Yeni Üyelik
12.
Bölüm

10. Bölüm (Gölge)

@betulbasndrglu

"Sen yağmurları sevdiğinde

Ben vazgeçmiş olacağım.

Bu şehir ismimizi bildiğinde

Ben gitmiş olacağım."

 

 

Cem Adrian

 

 

 

*******

 

 

 

Sessizce yağan yağmuru izliyordum. Camdan düşen damlalar, gözlerimdekilerle birdi. Ağlıyordum. Her damlada içimden bir parça eksiliyordu. Ama o parçayı açığa çıkaran da bendim. Kapkaranlık yolumda onu ışık sanmıştım. Tutunursam yolumu kaybetmem, bir daha düşmem sanmıştım.

 

 

 

2 saat önce

 

 

 

"Bende beni affetmeni her şeyden çok istiyorum." Söylediklerimle duraksadı. Yanlış bir şey mi söyledim diye düşünürken yüz ifadesini değiştirdi ve ilgili sesiyle "Sonra konuşacağız. Odana çıkıp uyu. Çok yoruldun bugün." dedi ve kendi odasına adımladı. Görmese de kafa salladım. Düşünemeyecek kadar yorgundum, yavaşça odama çıktım. Tüm gün boyunca adrenalin salgılanan bedenimdeki acıları yeni hissetmeye başlamıştım. Geçen gece araba camının kestiği karnımdaki sıyrıklar, kaçırıldığımız da aldığım darbeler, hiç durmadan ağladığım için yanan gözlerim.. Üstümü değiştirdim, kurumuş kanları temizledim fakat karnımdaki kesiklerle yatamadım. Zorla aşağı kata, mutfağa indim ve ağrı kesici aradım. Bulduğum en ağır ilaçtan iki tane alarak içtim ve mutfaktan çıktım. Sancaklı'nın sesini duyana kadar duraksamamıştım.

 

 

 

"Evet, eve getirdim. En iyisi gözümün önünde olması." Ne yani? Sırf beni gözetlemek için mi yapmıştı bunu? Affetmemiş miydi? Şaşkınlığım hemen ardından söyledikleriyle yerini rahatlamaya bıraktı. "Çok düşündüm Ata. Senin söylediklerini de onun söylediklerini de, zihnimde defalarca tekrarladım. Ailesi söz konusu olunca sınırı yok. Benim gibi. O yüzden onu affediyorum. Ama hala şüphelerim var. Ona güvenebilir miyim, bilmiyorum."

 

 

 

 

 

Bunun için elimden gelen her şeyi yapacaktım. İçimde büyüyen rahatlamayla merdivene yönelmiştim ki, kılımı dahi kıpırdatamayacak duruma geldim. "Onu olmayan kız kardeşimi korur gibi koruyacağım. Bunun için kendime söz verdim."

 

  

 

 

Şimdi

 

 

 

Bana bir an bile olsa yeminimi unutturmuştu Cihan. En büyük hatam buydu aslında. Güç yerine huzuru seçmem. Ama artık eskiye dönmem gerekiyordu. Eski gücüme. Bunu yapacaktım. Hırsla yaşlarımı sildim ve ayağı kalktım. "Kendine gel. Ne için yaşadığını unutma. İntikam istiyorsun. Ve alacaksın. Bundan sonra kimse ağladığını görmeyecek. İstediğini al ve yok ol bu dünyadan." dedim, perdeyi kapatarak yatağıma geçtim. Acımı kabullenmekten başka çarem yoktu. Öldürmeyen acı güçlendirir saçmalığını tek doğrum olarak kabul edecektim ve gerekirse acıyla beslenecektim.

 

 

 

Evet, bunu yapacaktım!

 

 

 

******

 

 

 

"Günaydın."

 

 

 

"Günaydın." diyerek hazırladığı masaya göz ucuyla baktım ve kendime kahve hazırlamaya geçtim. "Kahvaltı yapmayacak mısın?" diye sorduğunda kafamı olumsuzca salladım. Yüz ifadesini göremiyordum fakat şaşırdığına emindim. "İyi misin?" diyerek yanıma yaklaştı. Ona bakmadım. "İyiyim." diyerek kahveyi bardağa döktüm ve mutfaktan çıkıp salona geçtim. Bir kaç dakikanın ardından yanıma geldi. Anlam vermeye çalışıyordu. Kardeşi gibi gördüğü kızı korumak içindi bunlar. Yanıma oturarak bir bacağını kendine çekti ve bana dönerek "Konuşalım mı artık?" diye sordu. Bende ona döndüm. İfadesiz suratımı korumaya çalışıyordum. "Ne bilmek istiyorsun?"

 

 

 

"Harun ile bağlantını."

