Yeni Üyelik
15.
Bölüm

13. Bölüm (Kaybedilmiş Bir Hayat)

@betulbasndrglu

Gecenin karanlığı beyaz bir ışıkla deliniyordu. Yürüyordum. Adımlarım yorgundu ama yürümeyi bırakmıyordum. Işığa ulaşmaya çalışıyordum.

 

Işık büyüdü. Beni içine alacak kadar yaklaştığında bir ses duydum.

 

"İclal! Uyan!"

 

Derin bir nefes alarak gözlerimi araladım. "Cihan?"

 

"Buradayım. Korkma, yanındayım."

 

"Neler oluyor? Neredeyiz?"

 

"Bilmiyorum. Bende az önce kendime geldim." diyerek etrafına baktı ve ayaklandı. Bense nefesimi toparlamaya çalışıyordum. Ensemden akan terle irkildim ve kollarımı kendime sardım.

 

"Kimse yok mu?" diye bağıran Cihan ile kafamı kaldırdım ve bende etrafıma baktım. Demir parmaklıklar ardında bir odadaydık. Küçücük, izbe bir yerdi.

 

Kapı sesiyle ayaklandım. İçeri giren kadınla Cihan beni arkasına aldı. "Sonunda kendinize geldiniz. Biz de acaba ilacı fazla mı verdik diye düşünüyorduk."

 

Cihan onu umursamadan konuştu.

 

"Sen kimsin? Cihangir nerede? Yine korkup deliğine mi saklandı?"

 

"Sıla Akın! Derya'nın günlüğünde bahsettiği kadın." dedim, nefretle. Cihan irileşen gözleriyle bana baktı. Ardından Sıla'ya dönerek "Cihangir ile Derya arasındaki aracı sensin." dedi, sesinde öfkeyle karışık şaşkınlık vardı.

 

"Karımın ve çocuklarımın ölümüne karar veren sensin."

 

"Üzgünüm. Hiçbirimiz böyle olsun istemedik. Derya kendini nasıl bir tehlikeye attığının farkındaydı. Buna rağmen durmadı. Biz de duramazdık."

 

Cihan duyduklarıyla kaskatı kesildi. Elleri yumruk şeklini alırken zar zor konuştu. "Ailemi yok ettiniz. Savunmanız bu mu?"

 

Sıla cevap vermedi. Umursamazca omuz silktiğinde, acıyla duraksayan Cihan için ben devam ettim. "Kes sesini!"

 

Sıla gülerek bana baktı. "Onun için yapamayacağın bir şey yok değil mi İclal? Çok yazık. Karşılığını göremeden öleceksin."

 

"Neyse ki sen o günleri göremeyeceksin."

 

Beni başından savuştururmuş gibi elini salladı ve telefonunu çıkartıp ekranına baktı.

 

"Cihangir ve Alp ellerine açtığınız yaralar için tedavi oluyor. Sonrasında buraya gelecekler. Son misafirimiz de geldiğinde bu hesap kapanacak."

 

 

"Siz ölmeden bu hesap kapanmayacak." dedim, bağırarak. Artık Cihan'ın arkasında değil, yanındaydım.

 

 

Sıla güldü. "Tehditler savurmak yerine misafirin kim olduğunu sormanı beklerdim. O eski, sorgulayıcı tavrından eser yok. Baştan aşağı öfkeyle dolusun."

 

 

Kahkaha attım. "Neden acaba? Bir türlü canınızı alamadığım için olabilir mi?"

 

 

Söylediklerimle yüzü düşen Sıla, Cihan'a döndü.

 

"Harun'u kimin öldürdüğünü biliyor musun?"

 

Cihan'ın kaşları çatıldı. Yavaşça "Şu an hapiste-" derken Sıla lafını böldü.

 

"Hayır, yanında."

 

 

Başımı eğerek gözlerimi kapattım. Bu anın geleceğini biliyordum. Cihan'ın bakışlarını üstümde hissettiğimde derin bir nefes alarak konuştum. "Özür dilerim, seni hayal kırıklığına uğrattığım için."

