Yeni Üyelik
13.
Bölüm

11. Bölüm (En Güzel Akşam)

@betulbasndrglu

 

 

"Ve güzel kızım, emin ol. Kötü bir şey hissediyor olsaydın, bunu anlamak için uğraşmazdın."

 

 

Anneme yavaşça başımı sallayarak bakışlarımı indirdim. Kötü bir şey hissetmiyordum. Çünkü ne hissettiğimi anlamaya çalışıyordum. Kötü his, pis bir koku gibiydi. Temiz bir havadan, boğucu bir odaya girince burnunuza nasıl bir koku geliyorsa, kötü his oydu işte.

 

 

"Düşünme. İçinden ne geçiyorsa onu dinle. Ama şimdi, gel ve gününü devam ettir. Gün bitmeden köşeye çekilmek yok."

 

 

"Köşeye çekilmemiştim."

 

 

"Ya, tabii. O yüzden karanlıkta oturuyordun." Kaşlarımı kaldırarak anneme baktım.

 

 

Yaptığım şeyin farkında mıydı? Karanlığa saklandığımın, farkında mıydı?

 

 

İçimden yükselen boğuk sesi duydum. Kimse saklandığın karanlığı fark edemez, Efsun.

 

 

"Hadi, yemeğe."

 

 

Birlikte masaya geçtik. Babam bana bakıp "İyi misin kızım?" deyince, gülümseyerek başımı salladım. Abimin ve Çakır'ın bakışlarını hissediyordum. Endişesini de. Abime bakarak gülümsedim. Aynı şekilde karşılık verdi. Ama Çakır'a bakamadım. Nedenini bilmiyordum. Evet, annem bana ferahlatıcı bir cevap vermişti ama yine de içimde düşünmem gereken şeyler vardı. Ya da düşünmemem, sadece yaşamam gereken şeyler. Henüz bunu ayırt edecek bir şey yaşamadığım için, Çakır'ın gözlerine bakacak cesaretim yoktu.

 

 

Daha ne olsun? Çiçek aldı, sarıldı, sevdiğini hissettirdi... Küçük kızın uykuyla karışık mırıldanışlarıydı bunlar. Üstünden düşen örtüsünü düzeltip uykuya dalmasını sağladım.

 

 

Yemekler bitti. Babam, Çakır ve abim sohbet ediyorlardı. Abimin baştaki kaba tavrı dağılmış gibi duruyordu.

 

 

Masayı erkekler toplamıştı. Tatlı servisi yaparak salona geçtik. Babamın telefonu çaldığı için yanımıza geçmeden önce odasına çekildi. Anneme "Kim arıyor?" diye sorduğumda, "İş ile ilgili." dedi ve kahvesini yudumladı. Kaşlarım çatık bir şekilde onu izledim. Babam hiçbir zaman iş ile ilgili konuşmalarını odasında yapmazdı.

 

 

"Ee, Çakır. Sen neler yapıyorsun? Üniversiteye mi gidiyorsun?"

 

 

"Evet. Tıp fakültesi öğrencisiyim. Dördüncü sınıf."

 

 

Annem gülümseyerek "Ne güzel. İstanbul'da mı okuyorsun?" diye sordu.

 

 

"Hayır, efendim. Yurt dışında okuyordum ama şu anlık dondurdum. Türkiye'ye dönmek gibi bir ihtimalim var."

 

 

İlk defa duyduklarımla kulak kesildim. Nasıl yani? Söylediği, yurt dışına geri dönme gibi bir ihtimali de olduğunu gösteriyordu. Gidecek miydi? Hızlanan kalbimle yanaklarımın ısındığını hissettim. Annemin bakışları bir anlık üzerime kaydı.

 

 

"Ailen burada mı?"

 

 

Ah! Anne!

 

 

Çakır duraksasa da belli etmemeye çalışarak konuştu. "Annem vefat etti, efendim. Babam da hala yurt dışında. Burada tek kalıyorum."

 

 

Annem, sorduğu sorudan pişman oldu. "Anladım, oğlum. Başın sağ olsun." diyerek karşılık verdi. Abimse Çakır'ı seyrediyordu. Bakışları hoş gelmedi. Yanlış bir şey söylemesinden korkup hemen lafa atıldım. "Abi, klinikte işler nasıl gidiyor?"

