Yeni Üyelik
10.
Bölüm

8. Bölüm (Ölüm ya da Kalım)

@betulbasndrglu

********

 

"ARKANDA!"

 

Titreyen ellerimle koca harfleri sıraladım ve gönderdim. Ardından hızla ona döndüm. Mesajımı gördü. Yüzündeki ifade dondu. Arkasından doğrultulan silahı geri püskürtmesi, sadece birkaç saniyesini almıştı. Açılan ağzıma elimi kaparken, Çakır'ın tek yumrukla bayılttığı adamı çimenliğin arkasına çekişini izledim. Korumalardan ikisi yanına geldi. Çakır ellerini birbirine çarparak bulaşan tozu silkeledi. İşaret parmağıyla yerde yatan adamı gösterip korumalara bir şeyler söyledi. Ama çok uzakta olduğu için ağzını okuyamamıştım. Korumalardan biri telefonunu çıkarttığı sırada, bakışlarımı Çakır'a çevirdim. Hala bankta duran, bölgelerini boş bırakmayan iki korumaya eliyle bir işaret yaptı. Başlarını sallayarak oradan ayrıldılar. Telefonum titreyince onları izlemeyi bıraktım.

 

 

"Camdan uzak dur. Ben sana haber verene kadar dışarı çıkma. Buradalar!"

 

 

"Seni öldürmeye çalıştı! Sadece ben değil, sen de tehlikedesin!"

 

 

"Bu senin sorunun değil. Tamam mı? Halledeceğim. Yalnız değilim. Sen sadece içeri geç ve beni bekle."

 

 

Cevap vermemi beklemeden telefonu cebine sıkıştırdı. Ardından gelen arabaya binip gözden kaybolduğunda, camı kapatıp perdemi çektim.

 

 

Bu benim de sorunumdu. Eğer ona bir şey olursa yalnız kendini ilgilendirdiğini sanıyordu ama öyle değildi işte!

 

 

Yatağa oturarak telefonu açtım. Dakikalar geçti. Gözüm telefondayken haber vermesini bekliyordum. Bakışlarım cama kaydı. Hızlı adımlarla cama yaklaştım. 'Camdan uzak dur' demişti ama merakım ağır basıyordu. Perdeyi aralayarak kontrol ettim. Kimseyi görmeyince camı açarak başımı uzattım. Sokağın başında ve sonunda iki adam vardı. Çakır'ın adamları gibi giyinmişlerdi. Ama az önceki adamda aynı onlar gibi giyinmişti. Nasıl ayırt edecektim?

 

 

"Efsun." Annemin sesiyle ona döndüm.

 

 

"Ne yapıyorsun?"

 

 

"Hava alıyordum."

 

 

Dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı ve odada bakışlarını gezdirdi. Kaşlarım kalkarken "Sen iyi misin?" diye sordum. Hızlıca başını salladı. "İyiyim. Neden yanına geldiğimi hatırlamaya çalışıyorum."

 

 

Bir de iyiyim diyordu.

 

 

Tam ona doğru bir adım atmıştım ki "Ah! Hatırladım. Markete gitmen gerekiyor. Akşam yemeği için birkaç eksik var." diyerek, duraksamama sebep oldu.

 

 

Dışarı çıkmamın ne kadar tehlikeli olduğunu bilmeyerek, markete gitmemi istiyordu. Ne diyebilirdim? Doğruları anlatmalı mıydım? Ya Cansu uzun bir süre yakalanamazsa? O zaman eve mi hapsolacaktım? Bilmeleri gerekiyordu. Ama ya hiçbir şey olmaz ve boşuna endişe ederlerse? Zaten stresli bir dönemden geçiyorlardı.

 

 

Tam bir bahane uyduracaktım ki, aklıma bambaşka bir ihtimal geldi. Ya Cansu ailemi tanıyorsa?

 

 

"Hemen hazırlanıp çıkıyorum annecim."

 

 

"Tamam canım. Kartımı al çantamdan."

 

 

Başımı salladığımda odamdan çıktı. Hızla telefonumu çıkartıp Çakır'ı aradım. Ailemi de tehlikeye atamazdım. Ama bunu ne kadar devam ettirebilirdim? Onları, onlar bilmeden nasıl koruyabilirdim?

 

 

Telefonu açmayan Çakır'la, sakin bir nefes almaya çalıştım. Meşgul olmalıydı. Tekrar aramadım. Market sadece beş dakika uzaklıktaydı. Hızlıca gidip gelecektim. Hem korumalar da kapıdaydı. En azından birinin peşime takılacağını biliyordum.

