******
Ben uzattığı eline bakarken, iple bağlı ellerimi hatırladı. "Ah! Pardon."
Ah! Tek sorun iple bağlı ellerimdi(!)
El bileğinden çıkardığı çakıyla, saniyeler içinde ipi çözdü. Bileğimi ovuştururken etrafıma bakıyordum. Aslında düşünüyordum.
Furkan, Çakır'ın bahsettiği Furkan mıydı? 'Gürel' demişti soyadı için. Ufuk denilen adam da ondan bahsetmişti. Bu popülerliğini neye borçluydu? Ela'nın korktuğu, Çakır'ın işlerine bulaştırmak istemediği Furkan, şimdi gelip niye beni kurtarmıştı? Güvenmem gerekiyor muydu? Ona baktım. Kısık gözleriyle beni izliyordu. Oldukça rahatsız ediciydi bakışları. Hayatımı kurtarmış olmasa, tek bir kelime bile etmeden yanından ayrılırdım.
"Teşekkür ederim." diye mırıldandım, bakışları altında. Yapmacık bir gülümseyişle karşılık verdi. "Hadi, çıkalım buradan." Yavaş adımlarla ilerlemeye başladığımda, yerdeki Cansu, Furkan'a korku dolu gözlerle bakıyordu. Furkan'da ona baktı. Yüzündeki gülümseme, yavaşça silindi. Bakışları tehlikeli bir hale dönüştüğünde, "Polisi aramalıyız." dedim. Cansu'nun yanı başına ulaşınca adımlarımı durdurdum. Furkan beni umursamadı. Depoya giren birkaç adamıyla, "Alın bunu. Polisin bile bulamayacağı bir yere saklayın. Akşam onun için geleceğim." dedi. Son cümlesini, yavaşça Cansu'nun yanına eğilerek, kısık bir sesle söylemişti. Gözlerim irileşirken tekrarladım. "Polisi aramalıyız!" Sert çıkan sesime karşı aniden başını bana çevirdi. Bana aşağıdan bakıyor olmasına rağmen, bakışlarının altında ezilmiştim. O da benim gibi tekrarladı, adamlarına hitaben. "Alın bunu!"
Adamlar verilen komuta uydu. Cansu, muhtemelen kurşunun sıyırdığı bacağıyla topallarken doğrultuldu. Zorla çıkışa yürütülürken, hiç beklemediğim bir şey yaptı. Olanları idrak etmeye çalışan bana bakıp, yalvardı!
"Efsun! Beni ona bırakma! Lütfen! Yardım et! Çakır'ı ara!"
"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Onun hak ettiği yer, hapis!"
"Onun hak ettiği yer, mezar! Küçük kıza neler yaptığını biliyorum. Benimle aynı şeyi düşünmüyormuşsun gibi davranma!"
Ona doğru bir adım atıp, işaret parmağımla Cansu'yu gösterdim. Onu götürmek isteyenlere karşı direniyordu. "Bu şekilde olmaz!" derken, bu konuşma bana tanıdık geldi. Başımı iki yana sallarken devam ettim. "Yaşamayı hak etmemesi, onu öldürebileceğin anlamına gelmiyor!" Duraksadım ve alayla kollarımı iki yana kaldırdım. "Allah aşkına! Neyi konuşuyoruz? Kimseyi öldürmeye hakkın yok senin!"
Söylediklerimin hemen üzerine, ifadesiz tuttuğu yüzüyle, beline yerleştirdiği silahını geri çıkardı. Yerde kıvranan adamlardan birine doğrultup, gözünü kırpmadan onu vurdu! Çığlığım depoda yankılandı. Şokla açılan ağzımı kapadım. İrileşmiş gözlerimle, artık acı çekmeyen adama baktım. Ardından onu öldüren adamın, hiçbir duygu kırıntısı barındırmayan gözlerine.
Saniyeler sonra orada bir alay gördüm!
Yavaş adımlarla üzerime gelmeye başladı. Fısıldayarak, "Hadi, polisi arayıp beni şikayet etsene." dedi. Aldığı canın cezasından kurtulmak, onun için çocuk oyuncağı gibi duruyordu.
Ondan uzaklaşıyordum, bunu durdurmak için kolumdan tuttu. Beni sertçe kendine çektiğinde, nefesini saçlarımın arasında hissettim. Bağırıp çırpınacağım an, depo girişinden bir ses duyuldu.
