Yeni Üyelik
7.
Bölüm

5. Bölüm (Yemin)

@betulbasndrglu

******

 

Aramızda yükselen üçüncü sesle, Cansu'nun gözleri irileşti. Şaşkınlığı kısa sürdü. Hızlıca yana kayıp beni önüne aldı ve silahı şakağıma dayadı.

 

"Çakır!"

 

Öfkeli sesi, kapana kısıldığı içindi. Şu saniyeden sonra kurtuluşu yoktu. Çakır elindeki silahı Cansu'ya doğrulttu ve "Artık kaçışın yok! İşleri daha da çıkmaza sokma! Bırak kızı!" dedi. Elindeki silahı o kadar sıkı tutmuştu ki, Cansu'nun en ufak bir hareketinde tetiğe basacak gibi duruyordu.

 

"Ben kurtulamazsam, o da kurtulamaz!"

 

"Saçmalamayı kes!" Çakır'ın bağırışı, Cansu'nun titremesine, bir an için kollarını gevşetmesine sebep oldu. Ama hemen ardından silahı kafama daha çok bastırdı. "Gitmeme izin ver. Kızı bırakayım. Çok ciddiyim Çakır. Kurtulamayacağımı anladığım ilk an kızın kafasına sıkarım. Bir masumun zarar görmesini istemezsin, değil mi? Sen abin gibi değilsin. Onu tehlikeye atmazsın." Son söylediklerinden o kadar emindi ki, yavaşça lavabonun çıkışına ilerlemeye başlamıştı. Ve tam da istediği gibi, Çakır kapıdan çekilerek ona izin veriyordu.

 

"Ne yapıyorsun? Gitmesine izin verme!" diye bağırdım, sanki kafasına silah doğrultulan ben değilmişim gibi. Cansu silahı daha da bastırdı. "Kes sesini!"

 

"Gitmesine izin verme Çakır!"

 

 

Ela'ya yaptıkları yanına kâr kalamazdı.

 

Çakır acı çeken ama son derece emin bir ifadeyle "Seni tehlikeye atamam." dediğinde, koridora çıkmıştık. Bomboş koridorda ilerlerken, ne Cansu'nun ne de Çakır'ın silahı inmişti. Yardım edecek bir Allah'ın kulu da yoktu ortalıkta!

 

Cansu'yla birlikte okulun dış kapısına kadar geldik. Gerçekten de dediği gibi, okulun önünde siyah, büyük bir araba vardı. Cansu'nun biraz bile olsa rahatladığını hissettim. Ve bu, öfkeden aklımı kaçırmama sebep olacaktı. Rahatlığı hak etmiyordu. İyi olan hiçbir şeyi hak etmiyordu.

 

 

Sadece cezalandırılmayı hak ediyordu.

 

 

"Eninde sonunda, yaptıklarının bedelini ödeyeceksin." Hırsla söylediklerim Cansu'nun gülmesine sebep oldu. "Onu bilmem de, eninde sonunda senden intikamımı alacağımı biliyorum. Burnunu soktuğun bu iş, beni düşürdüğün bu durum sana çok pahalıya patlayacak."

 

"Onun için geldiğinde, karşında beni bulacaksın Cansu. Bakalım hangimiz verdiği intikam yeminini tutabilecek?"

 

 

"Göreceğiz, Çakır." Arabaya sadece birkaç adım kalmıştı. Cansu temkinli bir şekilde, kollarını gevşetti. Beni bırakmadan hemen önce Çakır'a dönüp son kez konuştu.

 

"Ama yerinde olsam, kendime bu kadar güvenmezdim. Malum, sen annen vurulduktan sonra eline silah almamaya yemin etmene rağmen, bugün bu kız için yeminini bozdun. Bilirsin, bozulan bir yemin, diğer yeminlere gölge düşürür."

 

 

Sözünü bitirdiği an da, beni sertçe itti. Yere düştüm. Taşların kestiği dizlerimin acısını hissedemeden kollarını bana saran Çakırla, araba çalıştı ve son hızla bizden uzaklaşmaya başladı. Çakır kollarını sıkılaştırdığında, ellerimi yerden kaldıramamıştım. Ben de ona sarılmak istiyordum ama hareket edemiyordum.

