@betulbasndrglu
|
"Doğduğum yer."
Şaşkınlıkla duraksadım. Ne çeviriyordu bu adam? Neyin peşindeydi? Ata'nın doğduğu yerde annesini öldürmesinin ne anlamı vardı?
"İclal?!"
Hızla arkamı döndüm. "Cihan?"
"Ne dönüyor burada?" diye sinirle sordu.
Açıklama yapamadan öylece durdum. Ata ise öfkesinden açıklama yapma gereği bile duymadı. "Bu şerefsiz taş binada annemi öldürdüğünü söylüyor. Ona inanmıyorum. Gidip bakacağım." diyerek parmağıyla Akif'i gösterdi. Akif ise gelenlerin kendi adamları olmadığını anlamasıyla endişeye bürünmüştü. Cihan Ata'nın söyledikleri ile hiddetlendi. Akif'in üzerine yürürken göğsüne bastırarak durdurdum. "Ata iyi değil. Bir an önce neler olduğunu çözmeliyiz. Adam haklıysa Ata'nın sana ihtiyacı olacak. Kendine hakim ol." diyerek sessizce mırıldandım. "Ayrıca adam hiç de şaka yapıyor gibi durmuyordu. Neva Hanım gerçekten ölmüş olabilir." Sancaklı durdu. Söylediklerimi düşünürken yere diktiği gözlerini Ata'ya çevirdi. Bende Ata'ya baktığımda sinirle oradan oraya yürüyordu. Sancaklı'nın bakışları beni buldu. Tüm gün bakmadığı yüzümü yavaşça inceledi ve hala göğsünde olan elime baktı. Elim ateşe değmişçesine hızla geri çekildim. "Bu da bizimle geliyor." derken kekelemiştim. Fakat toparlamam kısa sürdü. Sinirle Akif'e işaret parmağımı kaldırdım. "Her durumda da seni çok kötü bir son bekliyor. Kendini hazırlasan iyi olur."
Korkuyla bana baktı. Ata gidip ayaklarını çözdü ve oturduğu yerden hışımla çekerek yere düşmesine sebep oldu. Bu onu daha da sinirlendirdi. Adama saldıracakken Sancaklı'nın yanındaki polisler adama ulaştı ve onu yerden kaldırıp müdahale ettiler. Ata da peşlerinden giderken ona yetiştim ve "Sakin ol. Dediğin gibi yalan söylüyorsa Neva Hanım'ın yerini öğrenmek zor olmayacaktır." dedim. Bana dönüp kafa salladı ve polis arabalarından birine bindi. Hemen yanına oturdum. Sancaklı ise kendi arabasına binerek bize baktı. Karşılıklı camları açtılar. "Yeri hatırlıyorsun, değil mi?"
"Hiç unutmadım." diyen Sancaklı ile bakışlarım tekrar onu buldu. Bize bakmıyordu. Ata kafa sallayıp camı kapattı ve arabayı çalıştırdı. Diğer polisler ve Akif tek arabaya binip bizi takip etmeye başladılar. Zulüm dolu bir sessizliğin ardından geldiğimiz tarlaya baktım. Arabadan inip saçlarımı savuran rüzgara karşı direndim ve koşarak Ata'nın peşinden gittim. Nereye gideceğini ezbere biliyormuş gibi uzun çalılıkların arasına daldı. Onu kaybedersem beni yutacak kadar uzun çalılıkların.
Koştuk. Nefes nefese kaldık. Biraz sonra "Anne!" diyerek bağırmaya başlayan Ata'nın ne gördüğünü anlamaya çalıştım. Yerde yatan biri vardı.
Çalılıklar son buldu. Ortadaki açıklıkta, başının altındaki kan birikintisiyle yatan biri vardı. Saçları kanla kaplanmış, kalıplaşmış bir şekilde altında uzanıyordu. Teni alnından akıp koyulaşan kanlar dışında bembeyaz kesilmişti. Gözleri kanla kapanmış, kolları iki yana açılmıştı. Titreyen bacaklarımla ondan bir kaç metre uzakta durdum. Ellerindeki kurşunları görebiliyordum. Ata'nın fısıldayışı kulaklarıma ulaştı. "Anne?" dedi. Kalkıp, "Oğlum." demesini bekliyor gibi. Dolan gözlerim içine girdiğim şokla akmaya başladı. Yüzüm buruştu. Acıyla kıvranarak bir adım geri çekildim. Sırtım bir gövdeye çarptı. Sancaklı, Ata'nın annesine sabitlediği gözlerini bana çevirdi. İrileşmiş gözlerine bakarken kendimi tutamayıp hıçkırdım. Ata'nın haykırışı kulaklarımıza ulaştığında Sancaklı çoktan yanına ulaşmıştı. "Anne!" diye bağırdığında sesindeki acı, rüzgarla etrafa saçıldı. Şimdi acı, her yerdeydi.
Cihan titreyen sesiyle "Bakma Ata. Bakma kardeşim!" diyerek Ata'yı çevirmeye çalıştı. Oysa Sancaklı'nın bedeni ardından ellerini uzatıyor, annesine ulaşmaya çalışıyordu. Kanla çevrelenmiş annesine. Sancaklı'yı itti. Ama bir adım bile atamadan yere düştü ve altındaki toprağı yumruklamaya başladı. Haykırışları ağlamamı hızlandırırken onlara arkamı döndüm. Senelerdir kavuşamadığı annesinin ölüsüyle karşı karşıyaydı. Bağırışları öyle doluydu ki, daha fazla ayakta duramadım. Dizlerimin üstüne düşerken ağlayışım onun sesiyle bastırılıyordu.
"Anne! Ölemezsin! Olmaz, anne!" Defalarca bağırdı. Kalkıp ona cevap verecekmiş gibi defalarca seslendi. Ama asla bir karşılık alamadı. Gittikçe kısılan sesi ile ona döndüm. Sancaklı yanına çökmüş, ağlayışına sessizce eşlik ediyordu. Ama bir anda yığılan Ata korkuyla bağırmasına sebep oldu. "Ata? Kardeşim? Ata!?" diyerek onu sarsmaya başladığında telaşla ayağı kalktım ve yanlarına koştum. Ben korkuyla Ata'ya bakarken Cihan bana dönüp araba anahtarını uzattı. "Koş! Arabayı çalıştır. Koş!" diye bağırdığında hızla elindeki anahtarı aldım ve geldiğimiz yöne koşmaya başladım. Uzun çalılıkları ayırıp geçerken gözlerimin önünde az önceki dehşet belirip duruyordu. Ben bu haldeysem Ata'yı düşünemiyordum bile. Acısı onu ele geçirip kontrolden çıkarmış, kendinden geçmesine sebep olmuştu.
