@betulbasndrglu
|
"Her şey çok güzeldi, Çakırcım. Ellerine sağlık."
"Afiyet olsun, Gül hanım. Asıl ben sizlere teşekkür ederim. Ayağınıza sağlık."
"Evlat, bizi ağırladığın için teşekkür ederiz. Hakan geldiğinde de umuyorum ki, aynı şekilde toplanırız."
Babamın söyledikleriyle Çakır'a baktım. Memnuniyetsizce kıvrılan dudağını gördüm. Benden başkası fark edemezdi o ifadeyi. Gören, gülümsüyor sanırdı. Babam gibi.
"Umarım, Tarık amca."
Bakışları bana kaydı. Ruhlarımız sıkıca sarılarak vedalaşırken, bedenim babamın yanındaki yerini korudu. "Ellerine sağlık."
Cevap vermeden, gülümseyerek başını salladı. Evden çıktık. Abimi klinikten aramışlardı. Acil bir durum olduğu için bizden erken çıkmıştı.
Asansöre binerken, hepimiz sessizdik. Babamın durumundan hemen sonra, yine kendisi enerjimizi yükseltmişti ve bolca güldüğümüz sohbetler etmiştik. Bunun yorgunluğu vardı üzerimizde. Gülmekte yoruyordu insanı.
Garaja girdik.
"E-blokta mı bırakmıştın baba?"
"Hatırlamıyorum kızım. Keşke fotoğrafını çekseydik."
Annem kısık sesiyle konuştu. "Tüh, ben de bakmadım nerede bıraktığımıza."
"Buluruz şimdi, sorun değil." diyerek, garaja yukarıdan bir bakış attım. Siyah bir BWM gördüğüm her arabanın plakasına bakarak, beşinci arabada bulmuştum yerini. "İşte, üçüncü sırada."
Tam oraya yönelmiştik ki, arkamızdan kopan koca gürültüyle sıçradım. Annem, hızla beni arkasına çektiğinde, babam önümüze geçti. Ben annemin arkasında, annem de babamın arkasındaydı. Sesin kaynağını görmeye çalıştım. Bu... yalnızca...
O gürültüyü koparan Çakır'dan başkası değildi. Az önceki korkumuz, yaşadıklarımız yüzündendi. Duvara çarptığı asansör kapısı hızla geri kapanırken, koşarak yaklaşan bedenine baktım. Ne olmuştu?
Bizi yaklaşınca fark etti. Adımları bir anlığına yavaşladı ve korku dolu sesi bize ulaştı. "Efsun! Ela... Klinikten aradılar! Ela-" derken devamını getiremedi ve yanımızda durup nefes almaya çalıştı. Acı çekiyordu. Yüzü buruşurken, kızaran gözlerinde parlayan yaşları gördüm. Hızla yükselen göğsü kavruluyormuş gibi, bir elini sertçe göğsüne vurdu. Nefes alamıyordu!
Çakır'ı gördüğüm ilk an arkasından çıktığım annem, ne olduğunu bizden önce anladı. Dehşetle ağzını kapadı. İrileşen gözlerinden çektiğim gözlerimi, tekrar koşmaya başlayan Çakır'a çevirdim. Ne olduğunu tam o an anladım. Ela... Klinik... Dehşet...
Babama baktığım an, ne istediğimi anladı. "Çabuk, arabaya binin!" Biz arabaya binmişken, Çakır'ın arabası bir rüzgar gibi yanımızdan esip geçti. Yaşlarım akmak için birbirleriyle yarışırken; mantığım, korkum tarafından esir alındı. Düşünmemem gereken en kötü ihtimalleri düşündüm. Biri 'olabilir mi?' diye sorsa, 'hayır!' diye haykıracağım soruları düşündüm.
Ela, intihar mı etmişti? Ölmüş müydü? Vaz mı geçmişti canından? Geleceğinden? Bu düşünceler, uçurum kenarından aşağı yuvarlanmayı bekleyen taşları iter gibi, yaşlarımı itti. Dudaklarımı birbirine bastırarak hıçkırıklarımı tutmak istedim. Acı dolu bir inleme olarak çıktılar dışarı. "Anne!" diye fısıldadım arka koltukta, iki büklüm kalana kadar küçülürken. Dizlerimin üstüne eğilip kollarımı sardım ve başımı içeri gömdüm. Annem arkaya dönerek elini saçlarıma koydu ama tek bir kelime bile etmedi. Araba hızla ilerlerken, Ela'nın yanaklarını öptüğüm, onu gördüğüm son an, gözlerimin önündeydi.