 

 

Hazırlanıp evden çıktım. Tahmin ettiğim gibi biri peşime takıldı. Hızlı adımlarıma birkaç adım arkadan eşlik ediyordu. Markete girip eksikleri aldım. Koruma hemen yanımda, reyonlara bakıyor gibi davranıyordu. Kasaya geçtiğimde yanımda sıyrılıp dışarı çıktı ve kapıda bekledi. Arkasından bakarken telefonum çaldı. "Alo."

 

 

 

 

"Sana dışarı çıkma dedim!"

 

 

 

 

Yüksek çıkan sesine karşı sakince cevapladım.

 

 

"Çıkmam gerekti."

 

 

 

 

"Basit bir market alışverişi için mi?"

 

 

 

 

"Evet Çakır! Basit bir market alışverişi için canımı tehlikeye attım!"

 

 

İstemsizce yükselen sesimle derin bir nefes aldım. O da benim gibi sessiz kalınca, asıl nedenin başka olduğunu anladığını düşündüm.

 

 

"Markette misin hala?"

 

 

 

 

"Evet. Şimdi kasadan geçip çıkacağım. Sen iyi misin? Ne oldu?"

 

 

 

 

"İyiyim. Şu anlık tehlike geçti."

 

 

 

 

"Şu anlık? Cansu yakalanmadı mı?"

 

 

 

 

"Yakalananlar arasında Cansu yok. Saldıranlar iş birlikçisinin adamları olmalı. Ama kendisi hala kaçak."

 

 

 

 

"Anladım." derken kasadan geçtim ve marketten çıktım. "Şey, Çakır. Neredesin? Ben dışarı çıkmışken yanıma gelsen..." Sonlara doğru kısılan sesime rağmen isteğimi söylemekten geri durmadım. Hem onu görmem, hem de konuşmam gerekiyordu.

 

 

 

 

Birkaç saniye duraksamanın ardından "Beş dakikaya yanındayım. Telefonu yanındakine ver." dedi. "Tamam." diyerek telefonu arkamdaki adama uzattım. Etrafa bakınıp hızla aldı ve benden biraz uzaklaşıp konuşmaya başladı. "Dinliyorum efendim."

 

 

 

 

"Tamamdır." deyip telefonu bana uzattı. "Sizi istiyor."

 

 

Tekrar kulağıma yasladım. "Evin yanındaki çamlığa girin. Gelmek üzereyim. Korumanın yanından ayrılma. Yanına biri yaklaşırsa uzaklaş."

 

 

 

 

"Tamam." Telefonu kapatıp bozulan sinirimle güldüm. Gözlerimi ovuştururken çamlık alana girmiştim. Boş bir masaya oturup Çakır'ı beklemeye başladığımda, koruma da yanımda dikildi. Ona bakıp "İstersen oturabilirsin." dedim ve kenara kayarak ona yer açtım. Bir şey demeden, olumsuzca başını salladığında dudaklarımı birbirine bastırdım ve önüme döndüm. Pekala..

 

 

 

 

Birkaç dakika geçtiğinde, bize doğru gelen Çakır'ı gördüm. Şapkasını indirdiği saçları, adımlarının ağırlığıyla havalanıp duruyordu. Gözleri ağaçların ardını bile görmeye çalışıyormuş gibi etrafta geziniyor, ardından beni buluyordu. Yanıma yaklaştığında ayağı kalktım. Kaşları hafifçe çatıldı. Bana ulaşmasını bekleyemeden, ona doğru ilerledim ve sarıldım. Kolları birkaç saniye hareketsiz kaldı. Hemen sonra bir elini belimde, bir elini saçlarımda hissettim. Kaburgalarının içinde bana yer açmışta, oraya yerleştirmek ister gibi bastırıyordu kendine. Başını eğerek saçlarıma karıştırdığında, derin bir nefes aldı. Mırıldanır gibi konuştu. "Ne oldu Efsun?"

 

 

 

 

"Korkuyorum." Benden ayrıldığında direnmedim. Oysa biraz daha böyle durmaya ihtiyacım vardı. Başımı göğsüne yasladığımda nedendir bilinmez, zihnimdeki sesler dahi susuyordu. Özlediğim sessizliğe kavuşuyordum.