 

 

Sessiz kaldı. Gözlerimi açıp yüzüne baktım. Kızmamıştı. Sadece şaşırmıştı. "Doğru muydu? Ailenin ölümüyle ilgisi olan herkesi öldürdüğün."

 

 

Başımı salladım. Sıla'nın sözleri aramıza girdi.

 

"Bu güne kadar İclal'i gizlememiz boşunaydı. Bunu Cihangir'e anlatamadım. Ama madem bugün hepiniz öleceksiniz, birbirinizden nefret ederek ölmenizi tercih ederim."

 

 

Cihan durdu, ardından Sıla'ya dönerek "Ondan nefret ettiğimi mi sanıyorsun?" dedi. Şaşkınlıkla yüzüne baktım.

 

 

"Hem de Harun'u öldürdüğü için? O şerefsiz için İclal'i harcar mıyım sanıyorsun? Ne kadar da aptalca." Sıla amacına ulaşamadığı için sinirlendi. Saniyeler içinde cebinden çıkardığı silahı bana doğrultup ateş etti. Ani hareketiyle acıyla haykırdım. Cihan korkuyla bana döndü ve yere düşmeden yakaladı. "İclal!"

 

 

Kurşun üst kolumu sıyırmıştı. Akan kanla elimi bastırdım. "İyiyim. Korkma iyiyim."

 

 

Cihan öfkeyle bağırdı. "Seni öldüreceğim. Duyuyor musun beni? Yemin ederim seni öldüreceğim. İclal'in Harun'u öldürdüğü gibi hem de. Teker teker yok edeceğim sizi."

 

 

Sıla silahını beline sokup "Ecevit geldiğinde biz değil siz yok olacaksınız." dedi. Ardından odadan çıkıp kapıyı kapattı.

 

 

Cihan'a tutunarak dizlerimin üstüne çöktüm. O da yanıma eğildi.

 

 

Öfkeyle bağırarak elini yere vurduğunda "Sakin ol. İyiyim ben." dedim. Nefesimi toplamaya çalışarak konuşmam iyi olmadığımı gözler önüne seriyordu. Cihan bana baktı. "Özür dilerim. Benim yüzümden yaptı. Ben sinirlendirdiğim için."

 

 

"Amacına ulaşamadığı için yaptı. Kendini suçlama."

 

 

Kafasını iki yana sallayarak ceketini ve gömleğini çıkardı. İçindeki tişörtü de çıkarttığında siyah sporcu atletiyle kalmıştı. Titrerken "Üşüyeceksin." dedim. Oralı olmadı bile. Tişörtü yırtıp uzun bir bez parçası haline getirdi ve koluma sarmaya başladı. Düğüm atmadan önce yüzünü buruşturarak "Canın çok acıyacak." dedi. Gülümsedim. "Önemi yok. Yap hadi."

 

 

Nefes nefese duraksadı. Elimi koluna koydum. Bana baktığında gözlerinin dolduğunu farkettim. Buruk bir gülümseme dudaklarıma yerleştiğinde "Hadi." dedim. Sertçe iki yandan çekip kolumu sıkıştırdığında çığlığım odanın duvarlarına sindi. Derin nefesler alarak gözlerimi kapattım. "Kapatma gözlerini. Bana bak, İclal. Kapatma gözlerini."

 

 

"İyiyim ben."

 

 

"İyiyim deyip durma. Değilsin. Kan kaybediyorsun, canın acıyor. Ağla, bağır, çağır. Ama bunu yapma. Sessizlik içinde, çektiğin acıyı benden gizleme."

 

Sitemle çıkan sesiyle gözlerimi açtım. Bir damla yaş, ardından hıçkırıkla geldiğinde ellerini yüzümde hissettim. Yorgunlukla yanağımı eline yasladım. "Özür dilerim Cihan."

 

 

"Sen neden özür diliyorsun?"

 

 

"Harun-" derken beni susturdu. "Özür dileme. Buna gerek yok."

 

Kaşlarım çatılırken burnumu çektim. "Ciddi misin sen?" Kararlılıkla kafasını salladı.

