@betulbasndrglu
|
📍 Ölüm - Açık Seçik Aşk Bandosu
********
Titreyerek uyandım. Bakışlarımın ilk hedefi, hala göğsümde uyuyan Ela oldu. Rahat bir nefes alırken alnımdan akan teri elimin tersiyle sildim. Kirpiklerim ıslanmıştı. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Ela'nın başını yavaşça kaldırıp yastığa bıraktım. Bileğimdeki saate baktım. Doktorun ameliyat için söylediği saate yirmi beş dakika vardı. Birazdan gelirlerdi. Ayağa kalktım.
Tam o an da, odanın içinde başka birinin daha var olduğunu fark ettim. Odayı aydınlatan ay ışığını kesen gölge, Ela'nın üzerine düşüyordu. Sakin kalmaya çalışarak doğruldum. Hemşire ya da doktor olamazdı. Onlar neden karanlıkta saklansınlar?
Yavaşça arkamı döndüm. Karşımda, devasa bir adam görmemle istemsizce bir adım geri gittim. Siyahlar içinde, ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu. Dolunayın önünde, arkasına aldığı ışıkla karanlığa gömülmüş, her an saldırabilecek bir yırtıcı gibi bana bakıyordu. Gözlerimin tam içine.
Bacağım yatağa çarptı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken "Sen kimsin?" diye sordum. Sesimi kısmıştım, Ela'nın uyanmasını istemiyordum. Ve bunu düşündüğüm anlarda, Ela'nın uykulu sesini duydum. "Efsun abla." Yataktan doğrulan Ela, adamı fark etti. Ama hiç beklemediğim bir tepki vererek, bana dümdüz bakan adamın neşeyle gülümsemesine sebep olduğunda, kaşlarımı çatarak ikisi arasında bakışlarımı gezdirdim. "Aslan abi!" diyerek yataktan çıkmak istedi ama eline bağlı olan serumla duraksadı. Canı yanmıştı, yüzünü buruşturarak acıyla inlediğinde ona yöneldim. Ama benden önce Aslan dediği adam dibimizde bitti. Beni resmen itip, Ela'ya sarıldığında, Ela'da ellerini onun koluna sardı.
"Aslan abi. Hoşgeldin, iyi ki geldin!"
"Ela'm. Canım benim."
Bir süre öylece durdular. "Sen buradaysan Çakır abim nerede?"
"Gelecek. Bazı işlerini halletmesi gerekiyor. Sonra gelecek. Sen ameliyata girecekmişsin." derken bundan ne kadar rahatsız olduğunu belirtircesine yüzünü buruşturdu. "Çıktığın zaman Çakır'da burada olacak."
Ela hüzünlendi. Gözleri dolarken dudaklarını birbirine bastırdı. Hızla kafa salladığında Aslan, "Sen iyi misin? O deli sana ne yaptı?" diye sordu.
"Madem deli olduğunu biliyordunuz, ne diye onunla Ela'yı tek bıraktınız?"
Ben istemeden dudaklarımdan dökülen soru, ikisinin de şaşkınlıkla bana dönmesine sebep oldu. Ama Aslan'ın şaşkınlığı yerini kısa süre de sinire bıraktı. "Bilmediğin konular hakkında konuşma."
Haklıydı. Bilmediğim çok şey vardı. Öfkeli bakışlarını benden alıp Ela'ya geri çevirdi. "Bu kız mı kurtardı seni?" Ela bana bakarak gülümsedi. Ardından Aslan'ı onayladı. "Hayatımı kurtardı, abi. Ablam bu sefer beni gerçekten öldürecekti." Titreyen sesiyle, ellerim yumruk halini aldı. Tırnaklarımı avcuma batırarak sinirimi yatıştırmaya çalıştım.
"Ben demiştim. Seni kaçıracaktık. On sekizine basana kadar benim barakada kalırdın. Ne olacaktı ki sanki?" derken sesi ufak bir çocuğun annesine sitem ederken ki sesi gibi çıkmıştı. Bir öneri de bulunmuş ama önerisi ciddiye alınmamış, hem kırgın hem de öfkeli bir erkek çocuğu.
Ela varla yok arasında sırıttı. Sırıtışı yavaşça büyüyüp kahkahaya döndüğünde, Aslan'ın söylediklerini geri plana atarcasına ona sarıldı ve "Çok özledim ben seni. Kaç ay oldu görüşmeyeli? Dört mü?" diye sordu. İki eli, Aslan'ın bir kolunu anca sarıyordu. Hayatımda daha önce hiç bu kadar iri bir adam görmemiştim. Babamdan bile iriydi.
"Dört ay on gün. En son sana elma şekeri getirmiştim. Yüzünü de anca pencereden görebilmiştim."
