Yeni Üyelik
14.
Bölüm

12. Bölüm (Görünürken Kaybolan)

@betulbasndrglu

"Kar eriyince beyaz kalır mı gece?

Umut tükenince yine çarpar mı bir kalp?

Ah, düşünce gülümser mi çocuklar?

Düşler bitince başlamaz mı kabuslar?"

 

Cem Adrian-Beni Affet Bu Gece

 

 

******

 

 

 

"Beni öldürmeyin. Yalvarıyorum. Onu size vereceğim. Yeter ki durun artık."

 

Fısıltıyla söylenen sözlerle kafamı kaldırdım. Akif korku dolu gözlerle bize bakıyor, bir yandan da konuşmaya çalışıyordu. Yüzüne baktığımda Sancaklı'nın izleri üzerine Ata'nın da izler bıraktığını fark ettim. O da tüm bunların ağırlığını kaldıramamış olmalı ki pes etmişti.

 

Sonunda Cihangir'i bize verecekti.

 

Benden önce Sancaklı ayaklandı. Hızla yakasına yapışıp Akif'i ayağa kaldırdı ve "Konuş!" diye bağırdı. Akif gözleri kapalı, geri çekilmeye çalışarak "Bir deposu var. Haftada bir, kendini bir şekilde gizleyerek oraya gider ve kontrol eder. Kendi gözüyle görmek istediği için bunu hiç aksatmaz."

 

"Nerede? Ne zaman olacak?"

 

"Depo Beykoz'da. Kontrol-" dedi ve korkuyla tıkandı. Sancaklı tekrar bağırdı. "Söyle! Kontrol ne?"

 

"Yarın olacak."

 

"Yarın mı?" derken nefesimi tutmuştum. Yarın Cihangir ile karşı karşıya mı gelecektik?

 

"Evet. Yarın." diyerek tekrarladı Akif. Sancaklı onu bıraktı ve bize dönerek kararlı sesiyle konuştu.

 

"Yarın bizde orada olacağız. Ve her şey bitecek."

 

****

 

Koridorda bağırarak yürüyen Sancaklı'nın arkasından korkuyla ilerliyordum. Emir'in bahsettiği ajanları, Ahu ve Mahir'i bulmak için arşiv odasına gitmiştik fakat ikisi de yoktu. Ama odadaki diğer görevliler sabah burada olduklarını söyleyip, Sancaklı'nın çileden çıkmasına sebep olacak yok oluş anlarını anlatmışlardı.

 

İkisi de bir anda ortadan kaybolmuşlardı.

 

Sancaklı "Saçmalık! Kocaman bir saçmalığın içindeyiz resmen!" dediğinde benimle beraber arkasından ilerleyen Selim "Baş komiserim, acil olarak arama iznini talep ettik fakat izni beklemiyoruz. Evlerine adam gönderdik bile. Bulunmaları uzun sürmez." dediğinde Sancaklı hızla ona döndü. "Aniden ortadan kaybolan iki ajanın bunları hesap etmediğini mi sanıyorsun? Arşivdekilerin anlattıkları saatten bu yana şehri bile terk etmişlerdir."

 

"O zamana kadar arama izni elimizde olur. Tüm birimlere haber-" derken çalan telefonu sesini kesti. Aceleyle "İşte, evlere gidenlerden biri arıyor." dedi ve telefonu açtı. "Durum ne?"

 

Bir kaç saniye dinledi. Dinlerken yavaşça solan ifadesi, kireç gibi olan yüzü ile Sancaklı'ya baktı. Kötü bir haber aldığı her hareketinden belli olurken kısılmış sesiyle konuştu. "Tamam, adli tıp gelmeden hiçbir şeye dokunmayın." dedi ve telefonu kapattı. Dehşetle hareket edemezken benim gibi olan Sancaklı "Ne saçmalıyorsun sen?" diyerek Selim'e doğru bir adım attı. Selim'de en az bizim kadar şaşırmıştı. "Baş komiserim. Ahu ve Mahir, Ahu'nun evinde ölü bulunmuşlar." dedi. Devam edecek gibi olup susunca Sancaklı "Söyle." dedi. "Devam et."

 

"Ellerinden ve başından vurulmuşlar. Bir de not bırakılmış. Not şöyle; 'Bizden olmayan herkes ölür. Yakalananlar da buna dahil. Sıradaki, bize ihanet edenler olacak.' "

 

Sancaklı arkasını dönüp kafasını ellerinin arasına aldı. Yüzü sinirle kızarırken "Emir ve Akif'ten bahsediyorlar. Bu nasıl olur? Bu kadar çabuk nasıl haberdar olabilirler?" dediğinde gözlerimi kapattım ve zihnimdeki kargaşanın arasından belli başlı anları seçtim. "Bileklik." diyerek mırıldandığımda Sancaklı bana döndü. "Ne? Ne bilekliği?"

 