 

 

 

Annen vurulduktan sonra...

 

 

"İyi misin?" diye sordu Çakır, benden ayrılırken. Bakışlarını vücudumda gezdirerek bir yara alıp almadığıma baktı. Doğruldum ve ellerine tutunarak ayağı kalktım. Kanayan dizlerime bakıp yüzünü buruşturduğunda "İyiyim. Hissetmiyorum bile." dedim. Aldırmadı, beni bir banka oturtup birkaç saniye içinde elinde suyla geldiğinde, önümde diz çöktü. Suyu yavaşça dizlerime döküp, yanmasın diye üzerlerine üfledi. Çantamdaki peçetelerden birini çıkartıp kanları temizledim. Ellerimin hareketini izleyen Çakır'ın baktığı yeri gördüğünü sanmıyordum.

 

"Çakır, gerçekten iyiyim." Bakışlarını kaldırdı. Kızaran gözleriyle gözlerime baktığında, gözlerimin dolmasına engel olamadım. Endişesi elle tutulur cinstendi. Bir an için durup, neyi atlattığımı düşündüğümde, aynı endişeye ben de sahip olmuştum. Az kalsın ölecektim. Çakır gelmiş olmasaydı Cansu beni öldürüp yurt dışına kaçacaktı. Şimdilik başaramamış olsa da, geri gelip yarım bıraktığı işi tamamlayacağına söz vermişti. Yani her an tekrar, ölümle karşı karşıya kalabilirdim.

 

  

Bu düşünceyle, korkum kendini gösterdi. Dolan gözlerimden bir yaş aktı. Çakır yanıma oturup bana sarıldığında, ben de ona sarıldım.

 

 

 

Ona sarıldım...

 

 

 

Derin bir nefes aldığımda, amacım yaşlarımı durdurmaktı. Burnuma dolan kokusunun ağlamamı tetikleyeceğini tahmin edememiştim. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda, ellerini saçlarımda hissettim. "Bir daha böyle bir şey yapamayacak. Sana söz veriyorum, Efsun. İzin vermeyeceğim. Kaç yeminimi bozacağım, umurumda değil. Gerekirse beli silahlı bir orduyla gezerim. Ama hemen arkanda olacağım. O ruh hastası yakalanana kadar seni yalnız bırakmayacağım, Efsun."

 

Söylediklerinin üzerine çalan zil sesiyle, yavaşça ondan ayrıldım. Yaşlarımı sildi. Bahçe dolmaya başladığında, insanların bakışlarını üzerimizde hissettim. Bundan rahatsız oldum, yavaşça geri çekildiğimde yanağımda duran eli boşluğa düştü. Gözlerindeki ışık gibi. Bakışlarımı bahçede gezdirip ona geri döndüğümde, anlayışla benden uzaklaştı. "Teşekkür ederim. Sen olmasaydın şu an ölü biriydim." dedim, az önce bu ihtimale ağlamamış gibi gülerken. Oysa ciddiyetle cevapladı. "Bir daha asla böyle bir şey yaşamayacaksın."

 

 

Başımı sallayarak onu onayladım. Verdiği güveni tüm kalbimle hissettim. Birkaç dakika sessizce oturduk. Düzene giren kalbimle, korkumun kovduğu mantığım geri geldi. Düşündüm. Ve ilk düşündüğüm Çakır'ın annesiydi.

 

 

"Çakır, annen-" Devam edecektim ki lafımı kesti. "Efsun, lütfen. Bunu konuşmak için uygun bir zaman değil. Ben bu konuyu açana dek, bana bununla ilgili soru sormanı istemiyorum." dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Tüm sorularımı yuttum. "Peki, nasıl istersen." dedim ve önüme döndüm. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra, aklıma gelen çok daha başka bir soru vardı.

 

 

"Sen Cansu'nun kaçtığını, ayrıca burada olacağını nasıl bildin?"

 

 

Bu sorunun geleceğini biliyormuş gibi, yavaşça gözlerini yumdu. Ardından açtı ve yeşil gözlerini, mavi gökyüzüne kaldırdı. Bana bakmadan cevapladı.

 

 

 

"Dün gece Aslan aradığında öğrendim."