-
Arabaya ulaştım. Beni izleyen polislerin arasından korkuyla bakan Akif'i seçtim. Kendime engel olamadım. Tüm polislerin önünde ona dönüp "Seni öldüreceğim. Duydun mu beni? Seni öldüreceğim." derken kelimeleri bastırdım. Gözleri irileşti. Olacakları hissederek ölüm telaşına kapıldı ve sanki şimdi öldürecekmişim gibi benden uzaklaşmaya çalıştı. Ona nefretle bakarak arkamı döndüm ve arabaya binip çalıştırdım. Tam o sıra da Sancaklı sırtında Ata ile çalılıkların arasından çıktı. Ata'yı arka koltuğa yatırıp kapıyı kapattı ve polislere "Hemen adli tıbbı çağırın. Kadın çalılıkların sonunda. Bunu da başka bir ekiple emniyete gönderin." diyerek Akif'i işaret etti. Polisler kafa sallayıp denileni yaptı. Sancaklı'da hızla yanıma yerleşip "Hadi İclal. Çabuk." diyerek Ata'ya döndü. Ben çoktan tarla yolundan çıkmıştım.
"Kardeşim benim." diyerek kendi kendine konuşan Sancaklı'ya baktım. "Cihan. O kadın." derken devam edemedim. Hıçkırıklarım lafımı kesti. Sancaklı bana dönüp "O adam mı yaptı bunu? Neler oldu? Siz neden oradaydınız?" diye sorduğunda cevap vermeye çalıştım. Ama her seferinde ağlayışlarım buna engel oldu. Sancaklı'nın gür sesi arabayı kapladı. "Konuşsana!" Korkuyla titreyip ona baktım. Ardından yola geri dönüp lal olmuş dilimi zorladım. "Evet, o yaptı. Biz Neva Hanım'ı bulmak için plan kurmuştuk. Bir aksilik çıkarsa seni-" derken lafımı böldü. "Bana tehlikede olduğunuza dair bir mesaj geldi. Bir adresle beraber. Siz mi gönderdiniz?"
"Tehlike de değildik. Yanlışlıkla göndermiş olmalıyız. Arbede sırasında."
Sessiz kaldı. Daha fazla zorlamak istemediği açıktı. Dilinin ucundakileri yutup Ata'ya döndü.
"O bunu nasıl atlatacak?" derken zorla konuşmuştum. Yaşlarımı silip görüşümü açmaya çalıştım. Sancaklı sadece "Yanında olacağız." dedi ve bana bakıp önüne döndü. "Sola dön."
Arabayı sola çevirdim. Hastane hemen karşımızdaydı. Hızla acile girdim ve arabadan indik. "Sedye getirin. Arkadaşım iyi değil. Sedye getirin."
******
Soğuk hava arabanın içinde ahkam keserken ellerimi montumun cebine koydum. Akan burnumu çekip kafamı sola çevirdim ve bana dönen Sancaklı'ya baktım. "İyi misin?"
"Bilmiyorum." diyerek dolan gözlerimi sildim. "Ata için çok endişeleniyorum. Doktor uyutacağını söyledi ama ya uyanıp bir daha kriz geçirirse? Biz yanında yokken?"
"Ben yanında olacağım. Sadece olay yerini inceleyip sorguya gireceğim o kadar. O zamana kadar uyanmaz. Hem yanına adam koydum."
"O adamlar hiçbir işe yaramıyor." dedim öfkeyle. Şüpheyle bana döndü. "Neden? Yine ne oldu ve benim neden haberim yok?"
Tam konuşacakken durdum. Ata'yı hastanede ziyaret ettiklerini söylersem nedenini soracaktı. Harun'u öldürdüğümü söyleyemezdim.
"Bir şey olmadı. Daha önceki olaylardan dolayı söylüyorum. İçeride adamları var ve bunu bilmemize rağmen hiçbir şey yapamıyoruz."
"Başımız boş kalmıyor ki onlarla ilgilenelim." diye söylendi. Yan gözle bakıp önüme döndüm. Bir izin verse, ben tüm ekibi muma dikerdim de...
Aklıma geleni hızlıca sordum. "Ata, taş binada doğduğunu söyledi. O konu hakkında ne biliyorsun?"
"Bildiğim tek bir şey var. O da Neva Hanım ve Cihangir'in ölen kardeşinin arkadaş olduğu. Neva Hanım o gece neden oradaydı, doğumu neden orada yaptı, hiçbirini bilmiyorum. Bilmiyoruz. Sanırım mezarına taşıdığı sırlardan sadece biri."
Düşüncelerle dolu kafamı yavaşça salladım. Harun'un neden senelerce Neva Hanım'ı kaçırdığını öğrenemediğimiz gibi, bunu da öğrenememiştik.
Tarlaya geri döndük. Arabadan inerken "Montunun önünü kapa." diyen Sancaklı ona dönme fırsatı vermeden arabadan indi. Gülümseyemedim bile. Yüzüme vuran rüzgarda kan kokusu alıyordum. Buram buram. Tüm ciğerlerimi dolduruyordu. Hızla arabadan indim ve adli tıbbın verdiği eldivenleri titreyen ellerime geçirdim. Soğukla birlikte daha da akan gözlerimi silmeye çalışırken tarlaya girmiştim. Ellerimi yüzümden indirince nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Sesleri takip etmek istedim ama tüm algılarım kapalıydı. "Cihan?" diye seslendim. Saniyeler sonra yanımdaydı. "Buradan." diyerek kolumu tuttu ve beni kendisine çekti. Arkasından ilerledim. Açıklığa vardık. Neva Hanım'ın kanla çevrili cesedine.
"Eğer kendini kötü hissedersen ismimi söylemen yeterli." diyen Sancaklı ile ona baktım. Gözleri yere bakıyordu ama bedeni bana dönüktü. Gerek olmasa da bir cevap bekliyordu. "Tamam."
