@betulbasndrglu
|
"Gir şuraya!"
"Bırak!"
"Gir dedim! Bağırma!"
"Efsun! Bırak beni!"
"Kes be!" Sinirden titreyen bedenine rağmen omzunu yumruğumla ittirdim. "Sen nesin Çakır? Katil misin? Yoksa sadece kız kardeşini korumaya çalışan bir abi mi? Onu korumak için herkesi öldürebilir misin? 'Hepsi ölecek.' Öyle mi?"
"Görmedin mi?" Burnuma kadar girip yüzüme karşı bağırışıyla geri çekilmeyi düşünsem de yerimi korudum. Bağırmaya devam etti. "İyileşecek dediler! Dur dediler, durduk! Bekle dediler, bekledik! Ne oldu? Kızın geldiği hali görmedin mi? Kendini öldürmeye çalıştı! Buna kim sebep olduysa geberteceğim hepsini! Analarından emdikleri sütü burunlarından getireceğim!"
"Tamam, hadi!" dedim ve kolunu yakaladım. Zorla soktuğum lavabodan çekiştirerek çıkartmaya çalıştığımda, sertçe kolunu çekip kurtardı. "Bırak!"
"Hadi, çık! Aman ha, birini bile öldürmeden gelme! Hadi!"
Burnundan solurken hiçbir şey söylemedi. Yanan gözlerinde bekleyen yaşlar vardı. Ateşi dinmesin diye akıtmıyor; öfkesi dinmesin diye ağlamıyordu.
"Yaşamayı hak etmiyorlar."
"Katil olmayı hak etmiyorsun."
"Yaptıkları yanlarına mı kalacak?"
"Asla! Yakalanacaklar ve cezalarını çekecekler."
Dudaklarını birbirine bastırarak gözlerimin içine baktı. Onu tam anlamıyla görebileceğim kadar içine. Hızlı adımlarla yanına ulaştım ve kollarımı boynuna sararak onu kendime çektim. Bir elimle ensesini kavradığımda, hıçkırıklarını duydum. Tam o an, kolları belimi sardı; parmak uçlarımın üstünde duracağım şekilde beni kaldırdı. Hiç konuşmadım. Hiç konuşmadı. Dakikalarca, küçük bir çocuk gibi ağladı. Beni bırakıp geri çekildiğinde yanaklarını okşayarak sildim. Yere bakıyordu. Kızaran yeşilleri beni görsün diye başımı eğerek baktım. Burukça gülümsediğinde, gülümsedim. "Her şey düzelecek."
*******
Lavabodan çıktık. Anne ve babam eve geçtiklerini haber veren bir mesaj gönderdi. Onları arayıp durumlarını öğrendim. Ardından abimin yanına geçtik. Konuştuklarımız tekdüze şeylerdi. Abim Ela'nın bir süre daha burada, onun gözetiminde kalmasını istiyordu ama Çakır haftanın dolduğunu söyleyerek bunu kabul etmiyordu. Anlaşamadılar. Birden aklıma, Ela'nın kimsesi olmayışı durumunda nerede kalacağı geldi. Çakır'ın yanında kalamazdı; yasalar buna izin vermezdi.
Abim, bizimle yarın Ela'nın durumuna göre konuşacağını söylerek işine geri döndü.
"Bu durumu daha sakin bir kafayla düşünmelisin."
"Ben gayet sakinim. Kardeşimi burada bırakmayacağım."
"Burası kötü bir yer değil."
Yüzüme onunla dalga geçiyormuşum gibi baktı. "Burası kötü bir yer. Abin bir psikiyatrist diye etrafı pembe görmene gerek yok."
"Alakası bile yok. Ela, o adam yanına gelene kadar durumunda oldukça gelişme göstermişti. Tüm testler aynısını söylüyordu."
"Ondan bir denekmiş gibi bahsetme. O daha on dört yaşında, uyuşturucu kullanmaya zorlanılmış, intihara kalkışmış bir kız çocuğu."
Kolundan tutarak durmasını sağladım. 'Saçmalamayı kes yoksa yüzünün ortasına bir tane geçireceğim.' diyemediğim için "Ne dediğinin farkında mısın?" diye sordum. Acısını benden mi çıkartıyordu?
Birkaç saniye yüzüme baktı. Kaldırdığım kaşlarım, özür dileyen ifadesiyle düzeldi. Kolunu bıraktım. Pekala...
"Aslan'a haber verdin mi?" diye sordum, ikimizinde bakışları etrafta gezinirken. Bana irileşmiş gözleriyle bakakaldı.
"Beni öldürecek!" diyerek hızla telefonunu çıkardı ve Aslan'ı aradı. "Yok artık! Bunu da unutmazsın." diye homurdanarak hastanenin banklarına yöneldim.
"Açmıyor! Beni kesinlikle öldürecek!"
"Belki de görmemiştir." diyerek ona döneceğim sırada, bakışlarım arkasına kaydı. Derin bir nefesi dudaklarımdan üflerken omuz silktim. "Belki de seni gerçekten öldürebilir." Söylediklerimle hızla arkasını döndü.
Aslan, arkasında en az on adamla bize doğru yürüyordu.
"Siz iki kafasız, bana ne zaman haber verecektiniz?"
"İkimizde anca toparladık." diye mırıldandım. Çakır sessiz kalarak ona bakıyordu. Aslan verdiğim cevapla gözlerini benden çekti ve Çakır'a baktı. Kalın kaşları çatılmaktan birleşecek duruma gelmiş, yüzü kızarmıştı. Çakır konuşana kadar yüzü düşmanına bakıyor gibi sertti.