 

 

 

"On sekiz yaşındaydım. Ailemin katillerini bulmak için savaşırken ölümün eşiğine gelmiştim. O beni kurtardı. Başta iyi biri sanmıştım ama beni kullanmaya başladı. Minnet borcum yüzünden ona hayır diyemedim. Beni koruyordu da bir yandan. Sonra senin ailen öldürüldü." derken sustum ve onun bu eziyeti hak etmediğini kendime tekrarladım. Ne olursa olsun acısını acımasızca dile getiremezdim. "Ondan sonra beni senin yanına yerleştirmek istedi. Kabul etmedim. Bu kadarı çok fazlaydı. Ama o beni dinlemedi. En sonunda asıl yüzünü göstererek beni tehdit etti. Eğer dediklerini yapmazsam ailemin katilini bulma yolumda bana engel olacağını, asla intikam alamayacağımı söyledi. Yapmak zorunda kaldım. Beni gazeteci gibi göstererek bu günlere hazırladı. İşte böyle." dedim ve ona baktım. Tepkisizdi. Elleri yumruk halini almışken yüzü hiçbir taviz vermiyordu. Kafa salladı. "Ata'nın annesini gerçekten de bir arkadaşın aracılığıyla mı buldun?"

 

 

 

"Hayır. O günün sabahında Harun'un adamlarından biri ile buluştum. Beni bırakmak istemeyecektin bu yüzden seni evde kalmam için ikna edecektim ama gerek kalmadı. Sen beni umursamadan bırakıp gittin." derken dişlerimin arasından konuşmam şaşırmasına, ardından sinirlenmesine sebep oldu. "Çünkü sen istedin. Kendi yolunda ilerlediğini söyleyen sendin."

 

 

 

Kaşlarımı çatarak elimdeki kahve bardağını sıktım. "Ne saçmalıyorsun? Ben böyle bir şey söylemedim."

 

 

 

"Söyledin. Bana yalancı muamelesi mi yapıyorsun?"

 

 

 

"Böyle bir şey demişsem bile ima ettiğim bu değildi. Sen bana güç verdin. Senin sayende ayağı kalktım. Toparlandım. Neden seni yolumdan çıkarmaya çalışayım ki?" derken sesim titremişti. Ama sinirden. Ağlamayacaktım. Söz vermiştim. Sancaklı söylediklerimle afalladı. Sesini yükseltirken kalkan omuzları indi ve geri çekildi. Hiçbir şey söylemedi. Aramızda rahatsızlık veren bir sessizlik oluşurken sakinleşerek lafa girdim. "Bana güvenmiyorsun, değil mi?"

 

 

 

Sustu. Burukça gülümseyerek "Biliyor musun? Umurumda bile değil." dedim ve hiddetlenen bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim. "Ne diyorsun sen?"

 

 

 

"Duydun. Belki de gerçekten kendi yolumuzda olmamız en iyisi olacaktır. İkimizin de amacı aynı. Ama yolumuzun aynı olmasına gerek yok. Bulduklarımızı paylaşırız, değerlendiririz. Ama bu aşamaya kadar birbirimize karışmayalım."

 

 

 

İnanamıyormuş gibi baktı. Zar zor dudaklarımdan şu kelimeler döküldü. "Artık gölgemde seni görmek istemiyorum."

 

 

 

"Gerçekten istediğin bu mu?" derken sesi kısık çıkmıştı. "Sana karışmayayım, öyle mi?" Yüzüne baktım. Ardından hızla kafa salladım. Daha fazla düşünürsem tereddüt edecektim çünkü.

 

 

 

"Peki. Yani sen öyle istiyorsan." diyerek bacağını indirdi ve dümdüz oturarak yere bakmaya başladı. Azarlanmış bir çocuk gibi duruyordu. Bana bakmıyorken oynamayı bıraktım ve hüzünle yüzünü inceledim. Bunu her yaptığımda boğuluyormuş gibi hissediyordum. Ona her baktığımda...

 

 

 

 

******

 

 

 

"Günaydın Ata."

 

 

 

"Hoş geldiniz." derken ikimiz arasında bakışlarını gezdirdi. "Hani barışmıştınız?"

 

 

 

"Küs gibi bir halimiz mi var?"

 

 

 

"Az önce Cihan sana değmemek için koltuğun etrafından dolandı."

 

 

 

Kaşlarımı çatarak Sancaklı'ya döndüm. "Öyle mi yaptın?"

 

 

 

Cevap vermeden yüzüme baktı. Bir kaç saniyenin ardından "Abartma." dedim ve Ata'ya geri döndüm. Arkamdan homurdanma sesleri geliyordu.

 

 

 

"Nasıl oldun?"

 

 

 

"Ben iyiyim. Hatta çıkmak için sizi bekliyordum."

 

 

 

Cihan "Ben işlemleri halledip geliyorum o zaman." dedi ve odadan çıktı. Arkasından baktım. Ata seslenene kadar. "Neler oluyor? Cihanla konuştum dün. Barışmıştınız."

