@betulbasndrglu
|
"Anne! Çoraplarımı bulamıyorum!"
"Anne! Benim de siyah hırkam yok."
"Arama boşuna. Ben aldım onu."
"Efsun! Versene kızım hırkamı!"
"Yiyorsa gel de al." dedim ve koşarak salondaki babamın yanına kaçtım. Seslerimizi duyduğu için gülerek beni bekliyordu. Yanına oturduğumda kaldırdığı kolunun altına girdim. Hemen arkamdan abim geldi. "Baba. Şu bücüre kıyafetlerimi rahat bırakmasını söyler misin?"
"Kızım, abinin hırkasını verir misin? Çok ayıp yaptığın." Beni hem koruyan, hem de ortaya atan babamın kolunun altından çıkıp kaşlarımı çattım. "Baba ya! Var onun hırkası, bana inat istiyor."
"Yok, yok! Annem yıkamaya atmış hepsini."
"O da senin şansın, delikanlı."
"Efsun, izin alsan her şey daha kolay olurdu kızım. Verirdi zaten abin."
"Yo, vermezdim."
Elimle dizime vurup, "Al işte!" dedim. Babam sıkılmış olmalı ki, gözlüklerini geri takıp gazetesine döndü. "Ben karışmıyorum o halde."
Homurdanarak kalktım. Abim ellerini beline koyarak, ayağıyla ritim tutmaya başladı. "Evet, çıkart. Bekliyorum."
"İnşallah yemekte üstüne çorba dökersin." diyerek hırkayı çıkardım ve ona uzattım. Elini uzattığı anda da boşluğa bıraktım. Abim yere düşmeden yakaladı ve saçımı çekerek kaçtı. Çığlık atacakken babamla göz göze geldim. Kaşlarını kaldırarak, gözlüklerinin arkasından bana bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp, söylenerek odama geçtim. Annem odamdaydı.
"Çorapların ikinci çekmece de. Siz yine niye kavga ediyorsunuz?"
"Abimin cimriliğinden."
Abim kendi odasından sesimizi duyup bağırdı. "Anne, benden izin almadan hırkamı aldı!"
Annem bana bakıp bir açıklama beklediğinde omuz silktim. "İzin alsam da vermeyeceğini kendi söyledi."
"Bu bir şeyi değiştirmez. Uslu bir kız ol."
Ofladım ve ikinci çekmeceyi açtım. Ben baktığımda yoktu burada!
"Herkes hazır mı? Saat çok geç oldu. Çocuk bizi bekliyordur."
"Ben bir dakika sonra hazırım."
"Siz ona yarım saat deyin."
"Erdem!"
"Tamam ya!"
Babama gülümseyerek annemin yanına geçtim. Makyaj masamda oturmuş, göz kalemi sürüyordu. "Çok güzel oldun, annecim."
Göz ucuyla bana bakıp gülümsedi. Aynadan bana bakarak, parmak uçlarını dudaklarına kapatıp, öpücük attığında güldüm.
"Biz arabaya geçiyoruz. Hızlı ol." Başımla onaylayarak kalktığı yere oturdum. Heyecanla kızaran yanaklarıma bakarken gülümsüyordum. Dünden sonra, Çakır'da bizi evine davet etmişti. Annem başta kabul etmese de, Çakır bize karşı mahcup olduğunu söylediğinde, pek de ısrar edemedi.
Sonuç olarak, Çakır'a akşam yemeğine gidiyorduk. Ve bu, baktığım her yerde, kurduğum hayallerdeki kesitlerin yaşanmasına sebep oluyordu. O kesitlerde Çakır'ın evinin her bir detayı, oturduğumuz masa, geçtiğimiz yollar, konuştuğumuz konular vardı. Çakır vardı.
Şu an, gözlerimin değdiği her yerdeydi Çakır.
Zaten uzun olan kirpiklerim, rimelle çok daha fazla hacim kazanmıştı. Abartıp abartmadığımı düşünürken, dudaklarıma hafif bir parıltı verdim ve ayağı kalkıp boy aynasından kendime baktım. Şık bir şeyler giyinmek istemiştim. Bu yüzden de bol paça, deri, siyah bir pantolon ve üzerine de beyaz, bol bir gömlek giyinmiştim. Gömleğin ön kısmını pantolonun içine sokarak hafif potluklar vermiştim. Bileğime gümüş rengi, düz bir bileklik takmıştım. Kulağımda da gümüş, aşağı sarkan, şerit şeklinde küpeler vardı. Saçlarımı düzleştirip, ön kısımlarına maşa yapmıştım ve tarayarak doğal bir görüntü vermiştim. Güzel olduğuma kanaat edip, deri ceketimi elime aldım. Mutfağa geçip ocağın kapalı olduğunu teyit ettikten sonra evden çıktım.