Söyledikleri, Ela'nın yüzünde kalan tebessümü yavaşça yok etti. Aslan bunu görmedi. Çalan telefonuyla doğruldu ve "Bir dakika, hemen geliyorum." diyerek odadan çıktı. Ela onu duymadı. Ela onu umursamadı. Gözlerini diktiği boşlukta ne görüyordu bilmiyordum. Hangi acısını hatırlamıştı bilmiyordum. Aslan odadan çıkar çıkmaz Ela'nın yanına oturdum ve yüzünü ellerimin arasına aldım. "Ela, ne oldu?"
Bir damla yaşı aktı. Gerisi gelmesin diye, gözlerini sıkıca yumdu. Açıp bana baktığında, kıpkırmızı olmuşlardı. "O elma şekerini ablam görmüştü. Hala onlarla görüştüğümü anlayıp saldırmıştı bana. Ağzımdan akan kanlarla, ağlaya ağlaya yedim ben o şekeri."
Bir an tepki veremedim. Gözlerim irice açıldı. Acısı karşısında, 'daha ne duyabilirim ki' deyip her seferinde daha da kötüsünü duymamla, çığlık atmamak için dudaklarımı kemirdim. Yumruk olmuş ellerimi sırtına koyarak ona sarıldım. Ellerimi açabilecek kadar bile rahatlarsam, saatlerce ağlardım.
"O günler geride kaldı, Ela. Artık sana dokunamayacak. Sana zarar-" derken, boğazıma dizilen hıçkırıklar nefesimi kesti. Sustum. Bana daha da sıkı sarıldı.
Ölmesini istiyordum. O canavarın ölmesini istiyordum.
Ayrıldık. Yüzünde, kurtuluşun verdiği bir gülümseme vardı. Ufak yüzünü avcuma alıp yanaklarını okşadım. Gözlerime bakarken duyduğu minneti hissettim.
"Sen benim bu dünyada ki en büyük şansımsın Efsun abla. İyi ki geldin."
"Sen de benim bu dünyada ki en iyi arkadaşımsın, Ela. Sen de iyi ki geldin."
******
"Biraz sakin olur musun? Ela az sonra ameliyattan çıkmış olacak."
Aslan belki de yirminci defa turladığı koridorun başında durdu ve bana döndü. Elleri arkasında, koca bedenini oradan oraya sürüklüyordu. Stres yüzüne oturmuş, onu kıpkırmızı yapmıştı. Siyah takım elbisesinin ceketini çıkartmıştı. Yeleğininse önünü açmış, yukarı sıvadığı kollarıyla aynı bir kabadayıya benziyordu. Onu incelemeyi bırakıp yüzüne baktım. Benim gibi, beni inceliyordu. Gözüne ufak bir liseli kız çocuğu gibi geldiğime emindim.
"Sen Ela'yı nasıl buldun?"
"Bunları zaten bilmiyor musun? Her şeyden haberin varmış gibi duruyor."
"Biliyorum. Bir de senden dinlemek istedim. Niye sorguluyorsun?"
"Sorgulamaya hakkım yokmuş gibi davranman oldukça kaba. Ama bunun karakteristik bir özelliğin olduğunu düşünüyorum. Değiştirmen mümkün değil gibi." Bunu burun kıvırarak söylemiştim.
"Senin gibi çenesi düşük olacağıma, kaba olmayı yeğlerim."
"İşte, tam olarak bahsettiğim de buydu." dedim ve sırıttım. Sırıtışım öfkelenmesine sebep oldu. Gerçi hiçbir şey yapmasam da öfkelenebilir gibi duruyordu.
"Ela'yı nasıl buldun?" Dişlerinin arasından tükürür gibi konuştuğunda gözlerimi devirdim.
"Ablası olacak ruh hastasının telefon konuşmasını duydum. Birine zarar verdiğini anladım. Onu takip edince Ela'yı gördüm. Pencereden. Polisi aradım. Karakola gidip ifade verdim. Ben ifade verirken Ela hastaneye kaldırılmıştı. Sonra da bir şekilde yeniden karşılaştık. Ben de onu yalnız bırakmadım." Neredeyse tek nefeste anlattıklarımla kaşlarını kaldırdı. "Çenenin düşük olmasının sana kazandırdığı bir yetenek olmalı bu. Yavaş insanlardan hiç haz etmem."
Söyledikleriyle içten bir kahkaha attım. Kafam arkaya düştü, gülüşlerimin arasından onun da rahatladığını, hafifte olsa tebessüm ettiğini gördüm. Kahkaham durulunca, teşekkür edercesine başını salladı. "Sen olmasaydın neler olacağını düşünmek bile istemiyorum. Ela'yı bize kazandırdın. Sağol, varol."