 

 

 

"Barıştık zaten. Sadece aramızda biraz mesafe olmasına karar verdim." dedim ve arkama yaslanarak şakaklarımı ovdum.

 

 

 

"Sen iyi değilsin."

 

 

 

"İyiyim. Beni düşünene kadar kendi arkanızı kollayın." derken sesimin sinirli çıkmasına engel olamadım. Ata bozularak bakışlarını benden aldı. Tam özür dilemek için ağzımı açacaktım ki o beni susturdu. "Beni buldular."

 

 

 

Başta anlamadım. Hemen ardından yerimden fırlayarak "Nasıl?" diye bağırdım. "Bir şey yaptılar mı? Nasıl buldular? Kapıdaki polisler ne işe yarıyor?" derken sesim fazlasıyla yüksek çıkıyordu. Kendime engel olamıyordum. Her korunduğumuzda bir şekilde bize ulaşıyorlardı. Sanki kapımızda adam değil de korkuluk varmış gibi. Sinirlenişimi izleyen Ata'ya döndüm. "Konuşsana!"

 

 

 

"Sakin ol. Bir şey yapmadı. Konuşup gitti sadece."

 

 

 

"Ne söyledi?"

 

 

 

"Babamın cinayetini adamlarından biri üstlenmiş." dedi ve bu kez de, saniye saniye şaşırışımı izledi. "Neden? Neden yaptı bunu?"

 

 

 

"Seninle başka bir işi olduğunu ve zamanı geldiğinde ona yardım edeceğini söyledi."

 

 

 

"Kafayı yemiş!" dedim ve Ata'ya arkamı dönerek zihnimde oluşan kargaşayı dindirmeye çalıştım. Bunları boşa konuşmuş olamazdı. Benimle ilgili planları vardı ve ben istemeden onlara ulaşamayacaktım. Ama bir yolu olmalıydı. O adam kilit biriydi ve ona ulaşmanın bir yolu olmalıydı. Aklıma gelenlerle Ata'ya döndüm.

 

 

 

"Sancaklı biliyor mu cinayetin üstlenildiğini?"

 

 

 

"Evet, sabah söyledim."

 

 

 

O yüzden beni bu konuda sorgulamamıştı. Bahsini bile açmamıştı.

 

 

 

"Ata. Böyle elimiz kolumuz bağlı duramayız. O adam düşündüğümüzden daha fazlası. Ona ulaşmamız lazım." dediğimde Ata doğruldu ve kaşlarını çatarak "Aklında ne var?" diye sordu.

 

 

 

Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım.

 

 

 

Ne için yaşıyorsun, İclal?

 

 

 

Ne için bunları yapıyorsun?

 

 

 

Gözlerimi aralayıp omuzlarımı kaldırdım. "Madem biz onlara ulaşamıyoruz, onların bize ulaşmasını sağlayacağız."

 

 

 

******

 

 

 

"Ata Erdinç." diyerek polis kimliğini gösteren Ata'nın hemen arkasındaydım. Nöbetçi bana döndü. Sorgulayan bakışları altında Ata " O da benimle." dedi ve kolumu tutarak beni içeri çekti. Birlikte yürürken bakışlarım koca binadaydı.

 

 

 

Benim suçumu üstlenen adamın tutulduğu hapishanedeydik. Aklıma gelen en iyi ve en kısa yol buydu. Tehdit.

 

 

 

"Sence işe yarayacak mı?"

 

 

 

"Yaramak zorunda." dedi ve bana kapıyı açarak yol verdi. Binaya girdik. Gardiyanlar eşliğinde görüş odasına geçtik ve beklemeye başladık. Az sonra hayatımda bir kez bile görmememe rağmen suçumu üstlenen adamla karşı karşıyaydım. Oturur oturmaz sorduğu soru "Sen kimsin?" olmuştu. Boğazımı temizleyerek doğruldum. "İclal İlhanlı."

 

 

 

İsmimi duyar duymaz yüzüne yerleşen alaycı bakışlarına ters düşen kısık sesiyle konuştu. Gardiyanların duymasını istemezdi. "Koskoca Harun Güç'ü sen mi öldürdün? Bir kadın?"

 

 

 

"Bir kadının neler yapabileceğini bu küflü duvarlar arasında geçireceğin seneler içinde düşünmek için bol bol vaktin var. Merak etme." dediğimde bozulan suratını sırıtarak izledim. Ata da sırıttı ve öne eğilerek "Bence şu an karşında oturan kadın dahil tüm kadınlara saygı duymayı öğren. Gerçi diğerlerine saygı gösterecek günlerin olmayacak, değil mi?" dedi ve ciddileşerek tok sesiyle "İçeri de rahat etmek istiyorsan sesini kes ve dinle." dedi. Adamın rahatsız oluşu işime gelirdi. Ne kadar ciddiye alırsa o kadar hızlı sonuç alırdık.