O gece, hastanede gördüğüm kabusu hatırladım. Ağlayışım, feryada benzer inlemelerle yükseldi. Aynı anda duydum babamın sesini. "Kızım! Efsun'um! Yapma, ne olursun!"
Daha çok ağladım. Belki de birazdan 13 yaşında bir kız çocuğunun ölüsünü görecek; merhameti kalbinden sökülmemiş bir insan gibi ağladım. "O daha çok küçüktü, baba!"
"O daha küçücüktü!" Avuçlarıma doldurduğum saçlarımı çekiştirirken araba durdu. Gelmiştik.
"Kızım, daha ne olduğunu bilmiyoruz. Yalvarırım, yapma! Gel, hadi!"
Hareket edemedim. Başımı kollarımın arasından kaldıramadım. Ya gerçekten öldüyse? Ya gerçekten canına kıydıysa?
"Kızım!" Doğrularak, babamın açtığı kapıdan dışarı çıktım. Ya hala hayattaysa?
Titreyen bedenime rağmen koştum. Anne ve babam arkamdaydı. Danışmadaki kadına ilerleyeceğim sırada, koridorun sonundaki merdivenden çıkan Çakır'ı gördüm. Hızımı kesmeden arkasından ilerledim. Üçüncü kata kadar çıktık. Çakır, koridorun ortasında biriken kalabalığın ortasına daldığında, onun açtığı boşluğu fırsat bilip içeri girdim. Zaten kimse de beni engellemedi. Odaya girdiğim an, nefes nefese, Çakır'ın hemen arkasında durdum. Ela'nın kapalı gözlerine baktım. Bileklerine sarılan kan lekeli sargıya, ıslak saçlarına, bembeyaz kesilmiş yüzüne, zayıflamış bedenine... Elim istemsizce Çakır'ın koluna sarıldı. Oda da ki iki hemşire de bize bakıyordu. Yüzlerinde acıma vardı. Ve yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu hissettiren bir ifade.
"Ona ne oldu?" diye sordu Çakır. Sesi titriyordu. Bir adım daha öne gitmekten korkar gibi, yatağa yaklaşamıyordu.
"Banyoda, bileklerini kesmiş halde bulduk. Odalarda kesici hiçbir alet bulundurmuyoruz. Jiletle kesmiş, onu nasıl içeri soktuğu hakkında hiçbir bilgimiz yok. İnanın, durumu çok iyiydi. İntihar-"
"Hayır!" diye bağırdım, bir adım öne giderken. "Ela asla intihar etmez! Yaşamak için o kadar istekliyken, intihar edemez!" Delirmiş gibi bağırıyordum. Çakır sessizce, Ela'ya diktiği gözlerini ayırmıyordu. Kolundan tutarak sarstım onu. Bu, taşmasına ramak kalan yaşlarının akmasına neden oldu. Yüzünü buruşturup, döktüğü yaşların ardından bana baktı. "Bir şey söyle! Ela, bize kavuşacağı günü bekliyordu! İntihar etmez, edemez! Cansu'nun parmağı olmalı!"
"Cansu, ablası olan mı?" diye sordu hemşire. Sorusunun her bir harfinde şaşkınlık vardı. İnanamıyordu bir ablanın bunu yapabileceğine.
"O hapiste." diye fısıldadı Çakır; sanki biri boğazına sarılmış, boynundan aşağı çekiyormuş gibi eğmişti başını. Başımı iki yana salladım. Zihnim, Ela'nın intihar etmiş olduğuna inanmak istemiyordu. "Emin misin?"
"Bu kez eminim. Onu gördüm. Tek başına, bir hücrede kalıyor."
"Yardım edecek birileri-"
"Furkan o gece hepsini yok etti!" Bunu, hemşirelerin duymaması için öyle kısık söylemişti ki, kelimeleri seçerek anladım. Kolunda duran elim boşluğa düştü; bozguna uğramış bir ifadeyle gözlerine baktım.
Ela, canına kıymıştı! Ela, bunu kendine gerçekten yapmıştı!
Olamaz! Hayır! Kimse beni buna inandıramazdı!