"Rica ederim." diye mırıldandım. Onun gibi bir adamdan böyle bir cümle beklemiyordum.
"Merak ettiğim bir şey var. Ela'nın anlattıklarına göre, yani o gece Çakır eve gelmiş. Ela'yı görmüş. Nasıl olur da onu o an kurtaramaz?"
"Çakır'ı nereden tanıyorsun?"
"Okula geldiğim ilk gün, onu Cansu ile tartışırken görmüştüm. Ayrıca Ela'da anlattı. Cansu ile eskiden çok yakınlarmış. O, bu pislik haline dönüşmeden önce."
Aslan yavaşça başını salladı. "Evet. Yakındılar. Çakır, ailelerini kaybettiklerinde onlara çok yardım etti. Biz de öyle. Ama Cansu vefasız, düşüncesiz, bencil bir kıza dönüştü. Belki de hep öyleydi. Biz göremedik."
"İnsan çoğu zaman sevdiği kişinin yanlışlarını göremez. Görebilmesi için yeterince uzaklaşması gerekir. Kendinizi suçlamayın. Böyle olmasını istemezdiniz."
"Elbette." Bir süre sustuk. Ardından soruma cevap verdi. "O gün Cansu, Çakır'ı şikayet etmiş. 'Evime zorla girmeye çalışıyor' diye. Polisler de sorgusuz sualsiz direkt Çakır'ı içeri aldılar. Onun, asla hak etmediği bir izlenimi var insanlar üzerinde. Ne kadar iyi olursa olsun, her zaman kötü bilindi. Biliniyor. Çünkü o bir-" derken sustu. Bakışlarımı gezdirdiğim zeminden, merakla kaldırdım. Devam edecek gibi durmayınca "Çünkü o bir?" diye sordum.
"O bir ne?"
Ameliyathanenin kapıları açıldı. Ela'nın morluklar dışında bembeyaz kesilmiş bedeni öylece uzanırken, önümüzden geçip gitti. Kapanan asansörle bakışlarımızı doktora çevirdik.
"Ameliyat oldukça güzel geçti. Bir süre sol bacağının üzerine basmaması gerekiyor. Zaten bir hafta boyunca klinikte yatışı olacak. O sürede de doktor gözetiminde, oldukça iyi ilerlemeler kaydedeceğine eminim. Hastamızı normal odaya alıyoruz. Uyandığında görebilirsiniz. Tekrardan geçmiş olsun."
"Teşekkürler, doktor hanım." diyerek rahatlamış bir şekilde kendimi koridor koltuğuna bıraktım. Aslan'da yanıma oturdu ve başını ellerinin arasına aldı.
"Çok şükür, Allahım. Çok şükür."
Ona baktım. Ellerinin üzerindeki yaraları da o zaman fark ettim. Yumruk boğumları kapanmak üzere olan yaralarla doluydu.
Tehlikeli bir adamdı. Bunu anlamak için pek de düşünmek gerekmiyordu.
Ayağı kalktım. "Ela'nın yanına geçiyorum." dediğimde başını kaldırıp bana baktı. Kafa salladığında tam arkamı dönmüş, gidecekken durdum.
"Çakır ne zaman gelecek?"
Omzumun üzerinden ona bakarak bir cevap bekledim. Kaşlarını çatarak ayaklandı. Tamamen ona döndüm. "Neden soruyorsun?"
Duraksadım. Yavaşça "Ela'ya, uyandığı zaman burada olacağına dair söz verdin. O zaten yaralı bir kız. Daha fazla hayal kırıklığı yaşamaması için verilen sözlerin yerine getirilmesi gerekiyor." dedim, anayasadan bir madde okurcasına. Yüzüme baktı. Orada, bakışlarının hemen ardında bir sorgu gördüm.
İşin garip kısmı, ben de kendimi sorguluyordum.
Saatine baktı. Ardından telefonunu çıkartıp birini aradı. Sorgusu eksilmemiş bakışlarını bana geri çevirip, telefonun açılmasını bekledi.
Bana kadar ulaşan bir gürültüyle telefon açıldı.
"Alo, Çakır. Neredesin? Ela ameliyattan çıktı."
Karşı tarafı dinledi. Yavaşça çatılan kaşları, aralanan dudaklarıyla yüzüne bir şaşkınlık yerleşti.
Başını hafifçe yana çevirip telefonu benden uzaklaştırdı.
"Destek lazım mı? Arayayım bizimkileri."
Kaşlarımı kaldırarak kollarımı birbirine bağladım. Neden bahsediyordu?
"Ela uyanmadan burada olabilecek misin? Ona, uyandığında yanında olacağına dair söz verdim."
Söylediklerimi düşünmüş, haklı bulmuş, onaylamıştı.