 

 

 

Konuya girmeden önce sormak istedim. "Hayatında hiç görmediğin biri için, hayatını çöpe atıyorsun? Değer mi gerçekten?"

 

 

 

"Cihangir için değer. Ben içerdeyken aileme sahip çıkıyor. Benim bakabileceğimden daha iyi bakıyor onlara." dediğinde iğneleyici sözlerimi yuttum. Buydu işte. İnsanların en şerefsizine hizmet etmek için, masum sebepleri vardı. Ailesine bakmak. Peki başka yolu yok muydu? Bir katile itaat ederek iyi bir yaşam sürmek mi yoksa insanlığınla geçinmeye çalışmak mı? İnsanlar burada ayrılıyordu. Kötülük mü yoksa iyilik mi?

 

 

 

O ince çizgi insanları birbirinden ayıran tek gerçekti.

 

 

 

"Buraya neden geldim sence?"

 

 

 

"Boy göstermeye mi?"

 

 

 

Kaşlarımı kaldırarak sırıttım. Onunsa keyfi kaçtı. "Ağzımdan laf almak için geldiyseniz boşuna çabalamayın. Ben Cihangir'i satmam."

 

 

 

"Satmadığın Cihangir'in nasıl bir insan olduğunu biliyorsun, değil mi?" derken konudan saptığımı biliyordum. Ama karşımda sanki çok iyi birini koruyormuş gibi yapmasına dayanamıyordum. Titreyen sesimle ifadesiz suratına karşı konuştum. "Benim ailemi öldürdü. Annemi ve kardeşimi. Kardeşim daha çok küçüktü." derken sesim sonuna doğru kısılmıştı. Düşmemesi için tuttuğum yaşlarımın bir yabancı karşısında akmasının önemsiz olduğunu düşündüm ve kendimi sıkmayı bıraktım. Hem, bir insanın acısını gördüğün kadar korkardın ondan. En azından bu benim için böyleydi.

 

 

 

"Bunu bana-" derken sözünü kestim.

 

 

 

"İki ay önce bir başka aileyi, bir bebek ve yedi yaşında bir oğlanı, annesiyle beraber katletti. Bunları biliyorsun, değil mi?" derken sessizce akan yaşlarımla gözlerine bakıyordum. Oysa bundan hiç etkilenmiyordu. Kalbinden acıma duygusunun alınması böyle bir şey miydi? Acımasızlığın ete bürünmüş hali, bu muydu?

 

 

 

"Dava uğruna." dediğinde ani bir sinirle masadan öne atılıp yakasına yapıştım. "Ne davasından bahsediyorsun sen? Ne davası? Yeni doğmuş bebek diyorum! Onun ne suçu vardı? Hangi dava el kadar canları katletmek için sebep verir size? İt!" diye bağırırken ağlamama engel olamıyordum. Ata beni çektiğinde de karşı koyamadım. Öyle bir sinir harbindeydim ki, tüm bedenim titriyordu. "Tamam İclal. Ben halledeceğim. Sen çık biraz hava al." dedi. Yan gözle ona bakıp yanlarından kalktım. Bir gardiyan beni bahçeye çıkardı. Temiz havayı ciğerlerime doldurarak sakinleşmeye çalıştım. Çocukları öldürmenin nasıl bir açıklaması olduğunu düşünebiliyorlardı? Nasıl? Aklım almıyordu.

 

 

 

Bir kaç dakika geçti. Ata'nın kapıdan çıkıp yanıma gelişini izledim. "Kabul etti mi?"

 

 

 

"Kabul etmek ne demek. Şu an korkudan dört dönüyordur. Karşısına çıkan herkesi adamımız olarak gördüğüne eminim." dediğinde hafifçe gülümsedim. "İyi, saat verdin mi peki? Anlatsana."

 

 

 

"Üç saatleri var. Üç saatin ardından gidip teslim olacağına, gerçek katil olduğunu anlatacağına inandırdım." dediğinde düşen suratımı görüp hızla özür diledi. "Özür dilerim, İclal. Öyle söylemek istemedim."

 

 

 

"Boş versene. Katil değil miyim zaten?"

 

 

 

"Bir katili öldürdüğün için kendine katil mi diyorsun?"

 

 

 

"Bunun bir sebebi olmaz Ata. Olamaz." Söylediklerimle beni aklama çabalarına son verip sustu. "Devam et." diyene kadar da konuşmamıştı.

 

 

 

"İçeride telefonu olduğunu bildiğimi, eğer onları arayıp geldiğimizi haber vermezse olacakları anlattım. Sonuç olarak işlem tamam. Bir kaç saate bizi paket etmeye gelirler." dediğinde sırıttım. Ardından kahkaha attım ve "İyi işti, ortak." diyerek koluna girdim. O da sırıttı ve yürümeye başladık. "Paketlenmeden önce bir dondurma mı yesek?"