 

 

 

Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. "Sen bunu dün gece, benim yanımda öğrendin ve bana söylemedin. Öyle mi?"

 

 

Sert çıkan sesimle bana döndü. "Endişelenmeni istemedim."

 

"Böylesi daha mı iyi oldu? O silahı bana doğrulttuğunda endişeden çok daha fazlasını hissettim, Çakır."

 

"Onu, sana ulaşamadan engelleyebilirim sandım. Özür dilerim, söylemem gerekirdi."

 

Dilediği özürle dilimin ucundaki lafları yuttum. Geç kaldığını düşündüğü için vicdan azabı çekiyordu. Ama sonuca bakıldığında, beni yine o kurtarmıştı. Öyle ya da böyle.

 

"Peki Cansu'nun bana geleceğini nereden bildin?"

 

"Çünkü onu tanıyorum. Biz arkadaşken bile, ona zarar veren birinden intikam almadan duramazdı. Yapmamasını söylesem de, birinden destek bulur ve yapardı. Hapisten kaçmak kolay bir şey değil. Şimdi arkasında kim var bilmiyorum ama eli uzun biri olduğu belli."

 

"Sahte kimlikle Avrupa'ya kaçıracak kadar."

 

"Ne? Sen ciddi misin?"

 

Kafa salladım. "Sen girmeden hemen önce söyledi. Hesapta beni öldürüp kaçacaktı. İşler istediği gibi gitmedi." Duraksayıp derin bir nefes aldım. "Tekrar gelecek."

 

"Tekrar geldiğinde, karşısında ben olacağım."

 

Kararlı sesiyle ona baktım.

 

 

 

"Ya sen zarar görürsen?" Kısık sesle sorduğum soru, sırtına bir yük yüklemiş gibi, omuzları eğildi. Dudakları aralandı ama bir şey söyleyemeden geri kapandı. Küçük bir gülümsemeyle baktım. Başımı hafifçe yana yatırarak onu seyrettiğimde, kaçırdığı bakışlarını gözlerime sabitleyip, "Dikkat edeceğim. Kimse zarar görmeyecek." diye mırıldandı. Yavaşça başımı salladım. Çalan zille kendime geldim. Ayağa kalkıp "Ben derse geçeyim." dedim ve bir adım geriye gittim. Hızlıca ayaklandı. "Ben de geliyorum."

 

 

"Burada mı okuyorsun?"

 

 

"Hayır, ben üniversite okuyorum. Ama liseyi bu okulda okudum." Yavaşça yürümeye başladık. Konusu açılmışken değerlendirmeye çalıştım.

 

"Cansu'yla nereden arkadaştınız?"

 

"Ailelerimiz arkadaştı. Birlikte büyüdük sayılır. O yüzden yaş farkı pek de etkili olmadı."

 

"Anladım. Peki sen ne okuyorsun?"

 

"Tıp."

 

 

Genişçe gülümseyerek ona döndüm. "Ciddi misin?"

 

"Evet." derken gülüyordu. "Neden şaşırdın?"

 

"Bilmem, sanırım senden daha çok galerici enerjisi aldığım için."

 

Olduğu yerde durup koca bir kahkaha patlattığında ben de ona eşlik ettim. "Lütfen 'şakaydı' de."

 

"Şakaydı."

 

Değildi.

 

 

Yürümeye devam ederken açıklama yapmak istedim. "Şaşırdım çünkü beli silahlı olup da tıp okuyan pek bir tanıdığım yok. Ya da emrine saygı duruşuna geçmiş adamları olup da tıp okuyan bir tanıdığım." Çakır söylediklerimle beraber yeniden durduğunda, ben de durdum ve ona döndüm. Bu sırada zil ikinci kez çaldı. Boşalan koridorla sessizlik içinde bana bakan Çakır, yavaşça konuştu. "Sana tehlikeli biri gibi mi geliyorum?"

 

Sorduğu soruyla, yüzümdeki ifade silindi. 'Evet' dersem, bir şeyler yıkılacakmış gibi duruyordu. Düşündüm. Başta tehlikeli biri olarak görmüştüm ama şimdi?

 

"Hayır. İlk tanıdığımda evet belki ama, şimdi hayır."