"Abi, ben-" diye başladı Çakır. Dudaklarını birbirine bastırıp devam etmemeyi seçti. Kısık sesi de bunu destekliyordu. Aslan Çakır'ın durumunu fark etti; bir anda kollarını kaldırıp Çakır'ı kendine çekti ve ona sarıldı. Çakır'da kollarını kaldırıp ona sardığında, bir adım geri çekildim. İçlerindeki acı kadar sıkı sarıldılar birbirlerine. Yüreklerine oturan yumru boğazlarına dizildi; ayrıldılar ve hiç konuşmadılar. Birlikte hastaneden çıktık. Otoparka indik. Çakır'ın arabasına yürürken, Aslan'ın arkasındaki adamların yokluğunu yeni fark ettim. Kaybolmuşlardı.
Çakır'ın arabasının yanına geldik. Aslan ön kapıyı açtığında kendisi oturacak sanıp arkaya yöneldim. Oysa kapıyı tutarak eliyle bana işaret etti. Kaşlarımı kaldırdım; şaşırmama rağmen onu öyle bekletmeyip hızlıca öne oturdum.
Kendisi arkaya geçti. Çakır'da binip kapıyı kapattığında, koca bedenini aramıza soktu.
"Adamımız, Kazım Aksu." Hızla devam edeceği sırada Çakır hemen araya girdi. "Sen adamın kimliğini ne ara buldun?" Aslan kirpiklerinin altından ona baktı ve "Sorgulama, dinle." diyerek devam etti. "38 yaşında, 18 senedir bir uyuşturucu çetesine dahil. Çetenin kilit adamlarından. Vazgeçilmez. Fakat ne olduysa bir anda çeteden atılıyor." Bir an için duraksadı ve vurguyu arttırarak devam etti. "Çocuklar, uyuşturucu işlerinde çeteden atılmak diye bir şey yoktur. Hatanın bedeli ölümdür. Ama bu adam öldürülmüyor, yalnızca çeteden atılıyor. Bu bir ayrıcalık mı, yoksa adamın kaçışı mı bilmiyorum ama bulacağım. Bu bize o adamı yakalatacak. Şimdi, atılma varsayıp sebebine gelelim. Bilin bakalım ne olmuş? Satışı yapılmayan uyuşturucuları çalmaya başlamış. Peki, neden? Bir kız arkadaşının uyuşturucu ihtiyacını karşılamak için. Bu kim? Evet, doğru bildiniz! Bu kız arkadaş, bizim çok sevgili Cansu'muz!"
Şaşkınlıkla açılan ağzımı kapadım. Çakır tepkimi izlerken "Yok artık!" diye bağırdı. Elimi indirdim. "O zaman, o gece eve gelen adam olma ihtimali daha yüksek. Belki de Ela hatırlayamadı. Zihni o anları bulanıklaştırmış olmalı."
"Evet, olabilir. Bu yüzden adamın o gece evde düşürdüğü telefonu merkezden aldırdım."
"Nasıl yani? Onlar delil değil miydi? Nasıl ulaştın?"
Şaşkınlık dolu soruma sakince cevap verdi. "Efsun, beni tanımıyorsun. Beni tanımadığın sürece ulaşabileceğim şeylere şaşırmayı lütfen bırak. Her an sorularını cevaplayamam."
"Evet, tanımıyorum. Ama şu an bunları söylemek yerine sorumu da cevaplayabilirdin. Cevabının söylediklerinden daha kısa olduğuna eminim." Burun kıvırarak söylediklerime keyifsiz bir sırıtışla karşılık verdi. Çakır aramıza girdi. "İçeride müttefiklerimiz var Efsun. Takılma."
"Siz kimsiniz ki polis merkezinde müttefikiniz var?" diye sordum. Bu soruyu küçümsemek maksatıyla sormamıştım; ses tonum ve soruş şeklim bunu açıkça belli ettiği için ikisi de sakince birbirine baktı. Bu soru, gerçek anlamıyla 'siz kimsiniz?' sorusuydu.
Çakır bana döndü. Elinin içi Aslan'a bakacak şekilde ağzını kapattı ve güya fısıldayarak konuştu. "Aslan uluslararası bir ajan."
"Hahaha! Çakır'da simitçi. Anlarsın ya!" Çakır, Aslan'ın bu söyledikleriyle gülmeye başladı. Aslan'da kaba bir homurtu çıkartarak güldüğünde, sorumun ne kadar kibar bir şekilde cevaplanmayışını izliyordum.
"Ben salak mıyım arkadaşlar?"
"Estağfurullah. Sadece her şeyi bilmek isteyen, meraklı bir kızsın. Ve biz de biraz ketum adamlarız."
Bu sefer ben sahte bir gülüşle karşılık verdim. Bu ikisini de güldürdü. Birkaç saniye süren bu gülüşmelerden sonra, arabayı bir sessizlik kapladı. Ben de sustum. Soğuk havada üstüme örtülen incecik bir hüzün vardı şimdi. Önüme dönüp ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Tanımadığım iki adamın yanında, karanlığıma sığındım. Ne yaparsam yapayım, onları gerçekten tanıyamayacakmışım gibi hissediyordum. Kendi kozalarına öyle sıkı sarılmışlardı ki... Belki de uğruna 23 saniyemi verip, karanlığımı delmeye çalıştığım adamı bile hiç tanıyamamıştım.
Göz ucuyla, benim gibi önüne dönmüş, direksiyona diktiği gözlerini ayırmayan adama baktım.
Çakır aslında kimdi?
Dikiz aynasından, bana aynı benim ona baktığım gibi bakan Aslan'a baktım.
Aslan aslında kimdi?
*******
Aziz Mahallesi.