 

 

 

"Kış günü?"

 

 

 

"Dondurma asıl kışın yenir, akıllım."

 

 

 

Kahkaha attıktan hemen sonra konuştu. "Tamam ama önce Cihan'ı arayalım. Muhtemelen şu an bir eczane alışverişinin neden bu kadar uzun sürdüğünü düşünüyordur."

 

 

 

"Ona da alalım dondurma."

 

 

 

"Bozdun kafayı dondurmayla. İyi, ona da alalım."

 

 

 

 

******

 

 

 

 

"Vanilyalı, karamelli, vişneli, limonlu, bir de çikolata parçacıklı istiyorum."

 

"Abla bunların hepsi bir külahta mı olacak?"

 

 

 

"Evet." derken tepkisine şaşırarak kaşlarımı kaldırdım. Ata'ya döndüğümde o da aynı şekildeydi. "Ne var?" dediğimde hızla gözlerini kırpıştırarak "Abi bana da limonlu ve karamelli. Bir an önce ver de biz gidelim." dedi ve ödeme yapmak için cüzdanının çıkardı. Garip hallerini boş verip "Cihan'a da alacağız. Unutma." dedim. Kafa sallayıp onun içinde tabak yaptırdı. Büyük bir zevkle dev dondurmamı yemeye başladım. Arabaya binene kadar yarısına geldiğim dondurmama bakıp "Bu bitiyor." diye sızlandım. Ata ise gülerek "Yok artık." dedi ve kendi dondurmasını yemeye başladı. Emniyete geçtiğimizde Sancaklı bizi otoparkta bekliyordu. Kollarını kavuşturmuş, bir ayağıyla ritim tutarken bu sinirli haline alışmam gerektiği aklıma geldi. Yan yanayken sinir, gölgemiz olacaktı. Suratım düşerken elimdeki poşeti ona uzattım ve tutmasını beklemeden bıraktım. "Afiyet olsun." dediğimde arkamdan baktığını hissedebiliyordum. Poşetin yere atılma sesi kulağıma geldiğinde binaya girmiştim.

 

 

 

Oysaki hevesle almıştım!..

 

 

 

"Uyuz herif." Sinirle odaya çıktım ve çantamı masaya bıraktım. Onlarda arkamdan geldi ve bana bakmadan masasına oturan Sancaklı'ya döndüm. Öyle ısrarcıydı ki gözü bir kez bile bana değmemişti. Bende inada bindim ve yanındaki sandalyemi alıp Ata'nın masasına geçtim. Göz ucuyla bakıp önündeki dosyaya geri döndü.

 

 

 

"İclal, uzatmasan mı acaba?"

 

 

 

"Ben değil o uzatıyor. Ben sadece beni rahat bırak dedim. Bir şey demedim ki."

 

 

 

"Gerçekten de dememişsin." dediğinde imalı sesiyle Ata'ya baktım. Sandalyesiyle bana dönüp açıklayıcı tonda konuştu. "Sen bir şeye mi sinirlendin de öyle söyledin? Pek arkadaş canlısı değil çünkü 'beni rahat bırak' demen."

 

 

 

"Oysa o beni kardeşi olarak görüyor. Bunlara aldırmaması gerekir."

 

 

 

Söylediklerimle duraksadım. Gözlerimi yumup sıradan bir tepki vermesini bekledim ama ekibin en zeki adamı tabii ki de ne dediğimi anladı.

 

 

 

Yüzüne baktım. Sırıtmayla karışık açılan ağzı bana kendimi kötü hissettirirken "Ben öyle söylemek istemedim Ata. Şey yani, yanlış anladın."

 

 

 

"Ben bir şey demedim ki." diyerek daha da sırıtan yüzüyle koluna vurdum. Yanlışlıkla kurşun yarasına denk gelince acıyla inleyerek güldü. Sancaklı Ata'ya bakıp "İyi misin? Ne oldu?" diye sorunca kızaran yüzüm morarmaya döndü. Yanaklarıma koyduğum ellerimse heyecanda buz kesmişken Ata bana bakıp "Yok bir şey abi. Elim çarptı." dedi. Rezil olmuştum Ata'ya. Anlamıştı işte!