Sabahtan beri aramıza oturan soğukluk her zaman ki gibi bir yolunu bulup kaybolmuştu. Yine kalbinin sıcaklığıyla ısınmayı beceriyordum. Yine beni ürpertecek kadar güzel oluşunu fark ediyordum. Ama bunların hiç birinden onun haberi yoktu.
Arkasını dönerek "Durum nedir?" diye sordu. Cesede eğilmiş biri hemen atıldı. "Baş komiserim. Sizin davanızla uyumlu. Bir kurşun başından, iki kurşun ellerinden. Kadın bu sabah erken saatlerde öldürülmüş olmalı. Yaraları yeni değil. Şiddet görmüş. İşkence izlerine rastladık. Bileklerinde ip izleri var. Ayrıca cinayet burada işlenmemiş. Özellikle getirip bırakmışlar. Tahminimce bedenine şekil vererek bir mesaj bırakmak istemişler. Gelip şuradan bir bakın." dedi ve ayağı kalkıp bizi de çağırdı. Yanına gidip bir adım uzaklaştık. Burnumdan aldığım nefes yetmedi. Dudaklarım aralandı. Sancaklı ile birbirimize döndük. Cesede geri döndüğümüzde ise ilk konuşan o olmuştu. "Çarmıha gerilmiş."
"Ne demek istiyorlar? Neden?" dediğimde Sancaklı cesede arkasını döndü ve ellerini saçlarına daldırarak bir kaç adım uzaklaştı. Hemen karşısındaki taş binaya baktı ve eliyle işaret edip "İçeriye baktınız mı Onur?" diye sordu. Adının Onur olduğunu öğrendiğim doktor başını hayır anlamında salladı. Bana dönüp "Gel benimle." dedi ve hızla yürümeye başladı. Arkasından ilerledim. Binaya girdik. "Yanımdan ayrılma." dediğinde hemen arkasındaydım. "Tamam." diyerek adımlarını takip ettim.
Taş bina çürümüş duvarlarıyla oldukça eskiydi. Bir çok yere yerleşmiş kan lekeleri vardı. "Burası neresi? Sen biliyor musun?" diye sordum. "Burası her şeyin başladığı yer." dediğinde adımlarım yavaşladı. Ardından durdu. "Ne?" diye fısıldadım.
Bana döndü. Konuşacak gibi olup durdu ve elimi tutup beni yönlendirdi. "Kötü olursan söyle. Bakmak zorunda değilsin." dediğinde zaten korkuyla dolan kalbim yerinden çıkmak üzereydi.
Koca bir kapının önüne geldik. Sancaklı iki elini de kapının kanatlarına yasladı ve ittirdi. Fazlasıyla yüksek bir sesle kapı ardına kadar açıldı. Duvarları kanla kaplanmış, ortasında çarmıh olan bir odaya açılan kapı...
"Burada ne oldu böyle?"
"Bir kadın öldürüldü." Zaten yavaş olan adımlarım tekrar durdu.
Zorla konuştum. "Bugünden mi bahsediyorsun?"
"23 sene öncesinden." dediğinde çatılan kaşlarımla ona arkamı döndüm. Kan dolu manzaraya daha fazla bakamayacaktım. Her yerde kan vardı. Çarmıh tahtalarının üstünde, yerlerde, uzun camlarda, tüm duvarlarda.
"Cihan, çıkmak istiyorum." derken nefesim daralmıştı. Hızla yanıma gelip kolumdan tuttu ve dışarı çıkarttı. Ciğerlerimdeki kan kokusuyla öksürmeye başladım. Elim kalbimin üzerine gitti. "İyi misin?" derken saçlarımı yüzümden geriye itiyordu. Gözlerine bakıp yavaşça kafamı salladım ve derin bir nefes aldım. "Anlat bana. Her şeyin başladığı yer dedin. Artık bilmek istiyorum. Tüm bunlara ne sebep oldu?"
"Arabaya geçelim. Üşütme." dediğinde öfkeyle kolunu tuttum. "Hayır. Hemen bilmek istiyorum. Daha fazla ertelemeden bana anlatacaksın." dedim ve kaçmaya çalışan tavrını dağıttım. Bana bakıp kafa sallayınca kolunu bıraktım ve "Dinliyorum." dedim.
"23 sene önce burada bir kadın öldürüldü. Cihangir'in kardeşi. Kaçırılmıştı. Kimse kimin ya da neden kaçırdığını bilmiyordu. Cihangir o zamanlar emniyette baş komiserdi." derken lafını böldüm. "Cihangir derken?"
"Sözümü kesme. Anlayacaksın." dediğinde susarak devam etmesini bekledim.
"Cihangir'in birçok düşmanı vardı. Kariyerinde başarılı, iyi bir polisti. Ecevit Saraçlı gibi. İki yakın iş arkadaşı, acı bir ihanet hikayesi. Cihangir kardeşinin kaçırıldığını öğrendiğinde deliye döndü. Her yerde arama yapmaya başladılar. Ecevit'te ona yardım ediyordu. İkisinin kadını aramak için gittiği bir mekanda arbede çıktı. Cihangir'i bayılttılar. Ecevit ise ortadan kayboldu. İki gün sonraysa Cihangir'in kız kardeşinin cesedini buldular. Burada, çarmıha gerilmiş bir şekilde."
"İhanet dedin. Ecevit mi yaptı?"
"Tüm deliller onu gösteriyordu. Kadını öldüren silahta, odanın her yerinde Ecevit'in parmak izleri vardı. Kadının üzerinde, etrafında saç örnekleri. Bu sokağa girerken, çıkarken kamera kayıtları. Her şey."
"Ses tonundan anladığım kadarıyla sen buna inanmıyorsun."
"Ben o zamanlar altı yaşındaydım İclal. Tüm bunları eski dosyaları araştırarak buldum. Ama hiç bir zaman inanamadım."
"Neden araştırmaya başladın ki? Ve neden inanamadın?"
"Ailen öldürüldüğünde haberlere çıkmıştınız. On dokuz yaşındaydım. Polislik okulunda herkes bunu konuşuyordu. Babam bile. Ailenin davasını almak için ne kadar uğraştı bilemezsin. Kalp krizi geçirip ölmeseydi başaracaktı da." dediğinde nefesimi tuttum. Anlattıklarından hangisine üzüleceğimi şaşırmıştım. Mırıldandım. "Başın sağ olsun."
Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. Ardından devam etti. "Bu yüzden işimi elime alır almaz bende ailenin davasıyla ilgilendim. Kimse üstüne düşmedi. Kimse anlamadı. Ama ben başta babam için araştırmaya başladım. Cihangir ile olan bağı kurdum. Ailen ile Cihangir'in kardeşi. Aynı şekilde öldürülmüşlerdi. Ellerinden ve başından vurularak." dedi ve bunu sindirmem için bana müsaade etti. Öyle bir düşünce karışıklığı yaşıyordum ki şaşıramadım bile. Kekeleyerek konuştum. "Nasıl yani? Ecevit mi?"
"Hayır. Neden inanmadığımı sormuştun. İnanmıyorum çünkü ihanet eden Ecevit değil Cihangir'di."
"Nereden biliyorsun?"
"Farklı şeyler buldum. Cihangir'in ve kız kardeşinin bir örgütle bağı vardı. Kanıtlayamam, ama vardı. Tüm bunların üstüne emin olduğum bir şey varsa o da Ecevit suçsuzdu."
"Ecevit şimdi nerede?"
"Kimse bilmiyor."
"Peki ya Cihangir?"
"Öldü." dediğinde bozulan sinirimle kahkahama engel olamadım. Ama ciddi suratı kendinden taviz vermedi. Yavaşça duruldum ve kaşlarımı kaldırarak "Öldü mü?" diye sordum.
"Evet. Senin ailen ölmeden 3 sene önce. Evinde ölü bulundu. Şu an ki Cihangir hakkında ise kimse bir şey bilmiyor. Asıl Cihangir öldükten sonra onun adını almış bir seri katil? İntikamını gerçekleştirmek isteyen bir yakını? Sen seç."
Nasıl bir oyunun içinde olduğumuzu sindiremezken mırıldandım. "Peki neden bizim ailelerimiz bunun kurbanı oldu?" derken sesim titremişti. Sancaklı gözlerime bakıp kafasını eğdi. "Ailem, Derya bu davayı araştırdığı için öldürüldü. Bunu biliyorum. Ama senin ailen neden öldürüldü bilmiyorum." derken ses tonu özür diler gibiydi. Burukça gülümsedim. Ama hıçkırığıma engel olamayıp ağlamaya başlamam, gülümseyişimden bir kaç saniye sonraydı. Elimle yüzümü kapattığımda ensemden tutup başımı omzuna yasladı. Neden? Tüm bu acılar neden?
"Bana bunu neden daha önce anlatmadın?"
"Çünkü seni tanımıyordum. Yani, tanıdığım senin bunları bilmesine gerek yoktu. Bilsen de fark etmezdi çünkü." dediğinde geri çekilmedim. Ama kollarımı gevşettim.
"Fark etmese bile bilmeye hakkım vardı."
"Haklısın." dedi ve benden ayrıldı. Bende utanarak kollarımı çektim. O da haklıydı.
"Sorguya gidip ardından Ata'nın yanına gideceğiz. Gelebilecek kadar iyi misin?"
"Evet. Akif'in sorgusuna mı?"
"Akif ve Emir."
Kafa sallayarak peşinden ilerledim. Onur doktorun yanına döndük. Sabırla bizi bekliyordu. "Onur, içeriye de bakmanızı istiyorum. Bir ipucu bulursanız bana hemen haber verin. Etrafa bırakılmış bir mesaj, bir delil. Anlaşıldı mı?"
"Tamamdır baş komiserim. Biz cesedi morga kaldırıyoruz. Buranın incelemesi bitti." dediğinde şaşkınlıkla soğuk kanlılığını izliyordum. Öyle alışmıştı ki bu görüntülere, akşam çayı sohbetinde en sevdiği filmi anlatırken ki ses tonuna sahipti resmen.
"Tamam. Özenli olun." dediğinde ona baktım. Ensesini kaşıyarak hızlı adımlarla Neva Hanım'dan uzaklaştı. Bende son kez yıpratılmış bedenine bakıp içten içe kıvranarak yanından ayrıldım. O bunu hak etmemişti. Yine hak etmeyen kişiler acı çekmişti ve bizim elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Sıradaki kim olacaktı? Neva Hanım'dan sonra sırada kim vardı?
Cihangir'e kurban gidecek sıradaki suçsuz kimdi?
******
"Bence tam şu an burnun kırıldı. Çenendeki kaymaya bakarsak onunda kırılmasına az kalmış gibi duruyor. Bir daha hiç konuşamayacak duruma gelmeden önce konuşmaya ne dersin, Akif?"
"Hayır derim." dediğinde Sancaklı kan içinde kalmış elini Akif'in boşluğuna indirip onu nefessiz bıraktı. Öksürmeye başlayıp can çekişen Akif ile Sancaklı geri çekildi ve ona sırtını dönerek soluklandı. Sinirleri gerilmeye başlamıştı, hissediyordum. Başta sırf dövmek için döverken şimdi öldürmeye çalışırmış gibi bir hali vardı ve Akif konuşmadıkça bu isteği artıyordu. Böyle zorlanacağını düşünmemiş olmalıydı. Yanına yaklaştım. "Farklı bir yol mu izlesen. Daha az kanlı mesela. Elinden bir kaza çıkacak." dediğimde göz ucuyla bana bakıp "Sen karışma." dedi. Geri çekildim. Sandığımdan da gergindi. Alınmamıştım.
"Sana son kez soruyorum. Neva Hanım'ı neden öldürdünüz?"
"Neva kimdi?"
Böylelikle Sancaklı'dan bir yumruk daha kazanan Akif ile "Bu kadar yeter." diyerek Sancaklı'yı tuttum. Bana dönüp sinirle konuştu. "Sana karışma demiştim."
"Onu öldüreceksin."
"Hak ettiği bu zaten."
"Hayır. Bu kadar kolay kurtulmayı hak etmiyor." dediğimde Akif kaşlarını çattı. Gerildiğini yüz ifadesinden anlamıştım.