Arabaya biner binmez, annem panikle sordu. "Ocağı açık bırakmamıştık, değil mi Efsun?"
"Evet annecim. Kontrol ettim, merak etme."
Babam arabayı çalıştırıp yola çıktı. Çakır'ın nerede oturduğunu bilmiyordum. Babama konum atmıştı. Bu yüzden geçtiğimiz yolları izlemek istedim. Kulaklıklarımı takıp sakin bir şarkı açtım. Böylece rahatlamaya çalıştım. Resmen, ailecek Çakır'ın evine gidiyorduk! Bunu düşündükçe, sakinleşen kalbim hızlanıyordu.
Tüm yol boyunca aklımdan geçenlerin, içimde büyüttüğü heyecanı bastırmaya çalışmıştım. Bana, bastırılan her şeyin eninde sonunda patladığını, arabadan inerken titreyen ellerim hatırlattı. Ah! Gereğinden fazla heyecanlıydım!
Annem bagajdan çıkardığı kutuyu bana uzattığında ellerimi uzatmak istedim ama titriyordu. Kaşlarını çatarak yüzüme baktı ve abime seslenip kutuyu ona verdi. Bu sırada babam kaçıncı kata çıkacağımızı unuttuğu için Çakır'ı aramıştı.
Annem yanıma yaklaştı ve sadece benim duyabileceğim bir tonla "İyi misin?" diye sordu.
Hızlıca başımı salladım. "Evet, iyiyim. Araba tuttu sanırım."
"Yukarı çıkınca limonlu bir su iç."
"Tamam, Çakır'a söylerim."
Annem Çakır'ın ismini duyunca, bir şeyleri yeni anlamış gibi güldü. 'Ne var?' dercesine yüzüne baktım. Neyse ki babam seslendi.
"Hadi, on üçüncü kata çıkacağız."
Asansöre yürürken abimin alaylı sesini duydum. "Benim burada ne işim var acaba?"
"Ailecek davet edildiğimiz için burada olabilir misin, abicim?"
Bana dönüp gözlerini kıstı. Bir şey söyleyecekti ama bakışları babama kaydıktan sonra vazgeçti. Ve ben de böylelikle ne söyleyeceğini az çok tahmin edebildim. Bugün abime sataşmamaya dikkat etmem gerekiyordu.
Annem her zamanki 'misafirlik kuralları' içerikli konuşmasına başladı. "İçeri de sorun çıkarmak yok. Tamam mı çocuklar? Özellikle sen, Erdem. Geçen sefer ki gibi bir şey duymak istemiyorum, sakın. Külahları değişiriz. Efsun, sen de uslu ol." Başımı salladığım da abim homurdandı.
"Aman, toz kondurmayın oğlunuza(!)."
Anne ve babam abime uyararak bakarken, ellerimdeki teri gömleğime sildim ve zile bastım. Siyah kapı, zil henüz iki kez çalmışken açıldı.
Gözlerinin ilk durağı, gözlerimdi. Siyah bir çerçeve içinde sergilenen yeşilleri, yüzümde dolandı. Genişleyen gülümseyişi ile "Hoş geldiniz!" dedi ve kapıdan çekilerek bize yol verdi. İçeri girdik. Önce babam, sonra da annem sarıldı Çakır'a. "Hoş bulduk, Çakırcım." Annemin neşeli sesi Çakır'ı güldürdü. "Bugün de göz kamaştırıyorsunuz, Gül hanım."
İnce iltifatı annemin hoşuna gitti. Gülümseyerek üstündeki ceketi çıkardı. Benden önce Çakır atıldığında, "Lütfen, bugün benim misafirimsiniz." dedi ve babamın da ceketini aldı. Bu sırada onu inceledim. Anlaşsak böyle bir uyum yakalayamazdık. Deri, siyah bir gömlek giyinmişti. Altında da bol paça, kumaş, siyah bir pantolon vardı. Bileğine de neredeyse benimkiyle aynı olan gümüş bir halka takmıştı. Siyah saçlarını özenle arkaya taradığı çok belliydi.
Dağınık halini daha çok seviyordum. Elimi daldırmak için uygun görünürdü gözüme.
Anne ve babam salona geçerken, bu sefer abim uzattı elini. Aslında, abimin oluşturduğu o buzdan duvar dün akşam, çay bahçesindeyken erimişti. O yüzden böyle davranmasına anlam veremiyordum. Sanırım sezdiği şeyler yüzündendi.