 

 

Bu tavrının arkasındaki ciddiyetle emin oldum. Eğer polis olmasaydı onun da yapacakları benimkinden farklı olmayacaktı. Ama kendine göre kuralları vardı.

 

Benim için en büyük ve tek bir kural vardı.

 

Acımayana acınmaz. Bu kadar basitti.

 

Keşke bedeli de bu kadar basit olsaydı.

 

Alnımdan akan teri silmek için elimi kaldırdım. Öyle çok terlemiştim ki rahatsızlığı acıma karıştı.

 

Elimi cebime soktum. Cihan beni izliyordu. Peçete bulma umuduyla soktuğum elimi bir kağıt parçasıyla çıkarttım. "İnanamıyorum!"

 

"Ne oldu? O ne?"

 

"Harun'dan aldığım işbirlikçi listesi. Bunu tamamen unutmuşum. Onca şeyin arasında tamamen aklımdan çıkmış. Böyle bir aptallığı nasıl yaparım?" Pişmanlıkla sızlandım. Belki de bu isimleri bilseydik başımıza bunlar gelmeyecekti. Cihan kağıdı elimden aldı.

 

"Alp Gürkan, Sıla Akın, Emir Aydın, Akif Kara, Ahu Deniz, Mahir Işık."

 

"Herkesin ismi yazılıymış. Ben bunu unutmasaydım şu an burada olmayacaktık." derken hayretle gözlerim büyüdü. Cihan kağıdı cebine koydu ve "Olan oldu artık. Buradan nasıl kurtulacağız onu düşünelim. Yeteri kadar vakit kaybettik." dedi. Sesine öfke hakimdi.

 

Öfkesi bana mıydı yoksa içinde bulunduğumuz duruma mıydı bilmiyordum.

 

 

Gözlerimi sıkıca kapayıp açtım. Haklıydı. Bu yaptığım aptallığa daha sonra sinirlenecektim. "Sıla, 'Ecevit geldiğinde öleceksiniz' dedi. Onunla ne alakası var. Bana anlatacaktın-" derken lafımı böldü.

 

"Sence sırası mı?"

 

"Elimiz kolumuz bağlı. Buraya hapsolduk. Aklına daha iyi bir şey geliyor mu?"

 

Yüzüme baktı. Kaşları çatık halde düşündü. Aniden bir şey hatırlamış gibi doğruldu ve elini botuna yöneltti. "Çakım burada olmalıydı." derken diğer botuna da baktı. Hiçbir şey bulamadı. "Bunu düşünecek kadar akıllılar." dediğimde sinirle arkasına yaslandı ve "Böyle çaresizce beklemek beni deli ediyor." dedi.

 

"Bir yolunu bulacağız. Bu defa onlar kazanmayacak. Buna inan."

 

 

Dizlerini kendine çekip başını yasladı ve bana baktı. "Cihangir dosyasını Alp'in gerçek kimliğini öğrendikten sonra bir daha inceledim. Ama bulduklarımın Alp'le bir alakası yoktu. Cihangir'in suçlarını itiraf etmek gibi bir zaafı var." derken lafını böldüm. "Biliyorum. Harun anlattı. Bütün suçlarını üstlenir ama asla yakalanmaz." derken sözler ağzımdan tükürürcesine çıkmıştı. Başını salladı. "Bu yüzden dosyasında işlediği tüm suçların kayıtları vardı. Son incelememde daha önce gözüme çarpmayan bir detay buldum. Bu özellikle Ecevit'i Türkiye'ye çekmeye çalıştıklarını öğrendikten sonra oldu. Onu buraya çekmek istiyorlar çünkü geldiği anda Cihangir'in kız kardeşini öldürmekten tutuklanacak. 23 yıl öncesinin suçundan. Sana anlattıklarımı hatırlıyor musun? O olaydan beri Ecevit kaçak. Buna mecbur bırakıldı. Ve ben dosyada bir yer buldum. Cihangir'in yanlışlıkla, 23 yıl önce olanların Ecevit'le alakası olmadığını söylediği bir yer. Kendi örgütlerine bağlı bir katliam olduğunu söylüyor. Babasının katliamı olduğunu, 'Babam amacıma ulaşmak için kendi kardeşini öldürdü.' diyerek ağzından kaçırmış. Örgütle bağ kurmamızdan, bunu fark etmemizden korktuğu için elimden dosyayı almaya çalıştı. Ve korktuğu oldu. Bunu fark edince ilk işim savcılıkla konuşmak oldu. Gece siz uyurken gittim." dedi ve duraksadı. Aklıma o gece yaşadıklarımız, itirafım geldi. Onun da hatırladığına emindim. Biraz bekleyip devam etti. "Bunu fark edince her şey kendiliğinden geldi. Ecevit'in gerçek kimliğini çözdüm."