Bir an da, telefondan büyük bir gürültü koptu. Ve Çakır'ın sesi duyuldu.
"Geleceğim!"
"O bir bomba sesi miydi?"
Aslan telaşla telefonu kapattı. Soruma karşıydı bu telaşı. Bir şeyler vardı ve anlamamı istemiyordu. Doğru olmayan bir şeyler.
"Ne saçmalıyorsun Efsun? Ne bombası? Trafik sesiydi o."
Bana ilk kez ismimle hitap etmişti. Çünkü telaşlanmış, bir bahane bulmaya çalışarak düşünmeden konuşmuştu. İrdelemedim. Dönüp Ela'nın odasına ilerlemeye başladım. Onu da hemen arkamda hissediyordum. Koca gölgesi benim gölgemi yok ediyordu.
Ve duyduğum ses kesinlikle bir bomba sesiydi. Odaya girerken düşündüm.
Ben nasıl bir tehlikenin yanında yürüyordum?
******
Doktor, Ela'nın bu gece boyunca uyuyacağını söylemişti. Ben de o sırada Aslan'ın varlığına güvenerek kesintisiz bir uykuya dalmak istemiştim. Bunun için koltuğa yerleşmiştim ki, Aslan, ben bir şey demeden anladı.
"Yorgunsundur. Sen rahatça uyu, ben buradayım."
"Ela uyanınca lütfen beni de uyandır."
"Uyandırırım. Bu arada, yarın okulun ne olacak?"
"Bir günden bir şey olmaz. Ela kliniğe gitmeden önce de yanında olmak istiyorum."
Aslan hafifçe tebessüm edip kafasını salladığında, son kez Ela'ya bakıp gözlerimi kapadım. Kabus görmemek için dua ederken uykuya dalmıştım bile.
Birkaç saat uyuyabildim. Gözlerimi araladığımda saat 09.27'ydi. Aslan diğer koltuğa oturmuş, gözünü kırpmadan Ela'ya bakıyordu. Uyandığımı bile fark etmedi. Yerimden kalkınca bakışlarını aniden bana çevirdi. Çok kısa bir anlık gözlerinde irkilme gördüm. Hemen ardından, ifadesizliğine geri döndü.
"Niye uyandın?"
Omuz silktim. Uykuya huzursuzken dalmıştım. Ama bunu bilmesine gerek yoktu.
Ela'nın yanına adımladım. Paytak adımlarım, Ela'ya yaklaştıkça hız kazandı. "Bu ne böyle?"
Aslan oturduğu yerden bir hışımla kalktı. "Ne oldu?"
Durdum. Derin bir nefes alırken gözlerimi ovaladım. "Pardon. İplikmiş. Damar yolundan kan geliyor sandım."
"İstersen bir elini yüzünü yıka." derken sesi sitemliydi. Onu korkutmuştum. Sitemine karşı utanarak başımı salladım ve odadan çıktım.
"Kendine gel." diyerek saçlarımı geriye ittim ve lavaboya girdim. İşlerimi halledip buz gibi bir suyu yüzüme çarptığımda, düşüncelerim sakinleşmişti.
Olası bir çok şeyi aklımda tekrarlayıp durmaktan afallamıştım. 19 senelik hayatımda, böyle şeylerle hiç karşılaşmamıştım. Ben hep babasının sevgisi, annesinin şefkati altında büyüyen bir kız çocuğu olmuştum. Oysa son iki günde tanıdığım insanlar bana uzaktı. Ela, acıyla sarmalanmış; Cansu, acımasızlıkla kendinden geçmiş; Aslan ve Çakır'sa tehlikeli bir dünyadan çıkıp gelmiş insanlardı.
Onlarla yolumun kesişmesi, devamında neler olacağını merakla beklediğim bir romanın ilk sayfaları gibiydi.
Çünkü biliyordum. Hiç biri hayatımdan öylece çıkıp gitmeyecekti.
Hepsinin bir izini taşıyacağımı biliyordum.
Kendime geldiğime emin olunca lavabodan çıktım. Sakin adımlarla yürürken başımı kaldırıp odaya baktım. Odanın önünde üç tane adam duruyordu. Kaşlarım çatıldı. Yüzüme anlam veremeyen bir ifade yerleşti. Hemen ardından kaşlarım gevşedi ve onun geldiğini anladım.
Adamlar beni gördü. Yavaş ve temkinli adımlarla onlara yaklaştım. Beli silahlı adamlar olduğunu sanmıyordum. Hastaneye öylece girmiş olamazlardı, değil mi?
"Siz kimsiniz?" Beklemediğim soruyla afalladım. Odayı koruma altına mı almışlardı?
"Ben-" derken kekelemiştim. Üçü de gözlerini üzerime dikmişken odanın kapısı açıldı.