Bir kurtarıcı arar gibi, bakışlarımı etrafta gezdirdim. Anne ve babamı gördüm. Kapıda, endişeyle bize bakıyorlardı. Tekrar Çakır'a döndüğümde, gözlerini benden hiç ayırmamıştı. Sanki kurtarıcısı benmişim gibi... Yeşillerini kuşatan kızıllığı seyrettim. Titreyen dudaklarımız aralandı. Derin bir nefes verdi; verdiği nefesi solurken, göğsüm acıyla çarptı. Canımdan sıyrılmak ister gibi bir hıçkırık çıktı dudaklarımdan.
Aynı anda öne atıldık. Bedenlerimiz sıkıca sarılırken, sarsılarak ağlamaya başladık. Hıçkırıklarımız birbirine karışıyordu. "Efsun!" diye fısıldadı, yaşlarının kıstığı sesiyle, boynuma gömülürken.
"O daha çok küçük!" Aynı cümle, aynı acı.
Parmak uçlarımın üstünde ulaştığım boynuna daha sıkı sarıldım; onu iyice kendime çektim. Elimi ensesine koydum ve saçlarını okşadım. "Geçecek, Çakır. İyileşecek. Yanında olacağız."
"İyileşmek için girdi buraya. Canına kıydı! Yanında değildik!"
Buna verebileceğim bir cevap yoktu. Bir tarafım hala inanamıyordu, Ela'nın bunu yapacağına.
Ah! Cevabım tam olarak buydu!
"Ben inanmıyorum." Duraksadı. Bedenlerimizi ayırmadan, sadece başını geri çekerek gözlerime baktı. Küçük bir oğlan çocuğuydu karşımdaki. Merhametle baktım yüzüne. Bir elimi ensesinden çekip, yaşlarını sildim.
Ağlamaktan kısılmış, boğuk sesiyle sordu. "Ne?"
"Ben inanmıyorum, Ela'nın intihar edeceğine. O öylesine umut doluydu ki... Bana bunu görmediğini söyleme."
"Evet ama," Yavaşça ondan ayrıldım. Devam etmesini beklemedim. "Uyansın, konuşalım. Bunu kendisine o yapmış bile olsa, isteyerek yaptığına inanmıyorum."
Kafası karıştı; kaşları çatık bir şekilde gözlerime bakıyordu ama gördüğünü sanmıyordum. Bir şey söylemedi. Sanki odayı ilk defa görüyormuş gibi etrafına baktı. Anne ve babamı fark etti; belimde asılı kalan elini çekti. Onlarsa bunu görmedi, göreceklerini görmüşlerdi çünkü.
Yanımıza geldiklerinde, babam elini Çakır'ın omzuna koydu. Birkaç saniye birbirlerine baktılar. Ardından babam Çakır'ı kendine çekerek ona sıkıca sarıldı. Kızarmış gözleri, Çakır'a sarılışı, Çakır'ın ona sarılışı... Burnumun ucunu sızlattı. Yüzüm buruşurken başımı iki yana salladım. Kendime gelmem, Ela uyandığında ona destek olmam gerekiyordu. Anneme döndüm. Ela'nın yanına geçmiş, küçük elini avuçlarına almıştı. Şefkatle bakıyordu ona.
Hemşireler son notlarını aldı ve serumu kontrol ederek bize yaklaştı.
"Hayati tehlikesi yok. Şans eseri, doktorunun kontrole gelmesine saniyeler kala intihar etmiş. Fazla kan kaybetmeden müdahale edildi. Uyanmasını bekledikten sonra onunla konuşabilirsiniz. Normal şartlarda çıkışı yarın olacaktı ama bu süre uzayabilir-"
"Asla! Onu daha fazla burada bırakmayacağım! Uyanıp kendine geldiği ilk an alacağım onu!" Çakır, sıktığı dişlerinin arasından öfkeyle konuştu. Elleri yumruk şeklini almışken babam omzundaki elini hafifçe sıktı. Ona bakmadı. Gözlerindeki öfke, birazdan canlanıp dışarı çıkacak ve muhatabı olan hemşirenin boğazına sarılacaktı.
"Buna siz değil, doktoru karar verir." Kadın sakinliğini korumaya çalışıyordu.
"Şu saatten sonra onunla ilgili olan her şeye ben karar veririm!"
"Sakin ol." dedim ve hemşireye dönerek "Ne zaman uyanır?" diye sordum. Doktoruyla görüşmemiz gerekiyordu. Ben de burada kalmaması taraftarıydım ama ne olduğunu bilmiyorduk.