Cansu, artık adamların elinde değildi. Daha doğrusu, o adamların elinde değildi.
"Onun aramasına gerek yok, ben çoktan aradım!"
Çakır Cansu'nun kolundan tutarak onu ayakta tutuyordu. Boştaki elinde silah vardı. Ama doğrultulmamıştı.
"Efsun'u bırak!" Garip bir şekilde, ikiletmeden dediğini yaptı. Beni bıraktı. Sanırım tehlikeli bir durum yoktu.
Gitmeme izin vermeyecek kadar önüme geçti. Sanırım tehlikeli bir durum vardı.
Gayet rahat bir şekilde "Beni polise mi ihbar ettin?" diye sordu. Çakır hiçbir şey söylemeden yüzüne bakmaya devam ettiğinde, Furkan güldü.
"Oysa Efsun'un senin için değerli olduğunu sanırdım."
Söylenen bu sözle Çakır'ın gözleri irileşirken, ben daha ne olduğunu bile anlayamadım. Furkan benden bir adım uzaklaşıp, silahını kaldırdı. Az önce kurtardığı kıza silah çekti. Aynı anda Çakır'ın silahı da Furkan'a doğrultuldu.
"Sakın!" Çakır'ın bağırışı Furkan'a etki etmedi. Sanki aynada kendisine bakıyormuş gibi, ne yapıp ne yapamayacağını biliyordu. "Bu kız için beni vuramazsın, kardeşim."
Kardeşim mi?!
Neden aynaya karşı konuştuğu şimdi anlaşılmıştı. Çakır, Furkan'ın kardeşiydi ve belli ki, çekilmek istemediği karanlık Furkan'a aitti.
"Ona bir zarar verirsen, sadece bu tetiği çekmekle kalmam!"
Bağırmamıştı. Ama bağırsa bu kadar titreyemezdi içim.
Furkan namluyu saçlarımın arasında gezdirirken bana doğru yaklaştı. "Bu kadar mı değerli senin için? Abine silah çekecek kadar?"
Bağırdı. "Sen benim abim değilsin!"
Furkan'ın sakince sorduğu soruya verilen cevap, ortaya atılmış fitili ateşledi. Sakin kalmak bir yana dursun, kuyruğuna basılmış bir köpek gibi bağırmaya başladı.
"Ben senin abinim! Nankör! Seni ben büyüttüm! Onlardan ben korudum! Nasıl olur da bir kız için bana karşı gelirsin?"
Kimden korumuştu Çakır'ı? Yoksa Furkan'da mı karanlığa çekilmek istenen taraftı? Hayır. Yerde ki adama ateş ederken bakışlarını görmüştüm. O, zaten oradaydı.
Roller değişti. Furkan öfkeyle hareketlenmişken Çakır sakinleşti.
"Sana ilk defa karşı geliyormuşum gibi konuşmasana. Sen annemizi hiçe saydığın gün, benim abim olmaktan çıktın. Şimdi, çek o silahı Efsun'dan."
Daha da bastırdı. Aniden başıma yaslanan namluyla, dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi kıstım. Çakır bunu gördü. Sıktığı dişlerinin arasından ettiği küfrü, dudaklarını okuyarak anladım. Sabrı tükenmişti. Kolundan tuttuğu Cansu'yu bırakıp, elindeki silahın hizasını ayarladı ve tetiğe bastı.
Furkan koluna isabet eden kurşunla acı çeken bir hayvan gibi haykırdı. Geriye düştüğünde, hiç beklemeden Çakır'ın yanına koştum. Boynuna atlayıp sarıldığım an, ellerini belime sardı.
"İyisin! İyisin, değil mi?"
"İyiyim."
Saçlarımı öptü. Tekrar. Tekrar, ve tekrar. Benden ayrılıp, yanaklarımı silene kadar, ağladığımın farkında değildim.
"Gidelim buradan." Fısıldayışımın ardından elimi tuttu. Arkasına dönüp yüksek bir sesle "Aslan!" diye bağırdı. Korkuyla Furkan'a baktım. Öfkeyle, acıyla, hırsla bağırıyordu. Koluna sardığı parmaklarının arasından kan akıyordu. Ateş saçan bakışları bana döndüğünde hızla önüme döndüm. Aslan ve yanında birkaç adam, depoya girdi. "Herkesi indirdik. Polis gelmek üzere! Çıkmalıyız!"
"Furkan'ı alsın birisi. Hastaneye götürsün. Cansu'yu da polise teslim edeceğiz. Ama önce mekandan uzaklaşmamız lazım."