"Meltem'in intihar etmek için kullandığı bileklik. Akif'in ve Emir'in bileğinde olan bileklik." dediğimde Sancaklı duraksadı. Ardından irileşen gözleriyle bana baktı ve aynı anda koşmaya başladık. Akif'in odası bulunduğumuz kattaydı. Önce onun yanına girdik. Öfkemizi görüp korkuyla kelepçeli elini yüzüne siper etti. Ama ben onu umursamadan bileğini yakalayıp bilekliği çıkarttım. Ortasında taş gibi duran bir bölme vardı. Biraz uğraştığım zaman bölmenin içi açıldı ama hiçbir şey çıkmadı. Meltem'deki gibi bir hap yoktu. Ters çevirdim, aradığım şeyin nereye yerleştirilmiş olabileceğini düşünürken bilekliğinin kancası gözüme takıldı. Gereğinden fazla iri olan kancaya yakından bakınca aslında onun bir dinleme cihazı olduğunu anladım. Fakat parçalanmıştı. Arbede sırasında olmuş olmalıydı. "Akif'in ki kırılmış. İyi ki de kırılmış yoksa yarın başlarına gelecekleri öğrenirlerdi. Bunun aynısından Emir'de de var. Bu yüzden öğrendiler. Ahu ve Mahir'e kaçmalarını söylediler. Emniyette öldüremeyecekleri için de evde beklediler." dediğimde gerçeklerin araladığı perde acı bir sonu gözler önüne serdi. "Bizden kurtulmaya çalışırken cellatlarına gittiler. Sıradakiler Akif ve Emir. Onlar için de gelecekler." dediğimde Sancaklı öfkeyle Akif'e döndü. "Görüyor musun? Sabahtan beri koruduğun patronunun neler yaptığını görüyor musun?" diye sorduğunda şaşkınlıkla bizi izleyen Akif "Siz neyden bahsediyorsunuz? Benim böyle bir şeyden haberim bile yok." dedi.

 

"Aramızdaki ajanlarınız ölü bulundu. Yanlarına bırakılan notta da ihanet edenlerin öldürüleceği yazıyordu. Bunlar da siz oluyorsunuz. Hatırlarsan yaklaşık yarım saat önce bize Cihangir'i verdin. Emir'i zorlamadık bile, anında döküldü. Yani kısaca, size bunu ödetmeye gelecekler." diyerek elimdeki bilekliği önüne attım. Dehşete kapılan yüzüyle "Benim ki kırıldıysa bana bir şey yapmazlar, anlattığımı bilmiyorlar." dedi. Sancaklı sinirle güldü. "Sen öyle san. Ajanların üstünde not vardı. Yakalananların da öleceği yazıyordu." Akif duyduklarıyla duraksadı. Ardından çırpınmaya devam etti.

 

"Beni koruyacağınıza söz verdiniz. Buna izin veremezsiniz!" diye bağırdığında sinirle üzerine yürüyen Sancaklı'yı tuttum ve "Emniyetteyken hiçbir şey yapamazlar. Merak etme." dedim. Ardından Sancaklı'ya dönüp "Emir'in bilekliğine de bakmalıyız." dedim.

 

Odadan çıktık. Sancaklı odayı koruma altına aldıktan sonra üst kata yöneldik. "Şu zamana kadar ki tüm sızıntıları açıklar bu. Meltem'in neden o kadar korktuğunu da. O biliyordu, bilekliğinde dinleme cihazı olduğunu biliyordu. Benim anlamadığım Akif ve Emir neden bundan haberdar değildi?"

 

"Küçük halkaları korkutman daha kolay olur. Sözlerinden çıkmayacağına o kadar emin olursun ki onlara karşı aldığın önlemden haberleri olması hiçbir şeyi değiştirmez. Ama Akif ile Emir büyük halkalardaydı. Bu yüzden söylemeyip böyle durumlarda ne yapacaklarını görmek istemiş olmalılar. Eğer bilselerdi bundan kurtulup yine konuşabilirlerdi. Bu tehlikeyi almak istememiş olmalılar. Sonuçta ikisi de kilit kişiler."

 

Söyledikleri ile kafa salladım. "Haklısın. İğrenç sistemlerinin iğrenç kuralları."

 

Emir'in odasına girip çıkmamız bir dakikamızı aldı. Tam da düşündüğümüz gibi, onun bileğinde de aynı sistem vardı. Ve o da bundan haberdar değildi.

 

****

 

Yavaş adımlarım eşliğinde önümden yürüyen Sancaklı'ya baktım. Bir elinde benim çantam, diğer elindeyse dosya çantalarıyla ilerliyordu. Cebimdeki ellerimi çıkartıp saçlarımı geriye attım ve nefesimi üfledim. Yorgunluğum nefesimi daraltmıştı. Sesimle bana dönen Sancaklı ile göz göze geldik. Ardından önüne döndü ve arabayı açarak binmeme yardım etti. Üzerime titremesi bir nebze de olsa yükümü katlanılır kılıyordu. Kendi acısı yetmezmiş gibi bir de bize destek çıkıyor, elimizden tutuyordu.

 

Biz Ahu ve Mahir'i araştırdığımızdan beri arabada oturan Ata'ya döndüm. "Akif'ten yer bilgisi alındı. Artık elimizdeler." dediğimde hafif bir tebessümle karşılık verdi. Fazlasını beklemiyorduk zaten.

 

Eve gittik. Tüm yolculuk sırasında kafamdaki karışıklığı çözmeye çalıştım. Yarın her şey biterse, ne yapacaktım? Sözümü tutup annemin, kardeşimin yanına mı gidecektim? Bu sözü kendime verdiğimde yapayalnızdım. Tazelediğim gün ise yalnızlığımın devam ettiğini düşünmüştüm. Ama Sancaklı'nın her hareketinde bunun aksini hissediyor, onu bırakmak istemiyordum. Sonra durup düşünüyordum. Düşüncelerim sözümden daha mı kıymetliydi? Burada tıkanıyordum işte. Ya bu sadece bir düşünce değilse? Ya gerçekse?

 

Sonra da diyordum ki; konuş onunla! Gerçekleri konuş, anlat her şeyi. Eğer rüyada değilsem, yaşamam için bir sebebim olurdu. Ama eğer o gün duyduklarımı tekrar edecek olursa, sonum gelmişti. Bunu kabullenmiştim.

 

Anahtarı deliğe yerleştirip kapıyı açan Sancaklı'nın arkasından ilerledik. Ata ceketini çıkartırken konuştu. "Ben bir duş alacağım abi. Senin odan nerede?"