 

 

"Kimmiş?" diye sordum, söylemeye tereddüt edince. Gözlerime bakmaya çekindiğinde daha da endişelendim. "Cihan söylesene. Kimmiş?"

 

"Baban."

 

 

"Ne?" diye sorarken sesimde saf bir şaşkınlık vardı. "Babam mı?"

 

 

"Evet. Tüm bunlar annen ile Ecevit evlendikten sonraki hafta yaşanmış. Ecevit kaçmak zorunda kaldığında annen sana hamile olduğunu öğrenmiş. Ama onun iyiliği için bir şey söyleyememiş. Eğer söylerse onu bırakmayacağını, kurtulamayacağını biliyormuş. Ecevit gittikten sonra üzerindeki suçlamayı kaldırmak için savaşmış. Bulaşmaması gereken insanlara kafa tutmuş. O zaman ki Cihangir öldüğü için işler kontrolden çıkmış. Ve sonra şimdiki Cihangir'e ulaşmış. O da babasının izinde olduğu için-" dedi, kısık sesiyle. Devamını ben getirdim.

 

 

"Bu yüzden öldürülmüş. Ailem bu yüzden öldürülmüş."

 

 

Haykırmak istiyordum. Hayat diye bir yalanın içinde yaşamıştım. Öldü sandığım babam aslında bir yalandı. Gerçek babamsa buraya, ölümüne geliyordu.

 

"Sen tüm bunları nereden biliyorsun?"

 

"Ecevit beni aradı."

 

"Nasıl?" diye sorarken kekelemiştim. "Cihan şunu düzgün anlat. Kafayı yiyeceğim."

 

"Ecevit'in burada olanlardan haberi var. Hatta şu an bu binanın etrafında bile olabilir. O seni hiç bırakmamış. Yaptıklarından hep haberdarmış. Ben savcılıkla konuştuktan sonra bana ulaştı. Buraya gelip seni kurtaracağını söyledi. 'İntikamımızı beraber alacağız.' dedi. O burada İclal. Burada!"

 

 

Gürültülü kapı sesiyle bakışlarım demirliklerin ardına kaydı. Birisi adeta kapıyı tekmeliyordu. Kapı açıldı, yabancı bir adam, nefes nefese içeri girdi. Ayağı kalktık. Cihan benden önce davrandı. "Ecevit Saraçlı?"

 

Adam demirliklere yaklaştı. Elindeki anahtarla kilidi çözerken Cihan'a gülümsedi. "Hayır. Saraçlı değil, İlhanlı."

 

 

İlhanlı...

 

 

"Baba?" diye fısıldadım.

 

Bakışları hızla bana döndü. Sesinde ki anlayamadığım tonla "Kızım?" diye öne atıldı.

 

Bana sarıldığında ben hala şoktaydım. Kolumdaki acıyı unutmuştum. Elini enseme yaslayıp başımı omzuna yatırdı ve saçlarımı okşadı. "Kızım benim. İclal'im!"

 

 

Geri çekildim. Aklımda dönüp duran tek bir cümle vardı. Ve bu cümlenin gerçeklik payı beni dehşete düşüyordu. "Eğer kaçıp gitmeseydin, burada durup suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışsaydın belki de ailem hala yaşıyor olacaktı." Bakışlarını kaplayan hüzünle ellerini çekti. "Yapamazdım."

 

 

"Neden? Zor mu olurdu? Kaçmak daha mı kolay geldi?"

 

 

"Denedim. Olmadı. Bilmediğin şeyler var."