"Anlaşıldı abi." deyip arkasında duran iki adama döndü Aslan. Furkan'ı gösterip, "Kaldırın." dediğinde, iki adam da birbirine baktı. Tereddüt ettiler.
Furkan'dan korkuyorlardı.
O da bunu fark etti. Güldü. Attığı kahkaha da bile öfke vardı.
"Aslan, sen gelip kaldırsana koçum."
Aslan ona dönmedi bile. Çakır'a bakıp "Onu vurmak zorunda mıydın?" diye sordu. 'Başımıza iş çıkardın.' dermiş gibi.
Çakır, dişlerini sıkarak konuştu. "Efsun'un canını yaktı!"
Gözlerimi kırparak ona baktım. Ne söylediğinin farkında bile değildi. Ben, neye tutulduğumun farkında bile değildim... Canımı yaktığı için kendi abisini vurmuştu.
Canımı yaktığı için kendi abisini vurmuştu!
Bir an için, zihnimdeki kargaşaya kulak verdim. Ona güvenmeli miydim? Yoksa ondan korkmalı mıydım?
Neler yaşandığını yeni fark ediyormuş gibi duraksadım. Az önce gözlerimin önünde biri öldürülmüştü. Az önce gözlerimin önünde biri vurulmuştu.
Furkan'a tekrar baktım. Bana bakıyordu. Bu sefer bakışlarımı kaçırmadım. Sakinleşmişti. Kaşlarını kaldırarak neden baktığımı sorguladı. Düşünüyordum. Ciddi bir şeyi yoktu. Beni başta kurtarmışta olsa, sonrasında zarar verecek potansiyelde olduğu için, Çakır onu engellemek istemişti. Çakır'a baktım. Onu öldürecek bir yara bırakmamıştı. Hastaneye götürülmesini istemişti. Depoya ilk girdiğinde, silahı doğrultulmamıştı bile.
Amacı zarar vermek değil, beni korumaktı.
Zihnimde ki kargaşa sonlandı. Ondan korkmama gerek yoktu. Bu güne kadar her şeyi beni korumak için yapmıştı. Boşta olan elimi, koluna sardım. Bana döndü. Hafifçe gülümsedim. Bakışları dudaklarıma düştüğü an, Aslan hareketlendi. "Sirenler! Polis geliyor!"
"Tamam, toparlanın. Çıkıyoruz. Furkan polisler gelene kadar dayanabilir. Siz ikiniz, Cansu'yu alın. Başka bir arabayla emniyete götürün. Kontrole geleceğim. Bir aksilik çıkarsa, kendinize kaçacak delik arayın!"
Biz depodan çıkarken, Furkan arkamızdan bağırdı. "Ne kadar da incesin, kardeşim!"
*******
Araba durduğu an, hızla arabadan indim. "Anne!"
"Polisi aramalıyız!" Annem, benimle aynı anda bunu bağırıyordu.
Sesimle birlikte bana döndü. Attığı çığlıkla bana koşması bir oldu. "Efsun!" Sıkıca sarıldığım bedeni titriyordu. Korkusu, üstümdeki yüke yük kattığında daha şiddetli ağladım. "Annem! İyi misin? Babam iyi mi?"
Benden ayrılıp kollarımı tuttu. Amacı beni sarsmaktı ama öyle çok titriyordu ki... Yaslandığı bedenimi ayakta tutmaya çalıştım. Bağırdı. Bir yandan da bakışlarıyla iyi olup olmadığımı kontrol etti. "Bunu sen mi soruyorsun? Gözümün önünde kaçırıldın!"
"Ben iyiyim." diyeceğim sırada, arkamdaki Çakır'ı fark etti. Aniden ona yöneldiğinde, hiçbir şey yapamadım. Avuç içlerini açıp sertçe göğsünden ittirdi. "Senin yüzünden! Öyle değil mi? Kızım senin yüzünden kaçırıldı!"
"Anne!" Ben tutmadan önce bir kez daha vurdu. Çakır gerilerken, bakışları yerdeydi. Sesini bile çıkarmadı. O da kendini suçluyordu ama burada, belki de en suçsuz oydu.
Annemi tutsam da öfke kusmasına engel olamadım. "Konuşsana! 'Evet, benim suçum.' desene! Sen hayatımıza girdiğinden beri oldu, ne olduysa! Konuşsana!"
"Evet. Benim suçum."