 

Sancaklı, "Gel kardeşim." diyerek ona yardımcı olmaya gittiğinde bende odama çıktım ve üstümdeki tedirginliği atmaya çalıştım. Onunla konuşacaktım ama korkutucu heyecanım buna hiç yardımcı olmuyordu.

 

Aradan dakikalar geçti. Sancaklı'nın mutfaktaki varlığını hissedince aşağı indim ve yavaşça ona adımladım.

 

Benden önce davrandı. "Ata'ya anlatmayacağız. Zaten yarın Cihangir elimizde olacak. O da o zaman öğrenir. Şimdi yeteri kadar kötüyken bir de bununla başa çıkamaz."

 

"Tamam." dedim, sakinlikle. Haklıydı.

 

Yanına biraz daha yaklaştım.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

"Ata için kahve. Ve sana da atıştırmalık. Halsiz düşeceksin. Düzgün bir şeyler ye."

 

"Bu kadar düşünceli olmak zorunda mısın?" diyerek tebessüm ettiğimde bakışları beni buldu. Gün içinde ilk defa gülümsediğini görmüştüm. Bir süre bakışları bende kaldı. Ardından omuz silkerek önüne döndü ve "Sizin için." dedi.

 

Hayranlıkla işine devam edişini izledim. 'Sizin için.' deyişi aklımda yankılanırken "Cihan." demiştim ki Ata içeri girdi. Sancaklı seslenişimle bana dönmüştü ama Ata içeri girince tüm odağı o oldu.

 

"Ne yapıyorsunuz?" diyerek masaya oturan Ata'nın yanına geçtim. Sancaklı hazırladıklarını masaya koydu ve "Saatlerdir bir şey yemiyorsunuz. Hadi. Atıştırın biraz." dedi. Ata'nın önüne kahve ve sandviç koydu. Bana da aynı servisi yaparken kendisi sadece kahve içiyordu.

 

Sessiz bir akşam yemeğinin ardından salona geçtik. Konuşamamış olmam içime sıkıntı vermişti. Zamanım kalmamış gibi, tüm evren üstüme geliyor ve tek fırsatım bu akşammış gibi hissettiriyordu. Yarından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu yüzden biz, bu akşam gerçekten bizken konuşmalıydık.

 

"Yarın için konuşmalıyız." diyen Sancaklı ile irkilerek ona döndüm. Ata da bakışlarını sabitlediği yerden çekti ve "Konuşalım." diyerek oturduğu yerde doğruldu. Ona baktım. O kadar yorgun gözüküyordu ki araya girmeden edemedim. "Ata. İstersen sen yatıp dinlen. Biz konuşup yarın sana özet geçeriz."

 

Ata olumsuzca kafa sallayıp "Dinlenmek değil, o adamları nasıl yok edeceğimizi duymak istiyorum." dediğinde sesinde uyanmayı bekleyen hırsı, öfkeyi fark ettim. Korkutucu bir sakinlik içinde olmasına rağmen yarını bekliyor oluşunu zaten biliyordum. Ama bu bekleyiş tahminimden daha çok öfke biriktirmesine sebep oluyordu.

 

"Pekala. Başlayalım o zaman." diyerek doğrulan Sancaklı'ya geri döndük. "Yarın kontrol saat üçte gerçekleşecek. Biz önce emniyete gideceğiz, sonra da depoya gidip etrafı keşfedeceğiz. Günler öncesinden emniyet altına alınmış olmalı. Kimseye fark ettirmeden biz de onları kuşatacağız. Son ana kadar kimse varlığımızdan haberdar olmayacak. Özel timle birlikte çalışacağız. Her şey bittikten sonra Cihangir'i paketleyip bu işi bitireceğiz. Operasyon detayları timle buluştuğumuzda yapılacak. Onlardan bir kaçı mekan keşfine çıktı." deyip saatine baktı. "Şu dakikalarda bitmiş olmalı. Zaten yarın bizde keşif yapacağımız için, oluşturulacak plan sabit olacak." dedi ve arkasına yaslandı. "Var mı sorunuz?"

 

"Timle görüştün mü?"

 

"Evet. Durumu anlattım. Son derece titiz davranacaklar."

 

Kafa salladım. Sancaklı Ata'ya döndü. "Aklına takılan bir şey var mı?"

 

Ata dalgın bakışlarını ellerinden çekti. "Hayır. Madem operasyon detayları yarın konuşulacak, şimdi bilmem gereken bir şey yok." Sesindeki sakinlik ile devam etti.

 

"Ben gidip dinlensem iyi olacak. Misafir odasına değil mi?" Sancaklı kafa salladı.

 

İkimizin de konuşmasına fırsat vermeden hızla salondan çıktı. Arkasından bakarken dolan gözlerimi sildim ve burnumu çekerek ağlamamaya çalıştım. Berbat bir günün berbat saatlerindeydik. Ağlamaktan şişen ve ağrıyan gözlerim kapanmak istiyordu ama içimdeki huzursuzluğu da atmam gerekiyordu. Sancaklı ile konuşmalıydım.

 

Ona baktım. Koltuğa dayadığı koluna başını yaslamış, dışarı bakıyordu.

 

Baktığı yerleri görmediğine yemin edebilirdim.

 

Tam seslenecektim ki dudakları aralandı. Sinirlendim, ama söyledikleriyle sinirim toz olup uçtu. "Sana cinayetin 20 Haziran değil, 19 Haziran'da işlendiğini söylemiştim. Hatırlıyor musun?"