 

 

Bozulan sinirimle bir kahkaha attım. "Bak sen şu işe. Yalandan ibaret olan hayatım da bilmediğim şeyler varmış. Vay be."

 

 

Cihan "İclal." diyerek uyaran bir ses tonuyla konuştuğunda sinirle "Bildiğim tek bir şey var. Sen yirmi üç sene boyunca kaçakken ben burada, on üç senedir ailemin intikamı için savaşıyorum. Bana gelip kaçmaktan başka çarem yoktu diyemezsin. Ailem senin yüzünden öldürülmüşken, hayatım senin yüzünden mahvolmuşken bunu diyemezsin." dedim. Ağlamaya başladım, açtığı kapıdan dışarı çıktım. Peşimden gelerek "Cihangir hala dışarıda, dur." diyerek kolumdan tuttu. Hızla kolumu çektim. Cihan eliyle beni yanına çektiğinde kafamı omzuna koyarak "Yanımda dur, lütfen." diye fısıldadım. Kolunu belime sardı. Cümlemin altında yatan anlamı biliyordu. "Yanındayım, sakin ol." diyerek saçlarımı öptü. Hıçkırdım.

 

 

Ecevit kısa süren sessizliği bozdu. "Adamlarım dışarıda çatışıyor. Cihangir köşeye sıkıştı. Gidip bitirelim şu işi."

 

Cihan'ın sakinleştirici kollarından çıktım. "Senlik bir şey yok. İntikamımızı biz alırız." dediğimde sinirlendiğini gördüm. "O benim karımı öldürdü."

 

 

"Arkanda bırakıp kaçtığın karını. Benimse annemi, kardeşimi."

 

"Onu arkamda bırakmadım. Sadece, yanıma alamazdım. Nereye gittiğimi bile bilmiyorsun."

 

"Umurumda değil." dedim ve Cihan'a dönüp "Hadi gidelim." dedim. Bir bana bir de Ecevit'e bakıp kafa salladı ve kapının yanında duran masadaki silahlarımızı aldı. Bıçaklarımı bana verdiğinde "Fazladan silah var mı?" diye sordum. Masanın yanına gidip çekmecesini açtı ve orada bulduğu silahları da alıp birini bana uzattı. Onda iki silah ve çakı, bende bir silah ve bıçakla dışarı çıktık. İstemesem de göz ucuyla baktım. Ecevit, elinde tuttuğu uzun namlulu silahıyla etrafı kontrol ederek ilerliyordu. Üzerinde çelik yelek ve teçhizat vardı. Kulağındaki cihaz ara sıra ötüyor, birileriyle konuşuyordu. Önüme döndüm. Cihan'ın arkasından ilerliyordum. Çatışma sesleri kesildi.

 

 

Önümüze bir adam çıktı. Ben ve Cihan'dan önce adamı indiren Ecevit "Dikkatli olun, Cihangir ve Alp kaçmış." dedi. "Sıla?" diye sorduğumda bana bakıp "Ölümünün elimden olacağına dair seneler önce söz vermiştim." dedi. Duraksadık. Cihanla bakışlarımız kesişti, devam ettik.

 

 

Bulunduğumuz yer prefabriklerden oluşan bir liman gibiydi. Biraz ileride ki prefabriğin arkasından bir adam çıktı. Hemen yanımızda duran duvarın arkasına gizlendik. Ara vermeden ateş etti. Ayak sesleri yaklaştığında Cihan hızla dışarı çıktı ve adamı etkisiz hale getirdi. Üzerindeki silahları alıp uzağa fırlattım ve devam ettim. Cihan "Şuraya bakın." diyerek eliyle bir yeri gösterdi. Bizden üç prefabrik ötede bir araba vardı. İçindekilerse Cihangir ve Alp'ti. Arabayı çalıştırmak için direniyorlardı ama arka tekerleği patlamıştı. Yüzlerindeki korku acınasıydı.

 

 

"Sonunda!" diyerek ilerleyen Ecevit ile arkasından sinirle baktım. Bunu demesi gereken bizdik. Sonunda başaran bizdik, bir anda çıkıp her şeyi başarmış gibi yapan o değildi. Arabanın yanına ulaşıp camını tıklatan Ecevit ile korkuyla sıçradılar. "İnin lan aşağı!"