Çakır ağır başlı bir tebessümle abimin elini sıktı ve "Hoş geldin Erdem abi." diyerek aradaki hafif gerginliği azaltmaya çalıştı. Sanırım başardı da. Abim gülümseyerek, dostane bir tavırla Çakır'ın omzunu sıktı ve "Hoş buldum." diyerek annemlerin yanına geçti. Salona girerken bana baktığını gördüm ama ona dönmedim. İlgimi çeken çok daha başka şeyler vardı. Bana bakarken genişleyen bir gülümseme, parlayan bir çift yeşil göz, sarıp sarmalanmak isteyen bir beden.
Elimdeki kutuyu benden aldı ve komodinin üzerine koyarak bakışlarını salon kapısına kaydırdı. Neye baktığına bakacaktım ki, aniden belime sarılan kollarıyla durdum. Aynı anda havada kalan kollarımı ona sardım. Huzuru hissettiren kokusu, başımı döndürüyordu. Yüzümü boynuna yasladım. Derin bir nefes aldığımda, saçlarıma gömdüğü yüzünü, aynı benim gibi boynuma yöneltti.
"Hoş geldin."
"Hoş buldum."
****
"Yemekler harika olmuş, Çakır. Mutfakta bu kadar iyi olduğunu düşünmemiştim." Çakır, annemin övgüsüyle dudaklarında kalan sosu silip, memnuniyetle konuştu.
"Afiyet olsun, efendim. Sürekli dışarıdan sipariş veremeyeceğimi anladığım gün, evde kendi kendime bir şeyler denemeye başladım. Beğenmenize çok sevindim."
Söyledikleriyle gülümsedim. Önümdeki son parçayı da ağzıma atıp suyumdan bir yudum aldığım da bakışlarını üzerimde hissettim. Dudaklarını oynatarak "Beğendin mi?" diye sordu. Sessizce kıkırdadım. Ona bu tarifi ben vermiştim.
Gözlerimi kapatıp, beğendiğimi belli edercesine başımı salladığımda, sırıttı. Gerçekten çok lezzetli olmuştu.
Anne ve babam sessizce yemeklerine devam ederken; abim, Çakır'la futbol hakkında sohbet ediyordu. Futbol ilgi alanımın dışında olduğu için, bakışlarımı etrafta gezdirdim. Yaşadığı ev, tam da ona göreydi. Az eşyalı, iç boğmayan renklere sahip, ferahlık veren bitkilerle dolu bir salonu vardı. Koltuklar ve masa takımı, kahverengi tonlarındaydı. Masanın karşısında olan balkonun camı, bir duvarın tümünü kaplıyordu. Camın önünde de sarmaşığa benzer bir bitki vardı. Uzun dalları, cam çerçevesinin etrafına sabitlenmişti. Evin girişi de çiçek ve yeşil bitkilerle doluydu.
Çiçeklerden anlayan adamlar, gözüme her zaman çok daha kibar gelmişti.
Heyecanlı heyecanlı, tuttuğu takımın son golünü anlatan Çakır'a baktım. El hareketleri heyecanını destekliyordu. Abim de, neye söylediğini bilmediğim bir isyanda bulundu. "Değil mi? Tüm maç boyunca aynısını söyledim!" İkisi de küçük birer erkek çocuğu gibi, dudak büzdü. Bu halleri beni daha da gülümsetirken, en sevdiği konuya dahil olmayan babama baktım.
Bir eliyle başını ovalarken, bir eliyle tuttuğu çatalı sıkıyordu. "Babacım, iyi misin?"
İrkilerek bana baktı. "Evet, iyiyim kızım. Tansiyonum oynadı sanırım."
Abimlerin dikkati hızla üzerimize yöneldi. Annem kalkıp yanına giderken, Çakır konuştu. "Et ağır gelmiş olabilir, Tarık amca. Limonlu bir su getirmemi ister misiniz? Sonrasında da tansiyonunuzu ölçeriz." Konuşurken babamı inceliyordu. Aklından neler geçtiğini merak ediyordum. Son zamanlar da babamla ilgili ortaya atılacak her şeyi merak ediyordum.
"Zahmet etme oğlum. Yüzüme bir su çarpsam geçecek sanki."
"Estağfurullah, ne zahmeti. Siz durun. Hemen getireyim." Babam başını salladığında, Çakır'la birlikte kalktım. Mutfağa geçerken "Son zamanlarda sürekli böyle. Her yemekten sonra başı ağrıyor. Tansiyonla ilgili olduğunu söylüyorlar ama aklımdan başka şeyler geçiyor." dedim.