 

"Evet." diyerek çatılan kaşlarımla neden bu konuyu açtığını sorguladım. Oysa senaryo uydurmama izin vermeden devam etti. "Ben ayın 19'unda nöbetteydim. O geceyle beraber 50 saat emniyette kalmıştım. Önemli bir dosyam vardı. Ayın 19'u, eve geç saatte gelebildim. Hatta gelmeden 2 saat önce Derya ile telefonda konuşmuştum. Aynı o gün gibi, gece eve geç gelince onları uyandırmamak için sessiz olmaya özen gösterirdim. Eve girdim, etraf fazlasıyla sessizdi. Işıklar sönük ve kapılar kapalıydı. Uyuduklarını düşünüp mutfağa geçtim. Kahve içtim, yemek yedim. Hatta biraz dosya bile inceledim. Güneş doğmak üzereydi. O kadar yorgundum ki kendimi odaya nasıl attığımı hatırlamıyorum bile. Odaya girdim, güneş odanın karanlığını kırmak üzereydi. Derya-" dedi ve susarak kesilen nefesini toplamaya çalıştı. Bense anlatmak istediği şeyi fark edip, dehşetle dinliyordum. "-uyuyordu. Her zaman ki gibi yorganı üzerine çekmiş, uyuyordu. Önce ona bakmadım. Duş aldım, üzerimi değiştirdim. Düşünebiliyor musun? Yemek yedim, çalıştım, duş aldım, uyumak istedim."

 

"Cihan." dememe rağmen devam etti.

 

"Sonra yanına yattım. Yüzümü ona döndüm. Öyle özlemiştim ki, dağınık uyuyuşunu görüp gülümseyebilmek için yorganı kafasından çektim."

 

"Cihan, yeter." diyerek ellerimle yüzümü gizledim. Hıçkırıklarıma engel olamayacak kadar derinleşen ağlamam bedenimi sarsarken, saniyeler sonra kollarını bana sarışını hissettim. Aynı anda bende ona, acısını paylaşmak istercesine sıkı sarıldım. Çünkü o da benimle paylaşmak istemişti.

 

"Çok üzgünüm. Yaşadıkların için, yaşadıklarımız için. Çok üzgünüm Cihan."

 

"Bende." dedi, titreyen sesiyle. Daha sıkı sarıldım. O kadar sıkı sarıldım ki kırıklarımızdaki kanlar birbirine karıştı.

 

Başımı kaldırdım. Geri çekilip yüzüme baktığında tüm korkularımı bir kenara bırakmıştım.

 

"Cihan, bilmen gerekenler var."

 

Kaşları çatıldı. Tamamen geri çekilip bana sorgularcasına baktığında, hızla devam ettim.

"Yarın, Cihangir'i yakaladığımızda her şey bitmiş olacak. İntikamımız, öfkemiz, beraber yürüdüğümüz yol. Ayrılacağız. Belki de sonsuza kadar." dedim ve hafifçe gülerek aklımdan geçenleri kendime sakladım. Eğer bu konuşma istediğim gibi gitmezse sonsuza kadar ayrılacaktık.

 

Gülüşüm yavaşça soldu. Stresle sesim titremeye başlamıştı. "Ama ben-" derken devam edemedim. Sancaklı kaşlarını kaldırdı. "Ama sen?" diyerek devam etmemi istediğinde yere indirdiğim bakışlarımı gözlerine diktim.

 

"Ama ben senden ayrılmak istemiyorum."

 

Daha fazla konuşamadım. Zaten o da devam etmemi beklemedi. Yavaşça benden uzaklaştı ve ayağı kalktı. Korkuyla bakışlarımı yukarı kaldırıp gözlerine ulaşmaya çalıştım. "Bir şey söylemeyecek misin?"

 

Cevap vermedi. Bana bakmamaya çalışıyordu. Ne yapacağını bilemez hali içimdeki sıkıntıyı genişletirken salonun çıkışına yöneldi. Ayağı kalktım ve kırgın sesimle son kez direndim.

 

"Farkında değilsin ama her şey vereceğin cevaba bağlı. Tüm hayatım."

 

Söylediklerimle bana döndü. "İclal, ben." deyip devam etmediğinde sesindeki tereddüt bana cevap olarak yetmişti. Burukça gülümsedim. "Tamam, devam etme. Ben cevabımı aldım."

 

Bana doğru bir adım attı. Ona aldırmadan yanından geçmek istedim ama kolumdan tutup durdurdu. Gözlerime ulaşmaya çalışırken "Az önce ne demek istedin? Hayatının vereceğim cevaba bağlı olması ne demek?" diye sordu. Kolumu çekiştirdim ama bırakmadı.

 

"Artık bir önemi yok!"

 

"Önemi var! Söyle."

 

"Hayır yok! Hiçbir önemi yok. Yarından sonra bir daha birbirimizi görmeyeceğiz. Bu konuşmayı da unut! Bırak beni!" dedim ve kolumu hızla çekerek elinden kurtuldum. Hızlı adımlarla yukarı çıktım. Arkamdan geliyordu. Odaya girip kapıyı kilitlediğimde kapıya vurarak "İclal, açar mısın? Konuşalım." dedi. Bense yaşlarımı silerek "Zamanında susmasaydın belki. Ama artık konuşacak hiçbir şey kalmadı, Cihan." dedim.

 

Sustu. Israr etmedi. Yavaş adımlarla merdivenden inişini duydum.

 

Kendimi nasıl da aptal yerine koymuştum. Umutlanarak nasıl da hayal kırıklığına uğramıştım.

 

İçimdeki kedere denk bir hıçkırık döküldü dudaklarımdan. Yarının son günüm olacağını bilerek, yatağa uzandım ve dizlerimi göğsüme çekerek gözlerimi kapattım.

 

Ölüm, elimdeki tüm mutlulukları alıp kendini alıştırmıştı bile.

 

İclal İlhanlı'nın yapayalnız dünyasının son günü. Acı, kayıp dolu dünyasının son günü.

 

Son.