Mahallenin en dibindeki, en kuytu köşesindeki evin önünde tam on dakikadır bekliyorduk. Adamın adresi burayı gösteriyordu. Neden beklediğimizi bilmiyordum. Sesimi çıkartacak kadar cesur hissetmiyordum kendimi. Sanki konuşursam birileri uyanacak, bizim burada olduğumuzu anlayacaktı. Tepemize binip, ben dışında herkese hesap soracaktı. Ben dışında tüm dünyaya. Böyle hissetmemin en büyük sebebi, bu hayatı daha önce hiç görmeyişimdendi. Şu an Çakır'ı anlayamıyordum. Ya da Aslan'ı. İkisi de geride bıraktığı bir evrene geçiş yapmış gibi, mahalle sınırına girer girmez değişmişlerdi. Duruşları bile değişmişti.
"Burada canlı kalmak için dik durmalısın Efsun." Aslan, sanki içimden geçenleri duymuş gibi konuştu. İrileşmiş gözlerimin arkasındaki korkuyu belli etmemeye çalışarak ona baktım.
Çakır bakışlarını diktiği yerden ayırmadan "Onunla böyle konuşma. Ben yanındayım. Ona kimse zarar veremez." dedi. Söyledikleri kalbime dokunurdu, eğer sesi biraz bile merhamet barındırsaydı. Bunu bize değil, kendine hatırlatıyormuş gibi söylemişti. Kimse, onun yanındakilere zarar veremezdi.
İkisine de cevap vermedim. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından Çakır kapısını açtı. İnmeden önce gözünün ucuyla bana bakıp "Arabada kal." dedi. Yine cevap vermedim. Yalnızca başımı salladım.
İçimde çok kötü bir his baş gösteriyordu.
Bakışlarımı kaldırdım. Henüz içeri girmemişlerdi. Aslan görüş açımdaydı. Çakır'ın geniş sırtını görüyordum. Dün ki kıyafetlerimiz hala üzerimizdeydi. Geçirdiğim en güzel akşamlardan biriydi ve şimdi de, hayatımın en kötü günlerinden birini geçiriyordum.
Burada ne yapıyorduk? Neden hala içeri girmiyorlardı? Polisler neredeydi? Aslan'ın ulaşabildiklerine onlar ulaşamamışlar mıydı? Aslan bu işi nasıl kontrolü altına almıştı? Bu kadar bilgiye nasıl ulaşmıştı? Aslan aslında kimdi? Ne iş yapıyordu? Çakır neden buradan bu kadar etkilenmişti?
Aslan konuşmaya başlayınca, beynimin içini turlayan soruların sesini kısıp onlara odaklandım. Aslan'ın ağzını okudum.
"Yalnızca eve bakıp çıkacağız. Tahmin ettiğimiz gibiyse adam buraya geleceğimizi biliyordur."
Çakır'ı dinledi. Ve her ne dediyse Aslan sinirle ona baktı.
"Ona söz mü verdin?"
(...)
"Ela'ya zarar verdiler!"
(...)
"Tamam, ben de öyle yapacağım zaten." dedi ve arkasını dönüp evin bahçesine girdi. Çakır birkaç saniye hareketsiz kaldı. Ardından, hiç beklemediğim bir an dönüp bana baktı. Bakışlarında farklı bir ifade vardı. Anlayamıyordum. Gözleri kısıldı, eli cebine girdi. Yavaş hareketlerini sakince izliyordum. Cebindeki gözlerimi tekrar gözlerine çıkardım. O an bana bakmayı bırakıp Aslan'ın arkasından gitti. Derin bir nefes alırken arkama yaslandım. Ne olacağını merak ediyordum.
Kollarımı birbirine bağlayarak gözlerimi kapattım. Aklımdaki düşünceleri bir düzene koymaya çalışıyordum. Birkaç saniye geçti. Gözlerimi açıp doğrudan karşıma baktığımda, bana bakan bir çift göz gördüm. Kaşlarım çatıldı. Bir kızdı. Yerimde doğrulup tam olarak görmeye çalıştığım da, o da aynı şekilde beni tanımaya çalışıyordu. Birkaç adım öne geldi. Birbirimizi aynı anda tanımış olduğumuzu, benim araba kapısına uzanan elimle onun arkaya doğru adımlamasının bir olduğu anda anladım. Sadece arabadan inip burada ne işi olduğunu soracağım, okulda tartıştığım o kız, kaçmaya başladı. Ve bu ondan şüphelenip arkasından koşmam için yeterli bir sebepti. Ben sokağı dönerken o da diğer sokağa sapıyordu. Arkasına bakmak gibi bir hata yaptığı için sendeledi. "Dur!"
"Gelme peşimden!"
"Nereye kaçacağını sanıyorsun?" derken ellerim saçlarına değmiş, tutabildiğim kadar tutup çekmiştim. Bu onu düşürmeye yetti. Üstüne çıkıp debelenen bedenini bacaklarımın arasına aldım. Bir elim çenesinde, bir elim saçında; "Niye kaçıyorsun? Ha?" diye sordum. Hıncımı çıkartırcasına sıkıyordum çenesini. Öne büzülen dudaklarıyla konuşamıyordu bile. Sakinleşmeye çalıştığım birkaç saniye geçti. Onu sıkmayı bıraktığımda "Ben bir şey bilmiyorum! Bırak beni!" diye bağırdı. Sesinde korku vardı.
"Niye kaçıyorsun o zaman? Suçsuz biri niye kaçar?"
Gözleri irice açıldı. Hızlıca konuşarak kendini savunmaya çalıştı. "Ne suçu? Ben yapmadım!"
Düşünmesine fırsat vermeden sordum. "Neyi sen yapmadın?"
"Ona ben söylemedim! Ela'yı ben anlatmadım!"
Söyledikleriyle kan beynime sıçradı. Yüzüne eğilerek tüm gücümle bağırdım.
"Ne diyorsun sen? Ela'yla senin ne ilgin var?"