Kısa bir an bana baktı. "Ne gibi?" Omuzlarımı silktim. Bilmiyordum. Kötü düşünmek de istemiyordum... Dolabı açıp limon çıkartırken konuştu. "Endişelenme. Bu yaşlarda tansiyonunun oynaması çok normal. Şimdi limonlu bir su içsin, tansiyonunu ölçelim." Düşünceli bir şekilde başımı salladığımda, limonu tezgaha bıraktı ve yanıma gelip bir elini yanağıma çıkarttı.
"Güzelim, korkma. Başka bir sorun olduğunu anlarsam, bunu seninle de paylaşacağım. Tamam mı?" Gözlerine bakarken yanağımı kavrayan eline, bir kedi gibi sırnaştım. Kısık bir sesle "Teşekkür ederim." dediğimde, gülümseyip saçlarımı öptü ve geri çekildi. Tezgaha dönüp limonu sıkarken, arkasında kaskatı kesilmiş bir ben bıraktığından habersizdi.
Suyun sesiyle irkilerek, etkisinden çıktım ve başımı iki yana salladım. Bu adam benim damarlarımdan akan kanın akışını nasıl değiştirebiliyordu? Böyle bir durumda bile.
Ondan önce salona geçtim. Abim yoktu. "Abim nerede?"
"Babanın torpido da ilacı var. Onu getirmeye gitti."
Başımı salladığımda, içeri Çakır girdi. Bir elinde de tansiyon aletini tutuyordu. Suyu babama verdi ve "Tarık amca, bunu iç. Sonra bir tansiyonunu ölçeyim." dedi.
"Tansiyonumu ölçmene gerek yok, oğlum. Belli işte, çıktı. İlacımı içince geçer hemen."
"Yine de bir-"
"Gerçekten gerek yok. Sağ ol, Çakır."
Çakır daha fazla ısrar etmedi. Başını sallarken, kapı çaldı. Abim için kapıyı açmaya gidecektim ki, hiç beklemediğim bir an da Çakır seslendi. "Dur!"
Ona döndüm. Yüzündeki ifadeden ne olduğunu anlayamıyordum. Annem umursamadan babamın yanına eğildi. Çakır'sa salondan çıkıp dış kapıya yöneldiğinde, zil tekrar çaldı. Peşinden gittim.
"Çakır-"
"Kimseyi beklemiyordum. Geride dur, Efsun!" Bunu söylerken, sesini kısmıştı.
"Çakır, abim geldi."
"Ne?"
"Babamın bahsettiği ilacı almaya, arabaya gitmişti." derken, kelimeler tereddütle döküldü dudaklarımdan. Bu endişesi de neydi? Abim olmasa, kim olabilirdi gelen? Ona zarar verecek birileri mi vardı?
Kapı tekrar çaldığında, Çakır benden önce davranıp açtı kapıyı.
Abim elinde ki kutuyla içeri girdiğinde, Çakır onu durdurdu. "Erdem abi, ilaca bakabilir miyim?"
Abim sorgulamadan kutuyu uzattı. Çakır eline aldı ve ilacın ismine, kutunun üzerinde yazan başlıca içeriğe baktı. Yüz ifadesinden bir şey çıkartmaya çalıştığım an da, annem seslendi.
"Çocuklar, hadi! Getirin şu ilacı!" Bakışlarımı boşluktan çekip Çakır'a baktığımda, o da bana bakıyordu. Gözlerinde, acıyan bir ifade gördüm. Tam orada, yeşillerinin arasından, acı dolu bir ifade geçti. Ben ne olduğunu sorgulayamadan, ilaç için mutfaktan yeni bir su aldı ve babama götürdü. Tüm bunların üstünden sadece on beş dakika geçmişti ki, babam bizi ikna etmeye çalışıyordu.
"Gerçekten iyiyim. Bakın, ilaç hemen etki etti. Tansiyonum çıktı işte."
"O ilacı hangi ara aldın?"
"Doktor bir arkadaşım var. Tavsiye etti. Tansiyon için etkili bir ilaçmış."
"Tavsiye mi etti? Ne zamandan beri böyle ilaçlar reçetesiz satılıyor?"
"Kendisi reçete etti. Kızım, neyi sorguluyorsun? İyiyim işte."
"Tamam baba. Bir şey demiyorum." dedim ve oturduğum koltuğa iyice sinerek parmaklarımla oynamaya başladım. Bana seslenilene kadar, başımı kaldırmamıştım.