 

 

 

Utanarak kollarımı masaya çıkarttım ve yüzümü içeri gizledim. Ata'nın ara sıra gülme sesini duyuyordum ve bu daha çok utanmama sebep oluyordu. Aniden kafamı kaldırdım ve "Gülme artık. Planın geri kalanını tekrar edelim." diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. Dosyayı elinden bırakıp "Abi biz arşiv odasına gidiyoruz. İclal bir dosyaya bakmak istedi." dediğinde Sancaklı'dan bir tepki bekledim. Merak ederek ne olduğunu sorabilirdi. İlgilenebilirdi ama tam da ondan istediğim gibi karışmadı. Sadece kafasını salladı ve önüne geri döndü. Düşen omuzlarımla odadan çıktım ve Ata'yı beklemeden alt kata indim. Arşiv odasına girmeden beni yakalamıştı. "Tamam İclal. Yanlış bir şey söylemedin. Kaçma artık."

 

 

 

"O yüzden kaçmıyorum." dedim ve duraksayıp burnumu kaşıdım. "Kaçmıyorum da zaten." dediğimde kolumu bırakıp karşıma geçti. "Ne oldu o zaman?"

 

 

 

"Bilmiyorum." dediğimde yüz ifademe anlayışla baktı ve kafa sallayıp benimle birlikte odaya girdi. Neyse ki oda boştu. Ortadaki masaya oturduk. "Evet. Şimdi bakalım. Bir saat olmuş. İki saatleri kaldı. Muhtemelen her türlü ulaşmaya çalışacaklar ama başarısız olmalarına karşı dışarı çıkalım diyorum ben. Sen ne diyorsun?"

 

 

 

"Daha iyi olur. Daha önce emniyete adam soktular ama hala içeri de öyle birileri var mı bilmiyorum. Buna da bir ara el atmalıyız. Neyse. Biz şansa bırakmayıp dışarı çıkalım."

 

 

 

"Tamam. Şunu al kemerinin arkasına yerleştir. Takip cihazı. Bende de olacak. Bir sorun olursa buna dokunacağız. Cihan'a mesaj gidecek direkt. Tehlike de olduğumuza dair. "

 

 

 

"Tamam." diyerek nokta kadar cihazı kemerime yapıştırdım. Bileğimdeki bıçağı da kontrol edip paçamı düzelttim ve beni izleyen Ata'ya döndüm. Onunda ayak bileğinde bıçak vardı. Ayrıca belinde silahı. "O zaman sadece beklemek kaldı."

 

 

 

"Aynen öyle." diyerek arkasına yaslandı. "Az önce söylediklerin-"

 

 

 

"O konuda konuşmak istemiyorum Ata."

 

 

 

"İclal." dedi. Ama vazgeçip sustu ve "Peki." diyerek konuyu kapattı. "Hadi çıkalım."

 

 

 

Arşiv odasından çıktık. Odaya geri döndüğümüzde Sancaklı başını ellerinin arasına almıştı. Ata yanına gidene kadar hareket etmedi. İrkilerek önce Ata'ya, ardından bana baktı. Bakışlarımız denk gelince yüzüme oturan hüzünle arkamı dönüp kapının yanında beklemeye başladım.

 

 

 

"Abi, bizim bir işimiz var. Dışarı çıkıyoruz. Haberin olsun."

 

 

 

"Ne işi? Bu aralar çok fazla ortadan kayboluyorsunuz Ata."

 

 

 

"Önemli abi. Geldiğimizde anlatacağım. Söz."

 

 

 

Sancaklı'dan bir cevap duymadım. Ama yanıma gelen Ata ile karışmayıp bizi rahat bıraktığını anladım. Umursamaz olan bir tek ben değildim demek ki. Gerçi benimki de laftaydı ya.

 

 

 

Emniyetten çıkıp yürümeye başladık. İki sokak alttaki parka doğru yürürken arkamda hissettiğim hareketlilikle Ata'ya "Sanırım beklememize gerek kalmadı." dedim. Bana göz ucuyla bakıp "Fark ettin, değil mi?" diye sordu. Kafa salladım. Siyah, büyük bir araba çıktığımızdan beri takip ediyordu. Bizimle birlikte park yoluna girince anlamıştım.

 

 

 

"Bizi alıyorlar. Tam paketledik sanırken biz onları paketliyoruz. Adamı konuşturuyoruz. Bitiyor. Değil mi? Terslik çıkarsa da takip cihazını çalıştırıyoruz."

 

 

 

"Aynen böyle. Dikkatli ol." dediğinde tekrar kafa salladım ve adımlarımızı hızlandırdık. Kuytu bir binanın yanına gelene kadar yavaşlamamıştık. Orada durup sanki ayakkabımı bağlarmış gibi eğildim ve tam da beklediğim gibi arabadan hızla inen adamların elleri altındaydık. Korkmuş gibi yaparak "Neler oluyor?" diye bağırdım. Elindeki silahı kafama doğrulttu. "Sesini kes ve yürü." diyerek bizi arabaya çekiştirdiler. Binince kapılar kapandı ve hareket ettik. Ata ile birbirimize baktık. Hemen ardından ellerimizi çekiştirip bağlamaya çalışan adamların kafalarına indirdiğimiz darbe, devamını gerektirmedi. İkisi de bayılınca sessiz kalarak camın ardındakini uyandırmadık. Buna gerek yoktu.