 

"Ne değişti?"

 

 

Çok şey.

 

"Bilmem. Boş versene hem. Derse geç kalacağım. Gitmeliyim." Bir şey demesine fırsat vermeden arkamı döndüm ve sınıfa geçtim. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. Neyse ki hoca henüz gelmemişti. En arkadaki sırama geçtiğimde, benim gibi en arka sıranın diğer köşesinde oturan kızları duydum.

 

"Teneffüste birlikteydiler. Bahçede. Bizimkiler görmüş, sarılıyorlarmış."

 

"Aralarında bir şey mi var?"

 

 

"Sanmam. Ablam hep Çakır'dan bahsederdi. O böyle bir kıza bakmaz. Kim olduğu bile belli değil. Şehre yeni gelmişler. Öylesine takılıyordur. Anlarsın ya, taze kan."

 

 

"Benim kim olduğum belli de, sen kim oluyorsun? Bunları konuşacak cürreti kendinde nasıl buluyorsun? Onu desene."

 

Utanacağı yerde sırıtarak ayaklanan kıza baktım. Çirkin kalbi yüzüne yansımıştı. Kapkara bakışlarını bana dikti. "Ayıp değil mi, başkalarını dinlemek?"

 

Önümdeki boş masaya elimi yaslayarak ona doğru eğildim. "Ayıp değil mi, başkaları hakkında çirkin ithamlarda bulunmak?"

 

"Sadece öngörü."

 

 

"Başlarım senin öngörüne!"

 

Aniden yüksek çıkan sesimle, tüm sınıfın dikkati üzerimize toplandı. Umursamadım. "Bir daha hakkımda böyle ahmakça şeyler konuştuğunuzu duyarsam, sizinle uğraşırım. Gerçek anlamda uğraşırım. Ve bunu anlarsınız."

 

 

Sınıfa giren hocayla, bakışlarımı kızaran yüzünden çektim ve sırama oturdum. En nefret ettiğim şeylerden biriydi, böyle ucuz karakterlerle atışmak. Ama bu onlara müsaade edeceğim anlamına da gelmiyordu.

 

Kırk dakikalık matematik dersinden sonra, daha altı ders olduğunu hatırladım ve sıkılarak ayaklandım.

 

Sınıftan çıkıp kantine gitmek için merdivenlere yöneldim. Merdiven başlığına yaslanmış Çakır'ı görmeyi beklemiyordum.

 

"Neden hala buradasın?"

 

 

Beni görünce gülümseyerek doğruldu ve "Matematik dersinden çıktığın yüzünden okunuyor." dedi. Gülerek onayladım. "Maalesef."

 

"Aslan, Ela'nın kliniğine onlarca adam dikti. Onun güvenliği sağlandı. Ben de senin güvenliğini sağlayacağım. Cansu'nun ne zaman geleceğini bilmediğimiz için, her an yanında olmalıyım. Değil mi?"

 

"Cansu yakalanana kadar bu böyle devam mı edecek?"

 

 

"Evet. Bir sakıncası mı var?"

 

"Sürekli yanımda olmanın mı? Hayır. Peşimde bir psikopatın olmasının mı? Evet." Merdivenlerden inerken kurduğum cümleyi, Çakır'ın sırıtan suratını görmemle fark ettim.

 

Ah! Hayır!

 

"Yani şey, yanımda olmanın bir sakıncası yok anlamında söyledim."

 

"Evet. Evet, tabii! Anladım."

 

 

"Neden gülüyorsun?"

 

 

"Gülmüyorum. Gülüyor muyum?"

 

"Gülüyorsun."

 

 

"Gülmüyorum. Merdivenlerden iniyorum şu an."

 

Utancımı bastırmak için bir kahkaha attım. Okları çevirmem gerekiyordu.

 

 

 

"Ne alaka?"

 

"Ya bırak şimdi sen onu. Nereye gidiyoruz?"

 

"Kantine. Kahve almalıyım. Altı dersim daha var."

 

"Hadi be! Çokmuş."

 

"Sıkılır mısın?"

 

"Seni beklerken mi? Hayır."

 

Yüzümdeki gülümseme donarken, lafı çevirmesini bekledim. Yanlışlıkla söylememiş miydi?