"Efsun, Çakır'a servis için yardımcı ol kızım." Başımı sallayarak yerimden kalktım ve gerilen ortamdan Çakır'la birlikte çıktık. Mutfağa geçtiğimizde, "İlacı görünce ifaden değişti." dedim. Dolabı açarak içinden kapları çıkartan Çakır, bana bakmadan konuştu. "Ağır bir tansiyon ilacı, kullandığı. Ona sıkıldı canım. Yoksa bir sorun yok ortada."
"Bu ne demek?"
"Ağır ilaçlar, kısa süreli iyileştirme gösterirler. Uzun sürede kontrolü daha zordur. Bir yeri düzeltirken başka bir yeri bozarlar." Duraksayıp bana baktı. "Ama baban bu ilacı henüz yeni kullanmaya başladı. Doğal besinlerle destekleyici şeyler alıp, zararı en aza indirmesi hiç zor değil."
"Tavsiyelerin var mı?" derken, kollarımı birbirine sardım ve ağırlığımı bir bacağıma verip mutfak tezgahına yaslandım. "Elbette, tüm bildiklerimi sana mesaj olarak atarım. Anlatırım da." Başımı salladığımda tabakları tepsiye bıraktı ve yanıma yaklaştı. Tam ellerini kaldırmış, yanaklarıma yöneltmişken, mutfağa abim girdi. Çakır hızlıca ellerini indirdi ve benden birkaç adım uzaklaştı. Neyse ki içeri girerken bakışları yerdeydi.
"Bir şey mi istemiştin Erdem abi?"
"Babam yardımcı olmam için gönderdi. 'Efsun tepsiyi taşımasın, döker.' dedi." Gözlerimi kısarak ona baktığımda sırıttı. "Tamam, bunu ben eklemiş olabilirim."
Çocukluğuna karşı gülerek yaslandığım yerden doğruldum. "Seni çöpten aldık. Bu evin çocuğu benim, benimle uğraşma." diyerek çekmeceden kaşıkları çıkarttım. Çakır sırıttı ama neyse ki gülmedi. Abim yanıma yaklaşıp hafifçe kafama vurduğunda, sinirle inledim. "Bana bak! Saçımı bozma, çok kötü yaparım seni!"
"Sanki çok düzgün." diyerek kaşıkları elimden aldı ve Çakır'ın ayarladığı tepsiyle birlikte mutfaktan çıktı. Çıkana kadar, ağzım bir karış onu izledim. Çakır'a döndüğümde, tepkime gülmemek için direniyordu.
Ama ben bu saçları düzleştirmek için bir saatimi harcamıştım!
Keyfim iyice kaçtı. Önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmak için elimi kaldırmıştım ki, Çakır'ın saçlarıma uzanan eli ile çarpıştım. Bir anlık afallamayla ellerimi indirip, irileşen gözlerimi yerden kaldırdım. Bana yaklaşan yeşilleri takip ettim. Uzun parmakları, perçemlerimde gezindi. Karşımda durmuş, saçlarımı seviyordu.
"O kadar güzelsin ki." Fısıldayışı, daha çok kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. Saçımdan bir tutamı kavrayıp, kendine doğru çektiğinde, saçım ikimiz arasında bir köprü gibi uzandı. Derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattığında, tekrar fısıldadı. "Her şeyinle o kadar güzelsin ki."
Burnumdan aldığım nefes yetmemeye başlayınca, dudaklarım aralandı. Göğsüm hızla inip kalkarken, buna engel olmaya çalıştım. Ama heyecanımı örtemiyordum. Üstümde yadsınamaz bir etkisi vardı. Gözlerini açıp bana baktığında, kızaran yanaklarımla dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. "Kendini bir başkasının değil de benim gözlerimden görsen, güzelliğinden asla şüphe etmezdin."
Hiçbir şey söyleyemedim. Ve o da hiçbir şey beklemedi. Yavaşça saçlarımı bırakıp arkasını döndü ve çayla doldurduğu bardakların olduğu tepsiyi alıp, içeri geçti.
Elim saçlarıma giderken, gülümsedim. Küçük kızı da o an fark ettim. Ağlıyordu... Neden ağlıyorsun?
Çocukça hıçkırığı yarıda kesildi. Kendini durdurmaya çalışıyordu ama nafile. Küçük elinin tersini yanaklarında gezdirirken, mırıldandı. Artık yalnız değiliz. Bizimle aynı yolda yürüyen biri var.
BÖLÜM SONU |
0% |