 

 

Herkesin gözü, aceleyle konuştuğum için üzerime toplandı. Şirince gülümseyip abime baktım.

 

 

"Her şey yolunda. İyice alıştım buraya. Yöneticiler de iyi insanlar. Bir sorunumuz yok şu anlık."

 

 

"Çok güzel. Senin adına sevindim."

 

 

"Ya sen? Sınavların başladı mı?"

 

 

"Ne sınavı? Okul başlayalı bir hafta oldu daha."

 

 

"Ah, pardon! Bücürlerin sistemini unutalı çok oldu." Sırıtarak söylediklerine annemin attığı kahkaha eşlik etti. Gözüm seğirirken sırıtan Çakır'a baktım. Boğazını temizleyerek sırıtışını sildi. Bana 'bücür' dediği an gelmişti aklına. Bakışlarından anlıyordum. Şapşallığına gülerek abime baktım. "Sen beni özlemişsin sanırım. Ama şansına küs. Misafirimizin yanında üzerine atlamayacağım."

 

 

"İzlemesi eğlenceli olurdu."

 

 

"Emin ol, eğlenceli değil. Acı verici." Abimin Çakır'a karşı söyledikleriyle güldüm. Sırıtarak "Efsun için." dediğinde, tükürüğüm boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Gülüşümle boğmuştu resmen beni!

 

 

Gülerek yanıma geldi ve sırtıma vurmaya başladı. "Bakın, hiçbir şey yapmama gerek kalmadan nasıl alt ediyorum?" Annem ve Çakır birbirine bakarak gülmeye başladı. Ama bu son damlaydı!

 

 

Abimin adım kadar iyi bildiğim tikiyle oynadım. Parmak uçlarımı bel boşluğuna götürüp bastırdığımda, düğmesine basılmış gibi yere kapaklandı ve nefesi kesildi. Kahkaha atarak koltuktan kalktım. "Ne oldu, annesinin oğlu? Hiçbir şey yapmadan nasıl alt ettim seni?"

 

 

"Ay, Tarık. Koş! Yine birbirine girecek bunlar!" diye seslenen annem, gülmekten kızarmıştı. Çakır, yasladığı sırtını doğrultmuş, film izler gibi bizi izliyor ve halimize sessizce gülüyordu. "Annecim, babamı çağırma. Oğlunu böyle gör-" Lafımı bitirmeme kalmadan, bacağıma dolanıp dizimin arkasındaki tikime dokunan abimle, çığlık atarak yere düştüm. Allah kahretmesin! Ben nasıl onun hassas noktasını biliyorsam, o da benimkini biliyordu!

 

 

"Baba! Koş! Abim bana bulaşıyor!"

 

 

"Yalan söyleme be! İlk sen yaptın!"

 

 

"Bana 'bücür' diyen kimdi?"

 

 

"Ne? Yalan mı? Bücür değil misin sen?"

 

 

"Erdem! Kızıma bulaşma bakayım! Efsun, kalk kızım yerden." diyerek bana elini uzatan babamın koluna sarılarak kalktım. "Kahramanım geldi. Baba, abim beni döverken annem izledi, biliyor musun?"

 

 

Önce annem atıldı. "Ne?!"

 

 

Abim de ondan farksızdı. "Ne?! Dövmek mi? Yok, 'öldürmeye çalıştı' de bir de." diye bağırdı.

 

 

"Abartma kızım." diyerek gülen babama burun kıvırdım. "Bu oda da gerçekleri anlatacak tek bir kişi var. Tarafsız olan biri. Çakır."

 

 

Oynadığımız oyun hız kesmeden devam ediyordu. Herkesin bakışları Çakır'a döndüğünde, aramızdan sadece annem ve babam gülüyordu. Çok geçmeden Çakır'da onlara dahil oldu.

 

 

"Söyler misin? İlk kim diğerinin üzerine oynadı?"

 

 

"'Bücür' kelimesi kulağıma pek yabancı gelmedi. O yüzden Erdem abinin söylediğinde bir yanlış göremedim ama..."

 

 

 

Dudaklarımı büzerek başımı salladım. "Vay be! Demek öyle. Erdem haklı, Efsun haksız. Anlaşıldı. O zaman ben odama geçiyorum. Merak etmeyin. Hıçkırık sesleri duyarsanız da, aldırış etmeyin. Eğlenin siz." Babamın kollarından çıkıp birkaç adım atmıştım ki, gülerek ensemden tuttu. "Kimse ağlamıyor, kimse birbirine sataşmıyor. Dışarı çıkıyoruz. Toplanın."