Kız ağlamaya başladı. Gözyaşları öfkemi arttırmaktan başka bir işe yaramadığında, hatta daha da sinirimi bozduğunda, sağ elimin avcunu kızın ağzına kapadım. "Ağlama! Bana bu işte ne parmağın var, anlatacaksın!" Elimi ittirmeye çalışıyordu ama nafile. Öyle çok bastırıyordum ki burnundan da nefes alamıyordu. Kızın gözleri yuvarlarından çıkacak kadar açılmış; altımda kıvranırken sadece onu izliyordum. Cevap isteyip cevap veremeyecek duruma gelişini izliyordum. Saymadığım birkaç saniye geçti. Kollarımdan tutulup geri çekilmemle kızın üstünden kalktım. Kız serbest kaldığı an öksürmeye başladı. Eli boğazına gitti; derin nefesler alarak kendine gelmeye çalıştı.
"Efsun! Ne yapıyorsun?" diye bağıran Çakır'a döndü bakışlarım. Sonra tekrar kıza. Ben ne yapmıştım az önce?
"O-" diyerek duraksadım. Sanki nefesi kesilen benmişim gibi derin nefesler aldım. "O Ela hakkında bir şeyler biliyor. Beni gördü; kaçmaya çalıştı."
"Sen de 'onu boğmalıyım' mı dedin?" diye sordu ters ters. "Ne oldu? İşler sana gelince değişiyor mu yoksa?"
"Ne diyorsun? Bir anlık sinir tutulması yaşadım sadece!"
Öfkeyle bir nefes aldı ve kıza geri döndü. "Gel bakalım. Seninle biraz muhabbet edelim."
********
Hala evde olan Aslan'ın yanına geçtik. Adımımı attığım ilk an burnuma dolan ekşi koku, zaten alt üst olan midemi daha da bulandırmıştı. Her yer her yerdeydi. Ve dağılmaya da devam ediyordu. Elinde koca bir dolap tutan Aslan, dolabı ters çevirdi ve içindekileri dökerek biraz karıştırdı. İstediğini bulamamanın verdiği sinir vardı üstünde. İri bedeni terlemişti; gömleği sırılsıklam olmuştu.
"Ne arıyorsun?"
"Bana birkaç dakika verin. Olur mu? Ne aradığımı bulunca görürsün." Bizi başından kibar bir yolla kovunca, olduğum yerde topuğum üzerinde dönerek "Pekala." dedim ve zaten ilgilenecek bir meselem olduğu için ısrar etmedim.
Kendisine doğru geldiğimi gören kız bir adım geri attı. Çakır onun kolunu gevşekçe tutuyor ama bırakmıyordu. Kız bir adımdan fazla uzaklaşamadığında, Çakır'la yan yana geldik. Ben kıza doğru dönmüşken Çakır, Aslan'ı izliyordu.
Kız korkuyla Çakır'a baktı. Tek kelime etmeden yüzüne bakıyor oluşum sinirlerini iyice gerdiği için Çakır'ı kurtarıcısı olarak görebilirdi.
Okuldaki tartışmamız aklıma geldi. Kızı Çakır'ın elinden aldım ve yandaki koltuğa hafifçe ittirdim. "Otur."
Oturur oturmaz yerine sindi. "Ben bir şey bilmiyorum."
"O yüzden mi Ela'dan haberin var?"
"Ela'yı tanıyorum. Cansu'yla arkadaştık. Ela'yı severim-"
"Sakın!" diye bağırdım, parmağımı tehdit edercesine sallarken. "Sakın bana sevgiden bahsetme. Cansu'yla arkadaşsan kalbinin taş kesildiğine yemin edebilirim!" Ani çıkışım titreyerek geri çekilmesine sebep oldu. Elleriyle yüzünü örttü; boğuk ve ağlamaklı sesiyle sordu. "Neden böyle söylüyorsun? Cansu sana ne yaptı?"
Hırçın bir ses tonuyla sordum. "Cansu'yu tanımıyor musun sen?"
"Eğer uyuşturucudan bahsediyorsan, bana aylar önce bıraktığını söyledi. Alkol bağımlılığı için de tedavi olacağını."
Sanki Cansu iyi bir insan olmaya çalışıyormuş, düzelmeye çalışıyormuş gibi konuşması sinirimi bozarken yüzüne doğru eğildim. Burun buruna gelene kadar durmadım; gözleri herhangi bir tehlike durumunda kaçacak delik arıyormuşcasına etrafı turladı.
"Cansu'nun Ela'ya yaptıklarından haberin var mı?"
"Ne? Cansu kardeşine ne yaptı?"
Gerçekten bilmiyor gibi duruyordu. Doğruldum. O sırada dizimin arkasına hafifçe çarpan sandalyeyle arkamı döndüm. Çakır benim için çektiği sandalyeyi gösterdi.
"Otur istersen. Bu konuşma uzun sürecek gibi duruyor."
Yüzümdeki ifadenin değişmemesi için kendimi kastım. Yanağımın içini dişlerken Çakır her şeyde olduğu gibi bunu da fark etti ve belli belirsiz bir sırıtışla omzuma dokunup "Otur hadi." dedi. Parmaklarının sıcaklığını hissettiğim an sandalyeye oturdum. Bana temas etmemeliydi.
Yirmi üç saniyenin dışındayız, dedi küçük kız. Başını omzuna yatırmış, uykulu gözlerle bana bakıyordu. Bu sabah ki tartışmamızdan dolayı üzgün ve yaşananlardan dolayı yorgundu.
Onu duymamazlıktan geldim.
Önümdeki kıza odaklanmaya çalıştım. Çakır'ın varlığını sandalyenin hemen arkasında hissediyordum.
Dirseklerimi dizlerime yaslayarak eğildim ve ellerimi kavuşturdum.
"Neden buradaydın? Neden beni görünce kaçtın?"