 

*****

 

Soğuk hava tüm kemiklerimi titretirken kabanıma sarıldım ve adımlarımı hızlandırdım. Saat sabahın dokuzuydu. Üç saattir dışarıdaydım. Ve şimdi de emniyete gidecektim. Buluşma önce emniyette olacaktı. Ardından depoya gidecektik.

 

Erkenden çıkmıştım çünkü Cihan ile yüz yüze gelmek istemiyordum. Ata'ya dışarda olduğuma dair mesaj atmıştım. Merak etmemesini söyleyip telefonumu kapatmıştım ama şimdi açmam gerekiyordu. Toplantı için ulaşmak isteyebilirlerdi. Cihangir'in ipini çekecek olmamız, dün geceyi unutmamı sağlıyordu.

 

Ona bir mektup yazmıştım. Odamdaki aynanın önünde duruyordu. Görür mü bilmiyordum, bu yüzden oraya bırakmıştım. Görürse, baktığı için görecekti. Görmezse de yaşanacakları ölümüm açıklayacaktı.

 

Çok üzüleceklerdi. Belki öfke duyarlardı. Bir söz kendi ölümün için sebep olabilir mi İclal?

 

Eğer vazgeçmem için bir nedenim yoksa evet, olurdu.

 

Neden kendine bu sözü verdin?

 

Yapayalnızdım.

 

Soğuk, ıslak yanaklarımı adeta keserken emniyet binasına girdim. Doğruca odaya çıktığımda beni gören Selim ve Esra önüme geçti. "İclal, günaydın. Baş komiserim ve Ata nerede?"

 

"Birazdan gelirler. Benim işlerim vardı o yüzden erken geldim. Akif nerede?" derken kabanımı ve atkımı çıkartıp masaya koydum.

 

"Baş komiserim onu ve Emir'i koruma altına aldırdı. İkisi de farklı odalardalar. Seni götüreyim istersen."

 

"Olur, teşekkürler." dediğimde kafa salladı ve benimle beraber odadan çıktı. En üst kata çıktık. Tam tamına beş koruma kapısı geçtik ve Akif'e ulaştık. Selim'e dönüp "Bizi yalnız bırakır mısın?" dediğimde başta tereddüt etti. Ama ricam altında kıvrandı ve "Sadece beş dakika. Bu adamla tek kalmamanızı baş komiserim özellikle söyledi." dedi. Burukça gülümsedim. Kafa salladığımda korumalarla birlikte odadan çıktılar. Elleri ve ayakları kelepçeli Akif'e döndüm.

 

Yorgun ve bıkkın bakışlarını bana dikti. "Hayatımızı mahvettiniz." Ses tonu suçlayıcı çıkmaktan çok, bir durumu açıklamak istermiş gibiydi. Hızla cevap verdim. "Sizde bizim."

 

"Sen gelmeden önce bir düzenimiz vardı. Cihan komiser acısıyla yaşarken sen gelip onu ayağa kaldırdın. Bizi görmesine sebep oldun."

 

"Siz gelmeden önce bir ailemiz vardı. Sevgimizle yaşarken siz gelip acı saçtınız. Sadece acı. Şimdi beni mi suçluyorsun?"

 

Sustu. Cevap vermeden önüne döndü ve bakışlarını yere dikti. "Öleceğim. Cihangir ne olursa olsun beni öldürecek. Bu korumalar faydasız. Kabullendim. Ama bilmeni istediğim bir şey var. Katil, Cihangir değil. Onun aracısı, Gölge."

 

Ölmeden önce itiraf etmek istemiş olmalıydı. Başımı yana eğerek sırıttım. "Biliyorum."

 

Şaşkınlıkla kafasını kaldırdı. "Nasıl yani? Nereden biliyorsun?"

 

"Emir ile konuşurken bana bazı ipuçları verdi. Ben de kendi bulduklarımla birleştirince anladım. Cihan'ın ailesinin katili Gölge."

 

Akif yavaşça doğruldu. "Sadece Cihan'ın ki değil." dediğinde, göğsümde bağladığım kollarım çözüldü. Dudaklarım aralanırken çınlayan kulaklarımla gözlerimi kapadım. Benim ailemi de mi o öldürmüştü?

 

Gözlerimden düşen bir yaşla "Hayatımızı mahvettin. Ama bizde seninkini mahvettik. Özür dilememin şu an sana aşırı saçma geleceğini biliyorum. Doğrusunu istersen özür dilemek de istemiyorum. Sadece, hayatımda daha önce hiç, bir gerçeğin peşinden bu kadar ölesiye koşanı görmemiştim. Bu yüzden bil istedim. Ailenin katili Gölge. Gerçek adı Alp Gürkan. Ata Erdinç'in, ölen üvey kardeşi olarak bildiği adam. Aslında, 1999 senesindeki Cihangir'in kız kardeşinin oğlu. Cihangir, kız kardeşi ölünce Alp'i Harun'un yanına yerleştirdi. Ata'da bu yüzden onu kardeşi sanıyor. Hakkında tüm bildiklerim bunlar. Belki ismi işinize yarar. Ne bileyim? Araştırın işte." dedi ve bakışlarını benden alıp önüne çevirdi. Burnumdan aldığım nefes yetmediğinde dudaklarım aralandı. Zorlukla konuştum. "Neden? Neden yardım ediyorsun?"

 

"Seni Cihan'a neden ifşa etmedim, biliyor musun?"

 

Kafamı olumsuzca salladım. "Çünkü Cihangir istemedi. Seninle başka bir planı olduğunu ve kendisine lazım olduğunu söyledi. Ama artık Cihangir yok. Onun istekleri yok. Sadece ben kaldım. Tek başımayım. Ve ne istersem onu yapacağım. Sana yardım edeceğim. İntikamını almana yardım edeceğim."

 

"Sen Ata'nın annesini öldürdün. Bizim ailelerimizin katiliyle daha düne kadar dosttun. Şimdi yardım ediyorsun diye seni affedecek miyim?"