 

 

 

 

Sanki Çakır, özlediğim bir duygunun vücut bulmuş haliydi.

 

 

 

 

Benden ayrıldığı için üzülmüşken ellerini yanaklarıma koyduğunda, gözlerimi kırptım.

 

 

 

 

"Neden korkuyorsun? Kendini güvende hissetmiyor musun?"

 

 

 

 

Omuzlarımı yavaşça kaldırıp indirdim. "Kendim için bir endişem yok. Sen varsın." Bu sefer de o duraksayıp gözlerini kırptığında, hızla devam ettim. "Ailem için korkuyorum. Ya Cansu onlara bir zarar verirse? Bana ulaşmaya çalışıyorken ya da başka bir şekilde. Ya canımı yakmak için aileme bir şey yaparsa?"

 

 

 

 

"Korumalara onlar için de talimat verdim. Uzaktan onları da koruyacaklar. İstersen konuşabilirim. Durumu bilmeleri daha doğru olur."

 

 

 

 

"Bilmelerini istemiyorum. Zaten stresli bir dönemden geçiyorlar. Hem, Cansu'nun yakalanması an meselesi. Değil mi?"

 

 

 

 

"Öyle. Yakaladığımız adamlardan birini konuşturdum. Patronunun adresini aldım. Seni eve bıraktıktan sonra gideceğim. Cansu ona yardım edenler olmadan bir hiç. Korkma, tamam mı? Ne sana ne de ailene hiçbir şey olmayacak."

 

 

 

 

Sakinleştirici sesiyle hafifçe gülümsedim. "Teşekkür ederim." Bakışları dudaklarıma düştü.

 

 

 

 

Gülümseyişime bakarken iç çekti. Öyle içten, öyle derin yapmıştı ki bunu, kaşlarımı kaldırarak gülümsememi genişlettim. Samimi bir sırıtışa dönüştü. Başını iki yana sallayarak yanaklarımı bıraktı ve bir adım uzaklaştı. Elleri saçlarına gitti, karıştırarak başını eğdi. Bakışları etrafta gezinmeye başladı. Dudaklarımı birbirine bastırırken nefesimi tuttum.

 

 

 

 

Eşsiz biriymiş gibi onu izliyordum.

 

 

 

 

Çalan telefonum sıçramama sebep oldu. Çakır afalladığımı fark edip sırıttığında, üzerime basan sıcakla telefonu açtım. Yalnız olmadığını anlamıştı tabii, nasıl sırıtmasın.

 

 

 

 

Annem arıyordu. Tam açacakken kapandığında, geri aramadım. Zaten gidiyordum.

 

 

 

 

Hemen arkamdaki banka ilerleyip poşeti aldım ve Çakır'a geri döndüm. "Gitmeliyim. Lütfen beni haberdar et. Ve dikkatli ol."

 

 

 

 

Başını sallayarak yanından geçmem için kenara çekildi. Korumaya dönüp genel durumu sormaya başladı. Kısaca konuşup, benimle evin önüne kadar geldi ve "Dışarı çıkmak zorunda kalırsan korumalar burada olacak. Haricinde evden ayrılma." dedi. "Tamam." diyerek anahtarı deliğe yerleştirdim. Açmadan önce "Hadi, sen git. Annem görüp şüphelenmesin." dedim. Tam geriye doğru bir adım atmıştı ki, durup tekrar bana döndü.

 

 

 

 

"Olur da bugün Cansu meselesi tamamen kapanırsa, Ela klinikten çıkana kadar seni bir daha göremeyecek miyim?"

 

 

 

 

Sorduğu soruyla afalladım. Cansu yakalandıktan sonra geçireceğim günlerin hayalinde hep o vardı. Ama bunu açıkça söyleyecek cesaretim yoktu.

 

 

 

 

"Ela'nın klinikten çıkması için dört günü kaldı zaten. Pek de uzun bir süre sayılmaz."

 

 

 

 

Memnuniyetsizce burun kıvırdı. "Uzun sayılmaz mı? Son dört gündür, koskoca 22 senemi sensiz nasıl geçirdiğimi sorguluyorum Efsun."

 

 

 

 

'Son dört gündür, koskoca 22 senemi sensiz nasıl geçirdiğimi sorguluyorum Efsun.'