"Hayır!" Adeta haykırarak susturmaya çalıştım onu. "Beni Çakır kurtardı! Burada bir suçlu arıyorsanız o da, o ruh hastası kız! Anne, dur lütfen!"
Annem öne doğru eğildi. Sesli bir ağlayışla, hıçkırıkları arasında konuştu. "Efsun! Nasıl korktum, sana bir şey olacak diye nasıl korktum, haberin var mı?"
Kollarımı ona sararak ayakta tutmaya çalıştım. "Özür dilerim annecim. Özür dilerim, ağlama ne olur! Bak, geldim! İyiyim." Annemin ağlaması kesilmedi. Ama sakinleşecek kadar duruldu.
Saniyeler geçti.
"Ben gideyim mi?"
Çakır'ın fısıldar gibi mırıldanmasıyla ona döndüm. "Hayır. İçeri gel. Konuşacağız." Kafasını sallayarak başını eğmeye devam etti. Bu beni öfkelendirdi. "Kendini suçlamayı kes! Beni sen kurtardın!"
"Kızımı sen mi kurtardın?" Annem, hafifçe doğrularak Çakır'a baktı. O öfkeli kadın gitmiş, yerine mantığıyla konuşan kadın gelmişti. Sesi, zaten gerçeği bildiğini gösteriyordu. Az önceki tavrının tek sebebi, korkusuydu. Eğer kaçırılma sebebim Çakır olsaydı, onu yanımda getirmeyeceğimi bilecek kadar tanıyordu beni.
Çakır cevap vermedi. Ürkek bir çocuk gibi anneme baktı. Bir eliyle diğer elinin bileğini tutup, omuzlarını öne doğru eğmişti. Alnına düşen saçları rüzgarla havalanıp gözünün önüne geliyordu ama hemen ardından tekrar havalanıyordu. Üzerinde incecik bir gömlekle duruyordu çünkü ceketini bana giydirmişti. Kızaran boynuna, oradan da gözlerine baktığımda, titreyen dudağımı ısırdım. O an, her şeyi bir kenara bırakıp Çakır'ı teselli etmek istedim. Saçlarını okşayarak 'Senin bir suçun yoktu.' demek istedim.
Eğer yapabilseydim, söyleyebilseydim bunu, sadece bugün için söylüyor olmayacaktım.
"İçeri geçelim ve konuşalım anne. Hadi." Annemin kolundan tutarak yönlendirmemin ardından aklıma gelenle tekrar duraksadım. "Babam nerede?"
"İçeride. Seni aramak için çıktığımız da baygınlık geçirdi. Bu adamlar da onu içeri taşıdı. Polisi arayacakken siz geldiniz."
"Onlar ne zaman geldi?" derken adamları gösterdim. Çakır'ın adamlarıydı.
"Yarım saat önce."
"Yani siz yarım saat öncesine kadar bağlı mı durdunuz?"
Annem cevap vermedi. Yaşadığı korkuyu tekrar dile getirmek istemiyordu. Tekrar canımızı yakmak istemiyordu. Bunu düşünmesi bile acımı büyütürken eve girdik. Akan bir damla yaşımı kimse görmeden sildim. Neyse ki polisleri aramadan gelmiştik. Bir de onlarla uğraşmamız gerekecekti.
Cansu, kimin yaptığı belli olmayan bir kurşun yarasıyla polise teslim edilmişti. Teslim eden adamlar, Cansu'yu haberlerden görmüştü. Tanımıyorlardı, vatandaşlık görevlerini yerine getirmişlerdi, o kadar. Polisin eline ulaşan hikaye bu olacaktı. Cansu'nun doğruları anlatıp anlatmamasının bir önemi yoktu çünkü polise hiçbir şey kanıtlayamazdı. Kısa süre içinde, polisler daha ulaşmadan, depoda varlığını belli eden her şey yok edilmişti. Ona yardım eden adamsa, artık ona yardım edebilecek durumda değildi.
Tüm bunları bana Çakır anlatmıştı. Yani, artık Cansu diye bir derdimiz kalmamıştı.
Salona geçtik. Salonun ortasında durdum. Babamın baygın bedenine bakarken "Anne." diyerek seslendim önce. Oturduğu koltukta doğrularak bana baktı. Ona dönmeden, babama bakarak konuştum.
"Babamın neyi var?"
Ona döndüm. Kaşları çatılmıştı.