 

"Az önce de dediğim gibi. Ben hala aynı adamım. Affetmeni beklemiyorum. Özür dilemek de gelmiyor içimden. Ama sen, doğruları hak ediyorsun. Kazanmayı hak ediyorsun. Anladın mı?"

 

Yaşlarımı silerek güçlü durmaya çalıştım. Hırsla kafa salladım ve "Anladım. Aklımdaki sorular cevaplandığına göre, ben artık çıkayım. Sana da geri kalan hayatında iyi bir adam olmanı öneriyorum. Herkes ikinci bir şansı hak eder." dedim.

 

Ne olursa olsun, ne yapılmış olursa olsun, herkes ikinci bir şansı hak ederdi.

 

"İyi adam olabileceğim bir hayatım olmayacak." dedi ve yüzündeki gülümsemeyle kafasını arkaya yatırıp gözlerini kapattı.

 

Cevap vermedim. Arkamı döndüm. Bir kaç adım atmıştım ki durdum ve omzumun üzerinden ona baktım. Bana bakıyordu.

 

"Biliyor musun? Benim de olmayacak. Ama ben nasılsa bu dünyadan toz olacağım diye insanlara kötülük yapmadım. Suçsuz yere kimseyi öldürmedim. Aramızdaki fark bu. Yanımda ki kim olursa olsun, ben kötülüğü seçmedim."

 

*****

 

Odaya girdim. İçimi kaplayan hırs gözlerimi karartmıştı. Alp'in boğazına çökmek için sabırsızlanıyordum.

 

Ben kafamda plan kurarken Ata ve Cihan içeri girdi. Cihan'ın bakışları hızla beni bulurken kızgın bir ifadeyle "Neredesin sen sabahtan beri?" diyerek yanıma geldi. Gözlerimi devirip cevap vermedim. Yanıma yaklaştı. "İclal. Ne olacak böyle? Birbirimizi görmezden mi geleceğiz?"

 

Gözlerine baktım. Hiç uyumadığını belli edercesine kızarmıştı. "Gölge. Gerçek adı Alp Gürkan. Hem senin hem de benim ailemin katili. Bugün yakalayacağımız adamın, Cihangir'in kuzeni. Onları aldığımız da her şey bitmiş olacak. Her şey Cihan, anlıyor musun?"

 

Sorduğum soruyla afalladı. Yüzü daha da asılırken yavaşça benden uzaklaştı. Cevabını almış olmalıydı.

 

Odadan çıktığında bizi izleyen Ata yanıma geldi. "İclal?" Gözümden düşen bir damla yaşla endişeye kapıldı. "Ne oldu İclal? İyi misin? Niye ağlıyorsun?"

 

"Aptallığıma." dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. Hiçbir şey söylemeden bana sarıldığında bende ona sarıldım. "Onu seviyorum Ata."

 

"Biliyorum."

 

"Ama onun için hiçbir anlamı yok." Benden ayrılıp yüzüme baktı.

 

"Nereden biliyorsun?"

 

"Dün onunla konuştum. Bana cevap bile vermedi. Anlamı olsa verirdi, değil mi?"

 

"Belki de kendine itiraf edemiyordur. Ailesini yeni kaybetti İclal. Bu onun için çok zor. Biraz zaman versen-"

 

"Sana bencilce gelecek belki ama, benim böyle bir zamanım yok Ata." derken yorgunluğum sesime yansımıştı. Ata hiçbir şey söyleyemeden bakışlarını yere indirdi. Ardından "Cihan anlattı. Alp meselesini yani." dedi. Sesinde kabullenmişliğin verdiği bir sakinlik vardı. Kafamı salladım. "Senin için üzgünüm. Onu kardeşin biliyordun."

 

"Ben üzgün değilim. Daha doğrusu ne hissedeceğimi bilmiyorum. Tek bildiğim, en yakın arkadaşımın ailesini öldürmüş olan birine öfkeden başka bir şey hissedemediğim."

 

Sessiz kaldım. Burnumu çekerek yaşlarımı sildim ve "Ne zaman çıkacağız?" dedim. Saatine baktı. "Biraz sonra."

 

İçeri giren Cihanla bakışlarımızı ona çevirdik. Bana bakmıyordu. "Hadi, çıkıyoruz."

 

Ata bana dönüp kafa salladı ve Cihan'ın arkasından ilerledi. Bense düşüncelerime gülümsedim, acıyla.

 

Bugün bakmaktan geri durduğu gözler, yarın kapalı olacaktı.

 

*****

 

"Herkes yerini korusun! Operasyon başlıyor. Cihangir mekana giriş yaptı."

 

Heyecanla kafamı kaldırdım ve görmeye çalıştım. Siyah, büyük bir araba binanın önünde durdu ve kapıları açıldı. İçerinden çıkan korumalar arasında daha önce hiç görmediğimiz Cihangir'i ve Alp'i aradım.

 

"Akif, Cihangir'in gizleneceğini söylemişti. Bunca kişinin arasında ne yapacak?" Denilen dakikalarda tüm korumalar hareketlendi. Ceplerinden çıkarttıkları siyah göz bantlarını taktılar ve karşı karşıya durdular. İçlerinden sadece biri bandı indirdi. Zaferle "İşte!" dedim.

 

"İşte Cihangir!"

 

Herkes ona odaklanırken yanına gelen bir adamla gözlerimi kısarak kim olduğunu anlamaya çalıştım. Benden önce Cihan ve Ata, aynı anda öfkeyle konuştu. "Alp!"

 

"Hadi girelim artık! Neyi bekliyoruz?" diyerek hareketlendim. Yanımızdaki grup başkanı sinirle "Dur durduğun yerde. Ben emir vermeden kalkmayacağız." dedi. Benden rahatsızdı çünkü hiçbir vasfım olmamasına rağmen buradaydım. Arada Cihan olduğu için bir şey söyleyemiyorlardı.