Sancaklı bana hak vererek geri çekildi ve ellerini iki yana açarak "Meydan senin." dedi. Sinirli adımları odada yankılanırken gitti ve sırtını duvara yaslayarak kollarını bağladı. Ona bakmayı kesip Akif'e döndüm. O da tam olarak bana bakıyordu. Sakladığım öfkemin verdiği bir iticilik ile sırıttım. Arkasına geçerek ellerimi koltuğuna dayadım. Aynı bana yaptığı gibi, üzerine eğildim ve kulağına doğru konuştum. "Depoda sana söylediklerimi hatırlıyor musun? Ata ile beni kaçırdığın zamandan bahsediyorum." dediğimde benden uzaklaşmaya çalıştı. Omzundan sertçe bastırarak hareket alanını daralttım.
Sadece Akif'in duyabileceği bir şekilde, "Eğer beni öldürmezsen seni öldüreceğimi söyledim. Ve sen beni öldürmedin. Şimdi ne olacak sanıyorsun? Sancaklı hırsı geçene kadar seni dövecek ve sonra bitecek mi?" diye fısıldadım.
Sancaklı'nın sözlerimdeki ciddiyeti fark etmesini istemiyordum. "Bana hiçbir şey yapamaz. O bir polis."
"Yine hata yapıyorsun Akif. Yine." dedim ve omzuna bir kaç defa vurup arkasından çıktım. Yanına geçip elimi masaya dayadım ve yüzünün hizasına kadar eğildim. "Benim kaybedecek hiç bir şeyim yok. Ne bir mesleğim ne de elimi kana bulamaya çekinecek bir halim. Ben sana neler yaparım, tahmin edebiliyor musun?"
Gözleri korkuyla büyüdü. Tam şu an kafasına sıkmak istiyordum. Ata'ya yaşattıkları için, bize yaşattıkları için, Neva Hanım için. Ama dahası olmasını da istemiyordum. O yüzden dayanmalı ve ondan alınabilecek tüm bilgileri almalıydım. "Ne istiyorsunuz?" diye sorduğunda geri çekildim ve kaşları çatık bir şekilde bizi izleyen Sancaklı'ya döndüm. "Şimdi sakince devam edebilirsiniz." dedim ve elimle Akif'i işaret ettim. Yanımıza yaklaşarak bana baktı. "Ona ne söyledin?"
"Orası bende kalsın." dedim ve Akif'e dönerek "Konuş hadi. Neva Hanım'ı neden öldürdünüz?" dedim. Sancaklı'yı beklersem bana hesap sormaya devam edebilirdi. En iyisi hemen sorguyu bitirip Ata'nın yanına gitmek olacaktı.
"Artık onu yaşatmamıza gerek yoktu da ondan. Harun öldü. Neva'ya saygı duymamızı gerektirecek bir şey de kalmadı." dediğinde ona iğrenerek baktım. Rahatlığı karşısında "Alçaklar." diye öfkeyle bağırıp üzerine yürüdüğümde Sancaklı beni tuttu. Akif'e dönüp "Devam et." diye tısladı. Birazdan beni tutmayı kesip yarım bıraktığı işi bitirecekmiş gibi bir hali vardı. "Ata ve sen yapmamanız gereken bir çok hata yaptınız." dediğinde sesi imadan ibaretti. "Eğer Neva'nın peşine düşmeseydiniz sessiz sedasız yaşamaya devam edecekti. Ama siz bizi yormayı tercih ettiniz. En önemlisi sen içeride ki adamımızı ifşa ettin." dediğinde gözlerimi devirip Sancaklı'nın göremeyeceği bir yerden ona el hareketi çektim. Öfkeyle kaşlarını çattı.
Sancaklı sessizliğin nedenini merak ederek bana döndüğünde elimi indirdim.
"Yani." diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. "Onu öldürmenizdeki tek sebep bu mu? Bir mesaj, bir tehdit içermiyor. Öyle mi?" diye sorarken aklıma Sancaklı'nın anlattıkları geldi. Çarmıha gerilmiş gibi bırakılması...
Akif durdu. Vereceği cevabı düşünüyordu. Demek ki yalan söyleyecekti. "Yalan söyleme."
"Daha bir şey söylemedim."
"İşte tam bu yüzden söylüyorum. Düşünmeden cevap ver. Gerçekleri çarpıtmakla uğraşma."
"Ne anlamak istiyorsanız onu anlayın." dedi ve önüne dönerek aklınca bizi geçiştirdi. Sancaklı ile göz göze geldik ve sırıttık. Hadi ama...
"Bize biraz Cihangir'den bahset." dedim ve önündeki sandalyeye oturup ellerimi önümde bağladım. Akif beni izledi. Ardından gülmeye başladı. "Cihangir'i mi istiyorsunuz? Çocuklar, siz gerçekten de toysunuz. Onu size vereceğimi düşünmüyorsunuz değil mi?"
"Aslına bakarsan ben beş dakikasına iddiaya girebilirim."
"Ben baştaki performansını göz önünde bulundurup on dakika diyorum." diyen Sancaklı da yanıma gelip oturdu. Omuz silktim. "Belki."
"Siz neyden bahsediyorsunuz?" diyerek kaşlarını çatan Akif'e doğru eğildim. "Bize Cihangir'i anlat. Hemen. Yoksa sana söylediklerimi gerçekleştirmek zorunda kalırım."
"Bir de benim söylemediklerim var tabii." dediğinde ateşe değer gibi geri çekildim. Sancaklı "Ne diyorsun? Söylemediklerin ne?" diyerek ikimiz arasında bakışlarını gezdirdi. Kalp atışlarımı düzene sokmaya çalışarak paniklediğimi hissettirmemeye çalıştım. "Bende anlamadım. Ne saçmalıyorsa artık." diyerek arkama yaslandım ve Akif'e kaşlarımı kaldırarak baktım. Tehdidinin işe yaraması onu keyiflendirmişti. Bense hala neden bunu yaptığını düşünüyordum. Neden beni ifşa etmiyordu?
"Şöyle ki Cihan Sancaklı, Cihangir'i size veremem. İstesem de veremem. Beni onun en yakını sanıyorsunuz ama değilim. Söylemediklerim bunlardan ibaret. Size söyleyebileceğim tek şey, hiç bir şey söyleyemeyecek olmam."
"Şu Cihangir'i kimse tanımaz saçmalığı mı?"