 

Saniyeler sonra Cihangir ve Alp karşımızda diz çökmüş, ölüm anlarının gelmesini bekliyorlardı.

 

En azından biz öyle sanıyorduk.

 

"Ata elimizde. Bize hiçbir şey yapamazsınız."

 

Cihan öfkeyle öne atıldı. "Yalan söyleme. Buradan çıkışınız yok."

 

"Yalan değil. Kanıt istiyorsan telefonum cebimde. Fotoğraflar var."

 

Hızla telefonu aldı ve açtı. Bir kaç saniye sonra ekrana kilitlendiğinde korkuyla "Doğru mu söylüyor?" diye sordum. Cevap vermedi. Gidip ekrana baktım. Ata, taş binadaydı. Annesinin ölü bulunduğu yerde, çarmıha gerilmişti. "Ruh hastası herif!" diye bağırarak elimdeki silahı Cihangir'in yüzüne kaldırdım. Korkuyla bağırdı. "Bizi öldürürseniz Ata da ölür!"

 

 

Öfkeyle bağırdım ve Cihan'a döndüm. Benden farkı yoktu. Elindeki silahı öyle sıkı tutuyordu ki boğumları şişmişti. "Bir şey yapmamız lazım. Buraya kadar gelmişken onları bırakamayız."

 

Bakışları bana döndü. "Ata'yı ölüme terk edemeyiz!" Endişeyle ekledim. "Tabii ki de Ata'yı ölüme terk etmeyeceğiz. Bu yüzden düşün, bir yolunu bulmalıyız."

 

"Orası ne kadar kalabalık bilmiyoruz. Ben buraya kalabalık geldim. İsterseniz, siz burada durun. Ben de gidip arkadaşınızı kurtarayım."

 

Ecevit'in söyledikleriyle ona döndüm. "Yine kaçmayacağını ne biliyoruz?" dediğimde buruk bir sesle "Bir gün bu söylediklerine pişman olacaksın." dedi. Gözlerim dolarken gülümsedim. "Hiç sanmıyorum."

 

 

****

 

Yarım saat olmuştu. Ecevit ve adamları taş binaya gitmek için yola çıkmışlardı. Nerede olduğumuzu bilmediğim için bu ne kadar sürer, onu da bilmiyordum. Cihan ile yere çökmüş, haber bekliyorduk. Karşımızda hala dizleri üzerinde oturan katiller, üstümüzdeyse kararmakta olan bir gün vardı. Bakışlarımı etrafta gezdirirken Alp ile göz göze geldik. Sinsi ifadesi beni rahatsız edeceğinin habercisiydi.

 

 

 

"Babanı bulduğuna sevinmiş gibi durmuyorsun."

 

"O benim babam değil."

 

"O senin baban."

 

"Değil!" diye bastırdım. "O ailesini geride bırakıp kaçan bir adam sadece."

 

Cihangirle birlikte güldüler. "Çok yazık. Sana böyle mi anlattılar?"

 

"Ne saçmalıyorsun sen?" diyen Cihan'dı.

 

"Ecevit, kaçmadı. Ona 'kaçak' diyen babamdı. Bu hikayeyi babam yazdı."

 

"Senin şu bir büyük boy olanın, hani güya intikamını aldığın baban mı?"

 

Cihangir sinirlendi ama cevap vermedi. Onun yerine bana dönüp açıklama bekleyen yüzümden keyif aldı.

 

"Ecevit yurt dışına gönderildi. Babamın başına açtığı beladan anca, bir örgüte ajan olarak sızmakla kurtulabilirdi. Şart buydu. Yaptı da. Senelerce uğraştı, bir gün işini bitirip karısının yanına geri dönebilme umuduyla yaptı. İşi bitti, gelmek istedi ama üstündeki suçlamalar buna izin vermedi. Onu almadılar. Orada kalmaya devam etmek zorundaydı. Anneni de alamadı. Sonuç, kaybedilmiş yirmi üç sene."