"Birkaç saat içinde kendine gelir. Bu süre zarfında oda da kalabalık yapmamanızı rica ediyorum." Kadın, Çakır'a karşı iğneleyici bir şekilde konuştu. Tepki vermesinden korkarak ona baktım. Dişlerini sıkarken öfkeyle çenesi titredi. Ama şükür ki olduğu yerde kalıp hemşirelerin odadan çıkışını izledi.
Oda da sadece biz kaldığımızda, Ela'nın yanına yaklaştım. Yatağa serilmiş saçlarını okşadım, eğilip hafifçe öptüm. "Canım benim..." diye fısıldarken, gözümden akan bir yaş yüzüne düştü. Elimin tersiyle sildim. Beni duyuyormuş gibi konuştum. "Buradayız, Ela. Seni asla bırakmayacağız. Yalnız değilsin."
**************
Çakır ve ben, kantinin dışında oturuyorduk. Annemler oda da bekleyebileceklerini, Çakır'ın hava alması gerektiğini söylemişti. Hava aydınlanıyordu. Sessizdik. Doktoruyla görüşmek istediğimizde, yarım saat sonra gelmemiz gerektiğini söylemişlerdi.
Avucumla sardığım karton bardağı bırakıp ellerimi kavuşturdum. Bana, bir hafta sonra benden geri almak üzere kolyesini veren kızın intihar edişinin gerçekçiliğini sorguluyordum. Aldığı ilaçların yan etkisi olabilir miydi? Ya bir an için yalnız olduğunu düşündüyse? Gelmeyeceğimizi, onu bırakacağımızı düşündüyse? Ablası tarafından öldürülesiye eziyet gören, küçük bir kızdı o. Bir haftaya yakın, yalnız başına burada kalmıştı. Ya sessizlik içindeki düşünceleri onu bir kaosa sürüklediyse?
"İçimde, korkunç bir ayaklanma var." Çakır'ın kısık sesle, bir yudum bile almadığı kahvesine bakarken söyledikleriyle başımı kaldırdım. "Onu ellerimle öldürmek istiyorum. Ela'ya yaşattıkları için... Ölümü ellerimden olsun istiyorum. Bunu isterken öyle hevesliyim ki... Bu heves, bana kendimi bir katilin tohumu gibi hissettiriyor."
"Kaçtığın karanlığı dinleme; öfkenin, şu yaşına kadar direndiğin hayata yenik düşmesine izin verme. Sen bir katilin tohumu olamazsın, Çakır. Sen eli kanlı biri olamazsın."
"Olmam, değil mi?"
"Olamazsın Çakır! Ellerin kanlıyken, Ela'nın saçlarına dokunamazsın!" Kısılan gözlerini gözlerime çıkarttı. Yarım bir şekilde tebessüm ettim; gülümseyişimin, öfkesini hafiflettiğini bilerek. "Biz kızlar, şefkati okşanan saçlarımızla hissederiz. Ellerin kanlıyken kız kardeşinin saçlarını okşayamazsın." Duraksadı. Kalın kaşları yukarı kalktı. Kızaran burnuna bakarken gülümseyişimi genişlettim. Çıkan gamzelerime, onun için hissettiğim acımı gizledim. "Saçları okşanmayan bir kız, şefkati hissedemez Çakır."
Gözlerimdeki bakışları dudaklarıma düştü. Başımı hafifçe yana yatırarak beni seyretmesine izin verdim. Dakikalarca, içindeki ayaklanmayı susturacak kadar baktı bana. Yüzümdeki her çizgiyi ezberleyecek, gamzelerimin derinliğini bilecek, kirpiklerimin dizilişini resmedebilecek kadar. Sakinleşti; yükselen omuzları gevşedi, hızlanan nefesi düzene girdi.
"Sen nasıl bir şeysin böyle?" Fısıldayışı hafifçe gülmeme sebep oldu. "Nasıl bir şeyim?"
Cevap vermedi, tüm dikkati gülümsememdeydi çünkü. Bir an için bu beni utandırdı. Kızaran yanaklarımla ufalan gülümseyişim, bakışlarını tekrar gözlerime çekti.
Yüzsüzün tekiyim! Resmen cilve yapıyorum adama!