 

Bizi pembe koltuğunda oturarak izleyen küçük kız, küçük elini ağzına kapatıp kıkırdadı. Sen de yanlışlıkla söylemedin, o da.

 

 

 

Utanarak saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Yüzümdeki gülümsemeyi silemiyordum!

 

Kantine girdik. Neyse ki sıra yoktu. İki sade kahve alarak masalardan birine oturduk.

 

"Kaçıncı sınıftasın?" diye sordum, bir anda. Hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum.

 

"4. Ama bir sene dondurdum. Önce bazı işlerimi yoluna koymam gerekiyor."

 

 

"Okurken halledemeyeceğin kadar önemli işler sanırım."

 

Sessiz kalarak başını salladığında, kahvemden bir yudum aldım. "Umarım her şey istediğin gibi olur."

 

Hafifçe gülümseyip "Umarım." dediğinde, zil sesini duyduk. Gözlerimi devirdiğimde Çakır sırıttı. "Hangi ders?"

 

"Edebiyat."

 

"Dersin hocasını tanıyor musun?"

 

 

"Mehmet Bayrak'tı sanırım."

 

 

"Süper. Ben de seninle geliyorum."

 

Ayaklanırken güldüm. "Sizin zamanınızdan biri mi?"

 

 

Boş kahve bardaklarını çöpe atıp merdivenlere yöneldik. "Evet. İnanır mısın? Sayısalcı olmama rağmen edebiyat dersini çok severdim. Ve bu kesinlikle Mehmet hoca sayesinde oldu. Harika biridir. Muhtemelen ilk defa dersine gireceksin."

 

 

Başımı salladığımda "Sen de çok beğeneceksin. Her senenin ilk günü, eğer varsa, bizden en sevdiğimiz şiirleri okumamızı isterdi. Bakalım hala devam ediyor mu?" dedi. Aklıma gelenle gülümsedim ve hevesle sınıfa çıktım. Çakırla sınıfa girdiğimizde, en arka sırada oturan kızlar fısıldaşmaya başladı. Sadece benimle atışan kız hiçbir şey konuşmadan bana bakıyordu.

 

 

 

Göz kırptım. Sırıtarak karşılık verdi.

 

Çakırla yan yana oturduk. O sırada sınıfa, 50'li yaşlarının sonunda gibi duran, bembeyaz saçlı bir adam girdi. Duruşuna göre saçları oldukça beyazdı. Genetik veya stresten olmalıydı.

 

"Merhaba çocuklar. Nasılsınız?" diyerek genel bir soru sorduğunda, sınıfın çoğu teşekkür ederek bazıları karşılık verdi. "Sağ olun, ben de iyiyim. Son senenizde de dersinize girmekten oldukça memnunum. Umarım oldukça verimli bir sene geçiririz beraber." Bu sınıfla samimi olduğu açıktı.

 

 

Ben Mehmet hocayla sohbet edenleri izlerken Çakır kulağıma eğildi. "Öyle değerli biri ki, ders sırasında çoğu kişi dersten bağımsız konu açarak hocadan yararlanmaya çalışacak. Bu sene boyunca olur, alışmalısın." Kıkırdayarak "Belli oluyor." dedim. Birkaç dakika boyunca Mehmet hoca sınıfın sorduğu sorularla, açtığı konularla sohbet içinde kaldı. Ardından "Çocuklar, sınıf bütünlüğü bozuluyor böyle yapınca. Konuşmak isteyen ders sonunda yanıma gelsin. Sınıfta olacağım ben zaten. Şimdi sizinle ilk derste adetim olmuş bir etkinliği yapacağız. Bakalım, sınıfa yeni gelen var mı?"

 

 

Sadece ben el kaldırdığımda, hoca bana bakıp gülümsedi. "İsmin nedir?" Hafifçe doğruldum. "Efsun."

 

 

"Sınıfımıza hoş geldin Efsun. Biraz kendinden-" derken, bakışları Çakır'ı buldu. Sorusunu yutup, kaşlarını çattı. Sebebi kesinlikle Çakır'ı hatırlamaya çalışmasıydı. "Sen?" diye soracaktı ki, Çakır gülümseyerek ayağı kalktı. "Merhaba hocam. Çok uzun zaman oldu."