"Birini görmeye gelmiştim. Sen beni kovalamaya başladığın için kaçtım."
Sakin bir tonla konuştum. "Yalan söyleme. Ben arabadan inmeden kaçmaya başladın. Beni tanıdığın an. Neden?"
"Doğruları söylersen buradan elini kolunu sallaya sallaya çıkarsın." Çakır'ın söyledikleriyle kıza ani bir cesaret patlaması geldi. "Konuşmazsam ne olur? Siz kimsiniz ya? Hangi hakla beni alıkoyuyorsunuz?"
"O bir polis." dedi Çakır, eliyle evi dağıtmaya devam eden Aslan'ı göstererek. Kız gözlerini irileştirerek Aslan'a baktı. Oysa bizi dinlemiyormuş gibi durmasına rağmen Çakır'ın bu söylediğiyle cebinden rozetini çıkartıp bize doğru döndürdü. Ben de en az kız kadar şaşkındım. Sadece bunu belli etmiyordum. Blöf yapıyor olabilirlerdi. Ya da yapmıyor. Aslan bendeki gizemini korumaya devam ediyordu.
"Ben-" derken kekeledi. Sonrasında, kaçışının olmayacağını anlamış gibi dökülmeye başladı. "Ben abimi görmeye geldim. Onun yaptıklarından haberim var. Ela'ya gittiğinden. Ona verdiklerinden. Ama bunu neden-" Devam edecekken lafını kestim.
"Ne dedin sen?"
Anlamayarak bana baktığında, tahammülsüzce sesimi yükselttim. " 'Ona verdiklerinden' de ne demek? Abin Ela'ya ne verdi?"
Pot kırdığını anladı; korkusu git gide katlandığında, sanki elinin altında tuttuğu yastık onu bizden koruyabilecekmiş gibi daha da sıkı sarıldı. Yerimden kalkıp sokakta yaptığımı tekrarlamak istiyordum ki, bu sefer Çakır benden önce davrandı. Kızı koltuktan tek tutuşla kaldırabilecek kadar sertçe çekiştirip, olduğu yere geri bastırdı. Kız sarsıntı yüzünden çığlık atarak "Bırak!" diye bağırdı.
"Konuş! Konuş yoksa o iti bulduğumda yapacaklarımın baş seyircisi sen olursun! Konuş!"
Yüzünü buruşturarak Çakır'dan uzaklaşmaya çalıştı. "Ela'ya uyuşturucu vermiş. Ona neden bunu yaptığını bilmiyorum. Telefonda konuşurken duydum. 'Sadece yapmama izin ver. Onu kaybetmeyeceğiz.' diyordu. Kiminle konuştuğunu bilmiyorum."
"Ne zaman oldu bu konuşma?" Dünden öncesi var mıydı, onu öğrenmeye çalışıyordum.
"Dün sabah."
"Daha önce abinin Ela'yla ilgili konuştuğunu ya da plan yaptığını, her ne olursa, duydun mu?"
"Hayır. Daha öncesinde hiç onunla ilgili konuştuğunu duymadım."
"Abinin Cansu'yla olan ilişkisini biliyor muydun?" diye sordu Çakır, kızı bırakıp bir adım geri çekilmişken.
"Ne ilişkisi?" Bakışları bana döndü. "Cansu hapiste değil mi?"
"Daha öncesinde bir ilişkileri varmış. Abin, Cansu'ya uyuşturucu sağlıyormuş." Kız duyduklarıyla, elini açılan ağzına kapadı.
"O yüzden peşine düştüler."
"Kim? Çete mi?"
Ağzındaki elini indirip, isyan eder gibi bağırdı. "Siz her şeyi biliyorsunuz!"
"Her şeyi değil." dedi Çakır. "Devam et."
Kız böyle bir tepki verdiğine göre, çeteden haberimizin olması onu oldukça rahatsız etmişti.
"Evet!" Demek ki adam çeteden atılmamıştı, kaçmıştı. "Buraya geldiler. Abim yoktu, ben de ona ulaşamadığım için gelmiştim. İçeri girdiğimde onlar tüm evi dağıtıyorlardı. Beni alıkoyup abimin yerini sordular. Bilmediğimi anlayınca beni bıraktılar ama tehdit ettiler. Onlara abimi vermezsem beni öldüreceklermiş. Ben ona günlerdir ulaşamıyorum bile. Yaşıyor mu yoksa çoktan öldürdüler mi, onu bile bilmiyorum." Sonlara doğru ağlamaya başlayan kızla burnumun ucunu kaşıdım. Anlattıkları canımı sıkmıştı. Neredeyse kız için üzülecektim. Tüm bu yaşananlara dahil olmayı o seçmemiş gibi duruyordu. Elbette onu suçlayacak birçok şey bulabilirdim. Ama benim de bir abim vardı ve onu öldürmeye çalışıyor olsalar, canımın nasıl yanacağını tahmin bile edemiyordum.
Kız şu an gözüme acınası gelmişti. O adam nsıl biri olursa olsun, onun abisiydi.
"Ağlama. Abinin biraz aklı varsa peşindeki adamlardan kurtulmak için teslim olur."
"Ya da bize gelir." dedi Çakır. Kız ağlamasını durdurmaya çalışarak Çakır'a baktı. "Siz onu koruyabilir misiniz?"
Hiçbir söze dahil olmayan Aslan'ın ilgisini çekmiş gibi duran bu soru, onun tarafından cevaplandı. "Korumak için değil. Onu çeteden daha acısız öldüreceğiz, o yüzden."
"Aslan!" dedim uyaran sesimle. Kız doğru olup olmadığını anlamak için bana baktı. Başımı iki yana sallayarak "Hak verirsin ki abini iki çift laf etmek için aramıyorlar. Ama onu öldürecek de değiller. Öğrenilmesi gerekenler öğrenilip polise teslim edilecek." dedim.