Bu düşüncem bizi izleyen küçük kızı güldürdü. Ela için ağlamış, sakinleşmek için yatağına uzanmıştı. Uzandığı yerden, oyuncak bebeğinin saçlarını okşarken de bizi izliyordu. Bu yüzsüzlük değil, birbirinizi seviyorsunuz. Birbirini seven insanlar böyle yapar.
Sen nereden biliyorsun bunu?
Zamanında bana sen öğrettin ya... Ne çabuk unuttun.
Tamam, yeter, uyu sen. O günlere geri dönme.
Dönmüyorum. Korkma.
Onu cevapsız bıraktım. Nereden çıkmıştı şimdi bu? O günleri hatırlamanın sırası mıydı?
Kendi kendime kızdım, nefesim hızlandı.
Hayır, o günleri düşünme, Efsun! Geri dönme!
Bana sen hatırlattın!
Özür dilerim. Lütfen... Geri dönme...
Başımı iki yana sallayarak ayağa kalktım. Çakır ani kalkışıma şaşırdı; gözleri, kaçırdığım gözlerimi yakalamaya çalışıyordu. "Yarım saat geçti. Hadi, doktoru bulalım." Yanından geçip gidecekken bileğimi tutarak beni durdu. Karşıma geçip, "Ne oldu sana?" diye sordu.
"Hiçbir şey."
Ona bakmamaya çalışıyordum. İstanbul'a geldiğimizden beri sessizliğe gömülen hatıralar, hiç beklemediğim bir an da toprağın altından çıkmıştı. İstekleri dışarı çıkmak değil, beni içlerine çekmekti. Buna izin veremezdim.
Bileğimdeki elini elime indirdi. Avucuyla sararak kaldırdı ve göğsüne çekerek elime sarıldı. Yine bakmadım, bakışlarımı göğsüne sabitledim. Bunu fark etti. Diğer eliyle çenemi tutup başımı kaldırdığında, artık ona bakıyordum.
Onun gözlerinde beni üzecek bir adam yoktu. Bile bile bir yanlışa yürüyormuş gibi de hissetmiyordum. O tüm varlığıyla bana iyi geliyordu. Onun yanındayken kendimden vermiyordum. Aksine, bana öyle güzel duygular hissettiriyordu ki... Daha önce hissetmediğim duygular...
Elim göğsünün üstündeyken birbirimize çarpacak kadar hızlı bir şekilde ona sarıldım. Anında karşılık verdi. Elimi bırakmadan beni öyle sıkı sarmıştı ki... Saçlarımda hissettiğim dudaklarıyla burukça gülümsedim.
Muğla'da, onunla harcadığım tüm zamanları üzerime borç bırakıp beni terk eden adam, bana kalbimi bir hazineymiş gibi hissettiren bu adamın tırnağı bile olamazdı. Onlardan aynı cümle içinde bahsetmek bile Çakır'a haksızlıktı.
Yavaşça ayrıldık. Avucundaki elimi dudaklarına götürdü. Gözleri gözlerimdeyken, burnumdan aldığım nefesin yetmemesine yol açacak bir yoğunlukla öptü. Her bir parmak boğumumu, avucumun içini öptü. Dudaklarını çektiğinde, yaşadığımdan şüpheliydim.
"Artık gidebiliriz."
"Ha?"
"Artık diyorum, gidebiliriz." Samimi sırıtışı beni kendime getirdi. Ah! Utançtan ağlayacaktım!
Bir adım geri gittim. Ardından arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Tek bir hareketiyle toprağın altından çıkan hatıralarımın üstünü kapamıştı. Hala oradalardı ama zihnimi ele geçirmek için güçsüz kalmışlardı.
Şimdi düşündüğüm çok daha başka şeylerdi...
Doktorun odasına çıktık. Kapıya kadar geldiğimizde, doktorun ismine baktım. Emir Faruk Demir.
Kapıyı tıklattım. "Gel." denmesini beklerken Çakır'a bakıyordum. Öfkesinin yakıcı kokusu yükselmeye başlamıştı. Ela'ya iyi bakılmadığını düşünüyordu. Haklıydı da. Bize yapmaları gereken bir açıklama vardı. O bıçağın Ela'ya nasıl ulaştığı gibi, mesela.
İçeri girdik. Doktor masasında oturan kişiyi gördük ve kapıyı kapatamadan, olduğumuz yere çakıldık.
"Emir Faruk Demir?"
"Erdem Doğan demenizi tercih ederim."
BÖLÜM SONU |
0% |