"Harun ile olan özel sohbetleriniz işe yaramış bakıyorum." dediğinde Sancaklı gerildi. Masanın üstündeki elleri yumruk şeklini alırken hızla atıldım. "Eskiden anlatmıştı. Öldürülmeden önce ki günlerde." Akif söylediklerimle sırıttı.
Sancaklı'ya döndüm. "Harun bana kimsenin Cihangir'i tanımadığını, onun kılık değiştirmede bir usta olduğunu söyledi. Bu sayede yakalanmıyormuş. Kimse Cihangir'in gerçekten kim olduğunu bilmiyor." dedim ve Akif'e geri döndüm. "Ama bize iletişim kurduğunuz araçları, mekanları, kişileri anlatabilirsin. Bence bunu yapabilirsin, Akif. Kendi canını seviyorsun sonuçta."
"Pek sayılmaz. Onu size vermeyeceğim, İlhanlı. Unut bunu."
Baş kaldırışı karşısında Sancaklı'nın sinirle bağırışı odayı doldurdu. "Demek öyle!"
Hızla öne atıldı ve Akif'i yakasından çekip masaya yatırdı. Acı içinde can çekişen Akif kurtulmaya çalıştı ama Sancaklı bırakmadı. Boğazına sarılıp "Madem canının bir kıymeti yok." dedi ve daha da bastırmaya başladı. Korkuyla ayağı kalkıp koluna dokundum. "Cihan, kendine gel! Öldüreceksin." dedim ama beni duymadı. Transa geçmiş gibiydi. Akif kurtulmaya çalışıyor, bir yandan da "Kurtar beni." diye fısıldıyordu.
"Seni kimse kurtarmayacak. Seni kimse duymayacak. Ölüp gittikten sonra seni kimse umursamayacak. Arkandan gözyaşı dökecek bir ailen var mı Akif? Hayatlarına dokunduğun insanlar?" derken delirmiş gibiydi. Akif direnmemeye başlamıştı ama bu onun umurunda değildi. "Benim, bizim vardı ama siz onları bizden aldınız. Siz dokunduğunuz yerlere sadece kötülük bırakıyorsunuz. Artık bunu yapmanıza izin vermeyeceğim."
"Cihan! Ölecek, bırak." diyerek kolundan çekmeye çalıştım. Bırakmadı. Bir kez daha bağırdım. "Cihan! Kendine gel!"
Bir anda ellerini çekip nefes nefese arkasını döndü ve odadan çıktı. Akif iki büklüm kalıp öksürmeye başladığında derin bir nefes aldım ve Sancaklı'nın arkasından gittim. Duvara alnını yaslamış, elleri yumruk şeklinde duvara dayalıydı. Elimi omzuna koyduğumda bana döndü ve aniden sarılarak ayaklarımı yerden kesti. Şaşırarak bende ona sarıldım. Hiç konuşmadan bir kaç dakika öyle kaldık.
Benden ayrıldığında "İyi misin?" diye sordum. "Kendimi kaybettim. Bize yaptıkları onca şeye rağmen onlara katlanmak, dinlemek zorundayız. Bu çok zor. Ata o haldeyken biz insan kalmaya çalışıyoruz." dediğinde başımı salladım ve "Haklısın. Gerçekten zor ama dayanmalıyız. Kimse Cihangir'i tanımıyor olabilir. Ama o bizi tanıyor. Ve eninde sonunda sana bakana sende bakarsın. Bu o istemese de olacak. Bize bunları kimin yaptığını göreceğiz." dedim. Bana bakarak hafifçe gülümsedi. "Evren kuralları diyorsun yani."
Gülümsedim. "Tabii, biri sana baktığında üzerinde bir bakış olduğunu hissedersin. Hiç yaşamadın mı?"
Gülümseyişime baktı. Ardından gözlerime döndü ve yavaşça mırıldandı. "Yaşadım."
******
"Emir komiser. İçerideki hain. Nasılsın? Bir zamanlar millete ahkam kestiğin odalarda sürünmek nasıl bir his?"
"Sen hala yaşıyor musun Sancaklı? Sıradakinin sen olduğunu sanıyordum." dediğinde Sancaklı ile göz göze geldik. Neva Hanım'dan sonraki mi yoksa onun yerine öldürülecek olan mı? Sancaklı hangi sıradaydı? "Ne saçmalıyorsun sen?"
Sorumla bakışları bana döndü. "Vay. Cesur kızımız da buradaymış. Ama bence yaptığın bencilceydi. Ya Sancaklı yaptığın hareketi anlamasaydı? Ya ben önce davranıp onu indirseydim? Senin yüzünden ölmüş-" derken Sancaklı'nın gür sesiyle sustu. "Kes sesini. İclal'i suçlamaya kalkma sakın!"
Vicdan azabı çekmemi engellemeye çalışması kalbimde bir yerlere dokunurken hafifçe gülümsedim. Emir "Peki baş komiserim. Sesimi keseyim ben." dedi ve dudaklarını birbirine bastırarak sırıttı. Yamuk suratına vurma isteğimi bastırmaya çalıştım. Güya korkmuyordu.
Bu herif Akif'ten de kolay lokmaydı.
"Söyle bakalım. Ne zamandan beri aramızdasın? Senden başkaları da var mı?"
"Zaten yakalanmışken sana neden konuşayım?" Anlaşmaya hazır ses tonuyla fırsatçılığı ortaya döküldü. O diğerleri kadar Cihangir'den korkmuyor olmalıydı. Sancaklı karşısına oturup "Her ne kadar kötüye de kullansan sen bir polistin. Eğer sorduğumuz her soruya cevap verirsen elde edeceğin ayrıcalığı anlatmama gerek var mı?"
Emir durdu, düşündü ve sırıtarak devam etti.
"Arşiv odasında görevli olan Ahu ve Mahir. Sadece üçümüz. Onlar dosyalarla ilgilenir bense durumlarla. Ben buraya üç sene önce yerleştirildim. Ahu ve Mahir benden bir sene sonra."
"Öncesinde nasıl haber alıyordunuz? Araçlarınız nelerdi?"
"Benden önce başkası varmış. Ölmüş mü kaybolmuş mu bilmem. Onun yerine beni koydular."
"Kim olduğunu biliyor musun?"