 

 

 

Kısa bir araba yolculuğunun ardından bayılan adamları bağladığımız ipleri sıkılaştırıp arabadan indik ve bizi iki büklüm görmeyi bekleyen şaşkın şoförü Ata silahı ile karşıladı. Bende eksik kalamayacağım için adamların silahlarını almıştım. İki elimdeki silahı da gösterip "Bence etkileyici bir giriş." dediğimde Ata güldü. Ardından ciddileşip adama yaklaştı. "Canın yanmasın istiyorsan dediklerimizi yapacaksın."

 

 

 

Adam korkuyla kafa salladı. Onu önümüze katıp yürümeye başladık. Eski bir fabrikaydı. Dışarı da hiç koruma görmedik derken kapının önünde birini gördüm. "Ata, orada biri var."

 

 

 

"Tamam, dur sen, ben halledeceğim." diyerek önümüzdeki adamın ensesine vurdu ve onu bayılttı. Zarar görmeyeceksin demiştik ama her kötülüğün de bir bedeli vardı.

 

 

 

Yavaş adımlarla uygun anı kollayıp kapıdaki adamı da bayıltan Ata'yı izledim. Bana işaret yapınca hızlı ama sessiz adımlarla yanına vardım. Kapıyı aralayıp içeri girdik. Biraz ilerleyince ileride ışığı yanan bir prefabrik oda gördük. Henüz karşımıza kimse çıkmamıştı. Ta ki ensemde soğuk namluyu hissedene kadar.

 

 

 

"Bırakın silahları."

 

 

 

Bekledim. İhtimalleri düşünürken adam ensemden ittirdi. "Bırakın dedim." Ata ile göz göze geldik.

 

 

 

Yavaşça silahları yere koyduk ve olduğumuz yerde kaldık.

 

 

 

Adam tam "Akif Bey." diye seslenmişti ki hızla arkamı dönüp elindeki silahı kaptım ve dirseğimle yüzüne vurarak onu sersemlettim. Son olarak ensesine silahla vurdum ve etkisiz hale getirdim. Ama o gereğinden fazla ses yapmıştı. Bunu da asıl adamımızın bize silah doğrultmasıyla anladım.

 

 

 

Demek adı Akif'ti.

 

 

 

"Kolay lokma olmadığınızı biliyordum ama bu kadar da iyi bir çift olacağınızı düşünmedim doğrusu. Sancaklı nerede? Onu işlerinize dahil etmemeye ne zaman başladınız?"

 

 

 

"Sen bizi kaçırdın. Onu değil." dediğimde bana baktı ve gülerek yaklaştı. "Onu seviyorsun, değil mi? O yüzden Emir seni ilk tehdit ettiğinde sustun. Konuşabilirdin, suçlu değilim diyebilirdin ama sana katil demelerine göz yumdun. Çünkü Sancaklı'nın hayatı söz konusuydu."

 

 

 

Cevap vermedim. Ata'nın bakışlarını hissediyordum ama yine de tek kelime etmedim. Zaten emniyette söylediklerimle beni sorgulamaya başlamıştı. Kendimi açıklamaya çalışmayacaktım.

 

 

 

"Saçmalamayı bırak. Ne yapacaksan yap da başımızı ağrıtma." diyen Ata ile güldüm ve ellerimi indirerek "Ortağımı duydun." dedim. Ata'da ellerini indirince elinde silah olmasına rağmen titreyen Akif'e baktım. Belki de onu gözümde fazla büyütmüştüm.

 

 

 

"Kaldırın ellerinizi." dediğinde arkasına bakarak gözlerimi irileştirdim. O da merakla döndü ve neye baktığımı kontrol etti. Tabii üzerine atılıp elindeki silahın düzeneğini bozana dek.

 

 

 

Ata "Yok artık. Nasıl yaptın bunu?" derken hızla yerden silahını aldı ve Akif'e doğrulttu. Kahkaha attım. "Müsait bir anımızda gösteririm." dediğimde o da güldü ve adama yaklaştı. "Geç bakalım içeri. Seninle biraz muhabbet edeceğiz."

 

 

 

Biraz sonra karşımızdaki adam kanlar içindeydi. Muhabbeti koyu olan Ata hala Akif'e saldırmaya çalışırken sıkılarak onu tuttum ve "Konuşturmadan öldüreceksin adamı. Dur artık." dedim. Sinirle bana baktı ve kanlı elini üstüne sürerek "Annemi nerede saklıyor kim bilir? Duramıyorum İclal." dedi. Onun bu hali içimi acıtırken döndüm ve Akif'in sırıtan suratına baktım. "Harun'u nasıl öldürdüm biliyor musun?"