 

 

"Saat 22.00'de mi, Tarık?"

 

 

"Evet hayatım. Hadi, giyinin siz. Biz bekliyoruz salonda. Rahat ama kalın şeyler giyinin, sahile ineceğiz."

 

 

Hepimiz durup bu ani kararını sorgularken, o Çakır'a baktı. "Oğlum, sana sormadım ama. Bir planın var mıydı buradan çıktıktan sonra?"

 

 

 

"Hayır efendim. Planım yok."

 

 

"Çok güzel. Şöyle hep beraber bir sahil havası alalım. Bir de çay bahçesi bulursak, harika olur. Efsun, Gül. Hadi canım, hazırlanın."

 

 

Annem kalkıp yanıma geldi ve birlikte salondan çıktık. "Anne, hayırdır? Nereden çıktı şimdi bu?"

 

 

"Bilmiyorum ki kızım. Canı sıkıldı herhalde. Boş ver, ne güzel işte. Taşındığımızdan beri çıkmamıştık hep beraber."

 

 

"Öyle de, bir garip geldi."

 

 

"Boş ver, düşünme. Hadi, kalın boğazlı kazağını giyin. Üzerine montunu alırsın."

 

 

Ben kendi odama, o kendi odasına girerken arkamdan seslendi. "Bereni almayı unutma!"

 

 

 

 ****

 

 

"Abi, bereni versene."

 

 

"Of, Efsun! Annem sana 'bereni al' demedi mi?"

 

 

"Unuttum almayı. Çok konuşma, çocuk. Annem duyacak. Berem cebimde sanıyor."

 

 

Sırıttı. Tam ağzını açıp anneme seslenecekti ki, endişeyle koluna sarıldım. "200 kağıt."

 

 

Küçümseyici bakışlarını bana çevirdi. "Benim maaşımdan haberin var mı senin? 200 sakız param artık."

 

 

Gözlerimi devirdim. "İyi be! Yeni fiyat ne?"

 

 

"400."

 

 

"Yok artık! Al, çek damarlarımdaki kanı." Bileğimi açarak ona uzattım. "Kan emici!"

 

 

Gülerek hafifçe kafama vurduğunda, elini ittirdim. "Git söyle anneme. 2 haftalık harçlığım o benim, yediremem sana."

 

 

 

Abim gülerek annemlerin yanına adımladı. Annemin omzuna kolunu atarak sessizce yürümeye başladığında, sırıttım. Etrafa bakarak Çakır'ı aradı gözlerim. Telefonu çaldığı için yanımızdan birkaç dakikalığına uzaklaşmıştı.

 

 

Ben onu ararken, bir anda beliren varlığıyla irkildim.

 

 

"Beni mi arıyorsun?"

 

 

Başımı sallayarak gözlerine baktım. Gülümseyerek önüne bakıyordu. "Abinle iletişiminiz çok komik. Hep böyle misiniz?" diye sordu. Ona baktığım için söylediklerini geç algıladım. Hatta öyle geç algıladım ki o bana dönüp kaşlarını kaldırana kadar cevap veremedim. Utanarak önüme döndüm ve boğazımı temizledim. "Evet, yani. Evde olduğu çoğu an da böyleyiz. O hala yaramaz bir çocuk." Bunları söylerken aklıma, onun abisiyle olan ilişkisi geldi. Konuyu kapatmak istedim. Ya da daha çok açmak. Bir yanım onu üzmemek istiyordu. Bir yanım da hakkında her şeyi öğrenmek.

 

 

"Sen de çok uslu sayılmazsın." diyerek sırıttığında, güldüm. "Beni sattığını unutmadım." Konuyu kapatmak istemiştim. Şu an, mutluyduk. Bozmamalıydık. Hüznü getiren konuları, hüzünlüyken de konuşabilirdik.

 

 

Gülerek karşılık verdi. "Annen gerçekleri bilmiyor olsa, senin yaptığını yapıp oynayabilirdim. Ama bir tanığımız daha vardı." Gülüşüm yürüyemeyecek kadar çoğaldığında, durdu ve beni izlemeye başladı. Annemler kestane almak için biraz ileri de durmuştu. Bakışlarımı onlardan çekip, Çakır'a geri döndüm. Gülüşüm yavaşladığında, gülümseyişi büyüdü.