"Bana doğruyu söyle." Tavrım, duraksamasına sebep oldu. "N-ne olacak Efsun? Konuştuk ya. Yorgunluktan, tansiyonu düşüyor."
"O adamlar, babamın eve geldiklerinde baygın olduğunu söylediler. Onlar yapmamış, babam zaten baygınmış. Evde ne onu yorup, tansiyonunun düşmesine sebep oldu ki?"
"Yalan söylemişler. Baban onlarla boğuştu. O yüzden bayıldı."
"Anne-"
"Efsun, yeter! Tamam mı? Yeter! Bu konuyu derhal kapatıyorsun ve karşıma oturup bana olanları baştan anlatıyorsun. Hiçbir şeyi gizlemeden!"
Dediğini yaptım. Üzülmemem için benden bir şeyler saklıyorlardı. Bunu eninde sonunda öğrenecektim.
Olanları en başından anlattım. Cansu'nun beni okulda sıkıştırmasından, bugünkü kaçırılmama kadar. Tüm anlattıklarım bittiğinde annem, "Manyak, ruh hastası!" diyerek, kafasını ellerinin arasına aldı. Saçlarını çekiştirirken tekrarladı. "Ruh hastası!"
Öfkeden kıpkırmızı olan yüzüne baktım. Cansu karşısında olsa, onu parçalara ayırabilirdi.
"Ben olsam başka şeyler söylerdim." Mırıldanarak söylediklerimi sadece Çakır duydu. İçeri girdiğimizden beri ilk defa sırıttı. Bende gülerek öne doğru eğildim ve sırtımdaki kemikleri oynattım.
Annem gülmemle birlikte bana bakarak tane tane konuştu. "Bugün resmen kaçırıldın! Resmen! Ama gülüyorsun."
Omuz silktim. "Neredeyse ölecektim de." Annemin yüzü dehşetlenirken hızlıca düzelttim. Gerçek bir salağım!
"Ama sonuç olarak kurtuldum ve şimdi buradayım. Ayrıca Cansu yakalandı. Yani ortada hiçbir sorun kalmadı, öyle değil mi? İyi tarafından bakalım."
Annemin yüzündeki dehşet kaybolmadan sürdürüldüğünde, koltuktan kalkıp önünde diz çöktüm. "Annecim, Cansu yakalandı. Anlıyor musun? Artık hiçbir tehlike kalmadı. Lütfen, yapma böyle." Bakışlarım Çakır'a kaydı. Furkan'ı silmek isteyen zihnim, ortaya farklı bir senaryo attı. Ve ben bu senaryoyu okudum. "Beni Çakır kurtardı. Bu olayda hiçbir suçu yok. Ne Cansu'yu benim hayatıma o soktu, ne de bu tehlikeyi."
Annemde Çakır'a baktığında, geldiğinden beri sessizce oturup bizi izleyen Çakır anneme döndü. "Gül hanım, Efsun'u korumaya çalıştım ama elimden-"
Annem onun sözünü kesti. Konuşarak veya tersleyerek değil, ona sarılarak...
Yüzüme oturan gülümsemeyle onlara baktım. Çakır, başta ne yapacağını bilemeyip öylece durdu. Elleri havada kaldı. Annemse abime sarılırmış gibi sıkı sarılmıştı. Çakır'ın ellerini tutup annemin sırtına koyduğumda, şaşkın bakışları bana döndü. Gülümsememi genişletip başımı yana eğdim. Onunda yüzünde bir gülümseyiş gördüm. Sanki bunu bana göstermek istemiyormuş gibi, dudaklarını birbirine bastırıp yapması gerekeni yaptı. Anneme sarıldı. Bu annemin, küçük bir erkek çocuğunun başını okşarmış gibi Çakır'ın saçlarını okşamasına sebep oldu. Yanan gözlerimi kırparak bakışlarımı onlardan çektim.
"Efsun!"
"Baba!" Hızlıca yerden kalkıp babama ilerledim. O da bir telaşla koltukta doğrulmaya çalıştı. Ama acıyla inleyerek başını tuttuğunda "Kalkma babacım, dur!" diyerek onu geri yatırdım. Kızarmış gözleriyle beni inceledi.
"İyisin?"
"İyiyim. Geldim. Evimdeyim."
Babam rahat bir nefesi içine çekerken, akan bir yaşını sildi. "İyisin." derken fısıldıyordu. "İyisin."
Titreyen sesimle tekrarladım. "İyiyim."
BÖLÜM SONU