 

 

 

Mehmet hocanın gözleri irileşirken kocaman gülümsedi. Yaslandığı yerden kalkıp "Çakır?" diye sorduğunda, Çakır kafasını salladı ve yanına ulaştığında kucaklaştılar. "Kerata, nerelerdesin sen? Mezun oldun, gittin, gidiş o gidiş."

 

 

"Yurt dışına yerleştik hocam. Vedalaşmak için pek fırsatım olmadı. Ani bir değişiklikti."

 

"Anlıyorum. Ama artık buradasın?"

 

 

"Öyle gözüküyor." Onları izlerken Çakır'da bana baktığında gülümsedim.

 

"Bugün hangi rüzgar attı seni?"

 

"Efsun, arkadaşım. Sizin dersinize gireceğini söyleyince, gelmeden duramadım." Mehmet hoca güldü.

 

 

"Efsun, hediyen için teşekkürler." Gülerek karşılık verdim.

 

 

Mehmet hoca birkaç saniyenin ardından "Kazandın mı istediğin bölümü?" diye sordu. Bunu sorarken, cevabı 'evet' olursa büyük bir coşkuya kapılacakmış gibi duruyordu. Ve öyle de oldu.

 

"Evet."

 

 

 

Çakır'ın sırtına sertçe vurup "Helal be! Aslanım benim!" diyerek güldü. Çakır sarsılan vücudunu toparlarken sadece gülüyordu. Sınıfın tümü gibi.

 

"Arkadaşlar, Çakır benim dört sene önce mezun ettiğim, oldukça da sevdiğim bir öğrencimdi. Kendisi sizin gibi bu sıralarda emek harcayarak, tıp fakültesini kazandı. Evet, Çakır. Arkadaşlarına söylemek istediğin bir şey var mı? Bir tavsiye?"

 

Çakır dudaklarını ıslatarak konuşmaya başladı. "Sınavdan çıktıktan sonra 'Keşke daha çok çalışsaydım.' demeyin arkadaşlar. Vaktinizden pişman olacağınız harcamayı yapmayın. Bence önemli olan tek şey bu. Gerisi zaten kendiliğinden geliyor. Dinlenmeniz gerektiğinde dinleniyorsunuz, çalışmanız gerektiğinde çalışıyorsunuz."

 

"Abi, ben dinlenme süresini ayarlayamıyorum. 10 dakika çalıştıktan sonra saatlerce oturasım geliyor." Sınıfın ortalarından gelen sesle, herkes gülmeye başladı. Çakır sırıtırken "Denge. Hayatınızı yürütmenizi sağlayacak olan şey. Hiçbir şeyin aşırısı size fayda sağlamaz. Bir denge tutturmayı öğrenmelisin." diyerek göz kırptı. Bunu yaparken onu inceliyordum. Nefesimi tuttuğumu, bakışlarımı ondan kaçırdığımda anladım.

 

 

"Çakır'ı bulmuşken yakasını bırakmayın bence. Ama teneffüste. Şimdi dersimize dönelim."

 

 

 

Çakır yanıma gelip oturduğunda, Mehmet hoca çantasından bir kitap çıkardı. Gözlerimi kısarak görmeye çalıştım. Şiir kitabı gibi duruyordu. Ortalarından bir sayfayı açtı ve okumaya başladı.

 

"Yıldızlar geceyi yarılamış

Yollarda ıssızlığın uzun soluğu

Buradan biniyor otobüse aynı saatlerde

Boynu gelincik sapı elleri yaşından büyük

İki kaşı arasına sıkıştırmış yorgunluğunu

Sarındıkça ayazı artıyor sırtındaki gocuk

Evine dönüyor sanayinin küçük ustası

Ceplerinde küf, gözlerinde kor...

 

Bu saatten sonra uyuyan çocuğu

Sabah hangi anne uyandırabilir?"

 

 

 

Daha ilk mısrasından kime ait olduğunu anladığım şiir bittiğinde, Mehmet hoca gülümseyerek kitabı kapadı. Kitabı kapasa da, az önce okuduğu mısralar tüm sınıfta geziniyordu. Öğrenci olup boş sıralara oturan, kalem olup parmaklarımızla sarılan, kağıt olup elimizin altına sığınan mısralar. Müthiş derece de güzeldi. Müthiş derece de anlamlı...