"Hayır. Ben sadece emri aldım ve yerine getirdim."
"Emri kimden aldın?"
"Cihangir'den." Sancaklı ile bakışlarımız bir kez daha buluştu. "Cihangir ile hiç yüz yüze geldin mi?"
"Bir kere. O da yanlışlıkla oldu. Kimseye yüzünü göstermez."
"Nasıl biriydi. Hatırlıyor musun?"
"Hayır. Çok kısa bir andı. Evine bilgi vermek için gitmiştim ve içeri girdiğimde etrafta kimse yoktu. Beklerken lavaboya gittim ve bir an da karşıma çıktı. Beni görünce hızlıca arkasını dönüp bir odaya girdi ve kapının arkasından bana evden gitmemi söyledi. Tavrı yüzünden korkmuştum. Hemen çıktım ve sonra da bir daha hiç evine alınmadım. Aracıyla iletişim kurduk."
"Aracının kim olduğunu söyleyebilir misin?"
"İsim kullanmıyorlar. Kod adı Gölge. Cihangir'in en yakını olduğunu duydum. Sadece o gerçek Cihangir'i görebiliyormuş."
"Peki sen bu Gölge ile hiç Cihangir hakkında konuştun mu? Sana anlattığı bir şeyler oldu mu? Bize verebileceğin bir ipucu?"
Emir duraksadı ve düşünmeye başladı. Söylediği her cümleyi beynimde tekrar ederek unutmamaya çalışıyordum.
"Bir keresinde onunla tüm günü geçirmem gerekti. İşlerle alakalı. O zaman bana biraz dert yanar gibi olmuştu. Kafası iyi de olabilir, bilmiyorum. Cihangir'in kendini kaybettiğini, işlerin sarpa saracağından bahsediyordu. Onu toparlamanın artık çok zor olduğunu ve geri dönülemez hatalar yaptığını söyledi. Çok yorgun ve bıkkın gibi duruyordu. Onu aile bildiği için karşı çıkamadığını da söylemişti. Örgütün içindeki herkes aileden sayılıyormuş."
"Örgüt mü?"
"Evet, kendi çevreleriyle kurdukları bir örgüt. Herkes birbirini kollarmış. Kardeş gibiler yani. Uğruna ölebilecekleri davaları olduğunu, bu yüzden hataya yer olmadığını söyleyip Cihangir'i bencillikle suçladı."
Suçumu üstlenen adamın söyledikleri aklıma şimşek gibi çaktı. Dava uğruna...
"Nasıl bir dava bu?" diye sorarak araya girdim. Emir'in pis bakışları bana döndü. "Bilmem. Bana hiç bahsetmediler." dediğinde düşünceli bir şekilde başımı salladım ve arkamı dönerek odada yürümeye başladım. Parçaları birleştirmeye çalışıyordum, ta ki arkamda koca bir gürültü kopana kadar. "Önüne dön lan!" deyip masaya vuran Sancaklı ile sıçradım. Emir'de bakışlarını önüne dikti ve göz ucuyla bana bakıp Sancaklı'ya geri döndü. "Benim bildiklerim bu kadar." Kekelemişti.
Sancaklı sinirle soludu. Bir kaç saniye bekledi ve sorguya devam etti. "Daha bitmedi. Bize şu aracıyı anlat. Tipini? Ayırt edebileceğimiz bir özelliğini?"
"Esmer. Mavi gözlü. Genç biri. Bir suçludan çok reklam yüzüne benziyor. Ensesinde, saç dibine doğru uzun bir yarık var. Hikayesini anlatmıştı hatta, ama unuttum. Ağır migren hastası. Sürekli ilaç içiyor. Yanımda olduğu zamanlar sadece bunları öğrendim. Başka da bir şey bilmem." dediğinde gözlerim kocaman açıldı. Sancaklı ile ilk tanıştığımız zamanları hatırladım. Evindeki ilaç dolabı ile ilgili ortaya koyduğum fikri...
Hızla öne atıldım. "Bekle bir dakika. Bu aracı, yani Gölge. Hiç senin yanında su içtiği oldu mu? Yani, illaki olmuştur. Suyu nasıl içiyor?"
"Ne alaka?" diyen Emir ile öfkelendim. "Sana ne! Sen soruma cevap ver."
Garip garip yüzüme baktı. Ardından hatırlamaya çalışıp yavaşça konuştu. "Ağzına değdirmeden içiyor. Huyu mu ne varmış."
Ellerimi birbirine vurup işaret parmağımla Emir'i gösterdim. "İşte! Hem migren hastası, hem de ağzını bardağa değdirmiyor. Bu bardakta neden tükürük bulunmadığını kanıtlar. Katili bulduk! Cihangir değil, Gölge yapmış. Cihangir ona yaptırmış olmalı. Ama ailenin asıl katili Gölge!" diye bağırdım, heyecan ve öfke içinde. Tüm parçalar birbirini tutuyordu. Tanıdık olma kısmı hariç. Anahtar olayını hala çözememiştik. Ama tüm bu detayların yanında o, önemsizdi.
Sancaklı'ya döndüm. Bakışlarını masaya sabitlemiş, hiçbir tepki vermiyordu. Elimi omzuna koydum. Sıçrayarak bana döndü. "İyi misin?" diye sordum. Yavaşça ayağı kalktı ve sendeleyerek masaya tutundu. Hızla koluna girdim ve endişeyle tekrarladım. "Cihan, iyi misin?"
"Ensesinde yarık olan, esmer, mavi gözlü birini tanıyorum." diye mırıldandı, sindirmemi istermiş gibi yavaşça. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı ve destek olmak için sardığım ellerimle ona tutundum. Dolan bir gözüm aktı. Duyacağım ismi korkuyla bekliyordum.
Belki de her şeyin sonuna gelmiştik. Belki de o kim olduğunu söyleyecek ve katili bulmuş olacaktık. Belki de ailesinin katili benim de ailemin katiliydi. Onu yakalayacaktık ve tüm gerçekler ortaya çıkacaktı. Her şey bitmiş olacaktı.
"Kim? Söyle." diye mırıldandım. Susmaya devam ettikçe 'belki'lerim artıyordu ve bu çıldırmam için yeterliydi.
"Alp. Ata'nın üvey kardeşi."