 

 

Ben şaşkınlıkla gözlerine bakakalırken, söylediği şeyi fark etti. Dudaklarını birbirine bastırarak geriye doğru adımlamaya başladı. "Her neyse. Akşam görüşürüz." dedi ve arkasını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Arabasına binerken, hala olduğu yerde kalıp kendisine bakan beni buldu gözleri. Yüzündeki garip ifadeyle arabasına bindi ve gaza basıp görüş açımdan çıktı.

 

 

 

 

O bana ne demişti öyle?

 

 

 

 

Zihnimde tekrar tekrar döndürdüğüm cümleye, en sonunda vermem gereken tepkiyi verdim. Kocaman bir gülümseyişle kapıyı açtım ve içeri girdim. Mutlulukla hızlanan kalbime elimi bastırırken aldıklarımı mutfağa bıraktım. "Annecim?" diye seslenerek hole çıktım. Sesleri çıkmıyordu. Odalarının kapısı kapalıydı, sanırım dinleniyorlardı. Onları rahatsız etmemek için, sessiz adımlarla salona yöneldim.

 

 

 

 

Salon kapısına kadar gelip yerden başımı kaldırdığımda gördüklerim, yüzümden bir türlü silemediğim gülümseyişi söküp aldı. Annemin yaşlı gözleri, babamın baygın bedeninden hemen sonra buldu gözlerimi. Dağılmış saçlarının ardından korkuyla bana bakarken, ağzındaki bant yüzünden konuşamıyordu. Şok içindeyken babama çevirdim gözlerimi. Şu an annemin kafasına doğrultulan silahın sahipleriyle boğuşmuş, direnemeyip bayılmıştı. Gözlerimin gördüğünü yazan beynim, kalbimden henüz haberdar değildi. Kalbimin gördükleri çok başkaydı.

 

 

 

 

Sesimi çıkaramadan, siyahlara bürünmüş adamlara baktım.

 

 

 

 

"Onlara bir zarar gelmesin istiyorsan, bizimle geleceksin." dedi. Söylediği tek söz buydu. Annemden çektiği silahı bana doğrultup yaklaştı. Kolumdan tutarak çekiştirmeye başladığında, zorluk çıkarmadım. Dolan gözlerim tökezlememe sebep oldu. Korkuyla doğrulup adımlarına ayak uydurmaya çalıştım. Mutfak balkonuna geldiğimizde, başımı geri çevirerek anneme baktım. Bağlı elleri, ayaklarına rağmen kalkmaya çalışıyor ama tökezleyip geri düşüyordu. Sesi çıkmıyordu ama haykırışı gözlerinden okunuyordu.

 

 

 

 

"Bırakın kızımı! Efsun! Tarık! Uyan, ne olur? Efsun'u götürüyorlar! Efsun! Bırakın onu!"

 

 

Akan yaşlarının çığlık çığlığa bağırdığı bunlardı.

 

 

 

 

 

 

Hıçkırarak önüme döndüm ve balkondan dışarı çıktık. Adımlarım güçsüzdü. Nereye gittiğimin, götürüldüğümün farkındaydım. Kolumu sökmek ister gibi tutup çekiştirmese, yürüyemezdim.

 

 

 

 

Annem de anlamış mıydı acaba?

 

 

 

 

Arka bahçedeki kapıdan çıktığımızda, yerde yatan beş koruma saydım. Ölmüşler miydi? Beni, bizi korurken? Birinin inip kalkan göğsünü gördüm. Belki de sadece bayıltmışlardı. Amaçları onları öldürmek değildi.

 

 

 

 

 

 

Amaçları beni öldürmekti.

 

 

 

 

Bu düşünce, son bir haftada yaşadığım her şeyi gözlerimin önünden geçirdi. Ela'ya yardım ettiğim için, hayatımda bir kez bile görmediğim insanlar ölmemi istiyordu.

 

 

 

 

Bir anlık hırsla, öfke soludum. Yine olsa yine yapardım. Yine kurtarırdım Ela'yı. Ölümse ölüm. Yaşamaya hevesli biri değildim zaten. Ailem üzülür diye düşünüp istemezdim ölümü. İçimdeki karanlığı o yüzden doyurmazdım. Yaşatır ama doyurmazdım.

 

 

 

 

Arabaya bindiğimizde "Babama ne yaptınız?" diye sordum. Sesime öfke hakimdi. Onlardan korkmuyordum. Ölmekten korkmuyordum. Belki silahı şakaklarımda hissettiğimde korkardım ama şimdi... Ellerimi yumruk yaparak cevabını bekledim. Zaten yolun sonuna geldiysem, vereceğim zarardan kârlı çıkardım.