 

 

 

"Ağzını kapat." Çakır'ın alaycı sesiyle kendime gelip, elime yasladığım kafamı çektim ve doğruldum. "Ha? Ne?"

 

 

Birkaç saniye bakıştık. Ardından seslice gülerek hocayı alkışlayan gruba katıldık.

 

"Şükrü Erbaş'ın Bütün Şiirleri-2 kitabından, 'Sanayi Durağı' adlı şiiri dinlediniz. Tepkilere bakılırsa beğendiniz de. Memnuniyet duydum. Evet, şimdi aynı şekilde sizler de en sevdiğiniz şiiri okuyacaksınız. Ezberinde olmayanlar telefonları açabilir." Çoğu kişi telefonunu çıkardı. Bense aklıma gelen satırlarla gülümsüyordum. Çakırla göz göze geldik. "Şiiri düşünürken gülümsüyordun?"

 

 

"Evet. Benim için anlamlı olan birçok şiir var. Ama aklımdakinin yeri başka."

 

"Öğrenebilir miyim?"

 

Düşünürmüş gibi yapıp, bakışlarımı tavanda gezdirdim. "Belki." Sırıttı. "Bu öğrenmek için çabalamam gerektiği anlamına mı geliyor?" Aynı şekilde karşılık verdim. Sırıtışıma bakarken bana yaklaştı. Yüzümdeki ifade yavaşça donarken, sadece Çakır'ı izliyordum. Kısık sesiyle tekrarladı. "Senin için ne anlam ifade ettiğini öğrenmek istiyorum."

 

 

İçime kaçan sesimi bulduğum an, zorlukla konuştum. "Önce şiiri duymalısın."

 

"Taşıdığı anlamı bilirsem, yüklediğim anlam da değişir."

 

Kalbimin atışını tüm bedenimde hissettim. Gözlerimi ondan çekemezken, aramızdaki etki, sınıfın şiirlerini okumasıyla bastırıldı. En ön sıradan başlayarak tüm sınıfı dinlediğimizde, sıra bize gelmişti. Çakır merakla bana döndü.

 

 

 

Ona bakarken dudaklarım aralandı.

 

 

"Güzelliğin geçici olmadığını senden öğrendim

Emeğin aşktan büyük bir hazine olduğunu senden

Zaman, kâküllerinden doğar topuklarından batardı

Al yeşil soluğum, yarasına döndüğüm, sözümün sahibi

Sevmenin, dünyayı sevmek olduğunu senden öğrendim."

 

(Şükrü Erbaş - Yaşıyoruz Sessizce)

 

Dudaklarım kapandı. Perde açıldı. Birbirimize bir adım daha atmışız gibi, aramızdaki yaşam yaklaştı. Bakışlarımızı çekmedikçe büyüyen yaşam.

 

 

Zil sesiyle yaşam durdu.

 

 

Mehmet hoca, kimsenin yerinden kalkmamasıyla "Harikaydınız çocuklar. Hepinizin ağzına sağlık. Teneffüse çıkabilirsiniz. On dakika sonra görüşürüz." dedi ve masasına geçti. Çakır, Mehmet hocanın yanına geçtiğinde yerimden kalkmadım. Çakır'ı izlemek isterken bakışlarım o kıza kaydı. Bana baktığını hissediyordum. Ve evet, bana bakıyordu. Tek kaşımı kaldırarak sorarcasına baktığımda, önüne döndü.

 

 

 

Bir şeyler karıştırdığını anlamak için pek de zeki olmak gerekmiyordu.

 

 

 

Umursamadım.

 

Ortamdan soyutlanarak bakışlarımı pencereden dışarıya diktim. Hava almak için bahçeye toplanmış öğrenciler, onları kontrol eden birkaç öğretmen... Okul kapısında gezen siyah takımlı adamlar!

 

 

 

 

"Çakır!" Sesim istemeden yüksek çıktığında, Çakır hızla bana yöneldi. "Ne oldu?"

 

 

 

"Aşağıdalar!"

 

 

 

BÖLÜM SONU

Loading...
0%