"Kız bizden. Gel, Efsun."
Aslan'a dönüp kafa salladıklarında, ben hala onlara bakıyordum. Korkutucu bir duruşları vardı. Özellikle en soldaki, sanki beni öldürmek istiyordu.
Ondan gözlerimi çekemezken Aslan kolumdan yakaladı ve beni içeri çekti. "Onunla pek göz göze gelmemeye çalış. İnsan seven biri değildir."
"Beni öldürmek istiyor gibiydi."
"Kişisel algılama. O, sadece bizi öldürmek istemiyor."
Arkamdan gelen sesle, birkaç saniye duraksadım. Hemen ardından, omzumun üzerinden ona baktım.
Gelmişti.
Sözünü tutmuştu.
Bedenimi tamamen ona çevirmemle, Ela'nın yatakta bıraktığı boşluktan kalktı. Bir adım öne atıp, ellerini cebine yerleştirdi ve gözlerime baktı. Bense, toz içinde kalmış takım elbisesine, patlamış kaşına, dağılmış saçlarına bakıyordum. Saçlarından sonra ki durağım, yüzü olmuştu.
Baktım. Baktım. Baktım ve irkilerek bir adım geri kaçtım. Ellerim hafifçe havalanmış, gözlerim kısılmıştı.
Tepkim kaşlarını çatmasına sebep oldu.
Neydi bu? Bedenimin ürpermesine sebep olan neydi?
Siyah saçları vardı. Saçlarının, kapamak istercesine önüne döküldüğü yeşil gözlere sahipti. Yüzüne vuran ışık, uzun kirpiklerinin gölgesini yanaklarına akıtmıştı. Hafif çıkıntılı burun kemeri kızarmıştı. Daha da ürperdim. İri dudakları, günlerce susuz kalmış gibi çatlaktı.
Savaştan çıkmış gibi durmasına rağmen, burada, bana güzelliğini seyrettirebiliyordu.
Onu okulda gördüğümde böyle bir şey yaşamamıştım. Şimdi ne oluyordu?
Aslan'ın sesini duydum. "İyi misin?"
"İyiyim." Sesim, tavırlarıma rağmen güçlü çıkmıştı. Bakışlarımı ondan çekerek Ela'ya yöneldim. Hızlı adımlarımın önünden çekildi. Ela'nın alnına elimi koyup, ateşini kontrol eder gibi yaptığımda, tek amacım üstümdeki bu anlamsız enerjiyi atmaktı.
"O da iyi." diye fısıldadım kendi kendime. Duymadıklarına emindim.
Çakır, konuşup konuşmamakta kararsız kalmış gibi "Efsun, değil mi?" diye sordu. Sessiz bir nefesi ciğerlerime doldurdum ve yavaşça ona döndüm. Oldukça sakin görünüyordum. Ama tırnaklarıma basınç yapıp acısıyla aklımı dağıtmaya çoktan başlamıştım.
"Evet. Sen de Çakır olmalısın."
"Evet."
Kısa bir bakışma. Ardından yine hissedilen o enerji. İkimizin de bakışlarını kaçırmamasıyla artan, bizi içine hapseden o enerji.
Kapı sesi duyuldu.
"Çakır, kıyafetlerin geldi."
Ayrılmamaya devam eden gözler.
"Çakır!"
Çakır irkilmiş gibi Aslan'a döndü. Bense daha az önce kontrol etmeme rağmen Ela'nın ateşine baktım. Neden ateşine baktığımı da bilmiyordum. Doktor bununla ilgili bir şey söylememişti.
Göz ucuyla baktığımda, Çakır'ın odadaki lavaboya girdiğini gördüm. Enerji kayboldu. Kendimi koltuğa atıp gözlerimi ovalarken Aslan'ın bana baktığını hissediyordum.
"İyi görünmüyorsun."
"Son derece iyiyim."
"Sırtlandığın yük fazla gelmiş olabilir. Bunu anlarım. Zorunda olmamana rağmen böyle bir acıya destek çıkıyorsun."
"Sanırım yeteri kadar ikna edici değildim." diye mırıldandığımda ifadesizliğini koruyarak bana gereken cevabı verdi. "Gerçekten iyiyim. Birinin hayatını iyileştirmek sırtıma yük olacaksa, ben bu yüke razıyım."
"Psikoloji okumak istediğini çok belli ediyorsun." dediğinde, gerçekten doğru tahmin etmesiyle, ona içten bir gülüşle karşılık verdim. Bu sırada Çakır, değiştirdiği kıyafetleriyle lavabodan çıktı.
Gözleri gülümseyişime takıldı. Ve ben, sanki az önce hiç gülmemişim gibi, yüzüme buzdan bir duvar ördüm.