 

 

 

 

Önde oturan adam bana döndü. "Ailene hiçbir zarar vermedik. Babanı da biz bayıltmadık. Eve girdiğimizde annen babanın başında ağlıyordu." Gözlerimi kırpıştırarak algılamaya çalıştım. Korkunun bu sözüyle yüzüme yerleştiğini fark edince güldü. "Babanın bayıldığını duymak seni ölümden daha çok korkuttu. Birkaç saat sonraki halini merak ediyorum." Söylediklerini umursamadım. Araba hareket ederken gözlerimden sessiz yaşlar akıyordu. Babam yine mi bayılmıştı? Sadece yorgunluktan art arda bayılabilir miydi bir insan? Bize söylemediği bir şey vardı. Artık emindim. Ama öğrenecek-

 

 

 

 

Öğrenemeyecektim.

 

 

 

 

Dudaklarımdan kaçan bir hıçkırıkla ellerimi yüzüme kapadım. Sesli bir şekilde ağlıyordum. Babamı düşünüp, annemi, abimi... Çakır'ı düşünüp. Sadece ağlamak istiyordum. Sadece, yaşayamadıklarıma ağlamak istiyordum.

 

 

Çakır... Bir tuzağa gidiyor olabilir miydi? Benden ne zaman haberi olurdu? Nasıl bir tepki verirdi? Yeşilleri yanar mıydı yine? Ela'yı bulduğunda yandığı gibi? Annem çok üzülecekti. En yakın arkadaşını, kızını kaybedecekti. Babamın her neyi varsa, iyileşemeyecekti. İyileşmek için çabalaması gerekirken, benden sonra hiçbir şey için çabalamayacaktı. Abim... Korumak için canını hiçe saydığı kardeşini kaybedecekti. O gün gözlerimin önüne geldiğinde, daha içten ağlamaya başladım.

 

 

 

 

Abimin ölen hastası, şizofrendi. Beni kendisini döven annesi sanarak, abimin kliniğinde öldürmeye çalışmıştı. Masadan bulduğu rastgele bir kalemi alıp, boğazıma saplamaya çalıştığını hatırladım. Abim gelip kurtarmıştı beni. Odağı o olmuştu sonra. Onu öldürmeye çalışmıştı. Bana kaçmam gerektiğini söylerken, hasta, güvenlik görevlisi tarafından bayıltılmıştı. Titreyerek düşerken, 'Katil!' diye bağırdığı an geldi aklıma. Ellerim boğazıma gitti. Nefesimi hissedemedim. İnleyerek bakışlarımı tavana kaldırdım. Önde oturan adam halimi görüp, ölüm vaktimin gelmediğini düşünmüş olacak ki camımı açtırdı. Hıçkırıkların arasında nefes almaya çalıştım. O hasta, iki gün sonra ölmüştü. Bana doğrulttuğu kalemi, kendi boğazına sokmuştu. Bulunana kadar, kan kaybından ölmüştü.

 

 

 

 

 

 

Hepsi üzülecekti ama geçecekti. Yaşamaya devam edeceklerdi. Benim aksime.

 

 

 

 

Araba durduğunda dışarı baktım. Anayoldan uzaktık ama görebiliyordum. Onlardan kurtulup kaçsam şansım ne olurdu? Muhtemelen bu açık arazide kurşunu tutturmaları zor olmazdı. Ben tüm ihtimalleri düşünürken, ellerimde hissettiğim iple "Ne yapıyorsun?" diye bağırdım. "Çöz beni!"

 

 

 

 

"Kes sesini!"

 

 

 

"En sonunda öldürüp bırakmayacak mısınız zaten?" Öfkeyle ellerimi bağlamasını engellemeye çalışıyordum ama olmadı. Zorladığım için daha da sıkmıştı ve şimdiden açılan derimi hissediyordum. Şerefsiz!

 

 

 

 

Omzumdan ittirerek depoya soktu ve kapıyı çarparak kapadı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Arkamı dönüp etrafa baktığımda, hangara benzer bir depo ile karşılaştım. Ne hangar kadar büyüktü, ne de basit bir depo kadar küçük. Etrafta yığılı çöpler, tahtalar, eskimiş malzemeler vardı. Sanırım beni buraya kilitleyip kokudan ölmemi amaçlıyorlardı.