 

 

 

Yüzü düştü. "Sana biliyor musun diye sordum."

 

 

 

"Evet, kamera kayıtlarını kim yok etti sanıyorsun?"

 

 

 

Şaşırsam da belli etmedim. "Neden elinde kanıt varken sildin?"

 

 

 

"Düne kadar bir hataydı. Ata'nın annesini bulmaya çalışacağını bilmeden önce. Ayrıca bana kalsa hala senin yok edilmen gerekiyor da. Neyse, emir büyük yerden. " derken gerçekten pişman olduğu ortadaydı.

 

 

 

"Cihangir mi istedi beni şikayet etmemeni?"

 

 

 

Kafa salladı.

 

 

 

"Neden?" diye sorduğumda cevap vermeyeceğini belli eden bir sırıtmayla baktı.

 

 

 

Es geçtim.

 

 

 

"Peki bunun Neva Hanımla ne alakası var? Harun öldü. Neden hala annesine kavuşamıyor?" derken kafamla Ata'yı göstermiştim. Sırtını duvara yaslamış, nefes nefese bizi izliyordu.

 

 

 

"Çünkü yapamaz."

 

 

 

"Ne saçmalıyorsun sen?" diyen Ata'ya baktım. Hızlı adımlarla Akif'in üzerine yürüyordu. Önüne geçerek onu durdurdum. Akif'se gülüyordu. "Ölü birine kavuşmak için önce ölmen gerekir. Ölmek mi istiyorsun Ata?"

 

 

 

Hareket edemedim. İdrak yeteneğimi kaybederken Ata'yı tutan ellerim düştü ve yavaşça ona döndüm. Açılan ağzı ile dolan gözleri az sonra neler olacağının habercisi gibiydi. Düşen bir damla yaşıma baktı. Gözlerime geri çıktığında fark ettiğim karanlığı daha önce hiç görmemiştim.

 

 

 

"Ata." diye fısıldadım. Bir adım geri çekildi. Kabullenmek istemedi, kulaklarımı kapatırsam duymam sanıp ellerini kulaklarına bastırdı. Hıçkırdım. Acısı acım olurken onu en iyi anlayan bendim. Şu an nasıl bir boşluğa düştüğünü...

 

 

 

"Bunu böyle bilmeni." diyerek konuşmaya çalışan katilin yüzüne doğrulttuğum silah susması için yetti. Korkuyla yutkundu. Gerçekten de bunları söyleyip hiçbir şey olmayacağını mı düşünmüştü?

 

 

 

"Seni öldürmemem için bir neden söyle."

 

 

 

"Yapamazsın."

 

 

 

"Kaç kez yaptığımı bilsen aklın şaşar."

 

 

 

Söylediğimle şaşırdı, şaşkınlığı korkusunu katladı ve şimdi korku tek duygusuydu.

 

 

 

Öfkeyle yüzüne baktım ve Ata'ya döndüm. Hala şoktaydı. Elimdeki silahı belime koyup hızlı adımlarla yanına gittim. "Ata, bana bak. İyi misin? Kendine gel!"

 

 

 

"Yalan söylüyor." diye bağırdı, aniden. Üzerine atılınca tutamadım. Gücümün öfkesi karşısında bir değeri yoktu. Yakalarından tutup sandalyeyi yerinden oynatan Ata'ya korkuyla baktım. Eğer annesinin öldüğüne ikna olursa, onu öldürecekti.

 

 

 

"Öldürmedin değil mi? Şerefsiz herif! Babamın yaptığını yapıyorsun! O da öldürdüm derdi. Annem beni arayana kadar kıvranırdım. Sende aynısını yapıyorsun, değil mi? Konuş!" diye bağırdığında açılan ağzımı elimle kapattım. Öz oğlunu annesini öldürdüğüne inandırmak mı?

 

 

 

Akif "Ben." diyerek kekelemeye başladığında Ata öfkeyle yumruğunu kaldırdı. Tam o sırada fabrika kapısından gelen ses dikkat çekti.

 

 

 

Akif'e bakıp "Şerefsiz!" diye bağırdım. Paçayı kurtarınca yüzüne oturan rahatlık gülümsemesi midemi bulandırmıştı. "Sanırım kaçmanız lazım."

 

 

 

"Annem nerede? Söyle!" diye bağırdı Ata. Akif sırıttı.

 

 

 

"Büyük değirmenin gölgesi altında. Hatırladın mı burayı?" dediğinde çatılan kaşlarımla Ata'nın ne diyeceğini bekledim. Oysa bembeyaz kesilen suratıyla yavaşça geri çekildi. "Ata? Ne diyor bu? Orası neresi?"

 

 

 

Fısıldayarak cevapladı.

 

 

 

"Doğduğum yer."

 

 

 

 

Loading...
0%