"Abimin hayatında benim pek yerim yok. Ama onun öldürülmemesi için kendi canımı veririm, buna çekinmem."
"O gün." dedim, muhattap olduğumuz tek bir gün var olduğu için. "Ablandan bahsetmiştin."
"Ablam iki sene önce şehirden ayrıldı. Abim ve ben varız sadece. Ben kendi evimizde tek başıma yaşıyorum. Abim bu evde, o adamların himayesi altında yaşıyordu."
Anne ve babasını sormadım. Çakır bana baktı. Bense kız için üzülmüş, bakışlarımı etrafta gezdirirken daha sakin bir şekilde devam edebilmeye çalışıyordum. Onunla göz göze geldiğimde başını hafifçe yana doğru yatırdı. Bense omuzlarımı silktim.
Şu sıralar, hak etsin veya etmesin, herkese üzülebilecek potansiyele sahiptim.
Biz sessizleşmişken Aslan geldi. Elindeki telefonu kapatıp cebine koyarken, bir yandan da parmağıyla kızı gösterdi. "Abinin uyuşturucu çetesine dahil olduğunu biliyordun. Sakın masum ayaklarına yatma! Eminim ki çoğu sözün yalan! Bana hemen kutunun yerini söyleyeceksin yoksa ömür boyu hapis yatmanı sağlarım." diyerek onu tehdit etti. Bu sert tavrını, kıza duyduğum acıma yüzünden dağıtmak istemiyordum.
Bahsettiği kutu da neydi?
Kız, Aslan'ın bu sözleri üstüne, ondan beklemediğim bir öfkeye büründü. "Sen ne saçmalıyorsun? Kutuyu nereden öğrendin? O kutuyu alırsan bırak abimi, tek birinizi bile sağ bırakmazlar! Sakın! Sakın kutuyu bulmaya çalışma! Arama! Sorma! Sırf bu yüzden bile onların hedefi olursun!"
"Kes sesini! Bana ne yapacağımı söyleme! O kutuyu alacağım! Ortada ne çete bırakacağım ne de toz! Zehirleyemeyeceksiniz bir çocuğu daha! Duydun mu beni?!"
"Asıl sen kes sesini! Hepimizi öldürteceksin!" Kız deli cesaretiyle Aslan'a meydan okudu. O an her şey o kadar hızlı gelişti ki; en son gördüğüm Çakır'ın Aslan'ı kıza ulaşmasın diye tutuyor oluşuydu.
"Abi, sakin ol!"
"Seni elimden kimse alamaz kızım! O kutuyu bana vereceksin!"
"Asla!"
"Susun!" diyerek sesimi duyurmaya çalıştım. Öyle çok bağırıyorlardı ki; bir de dışarıdaki insanlarla uğraşamazdık.
"Bu kadar yeter! Size daha fazla katlanmayacağım!" Bunları söylerken ayağı kalkmış; çıkan arbededen faydalanarak evin dış kapısına ilerliyordu. "Orada dur!" diyerek ona tutacaktım ki, belinden bir kelebek çıkartıp üzerime doğru salladı. Kızın elindekini fark etmemle, kendi elimde hissettiğim acı neredeyse aynı anda olmuştu. Şiddetli bir iniltiyle bağırdım. Avcumun içindeki uzun ve derin çizikten akan kan birikerek yere damlamaya başladı.
"Efsun!" diye bağırdı Çakır. Kız bıçağı sıkıca tutarken elleri titriyordu. Bunun sebebi, üzerine yürüyen Çakır ve Aslan'dan başka bir şey değildi. Sendeleyerek arkasındaki kapıyı açtı. Dışarı çıkarken hala kendini korumaya çalışıyordu. "Bırakın beni!"
"Sen o şansı Efsun'a zarar vererek kaybettin!" Çakır'ın yüzüne baktım. Öfkeden kıpkırmızı olmuş; burnundan soluyordu. Hiçbir acıma duygusu barındırmayan sesi, bana o günü hatırlattı. Furkan'ın başıma silah dayadığı günü.
Tek kelime edemezken arkalarından çıktım. Evin pis kokusunun yerini, önümdeki iki adamın öfkesinden yükselen koku almıştı. Bu koku oradan daha rahatsız ediciydi.
"Efsun! Söyle, bıraksınlar beni!" Benden bunu hangi akılla istiyor diye düşünürken, Cansu'nun arkadaşı olduğunu kanıtlarcasına duygu sömürüsü yapmaya başladı. "Efsun, lütfen! Abimi bulmalıyım! Söyle, bıraksınlar beni!"
"Ben daha çok, onların pis işlerini korumaya çalışıyormuşsun gibi görüyorum."
Beni kafalayamadığını anlayınca asıl karakteri boy gösterdi. "Sizi onlara öldürtürüm! Duyuyor musunuz beni?" Aslan'a bakarak devam etti. "Evet, yalan söyledim! Ben de çeteye dahilim! Sizi onlara öldürtmeden beni ve abimi rahat bırakın!"
"Kutuyu bana ver! Abini al!"
Bu da ne demekti? Adamı yakalamışlar mıydı?
Kız bu sözle olduğu yere çakıldı. "Ne?"
"Duydun! Abin az önce avucuma düştü. Onu yakaladılar ve benden emir bekliyorlar! Abini istiyorsan, kutunun yerini bana söyleyeceksin!"
Kızın eli yavaşça aşağı düştü. Titreyen sesiyle "Eğer konuşursam, hepimizi öldürürler." dedi.