Üstündeki takımı çıkarmış, siyah bir pantolon ve koyu yeşil bir gömlek giyinmişti. Saçlarını da hafifçe ıslatmış, arkaya doğru yatırmıştı. Patlak kaşını yıkamıştı ama hala açık olan yaradan, parlayan kanı görüyordum.
"Artık yanı başında bomba patlamış gibi görünmüyorsun."
Dilimin ayarı yoktu, gerçekten!
Söylediklerimle duraksadı. Kavisli kaşları, önce şaşkınlıkla havalandı. Muhtemelen az önce ki tavrımı üzerimden nasıl bu kadar hızlı attığıma şaşırmıştı. Ardından, söylediklerimi sindirircesine çatıldı. Pot kırmamaya çalışarak "Anlamadım." dediğinde, hafifçe sırıttım. Başımı 'önemi yok' dercesine iki yana salladığımda, sorgulamadı. Ama dikkatli bakışlarının Aslan'a kaydığını görmüştüm.
Arkama yaslanıp kollarımı bağladığımda bakışlarım Ela'daydı. Huzurla uyuyordu. Hatta gülümsüyor bile sayılırdı. Gelmesini çok istediği abisini hissetmiş miydi acaba?
Tekrar ona döndüm. Aslan kulağına eğilmiş, bir şeyler fısıldıyordu. Sırıtmamaya çalıştım. Fısıldamasının bir anlamı yoktu çünkü ağız okuyabiliyordum.
Ve şu an Aslan, çok net bir şekilde görüş alanımdaydı.
"Telefondan gelen sesi duyup anladı. Geçiştirmeye çalıştım ama kız çok zeki. İnanmadı." Çakır'ın delici bakışları üzerimdeydi. Bense Aslan'ın susmasıyla, onların hemen yanında duran pencereye döndüm.
"Ben seni nereden tanıyorum?"
Çakır'ın sorusuyla ona baktım. Birkaç dakikalık sessizlik boyunca gökyüzüne baktığım için, şu an Çakır'ı görmüyordum. Yüzü beyaz ışıklarla parlıyordu. Gözlerimi sıkıca kapayıp açtım ve kısık bir şekilde baktım. Renkler yavaşça yerine oturdu.
"Okulun ilk günü, bahçede Cansu'yla kavga ediyordun. Çıkarken benim önümden geçtin. O sırada görmüş olabilirsin."
"Cansu ile aynı liseye gidiyorsun, öyle mi?" derken liseyi vurgulamıştı. "Evet. Son sınıf. Yeni geldim okula."
"Konuştuklarımızı da duydun o zaman?"
"Duydum." Pencereye yasladığı sırtını hafifçe hareket ettirip, başını da yasladığında, bana kısılmış kirpiklerinin arasından bakmaya başladı. Uzun kirpiklere sahipti. Gözlerinde de doğuştan gelen bir kalem vardı.
Yeşil gözleri adeta siyah bir çerçevenin içinde sergileniyordu.
"Olanları duydum. Ela'yı nasıl kurtardığını. Onunla nasıl tekrar karşılaştığını." Hafifçe kaşlarım çatıldı. Aslan'a ayrıntı vermemiştim. O kimden, nasıl öğrenmişti karşılaşmamızı? Bir kaç saniye düşününce sorgulamamayı seçtim.
"Sen iyi birisin, değil mi? Yoksa Ela'ya böylesine yardım edişinin başka bir açıklaması olamaz."
Elimde olmadan hafifçe güldüm. "İyi biri olduğumu düşündüğün için teşekkürler." Dalgaya vuran ses tonumla, sırıttı. Bu sefer emindim. Çünkü hala sırıtıyordu.
"Asıl ben teşekkür ederim. Ela senin sayende burada. Korkup kaçmış. Sen bulmasaydın belki de başına kötü şeyler gelecekti. Kaybolacaktı. Belki de bir daha onu göremeyecektim."
"Aslına bakarsan ben onu değil, o beni buldu. Ben otobüs bekliyordum. Sonra onu gördüm. Sakinleştirip hastaneye getirdim."
"Umursamayabilirdin. Görmezden gelebilirdin."
"Bu çok adice olurdu. Yardıma ihtiyacı vardı."
"Sen iyi birisin."
"Evet, Çakır. Ben iyi biriyim." dedim, yavaşça. Buna neden bu kadar takılmıştı, anlamamıştım. Ne yani? 'Hayır, ben aslında kötü biriyim.' dememi falan mı bekliyordu?
Aslan'ın dikkatle Çakır'a baktığını fark ettim. Sanki bir hata yapmasından korkar gibi bakıyordu. Çakır'sa hala bana, gözlerime bakıyordu. Bir an için bu bakışlar, boğazıma sarıldı. Ellerimi yavaşça boğazımda, ensemde gezdirdim. Terleyen saç diplerimi sıvazladım. Ela'nın sesini duyana kadar, ilgimi onlara vermedim.