 

 

 

 

 

 

Birkaç dakika geçti. Burnum kötü kokuya alışmıştı ama aklım ölüm fikrini bir türlü kabullenemiyordu. Ölümü değil de herkesi arkamda bırakıp gitmeyi... Anne ve babama zarar vermemeleri için direnmemiş olmam, şu an canımı sıkmıştı. O an değil ama sonrasında çabalayabilirdim. Arabada onlara saldırabilir, inerken zorluk çıkartıp bir yol arayabilirdim. Ama düşüncelerimde oluşan kaos bunu reddetmişti. Aciz bir kabullenişle buraya kadar getirilmiştim. Şimdiyse kaçacak bir yer arıyordum.

 

 

 

 

 

 

Ölümden korkmamam, ölmek isteyeceğim anlamına gelmiyordu.

 

 

 

 

Düşündüm. Tahtalarla ipleri kesebilirdim. Fikri çabuk benimsedim. Hızlı adımlarla tahtalara yönelmiştim ki, hayattaki şansım sağ olsun, kapı açıldı ve tahtalarla arama adamlar girdi.

 

 

 

 

Derin bir nefes alıp, en öndeki adama baktım. Uzun boyu, yapılı bedeni ve takım elbisesiyle daha çok bir iş insanına benziyordu. Ama bedeninden alıp yüzüne çevirdiğim bakışlarım, ipucunu kolayca buldu. Gözlerinden akan psikopatlığa sırıtışı eklenince... İşte şimdi kimliği sorgulanacak birine benziyordu. Gözlerimi kısarak bakmaya devam ettim. Benim gibi, bana bakıyordu. Düşüncelerimi okuyabiliyor gibi.

 

 

 

 

"Misafirimizi daha iyi ağırlamanızı isterdim, çocuklar."

 

 

 

 

"Neyse ki kalıcı değilim."

 

 

 

 

"Dur bakalım. Ne bu acele?"

 

 

 

 

"İskambil oynarken günümün nasıl geçtiği hakkında konuşup, oyun sonunda kahve falı bakmayı mı planlıyordun? Baştan söyleyeyim; İskambil oynamayı bilmiyorum, fal da bakamam. Günüm de size kadar çok güzel geçmişti. Eh, tatmin olduysan uzatmayalım artık."

 

 

 

 

 

 

Kahkaha atan suratına karşı yüzümü buruşturduğumda, tepkimi gördü. Kahkahası anında kesildi. Yüzündeki sırıtış yavaşça kaybolurken, düz bir çizgi haline gelmiş dudaklarıyla bana bakmaya devam etti. Bakışları o kadar rahatsızlık vericiydi ki, olduğum yerde hafifçe kıvrandım.

 

 

 

 

 

 

"Cansu nerede kaldı?"

 

 

 

 

Sorusunun muhatabı olan adam yanına yaklaşıp kulağına doğru eğildi. Fısıldadığı için duyulmuyordu. Ağzını okudum.

 

 

 

 

"Efendim, Çakır Gürel peşindeymiş. Atlatmaya çalışıyorlar." Gözlerimi kırparak, hızlanan kalbimin heyecanına kapılmamaya çalıştım. Adam aldığı cevaptan memnun olmadı. Öfkeli bakışlarını ona çevirdi. Sesini alçaltma gereği duymadan, "Furkan'la mı?" diye sordu.

 

 

 

 

"Hayır efendim. Furkan'ın yardımını almıyor. Kendisi bulmuş."

 

 

 

 

"Nasıl olur? Cansu onun için ayarladığımız evdeydi. Çakır'ın gücü onu bulmaya yetmez." Gülüşümü engelleyemediğimde, ikisinin de bakışları bana döndü. Demek sabah Çakır'ın aldığı adres, Cansu'nun adresiydi. Onu yakalaması için dua ettim. Bana ne olduğundan çok, Cansu'nun yakalanmasıyla ilgileniyordum.

 

 

 

 

Yakalanmasıyla, cezalandırılmasıyla.

 

 

 

 

"Ne biliyorsan söyle." Tehlikeli gelen sesini pek de umursadığım söylenemezdi. "Adamlarını daha sağlam seçmeliydin."

 

 

 

"Benimle alay etme! Seni öldürürüm!"

 

 

"Evet, bunu zaten biliyorum. Ayrıca, alay ettiğim yok. Gerçekleri söylüyorum."

 

 

Kesinlikle alay ediyordum!