 

 

 

"'Senin yaptığını yapıp' derken?"

 

 

"Seni ben kurtarmamama rağmen annene öyle söyledin. Oysa seni Furkan kurtardı."

 

 

 

"Evet, sonra da kafama silah doğrulttu. Çok komik, değil mi?" Sessiz kaldığında devam ettim. "Furkan beni Cansu'nun elinden almış olabilir. Ama hemen ardından kendisi de Cansu'yla aynı konuma düştü. Onun elinden de sen kurtardın beni. Al, bak. Tek bir yanlış yok cümlemde."

 

 

 

Sessizce bakmaya devam ettiğinde, bir adım yaklaşıp "Bir şey söylesene. Hala kendini mi suçluyorsun?" dedim.

 

 

"Evet."

 

 

"Çakır-"

 

 

"Tanıştığımız güne kadar hayatımı sensiz geçirdiğim için, evet, kendimi suçluyorum."

 

 

Bir adım daha yaklaştı. "Şu yaşıma kadar seni bulamadığım için, evet, kendimi suçluyorum."

 

 

Söyledikleriyle duraksadım. Ağzından çıkanlar, damarlarımdan akan kanı hızlandırdı. Ellerimin terlediğini hissettim. Sırtımda bir yük varmış da, o yük hafifletilmiş gibi, öyle sakin bir gülümseyiş yerleşti ki yüzüme... Benden de ona bulaştı. Gülümseyişi... Uğruna şiir yazılabilecek gibiydi. İsterdim. Açardım defteri. 'Gülümseyişi,' derdim. Devamını getiremezdim. Onun bana söylediklerini, ben ona söyleyemezdim.

 

 

Neden söyleyemezdim? Bazı şeyler, neden söylenemez? Yeteri kadar açıklanamaz diye mi? Yeteri kadar anlaşılmaz diye mi? Anlaşılmasını istemezdim. Benim onda gördüklerimi bilsin istemezdim. Deli yerine koyabilirdi sonuçta beni.

 

 

Bilse, düşüncelerimde, içimde nasıl bir yeri olduğunu, kesinlikle deli yerine koyardı beni.

 

 

Şiirimin adını buldum, bunları düşünürken. 'Yazılamayan Şiir'

 

 

O benim, yazılamayan şiirim olabilirdi. Ben onun için, deli olabilirdim.

 

 

"Ben de." dedim, bir şey söylemem gerektiğini hissederken. "Eğer bu bir suçsa, evet, ben de."

 

 

Gülümseyişi, yavaşça samimi bir sırıtışa dönüştü. "Baban ve özellikle abin buradayken seni çekip sımsıkı sarılmak istemem, hiç sağlıklı değil. Bu yüzden kalbimin ritmini bozacak şeyler söylemekten geri dur." Kocaman gülümsediğimde, bakışları dudaklarıma düştü. "Ve gülümsemekten."

 

 

Kısık sesle söylediğine karşı utandım. Boğazımı temizleyerek, ellerimi cebime soktum. O sırada annem seslendi. "Çocuklar, az ileri de çay bahçesi varmış. Oraya geçiyoruz. Hadi, gelin."

 

 

"Geliyoruz annecim."

 

 

"Efsun, senin beren nerede? Taksana."

 

 

"Çakır çok üşümüş. Ona verdim."

 

 

"Çakır'ın başında kar taneli, mavi bir bere göremiyorum."

 

 

Çakır'ın yüz ifadesine bakarken kahkahamı son an da durdum. Anneme dönmüşken işaret parmağımla Çakır'ı gösterdim. "Çünkü o bereyi az önce çıkardı ve cebine koydu."

 

 

"Bana yalan söylemeyi bırak ve hemen buraya gelin. Üşüteceksiniz." Homurdanarak yürümeye başladım. Çakır çocukluğum karşısında sadece gülüyordu. "Bana soru sormasa, yalan da söylemeyeceğim. Sanki beni tanımıyor. Bir kez bile beremi almayı unutmadığım an olmadı. Hala bana kızıyor."

 

 

 

"Sana vitamin değerlerine baktırmanı öneriyorum."