"Efsun abla." diye fısıldadı. Boğazı susuzluktan kurumuş olmalıydı. Bu yüzden sesini çıkartamıyordu. Oturduğum yerden hızla kalkıp Ela'nın yanına geçtim. Çakır ile aynı anda yanı başındaydık. Ela önce bana baktı. Gözlerinde yine aynı duyguyu, minneti gördüm. Hala yanında olduğum için bana minnettardı. Gülümseyip elini tuttuğumda, zorlukla gülümsedi. Ardından Çakır'ı gördü. Kısık gözleri saniyesinde irileşirken, duraksadı.
"Çakır abi! Geldin! Sonunda geldin!" dediği an da, ağlamaya başladı. Çakır, alnını Ela'nın saçlarına yaslayıp akan yaşlarını silerken "Geldim abicim. Yanındayım artık. Her şey geçti." dedi. Sakinleştirici sesinin aksine Ela daha çok ağlarken, elimi sıkılaştırdım. Diğer elimi saçlarına koydum. Çakır'ın saçlarıyla karıştığı yerleri okşarken "Güvendesin Ela." dedim. Çakır kafasını hafifçe çevirip bana baktığında, bir an ayak bastığım yer sallandı sandım. Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Ela'nın saçlarına karışan, gözyaşları mıydı? Ağlıyor muydu?
Neden şaşırıyordum? Ağlaması neden beni şaşırtıyordu?
Burnunu çekerek Ela'dan ayrıldı. Hızlıca ıslanmış gözlerini silip "O ruh hastası cezasını çekecek. Sen de bir hafta sonra benim yanımda yaşamaya başlayacaksın. Anlaştık mı? Bu sefer hiçbir itiraz kabul etmiyorum. Yanımda kalacaksın." dedi, konuşmaya başlarken sesi titrese de sonlara doğru güçlenmişti. Ela tereddüt içinde "Ama Furkan abi-" demişti ki Çakır onu susturdu. "Ben halledeceğim. Sen sadece iyileşmene odaklan. Tamam mı? Onu düşünme. Hiçbir zorluk çıkarmayacak." dedi.
Kimden bahsediyordu? Furkan da kimdi? Ela neden ondan korkuyordu?
Ela kabullenmişlikle başını sallayıp bana döndü. "Su içebilir miyim?" diye sorduğunda "Hemen veriyorum." dedim ve bir bardağa su doldurup ona döndüm. Çakır elini Ela'nın sırtına koyup ona destek çıktığında, ben de diğer yanında, suyu içiriyordum. "Yavaşça iç, canım."
İçtiği bir kaç yudumla bardağı geri çektim. O da rahatlamış bir ifadeyle geri uzandı. "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordum. Gülümsedi. "İyiyim. Bacağım biraz sızlıyor ama rahatsız etmiyor."
"Tamam, ben doktoruna haber verip geliyorum." dediğimde, Aslan varlığını hatırlatırcasına lafa atıldı. "Sen dur, ben söylerim."
"Tamam."
Aslan odadan çıktığında, bir kaç saniye sessizlik oldu. Çakır hareket etmeden Ela'ya bakıyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. Ama yaşları kurumuştu. Ela'ya ne kadar değer verdiğini daha iyi anladım.
"Çakır abi." diye seslenen Ela'yla, Çakır yataktaki boşluğa oturdu ve "Söyle abim." diyerek onun elini tuttu. Başımı hafifçe yana yatırıp, onları izlemeye başladım.
Ela dilinin ucundakileri söze dökemiyormuş gibi duraksadığında Çakır kaşlarını kaldırdı. "Söylesene abicim."
"O gün, seni çağırdığım gün, neden beni bıraktın?"
Yüzümü buruşturdum. Hissettiği acıyı kendi kalbimde hissederken, rahatsızca kıpırdandım.
Onu bıraktığını sanmıştı. Bu yüzden onu göremediği her an, daha da üzülmüştü.
Çakır hızlıca lafa atıldı.
"O manyak beni şikayet etmiş. Evine zorla girdiğimi söylemiş. Ben kapıdayken polisler geldi. Onlara anlattım. Evin içinde senin olduğunu, yardıma ihtiyacın olduğunu söyledim ama bana inanmadılar. İçeri girmeye çalıştığımda da üstüme çullanıp arabaya aldılar. Biliyorsun." dedi ve sustu. Ela irileşen gözleriyle, hayret içinde kafa salladı ve ardından gözlerini kapadı. Yüzünde, onu isteyerek bırakmadığını öğrenmesiyle bir rahatlama olmuştu.