 

 

 

Bunu anladı. Hızlı adımlarla yanıma ulaştığında, kaçmama fırsat kalmadan boğazıma sarıldı. Gözlerim irice açıldı. Öyle şiddetli sıkıyordu ki, dizlerimin üzerinde eğilmek zorunda kaldım. Dudaklarım aralandı. Ciğerlerim acırken, kalbim çarpmaya başladı.

 

 

"Seni Cansu öldürecek. Anlaşmamız bu yönde. Ama beni zorlarsan, tek bir kurşunla bu anlaşmayı bozarım. Bunu bil, ona göre hareket et!"

 

 

Beni ittirerek yere düşmeme sebep oldu. Öksürmeye başladım. Burnuma dolan nefesi hissettim. Gözlerim sıkıca kapanıp açıldı. Dizlerimi kendime çekip, bedenimi küçülttüm.

 

 

 

"Şerefsiz!" Bağırmak istediğim buydu ama kendimi durdurdum. Manyağın tekiydi. Çekip vurması için sebep vermiş olurdum.

 

 

Eğer Cansu yakalanırsa, yaşamak için bir şansım olabilirdi.

 

Ama biraz önce de dediğim gibi, ben şanssız biriydim.

 

 

"Ufak fare, olması gerektiği gibi yerde. Ha?" Depoya girip bize yaklaşırken konuştu. Üstü başı dağılmış haldeydi. Çakır'ı atlatması kolay olmamış gibiydi.

 

 

"Ayakta gözüküyorsun. Bilemedim, gözlerinde mi sorun var yoksa aklında mı?"

 

 

Yavaşça sırıttım. "Ah, pardon. Akılsız olduğunu unutup seçeneklere ekledim."

 

 

 

 

Yüzündeki keyif kayboldu. Korkmamı, yalvarmamı bekliyor olmalıydı. Tavrım onu şaşırtmışken, madem öleceğim diyerek konuşmaya devam ettim. Artık alay yoktu. Artık sadece öfke hakimdi.

 

 

 

"Sen nasıl bir insansın? Kardeşin lan o senin! Nasıl ona eziyet edersin? Nasıl uyuşturucu verirsin? Nasıl için aldı bunları senin? Söylesene! Neden? Pisliksin sen! Duydun mu? Bu dünyadan silinmesi gereken bir pisliksin!" Nefes nefese bağırdıklarıma karşı hiçbir tepki vermedi. Yanındaki adam ona baktığında, o da bakışlarını çevirdi. Benimse içim hala soğumamıştı.

 

 

"Yeterince vakit kaybettik. Öldür şunu."

 

 

 

Başını sallayarak elini beline attı. Çıkardığı silahı incelerken, ben ona bakıyordum. Söylediklerimden hiç ama hiç etkilenmemişti. İçindeki kötülüğün esiri olmuş, kulaklarını dışarıya kapamıştı. Sadece o çirkin, karanlık sesi duyuyordu. Ona bunları yapmasını söyleyen sesi.

 

 

 

Dolan gözlerimin ardından bedenime doğrulttuğu silaha değil, ona baktım. Akan bir yaşımı gördü. Ve bundan keyif aldı. "Sonunda korktuğun kısma geldik."

 

 

 

 

Söylediğini umursamadım. "Ela bunları yaşamayı hak etmiyordu. Ama sen, ona bunları yaşattığın için, cehennemi hak ediyorsun! Bu dünyada da, diğer dünyada da. Hak ettiğini bulman dileğiyle. Artık uzatma da bitir şu işi."

 

 

"Kimse hak ettiğini yaşamıyor bu dünyada. O daha küçük. Atlatır." Umursamaz sesiyle omuzlarını silkti. O omuzlarına bağlı kollarını kopartmak istedim.

 

 

 

Acı dolu sesimle, "Evet, o daha çok küçük. Bu yüzden atlatamayacak." dedim. Bakışlarından bir an için pişmanlık geçmesini bekledim. Ama gözbebekleri büyümüş, kararmış gözlerinden geçen tek duygu, koca bir hiçlikti.

 

 

"Hadi Cansu! Neyi bekliyorsun? İstediğini yaptım, kızı alıp sana getirdim. Öldür de gidelim artık. Teslimat için seni bekliyorlar."

 

 

Cansu "Bana sadece bir dakika ver." diyerek silahı indirdiğinde, adam öfkeyle üzerine yürüdü. "Ne yapıyorsun?"