 

 

Ses tonu beni güldürdü. Doktorculuk oynuyordu. "Anneme de söyler misiniz bunu, doktor bey? Çocuklarını çok iyi beslediğini, bu yüzden vitamin eksikliğimizin olamayacağını düşünüyor." Gülerek karşılık verdi. Ardından telkin edici bir ses tonuyla konuştu. "Bazı vitaminler getireceğim sana. Onları kullan. Ellerin çok çabuk üşüyor. Kansızlığın var ve buna rağmen kendine dikkat etmiyorsun." Hafifçe gülümseyerek ona baktım.

 

 

Ne kadar şirin olduğunun farkında mıydı?

 

 

"Pekmez içiyorum sabahları."

 

 

"Annenin kaşığı zorla ağzına soktuğuna yemin edebilirim."

 

 

 

Komik bir ses çıkararak kıkırdadım. Kaşlarını kaldırarak şaşkınlıkla güldü ve kapıyı açarak bana yer verdi. Gülerek içeri girdiğimizde, abimin bakışlarını üzerimde hissettim. Kendimi toparlayarak adımlarımı hızlandırdım ve yanlarına oturdum. Çakır'da babamın yanındaki boş yere geçti. Anneme baktım. Elinde iki poşet tutuyordu. "Anne, bunlar ne?"

 

 

 

"Kızım, ben de tam size verecektim. Bahçenin önünde biri satıyordu bunları. Ona katkı olsun diye almak istedim. Bakın bakalım, beğenecek misiniz?"

 

 

 

Poşetlerden birini bana, birini Çakır'a uzattığında, Çakır şaşkınlıkla anneme baktı.

 

 

"Bana da mı?"

 

 

"Tabii ki, üçünüze de aldım." Abimde duran poşeti yeni fark etmiştim. Oyalanmadan Çakır'a geri döndüm. Hala almamıştı uzatılan hediyeyi. Elleri hafifçe havalanıp, duraksıyordu. Sanki ona uzatılan bir hediye değil de, birazdan hepimizi havaya uçuracak bir bombaymış gibi çekiniyordu. Ellerinin arasına alırsa patlayacak... Alışık olmadığım bir duyguyu barındıran gözleri, gözlerimle buluştu. Başımı hafifçe yana yatırarak gülümsediğimde, cesaretlenmiş gibi uzattı elini. Bomba, hediyeye dönüştü. Heyecanla açtı poşeti. Ben de açtım. Aynı anda çıkarttık içinden.

 

 

 

Ve aynı anda attık, en içten kahkahamızı.

 

 

 

"Anne, bu ne?" diye sordum, kahkahalarımın arasında. Annem vereceğimiz tepkiyi tahmin etmiş gibi bir bilmişlikle bakıyordu yüzümüze. "Beğendiniz mi? Hepinize farklı seçtim."

 

 

 

"Bana bunu mu uygun gördün anne?" diyen abimin elindekine bakıp, daha çok güldüm.

 

 

 

Annem, üçümüze de bere almıştı. Tam da bu akşamın üzerine almış olması ayrı komikti ama güldüğümüz o değildi. Üçümüzün de beresinin üstünde farklı şekiller vardı. Benimkinde küçük tavşan kulakları, Çakır'ınkinde şimşek ve abiminkinde de bıyık şekli vardı. Bereler beyaz, şekillerse siyahtı. Bir kez daha güldüm ve kalkıp anneme sarıldım. "Harika hediyen için teşekkür ederim, annecim. Emin ol, bir daha beremi unutmayacağım."

 

 

Ben ayrıldığımda, Çakır'da kalkıp sarıldı. "Daha önce hiç böyle anlamlı bir hediye almamıştım, efendim. Teşekkür ederim." dedi. Bizim neşemizin yanında, o mutlu görünüyordu. Hani, bilirsiniz. Neşe vardır. Mutluluk vardır.

 

 

 

O şu an, çok mutlu görünüyordu.

 

 

 

Çaylarımız geldi. İnce belli bardağı ellerimin arasına alırken, bana bakan Çakır'a gülümseyip, içimi ısıtan bir yudum aldım. Herkes, yüzündeki huzurla önüne koyulan bardağa yöneldi.

 

 

 

Bu an da kalalım, dedim içimden. Bu an da kalalım ve bozulmayalım. Dağılmayalım. Hep birlikte ve mutlu kalalım...

 

 

BÖLÜM SONU

Loading...
0%