Ama ben 'biliyorsun' derken neyi kastettiğini deli gibi merak ediyordum. Yanlış bir şey söylememek için dilimi ısırdım. Şu an bunu sormam için uygun bir zaman değildi.
Aslan doktorla birlikte geri geldi. Ela'nın kontrolleri yapıldı. Durumu gayet iyiydi. Artık kliniğe yatışı yapılabilirdi. Çakır klinik için hiçbir yorumda bulunmamıştı. Sanırım o da bunun gerekli olduğunu düşünüyordu.
Ama ben, Çakır'ın Ela'ya ne kadar iyi geldiğini gördükten sonra, kliniği pek de gerekli görmemiştim. Yine de karışmadım. Haddim değildi. Hem de orada alacağı yardım profesyonel olacaktı.
Hastanenin çıkışına geldik. Artık ayrılık vaktiydi.
Ela, Çakır'ın arabası ile kliniğe gidecekti. Onu kliniğe onlar yerleştirecekti. Her ne kadar ben de gelmek istesem de, Ela yaşından olgun davranarak, benim çok yorulduğumu söyleyip burada ayrılmamızı istemişti. Masum kalbinden geçenleri biliyordum. Bana daha fazla zorluk çektirmek istemiyordu. Ama bilmediği bir şey vardı. Ben ona yardım ederken bir kez bile zorluk çekmemiştim. Yine de istediğini kabul ettim.
Alçılı ayağına dikkat ederek tekerlekli sandalyesinden kalktı. Kollarını sıkıca bana sardığında, ben de aynı şekilde karşılık verdim. Saçlarını okşadım, öptüm. Titreyen küçük ellerini, saçlarımda hissettim.
"Canımın içi, bir hafta sonra görüşmek üzere ayrılıyoruz. Bunu sakın unutma, tamam mı?" dediğimde, hızlıca kafasını salladı. Gülümsedim. Dolan gözlerimin akmaması için üstün bir çaba sarf ediyordum. Ayrıldığımızda yanaklarını sevdim. "Kendine dikkat ediyorsun ve yeni hayatını sevgiyle kucaklıyorsun, burada anlaşalım. Hayata asla küsme, seni karşılayacak güzelliklere odaklan. Kötü anıların yerlerini iyileriyle değiştirip, o günleri tamamen arkanda bırakacaksın. Dönüp baktığında gördüğün tek şey, seni seven insanlar olacak. Biz her zaman arkandayız. Hemen, bir adım arkanda." derken, gözlerim arkasındaki Çakır'a kaydı. Bize bakıyordu. Ve gülümsüyordu.
Daha da gülümsedim. Ela'nın koca gülümseyişine bakarken, daha da.
"Teşekkür ederim Efsun abla. Her şey için teşekkür ederim. Bir hafta sonra görüşmek üzere."
"Görüşmek üzere." dedim ve arabaya binmesine yardım ederek, son kez eğilip yanağını öptüm. Çocuk yüzüyle bana bakarken öyle tatlıydı ki, bir an için onu bırakamayacağımı sandım. Kapı kapandı. Kapıyı kapatan Çakır'dı. Ona baktığımda, Ela'nın bakışlarındaki minnetin aynısını gördüm.
"Efsun." dediğinde nefesimi tuttum. İsmim kulağıma daha önce hiç böylesine güzel gelmemişti.
"Tekrardan, yaptığın her şey için teşekkür ederim. Teşekkür ederiz."
"Rica ederim." diye fısıldadım. Sesim istemeden kısık çıkmıştı. Parlayan yeşil gözlere bakarken, kalbimin sesi, benim sesimi bastırıyordu.
Gözlerimizi ayırmadı. Ardından, zamanın durmasına sebep olacak, zaten hissedemediğim nefesimin tıkanmasına yol açacak bir şekilde, kolunu hafifçe kaldırıp sırtıma koydu. Beni yavaşça kendine çekip, başını eğerek başıma yasladığında, sarılışına karşılık verememiştim. Şaşkınlık, esen rüzgardı. Her bir zerreme kadar işleyen rüzgar.
Bakışlarımı ileriye dikip, bana sarılmasına izin vermekten başka bir şey yapamadım. Saçlarıma karışan saçlarını hissettim. Ona sarılmadığıma pişman olacağımı bilmeme rağmen, elimi bile kıpırdatmadım.
Benden ayrılıp, yanımdan geçip gittiğinde, çoktan pişman olmaya başlamıştım.
Arabaya bindi. Anahtarı yerleştirip, kontağı çevirdi. Gaza basmadan önce son kez gözlerime baktı ve aynı an da gözümden akan yaşla beni, ardında bıraktı.
BÖLÜM SONU
|
0% |