"O bizim meselemiz. Kutuyu bana verdiğin an da, seni ve abini buradan gönderirim. Söz veriyorum." Aslan'ın bir eli arkadayken işaret ve orta parmağını birbiri üzerine attı. Bu hareketi çocukken yapardık; yalan yere söz verince. Yüzüne tekrar baktığımda, neredeyse gülecektim. Elbette onları bırakmayacaktı. Polise teslim edecekti.
Kız durup birkaç saniye düşündü. Bu esnada dikkati üzerimizde değildi. Çakır öfkesi dinmemiş bir şekilde ona yönelmişken Aslan tarafından durduruldu. Bu sırada da kız kafasını yerden kaldırıp "Tamam, kutuyu sana vereceğim." dedi.
"Harika!" diye mırıldandım. Elimin acısını unutmuştum bile.
"Hadi, içeri geçelim." dedim, bakışlarımı etrafta gezdirirken. Hava kararmaya başlamıştı. Batan güneşin aydınlattığı uzun çalılıklara baktım. Evlerin camlarına, sokak başına. Birkaç saniyede göz gezdirdiğim bu yerlerden birinde, bir hareketlilik fark ettim. Tekrar bakınca kimse yoktu. Yine de tedirgin oldum. "Hadi!" diyerek kıza doğru bir adım attım. Rüzgar saçlarımı yüzüme uçurdu. Onları geri ittim ama rüzgar şiddetlenmişti. Kız da tedirginlik içinde bana yaklaştı. Başını delip geçen mermi, saçlarımın arasından geçip arkamızdaki duvara saplandığında, aramızda sadece birkaç adım kalmıştı.
Kanı yüzüme sıçradı.
Hareket dahi edemedim. Çakır'ın üstüme kapanıp beni yere yatırması, kızın cansız bedeninin yere yığılmasıyla aynı anda oldu. Çakır'ın göğsü sırtıma yapışmış, beni herhangi bir an da gelebilecek olan kurşundan koruyordu. Oysa tek bir kurşun daha atılmadı. Tek bir kurşun. Kızın başını delip, beni es geçen kurşundan başka tek bir kurşun.
Anın şokundan çıkamazken Çakır'ın bana söylediklerini duymuyordum. Yalnızca dudakları oynuyordu. Ama onu bile okuyamıyordum. Kısa bir an çektiğim gözlerimi, tekrar kızın açık gözlerine çevirdim. Alnının tam ortasında açılan delikten akan kan, başının altında birikiyordu. Aralık kalmış dudakları kanın içindeydi. Ağzına kan doluyor olmalıydı.
O kan, benim ağzıma doluyormuş gibi midem bulandı. Nefes almaya çalıştım.
Sesler ağır ağır kulağıma gelmeye başladı. "Çakır, Efsun'u buradan götür!"
Aslan bir daha kurşun atılmayacağını anlayınca başını yerden kaldırıp ateş açılan yere baktı. "Bu o! Şerefsiz adam! Bu o!" Kim olduğunu soramadan kalkıp koşmaya başladı. Uzun çalılıkların arasına girdi ve saniyeler içinde gözden kayboldu. Çakır'ı ittirdim. "Git! Peşinden git! Onu yalnız bırakma!"
Çakır bir bana baktı, bir de bağırış sesleri gelen Aslan'a. Kıza sıkılan kurşun ses çıkarmamıştı. Susturucu kullanılmıştı. Aslan'ın sesiyse susturulamazdı. Peşinden gittiği adamın, ya da adamların, onun bağırışlarından korkmaması imkansızdı.
Çakır "O kendi başının çaresine bakar." diyerek beni yerden kaldırdı ve bahçenin hemen önündeki arabaya bindirdi. Onun tarafından yönetiliyordum. Zihnim biraz bile olsa hareketlenmişken gözlerim kızdan ayrılmıyordu.
"O-" diyerek Çakır'a baktım. Sonra hızla geri döndüm. Sanki gözlerimi üstünden çekersem kız kaybolacaktı. "-onu burada mı bırakacağız?"
"Haber verdim. Alacaklar."
Bir nesneden bahsediyormuş gibi. Alacaklar. Haber verdi. Başını delip geçen mermi, saçlarımın arasından geçti. Ama haber verdi. Alacaklar.
"O öldü!" Titreyen ellerimi başıma yasladım. Sonra korkuyla geri çektim. Yüzümde kızın kanı vardı. Ellerime baktım. Kan bulaşmıştı.
Boğuk çığlığım acıyla dudaklarımdan döküldü. "O öldü, Çakır!"
Araba sarsılarak durdu. Yoksa sarsılan ben miydim? Gözlerimin önünde oynayan sahne, bir perdenin açılıp kapanışı gibiydi. Kızın yere düşüş anına kadar, gözlerimin önünde defalarca tekrarlandı.
"O öldü! Allah'ım!"
"Efsun! Efsun, bana bak!"
"Başından çıkan mermiyi gördüm! Kanı yüzüme sıçradı! Onu öldürdüler!"
Çığlık çığlığa bağırışım, Çakır'ın sakinleştirme çabalarına rağmen azalmadı. Dizlerimi ovuşturdum. Ellerimi yüzüme vurdum. Kan tüm yüzüme yayıldı. Artık umursamıyordum. Saçlarımı çekiştirerek kulaklarımı kapadım. Neydi duymak istemediğim?
"Sus!" diye bağırdım Çakır'a. "Sus! Her şey o lanet kız yüzünden oluyor! O kız-" Öfke sesimi kıstı. Dudaklarımı birbirine bastırıp alamadığım nefesi reddettim. Arabanın dikiz aynasındaki yüzümü de o an gördüm. Kıpkırmızı kesilmiş, gözyaşlarımla ıslanmıştı. Gördüğüm yüz, beni daha da öfkelendirdi. Tükürürcesine konuştum. "Cansu yüzünden!" Tırnaklarımı dizlerime batırdım. Çakır tutup çektiğinde, tırnaklarımın altında artık onun elleri vardı.
