürecek kadar ne görmüştü annem? Dışarıdan bakınca halimiz anlaşılıyor muydu? Halimiz neydi ki? Biz neydik? Ben, hoşlanıyor muydum? Hoşlanmak mıydı bu?

 

 

 

 

 

Başımı yukarı kaldırıp boğazımı serinletmeye çalıştım. Terlemiştim. Avuç içlerimden ateş çıkıyor gibi hissediyordum ama ellerim buz kesmişti.

 

 

 

 

 

Onu görünce ne hissediyordum? Gözlerimi kapatıp, tavandaki eserimi gözlerimin önüne getirdim. Bana ilk sarılışını düşündüm. Bana ilk 'Efsun' dediği anı. İlk göz göze gelişimizi.

 

 

 

 

 

Gözlerimi açıp, titreyen ellerimi birbirine kavuşturdum.

 

 

 

 

 

Ne hissediyorum? Bilmiyorum. Anlamlandıramıyorum. İlla ki bir şey söylemem gerekirse, kendime bir itirafta bulunmam gerekirse, bana özgürlüğü hissettirdiğini söyleyebilirdim. Sanki, karanlıktan çıkabilirmişim gibi bir özgürlük hissettiriyordu.

 

 

 

 

 

Karanlıkta durmama gerek kalmamış kadar özgür...

 

 

 

 

 

Düşüncelerime güldüm. Duymasınlar diye elimi ağzıma kapattım ve gülmemi durdurmaya çalıştım.

 

 

 

 

 

'Karanlıkta durmama gerek kalmamış kadar özgür' mü? Özgürlük neydi? Aydınlığa çıkmak mı? Bunun için birine aşık mı olunmalı?

 

 

 

 

 

"Saçmalık!"

 

 

 

 

 

"Saçmalık olan ne?"

 

 

 

 

 

Yerimde sıçrayarak Çakır'a baktım. Elimi kalbimin üstüne koydum. "Hiç. Hiçbir şey."

 

 

 

 

 

Bakışlarını çok kısa bir anlık titreyen bedenimde gezdirdi ve gözlerime baktı. "İçeride ne oldu?"

 

 

 

 

 

Hangi içeride?

 

 

 

 

 

"Hiçbir şey."

 

 

 

 

 

"Senin neyin var?"

 

 

 

 

 

"Hiç-"

 

 

 

 

 

Uyaran ses tonuyla "Efsun!" dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bana doğru bir adım attı ve "İyi misin?" diye sordu. Gözlerinin içine baktım. Kendimle yarışmaya karar verdim. Yirmi üç saniye. Yirmi üç saniye gözlerine bakacağım ve ona karşı ne hissediyorum, anlayacağım.

 

 

 

 

 

Bir, iki, üç...

 

 

 

 

 

"Efsun?"

 

 

 

 

 

Dört, beş, altı... Bakışlarıma kapıldı. Altıncı saniyeden sonra sustu ve beni bekledi.

 

 

 

 

 

Yedi, sekiz, dokuz...

 

 

 

 

 

Kalbimin atış hızı, kulaklarımı doldurdu. Başımın arkasında bir ağrı yükselmeye başladı. Bunlar sağlıklı şeyler değildi. Ona bakınca, sağlıklı şeyler olmuyordu. Aşk mıydı bu? İnsan bedenine aykırı bir duygu, aşk! Kim demiş, aşk güzel bir duygu diye? Olduğum yere düşüp kalacaktım.

 

 

 

 

 

On altı, on yedi, on sekiz...

 

 

 

 

 

Gözleri çok güzel. İçlerinde endişe var. Ah, hala titriyorum!

 

 

 

 

 

Yirmi bir, yirmi iki...

 

 

 

 

 

"Efsun!" Yirmi ikinci saniye de ismim seslenildi. Korkuyla sendeledim. Ardından kızgınlıkla başımı kaldırdım. Al işte! Yirmi üçüncü saniyeye ulaşamamıştım. Kim bilirdi ki? Belki de yirmi ikinci saniyeden yirmi üçüncü saniyeye geçerken, kalbimin atış hızı düşecekti. Başımın ağrısı dinecek, ellerimin titremesi duracaktı. Çakır'ın endişeli bakışlarına sinirle karşılık verdim. Ne hissettiğimi çözememiştim! O bir saniyeyi yaşayamadan, nasıl anlayacaktım ne hissettiğimi? Kendime verdiğim süreyi tamamlayamamıştım!

 

 

 

 

 

"Efsun, beni korkutmaya başlıyorsun."

 

 

 

 

 

"Ben iyiyim. Elimi yüzümü yıkasam, iyi olacak."

 

 

 

 

 

"Emin misin? İstersen Gül Hanım'ı çağırabilirim."

 

 

 

 

 

"Gerek yok. Sen masaya geri dön, geleceğim."

 

 

 

 

 

Cevap vermesini beklemeden arkamı döndüm ve üst kata çıktım. Banyoya girip kapıyı kapadım ve kilitledim.

 

 

 

 

 

Hızlanan nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Işıkları kapattım ve sırtımı kapıya yaslayarak yere çöktüm.

 

 

 

 

 

Yirmi üç saniyeyi başka bir zaman tutacaktım. O zaman anlayacaktım ne hissettiğimi. Şimdi sakinleşmeliydim.

 

 

 

 

 

Birkaç dakika geçti. Ben, odanın karanlığı yetmezmiş gibi gözlerimi kapattığım anlarda, kapı tıklatıldı. Annem gelmişti.

 

 

 

 

 

"Efsun? Kızım, iyi misin?"

 

 

 

 

 

Hızlıca kalkıp endişesine son verdim. Kapıyı açmadan önce ışığı açmıştım.

 

 

 

 

 

"İyiyim. Midem bulandı biraz."

 

 

 

 

 

Annem yalan söylediğimi anladı. Saçlarımı severek kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Annecim, bu kadar rahatsız olacağını bilseydim konuşmazdım öyle. Ben sandım ki-"

 

 

 

 

 

"Ne sandın anne? Babamla kendini mi gördün bizde?"

 

 

 

 

 

"Şimdi değil ama ileride, belki."

 

 

 

 

 

"Daha ben anlayamıyorken ne hissettiğimi, sen nasıl bu düşünceye vardın?"

 

 

 

 

 

Amacım içimdeki kavgayı sonlandırmaktı. Karanlığıma sızmaya çalışan ufak bir ışık vardı ki, o ufak ışık beni ölüm kadar korkutuyordu. Ama annem, bir cümle kurdu. Yalnızca bir cümle. İçimdeki kavgayı sonlandıran, tarafların birbirine bakakalıp, dizginlendiği bir cümle.

 

 

 

 

 

"Ne hissettiğini anlayamamak, hissin ta kendisidir Efsun."

 

 

 

 

 

Ellerimin titremesi durduğunda, annemin ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. O da, belki de on dakikadır verdiğim kavgayı sonlandırdığımı anladı. Elini koluma koyup sıvazlarken, merhamet dolu sesiyle gülümseyerek tekrar konuştu.

 

 

 

 

 

"Ve güzel kızım, emin ol. Kötü bir şey hissediyor olsaydın, bunu anlamak için uğraşmazdın."

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

Loading...
0%