******
Sancaklı ile koşar adımlarla hastaneye girdik. Bir an önce Ata ile konuşmalıydık çünkü bu iş iyice sarpa sarmıştı. Nasıl olur da Ata'nın öldü dediği üvey kardeşi aracı olabilirdi? Belki de uçuk bir tesadüften ibaretti. Bunu öğrenmeliydik.
Ata'nın odasına bir kaç adım kala Sancaklı beni durdurdu. "Ona şimdilik bundan bahsetmeyelim. Zaten ağır bir süreçten geçiyor." dediğinde kafa salladım. "Laf arasında bahsini açarız. Açık açık söylersek onun için daha da katlanılmaz olur."
"Tamam." dedi ve odaya girdik. Boş odaya...
"Ata." diyerek seslenen Sancaklı lavabo kapısını tıklattı. Orası da boştu. "Hemşireye soralım." diyerek dışarı çıktım ve birini durdurdum. "Bu oda da bir arkadaşımız vardı. Uyutulmuştu. Ata Erdinç. Nerede olduğunu biliyor musunuz?"
Kadın oda numarasına baktı ve elinde tuttuğu defteri karıştırdı. "Ata Erdinç. On dakika önce çıkmış hanımefendi. Kendisi ayaklanmış ve çıkış işlemlerini halletmiş."
Şaşkınlıkla arkamda duran Sancaklı'ya döndüm. "Nereye gitmiş olabilir ki?"
Yüzüme endişeyle baktı. Elinde tuttuğu kağıdı o an fark ettim. "Ben biliyorum sanırım." dedi ve kağıdı sallayarak "Akif'i öldürmeye." dedi.
Dehşetle açılan ağzımı kapattım. "Ne?! Olamaz, Ata!"
Saniyeler içinde Sancaklı ile koşarak otoparka indik. "Hemşire 'çıkalı on dakika oldu' dedi. Hızlı olursak yetişebiliriz." dedim. Arabaya bindik. Sancaklı son sürat arabayı emniyete sürdü. O sıra da birini arıyordu. "Selim. Ata oraya geliyor. Akif'i öldürecek. Engel ol, sakın yanlış bir şey yapmasına izin verme." Bağırışı endişe doluydu. Eğer Ata emniyetin ortasında Akif'i öldürürse tüm hayatını mahvedecekti.
Emniyetin bahçesinde keskin bir frenle durduk ve koşarak içeri girdik. Merdivenleri çıkınca sorgu odasının önünde toplanan kalabalığı fark ettik. "Yapmış olamazsın Ata. Lütfen!" diye mırıldandım, korkuyla olduğum yere çakılırken. Sancaklı kalabalığı yardı. Selim'in sesini duydum. "Abi, içeri girdi. Silahı var. Eğer içeri girersek öldüreceğini söylüyor." dediğinde bende yanlarına gittim. Sancaklı sinirle bağırdı ve kapıya vurdu. "Ata! Kardeşim, sakın yanlış bir şey yapma. Çık dışarı konuşalım! Ata!"
Ses gelmedi. Sadece Akif'in acıyla inlemeleri duyuluyordu. Sıkışan kalbime elimi koyarken "Ata." diyerek seslendim. "Bak biz buradayız. Lütfen, yalvarıyorum sana. Hayatını o şerefsiz için çöpe atma. Lütfen!" dedim, kapıya yaklaşıp sakin bir sesle. Beni duyduğunu, dinlediğini biliyordum. Başta ses gelmedi ama bir kaç saniyenin ardından "Annemi öldürdü İclal." dediğinde yaşla dolan gözlerim akmaya başladı. Alnımı kapıya yasladım. Sancaklı'ya baktığımda nefes nefese beni izliyordu. "Ve sen de şimdi onu mu öldüreceksin?"
"Hak etmiyor mu?"
"Hak ediyor." dediğimde Sancaklı yavaşça doğruldu. Bir an için devamını getiremedim. Akif'in korku dolu sesi duyuldu. "Yapmayın! Bırakın beni!"
Ve bir yumruk sesiyle gelen bağırış.
"Ama." diyerek aceleyle konuştum. "Sen bunu hak etmiyorsun. Onu öldürdükten sonra ne olacak Ata? Hapse gireceksin. Planlayarak adam öldürmekten en az on yıl. Onların çürümesi gereken yere sen tıkılacaksın. Kendine hazırladığın son bu mu gerçekten? Olamaz ki! Yapamazsın Ata, sen bunu hak etmiyorsun. Lütfen, çık dışarı. Hem, sana anlatacaklarımız var. Bilmediğin şeyler var." dedim, son cümlemde amacım onu meraklandırıp vazgeçirmekken. Sancaklı bana kaşlarını kaldırarak baktığında omuz silktim. Eninde sonunda anlatacaktık, her türlü canı yanacaktı.
Oluşan sessizlikle kulak kesildik. Herkes korkuyla beklerken içeriden büyük bir gürültü koptu. Ata'nın ve Akif'in birbirine karışan bağırışları ve Sancaklı'nın kapıya yüklenmesi saniyeler içinde gerçekleşti.
Dehşetle titreyen bedenimi odaya soktum. Sorgu masası ters dönmüş, odanın uç köşesindeydi. Ata ortada, dizlerinin üstüne çökmüştü. Akif ise biraz uzağında, yerde yatıyordu. Yanına koştum. Sırt üstü döndürüp bedenine baktığımda hiç bir kurşun yarası görememiştim. Nabzını kontrol ettim. Rahat bir nefes alırken Ata'ya sarılmış Sancaklı'nın endişesini sonlandırdım. "Bayılmış sadece." dediğimde gözlerini sıkıca kapatıp açtı ve Ata'ya daha sıkı sarıldı. Bende yanlarına geçtim.
İkisine birden sarıldığımda Ata içten bir acıyla "Annem öldü." dedi. Fısıldayışı kalbimi parçaladı, hıçkırarak içimde tuttuğum acıyı akıttım. "Geçecek Ata. Geçecek." diye fısıldadım. "Biliyorum. Çok zor olacak ama geçecek. Biz yanında olacağız. Beraber atlatacağız."
Hıçkırarak daha sıkı sarıldım. Aslında geçmeyecekti. Ama onun buna inanmaya ihtiy |
0% |