"Efsun, kendine gel! Lütfen, bak bana!" Ellerimi çekiştirerek yüzümü kendine çevirmeye çalıştı. Derin nefesler aldım. Gözlerimi kapatıp açtım ve iç çekişlerimle Çakır'a baktım.
Benim haykırışlarımın aksine, sakin bir sesle konuştu. "Sakin ol. Lütfen, kendine gel."
"Sen nasıl böyle sakin kalabiliyorsun?" Acıyan bir ifadeyle bana baktı. Ama acıdığı ben değildim. "Buna şahit olmanı istemezdim, Efsun. Özür dilerim..." Yeşil gözleri benimkiler gibi kızarmıştı. "Sen niye özür diliyorsun ki?" diye sordum. Konuşabilmek için fısıldamam gerekmişti. Boğazlarım yırtılmış gibi acıyordu.
Tekrar akmaya başlayan gözlerimin aksine, bu sefer sakin kalmaya çalıştım. "Senin bir suçun yok. Suçlu olanlar, onlar."
Sonra öfke geldi. Tırnaklarım Çakır'ın tenine girmişti. "Ve yaşayanlar da onlar!"
*******
Tuzlu suyun kokusu genzimi yakıyordu. Ciğerlerimi kaplayan kan kokusundan kurtulmak için derin nefesler almayı bırakmıyordum. Başımı döndürüp, aldığım nefeste boğulmama sebep olsa bile bırakmıyordum. Kanın kokusunu unutmalıydım. O anı unutmalıydım. Yüzüme sıçrayan kanı, kızın açık gözlerini, cansız bedenini unutmalıydım.
Unutmamam gereken tek bir şey vardı. O da, tüm bu yaşananlardan kimlerin sorumlu olduğu. Çakır, Aslan'ın hala onların peşinde olduğunu söylemişti. Kız için de gerekenin yapıldığını. Bana bu konuda hiçbir detay vermemişti. Sadece, onun orada bırakılmadığını söylemişti.
Bunları düşünürken yanıma geldi. Bakışlarımı yokuşun altındaki denizden çekip yeşillerini karşıladım. Siyah saçları alnına dökülmüştü. Rüzgar arkaya uçuruyor, sonra tekrar gözleri önüne getiriyordu.
Benim gibi yere oturdu. Ben dizlerimi kendime çekmiş, kollarımı sarmıştım. Oysa bağdaş kurarak bana doğru döndü. Başımı kollarıma yaslayarak onu izlemeye devam ettim. Gözlerimiz birbirinden ayrılmazken, sağ elini yüzüme uzattı. Çenemden hafifçe tutarak, irkilmeme sebep olacak soğuklukta bir bezi yüzüme değdirdi. Geriye doğru kaçmamak için son anda kendimi durdurdum. Bunu hissetti. Hızlıca ceketini çıkarıp sırtıma bıraktı. Sessizce mırıldandım. "Teşekkür ederim."
Yüzüme baktı. Kanın kuruyup, yüzümü gerginleştirdiğini hissediyordum. Temizlenmeliydi. Yüzüm ve yüzümün ardındakiler, temizlenmeliydi.
Titreyen sesimle sordum. "Yüzümü temizler misin?"
Beni temizler misin, Çakır? Gördüklerimi unutturabilir misin? Gördüklerini unutturabilir miyim? Sadece bugünü değil, bugün şaşırmamana sebep olan her şeyi, sana unutturabilir miyim? Sen, hatırladıklarınla beni temizleyebilir misin?
Ellerimize bulaşan kanı temizleyebilir miyiz, Çakır?
Bugün, ilk defa titreyen sesiyle konuştu. "Temizlerim." Bezi yüzüme kaldırdı. Sağ yanağımı okşar gibi silerken tekrarladı. "Temizlerim, Efsun."
Öyle de yaptı. Tüm yüzümü sever gibi temizledi. Parmaklarından akan şefkat, sanki sildiği tüm kanla beni sakinleştirdi. Zihnimi açtı; ciğerlerimdeki kan kokusunu aldı.
Son kez sildiği alnımla, bezi arkasına bıraktı. Temizlenmiş yüzümü avcunun içine alıp bana yaklaştı. Gözlerimi kapattım. Dudakları saçlarımı okşarken, ben karanlığımdaydım.
********
Dakikalarca öyle oturduk. Esen rüzgarın şiddeti arttıkça birbirimize daha sıkı sarılıyorduk. Sonra, kulaklarımıza dolan araba sesiyle aynı anda arkamıza döndük. Kalbim korkuyla kasıldı. Oysa gelen Aslan'dan başkası değildi. Arabasından indi. Ağır adımlarla yanımıza geldi ve bizim gibi yere oturdu. Çakır yavaşça beni bıraktı ama bir eli hala belimdeydi.
"Aslan?"
"Kazım'ı yakaladık." dedi Aslan. Demek söyledikleri blöften ibaretti. Asıl gerçekler şimdi konuşuluyordu.
Aslan'ın yüzüne baktım. Zaten duymak istediğimiz de buyken, Aslan'ın ses tonu bambaşka hissettiriyordu.
"Peki ya kızı vuran?" diye sordum, kısılmış sesimle. Aslan yavaşça bana döndü. Yakasını kırmızıya boyayan kan, el bileklerinde de vardı. Gömleğinde, ceketinde. Ellerinde. Ama sanki bunlar onun için bir anlam ifade etmiyormuş gibi, temizlenmeden üzerinde duruyordu. Bakışlarımı tekrardan gözlerine çıkardım. Soruma cevap verdiğinde, aslında sorumu duymadığını sandım. Sonradan anladım. Meğer bu cümle, tüm sorularımızın cevabıydı.
"Kazım'ı yakaladık!"
SON
|
0% |