 

 

"Sadece bir dakika, Ufuk. Kapıya çıkın. Geleceğim."

 

  

Adının Ufuk olduğunu öğrendiğim adam, başını iki yana sallayarak arkasını döndü ve "Bir dakika sonra buradan bir ceset çıkmazsa, sayı ikiye katlanacak, Cansu." dedi. Cansu'nun gözlerini devirdiğini gördüm. Depoda sadece ikimiz kaldığımızda yanıma yaklaşmaya başladı. "Aldırma ona. Bana ihtiyacı var. Avrupa'daki uyuşturucu dağıtımını ben yapacağım."

 

 

'Eee?' dermiş gibi yüzüne baktım. Yavaşça yanıma yaklaşıp oturur hale getirdiğim bedenimin yanına eğildi.

 

 

"Duymak istediğin şey pişman oluşum mu?"

 

 

 

Cevap vermeden ona bakmaya devam ettim. Bir dakika dolmuş olmalıydı ama henüz kimse gelip ikimizi birden öldürmemişti.

 

 

 

 

"Pişmanım."

 

 

 

"Değilsin."

 

 

"Nereden biliyor-"

 

 

"Çünkü gözlerinde pişmanlığın kırıntısı yok. Umurunda bile değil. Kardeşinmiş, değilmiş, umurunda değil. Yaşadığın acıyı bir başkasının canını yakarak dindirmeye çalıştın. İşin içine uyuşturucu girince, artık acında kalmadı. Uyuşturucu hissizlik verir çünkü. Hissetmemek için uyuşturucuya başladın." derken, sözlerimin doğruluk payını yüzündeki ifadeden anlıyordum. Devam ettim. "Şu an yaptığın şovun tek amacı, belki kalmışsa biraz, vicdanını rahatlatmak. Defolup gideceksin. Gittiğin yerdeyken, ardında bıraktığın yerde birilerinin pişman olduğunu düşünmesini istiyorsun. Ölsem bile beni buna inandırmak, vicdanını hafifletecek. Değil mi?"

 

 

 

Tükürürcesine söylediklerimi, sakin bir ifadeyle dinledi. Ve tam da tahmin ettiğim gibi, şeytani bir sırıtışla ayağı kalktı. "Aferin, küçük fare. Pişman değilim çünkü pişmanlık ne demek bilmiyorum. Ela'yı severdim. Ama en son sevgiyi anne ve babamı kaybederken hissettim. Sonra o da gitti. Tam da dediğin gibi, kaybettiğim duyguların ardından kalan acıyı hissetmemek için yaptım her şeyi. Şimdi de öfkemi hissetmemek için seni öldüreceğim." Bir adım geri gidip elindeki silahı bana doğrulttu. İğrendiğim suratından çevirdim bakışlarımı. Ölmeden önce görmek isteyeceğim şey ne O'ydu, ne de bu yer.

 

 

 

Gözlerimi kapatıp karanlığıma sığındım. Bekledim. Bedenimde delik açıp benii öldürecek o kurşunun yuvasından çıkmasını bekledim.

 

 

 

Kurşun çıktı.

 

 

 

Ama bedenimde bir delik hissetmedim.

 

 

 

Cansu'nun çığlığı duyuldu. Gözlerimi açıp ona baktım. Bıraktığım yerde değildi. Daha doğrusu, yerdeydi. Bacağından akan kanı gördüm.

 

 

 

 

Çok kısa bir an sonra tekrar silahlar patlamaya başladı. Gözlerimi sımsıkı kapatıp, atılan kurşunları sayıyordum. Bir, iki, üç...on beş, on altı... Sesler yavaşça kesildi. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Yanımda birinin varlığını hissedince yavaşça açtım. Yüzünde maske olan bir adam, nefes nefese "İyi misin?" diye sordu. Ona baktım. Aynı anda maskesini çıkardı. Yeşil gözlerinde endişe yoktu. Durum tespiti yapmaya çalışıyor gibiydi. "Geçti. Korkma."

 

 

 

 

"Sen kimsin?" Ayağa kalkıp beni de kaldırdı. Kolumu elinden kurtardım. Titremem geçmişti. İçimde hala bir çığlık atma isteği de olsa, kurtuluşuma sebep arıyordum. Bakışlarım yerde yatan adamlarda gezinirken o elini uzattı.

 

 

 

 

"Furkan. Furkan Gürel. Tanıştığıma memnun oldum, Efsun."

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

Loading...
0%