 

Kafa sallayarak onlara uydum. Senelerdir hayalini kurduğum şey gerçek olacaktı. Hiçbir aksilik çıksın istemiyordum.

 

Bir kaç dakika geçti. Hala yüzünü seçemediğim Cihangir, önüne serilen malları kontrol ediyordu.

 

Sonunda, başkan Cihan'a "Başlıyoruz." dedi ve her şey bir an da gerçekleşti. "Teslim olun!" anonsları ile birlikte mekana giren onlarca adam arasında yerimi aldım. Cihan'ın arkasında koşarken bir elim belimdeydi. Az çok yüzünü görebildiğim Cihangir aceleyle binaya girdi. Alp'te yanındaydı. Gözleri kapalı olan korumalardan hızlı olanlar, etkisiz hale getirilmeden geri çekilip ateş açtıklarında Cihan üzerime kapanıp beni konteynerlerin arkasına çekti. "Burada dur! Ben Cihangirlerin arkasından gideceğim. Sen sakın ayrılma buradan, tamam mı?"

 

Kafa salladım. Hızlı kabullenişime inanmamış olmalı ki "Söz ver." dedi. Sinirle "Söz. Hadi git ve yakala şunları." diyerek onu ittim. Bana son kez bakıp koşarak binaya girdi. Gözden kaybolduğunda bende aynı yoldan koşmaya başladım. Günün sonunda yok olacağım için verdiğim sözü tutmama gerek yoktu.

 

Binanın içinde kimse yoktu. Asıl çatışma dışarıdaydı. Binanın uzun koridoru bitince orta bahçeye çıktım. Tam o sırada en sağ kapıdan giren Cihan gözüme çarptı. Bağırarak durmaları gerektiğini söylüyordu. Tüm gücümle arkasından koştum. Silah sesleri gittikçe azalıyordu. Elinden kaçırmış olma ihtimalini düşünmek istemezken yeniden Cihan'ı gördüm. Sırtını duvara vermiş, kurşunlardan korunarak ateş ediyordu. Karşısında Cihangir ve Alp vardı. Hayatımızı yok eden iki insan. Ölmesi gereken iki insan.

 

Hırs ve öfkeyle geldiğim yere koştum. Bu sefer sol kapıyı kullanıp ilerledim. Bir süre sonra tam önümde, sırtları bana dönük iki kişi duruyordu. Onların hedefindeyse sevdiğim adam vardı. Kafasını çıkarttığı yerden beni görüp dehşete kapılan adam.

 

İşaret parmağımı dudağıma yasladım. Kafasını iki yana salladı. Silahımı havaya doğrultup bir el ateş ettim. Korku dolu suratlarıyla bana döndüler. Cihan koşarak yanımıza geldi. "Atın silahları!" diye bağırdığında Alp savunmaya geçti. "İkiye ikiyiz. Bizi tehdit etme. Kendi canımı hiçe sayar, seninkini öldürürüm." dedi.

 

"İndir silahını! Ona zarar verirsen seni elimden kimse alamaz Alp."

 

"Üzgünüm Cihan. Böyle olmak zorunda."

 

Onlar konuşurken ben, şaşkınlıkla sendeledim. Karşımdaki Cihangir denilen adam, bana bakarak göz kırptı. Zar zor konuştum.

"Fikret?"

 

"Merhaba İclal. Görüşmeyeli nasılsın?"

 

"Sen! Nasıl olur? Bunca zaman? Sen miydin?"

Gülümseyerek karşılık verdi. "Nasıl ama? Yüzümü gizlemediğim tek kişilik. Çok zekice değil mi? Tabii bunu kimse bilmediği sürece."

 

"Adice!" Nefretle çıkan sesim karşısında gülümseyişi soldu. Donuk bakışlarıyla bana bakmaya devam etti.

 

"Neden?" derken sesim titremişti. Fikret'in, yani Cihangir'in, donuk ifadesi hızla sinsi bir sırıtmaya döndü. "Küçük kızımız İclal. Çok yol katettin. Seni tebrik ediyorum. Ölmeden önce gerçek kimliğimle yüz yüze gelebilmemize sevindiğimi de ayrıca belirtmek istiyorum."

Dalga geçmek bir yana dursun gerçekten de sevinmiş gibiydi.

 

Yüzümü buruşturdum. Çatılan kaşlarımla içimdeki tüm öfkeyi haykırdım. "Ne saçmalıyorsun sen? Ne tebriği? Ne yolu? Hayatımı mahvettin!"

 

"O da benimkini mahvetti. Kısasa kısas."

 

"Kimden bahsediyorsun?" dedim, öfkemin arasına karışmış bir şaşkınlıkla. Neyin karşılığıydı bu?

 

Cihangir sinirlenmişti. Aniden çatılan kaşları ve sıklaşan nefesiyle anlamıştım. Alp hızlıca müdahale etti. "Sakın Cihangir. Ona bu iyiliği yapma."

 

 

 

Alp'e baktım. İki aileyi de paramparça eden katile. Orada, iki çocuğu hiç acımadan öldürebilecek acımasızlığı gördüm. Omuzlarım acıyla çökerken kendi kardeşim aklıma geldi. O da daha çok küçüktü. Ve onu da hiç acımadan öldürmüştü. Benim annemi, Cihan'ın karısını öldürmüştü. O düpedüz bir katildi.

 

 

 

Omuzlarım öfkeyle yükseldi. Ona doğrulttuğum silahımı daha sıkı kavradım. Cansız bedenlerini yere sermek için sabırsızlanan, ağzı kan içinde bekleyen bir canavar gibi hissediyordum. Korkunç tarafı, o canavarı senelerdir ellerimle besliyordum. Ama hala, oldukça açtı. Hırsım çoğaldı. Onları öldüreceğim.

 

 

 

"Ecevit'ten mi bahsediyorsunuz?" Cihan, meydan okuyan sesiyle araya girdi. "Bilmiyor muyum sanıyorsun? Nasıl bir çukura battığınızı fark etmedim mi sanıyorsun? Hem de kendi kazdığınız çukura."

 

"Blöf yapıyorsun!" diyen Alp, korkuyla Cihangir'e baktı. Tam o an, silahımı eline doğrultup ateş ettim. Acıyla bağırarak silahını bıraktığında Cihangir beni hedef aldı. O an Cihan, ona da aynısını yaptı. İkisi de acıyla dizlerinin üstüne çöktüğünde "Blöf yapıp yapmadığımı hücredeki günleriniz de düşünürsünüz." diyen Cihan'a "Ne döndüğünü bana da anlatacak mısın artık?" diye sordum. Sıkıntılı bakışlarını bana çevirdi. "Bunu bilmeyi en çok sen hak ediyorsun. Sabret. Şunları alalım, anlatacağım." dedi. Kafa sallayarak cebinden kelepçeyi çıkarışını izledim.

 

 

 

Kelepçeyi çıkardı. Bir adım atmıştı ki, durdu. Ona baktım. Bakışları Alp'e kenetlenmişti. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, Alp'i yere serip üzerine çıktığında, yaptığım tek şey hareketsizce onu izlemekti.

 

 

 

 

 

"Şerefsiz!" Bağırışı, içinde biriken öfkenin yansıması gibiydi.

 

 

 

Alp'in yüzü kan içinde kaldı. Cihan'ın yüzüne sıçrayan, üstüne bulaşan kanlarsa çoğalmaya devam ediyordu. Onu durdurmazsam Alp ölebilirdi.

 

 

 

 

 

Onu durdurmayacaktım.

 

 

 

 

 

Alp'in bilinci gidip gelmeye başladığında, yakalarından tutup kaldırdı. "Biz sana güvenmiştik lan! Oğlum seni 'amca' diyerek seviyordu. Derya, bebeğimiz yeni doğmuşken sana emanet ediyordu. Onlara nasıl kıydın lan? Şerefsiz! Günler önce uyuttuğun çocuğu gelip nasıl öldürdün?"

 

 

 

Alp cevap vermedi. Sessizce, yarı açık yarı kapalı gözlerinin ardından ona baktı. Sadece baktı. Yaptıklarının bir açıklaması olamazdı da zaten.

 

 

 

 

 

Cihan yakasından ittirip üzerinden kalktı ve sert bir tekmeyi boşluğuna geçirip "Şerefsiz it!" diyerek bana döndü. Nefes nefese, acıyla dolmuş gözlerini gözlerime dikti. Ağlamamaya çalıştığını fark ettiğimde yavaşça ona yaklaştım. Yüzünden akıp yakasını boyayan kanları avucumun içiyle silmeye çalıştım. "Artık bitti." Fısıldayışım, gözlerini kapatmasına sebep olduğunda, beni görmüyorken acıyla yüzümü buruşturdum. Bir anda elimin altından kaçıp arkasını döndü. Ve içindeki tüm nefesle haykırdı. Haykırışında öfke vardı.

 

 

 

 

 

Tüm bunların üzerinden sadece birkaç dakika geçti. Ben Alp ve Cihangir'i izlerken Cihan diğerlerine ulaşmaya çalışıyordu.

 

 

 

Sonunda, onları yakalamıştık. Ailelerimizin katillerini yakalamıştık. Elleri kelepçeli, acıyla kıvranarak karşımızda diz çökmüşlerdi. Çaresizce Cihan'ın hala çatışmada olan polisleri arayışını izliyorlardı. Biraz da olsa azalan acımla gülümsedim. "Nasıl bir his?" diye sorduğumda ikisi de bana baktı.

 

"Çaresizlik nasıl bir his?"

 

"Çaresiz olduğumuzu kim söyledi?"

 

"Hala kuyruğu havada tutmaya çalışman göz yaşartıcı Alp. Biraz sahibin gibi yap. Kork."

 

"O korkar, ben sakinleştiririm. O dağıtır, ben toparlarım. Bu hep böyleydi. Hala da böyle İclal. Bence sen kendi can sağlığını düşün. Mesela buradan kaçarak kendine bir iyilik yap. Ailenden sonra Cihan'ın da ölüşüne şahit olman, delirmene sebep olur."

 

Son söyledikleriyle kaşlarım çatıldı. Cihan'a baktım, telefonla Ata'ya ulaşmaya çalıştığı için söylenenleri duymamıştı. Alp ise sırıtıyordu. Arkamdan gelen seslerle hızla silahımı kaldırdım. "Kim var orada?" Cihan'da hızla bana döndü ve baktığım yere yöneldi. "Ne oldu İclal?"

 

"Ses duydum. Dikkatli ol Cihan. Koru kendini."

 

"Ne koruması İclal? Ne oldu?"

 

"Olanı anlatayım." diyen Alp ile hızla onlara döndük. Bir adam arkalarına geçmiş, kelepçelerini çözüyordu. Cihan bağırarak "Kaldır ellerini! Bırak onları!" dedi ama umursamadılar. "Oyun bitti Cihan."

 

Cihangir ve Alp ayaklandığında ensemde bir acı hissettim. Elim boynuma giderken gözlerim kapanıyordu. Cihanla beraber yere düştük. Son hatırladığım bir kadının üzerime eğilerek "Merhaba İclal. Ben Sıla Akın. Tanıştığımıza memnun oldum." demesiydi.

 

 

Loading...
0%