 

Kaybedilmiş bir hayat.

 

Duyduklarım beni dehşete düşürmüştü. Titreyen ellerimle ağzımı kapadım. Cihan yanıma geldi. Bana sarıldığında, sözler beynimde yankılandı.

 

 

'Bir gün bu söylediklerine pişman olacaksın.'

 

 

"Şş, sakin ol güzelim. Sakin ol." diyerek sarsılan bedenimi kavradı. "Hiçbir şey için geç değil. Tamam mı? Hiçbir şey için. Ona kavuştun. Önemli olan bu. Bundan sonraki tüm zamanlar sizin. Ne olur, ağlama." Ağlıyor muydum?

 

Yüzümü omzundan kaldırdı. Yaşlarımı silerken beni sakinleştirmek için uğraşmaya devam ediyordu. Yüzümü buruşturdum. "Ona haksızlık ettim."

 

 

"Bilmiyordun."

 

"Bilmediğimi söylemişti. Yine de susmadım."

 

"Kendini suçlama. Senin için de zordu. O da bunu biliyor. Geldiğinde her şey düzelecek. İnan bana."

 

 

"Gelebileceğine bu kadar emin olmayın."

 

Aramıza giren Cihangir ile ayağa kalktım. Yere bıraktığım silahımı aldım ve bacağına doğrultup üç el ateş ettim. Çığlığı kulak kanatırken "Bir sonraki kurşunun kafana gelmesini istemiyorsan sesini kes!" diye bağırdım.

 

 

Cihan'a döndüm. Bana, beni sorguluyormuş gibi baktığını gördüm. Belki çok kısa bir andı ama... Anlamıştım. "Bana bunu ilk defa yapıyormuşum gibi bakma. Ben bana acımayana acımam."

 

Cevap verecekken çalan telefonu aramıza girdi.

 

"Alo. Ecevit?"

 

 

Sesi hoparlöre aldı.

 

"Evet, benim. Arkadaşınızı kurtardık. Burası biraz dağıldı. Ama Ata iyi. Yanınıza geliyoruz. Cihangir ve Alp artık tamamen elimizde." dediğinde kahkaha attım. "İclal mi o gülen?" derken sesi gülümsüyordu. Koca gülümsememle "Benim, baba. Seni bekliyorum." dedim. Cihan gülümsedi. Ecevit ise sessizliğe gömüldü.

 

 

Bir kaç saniye geçti. Ondan bir cevap beklerken kulaklarımız telefondan gelen silah sesiyle doldu. Sıçradım. Gülümseyişim, yüzümden söküldü. Yerini korku aldı. "Baba?"

 

 

Bir kurşun sesi daha.

 

 

Ne yapacağımı şaşırdım. Geriye doğru bir adım attım. Telefon hala açıktı. İlk kendine gelen Cihan oldu. "Ecevit! Ecevit, iyi misin?"

 

Öksürme sesi geldi. Sanki boğuluyormuş gibi, nefes nefese "Bana İclal'i getir." dedi. "Baba!" diyerek çığlık attım. "Baba, ne olur dayan! Ambulansı arıyorum. Lütfen dayan baba!"

 

"Yanıma gel."

 

"Geliyorum baba! Duyuyor musun beni? Geliyorum!"

 

 

Telefon kapandı. "Ambulansı ara hemen." derken Cihan çoktan aramıştı. O adresi söylerken ben ağlayarak arkamı döndüm. Alp ve Cihangir kazanmış bir ifadeyle acı çekişimi izliyordu. Öfkeyle silahımı geri kaldırdım.

 

"Artık vakit geldi." dediğim sırada Cihan "İclal!" diye bağırmıştı. Onu umursamadım. Ona bakmadım. Gördüğüm, istediğim tek şey onları öldürmekti.

 

 

Tek bir kurşun. Her ikisinin de kafasına doğrultup sıktığım tek bir kurşun. Yere yığılan bedenleriyle omuzlarım düştü. Bakışlarım gökyüzüne çıktı. "Sonunda bitti anne!"

 

 

****

 

 

Koşarak arabadan indim. "Baba?"

 

 

Uzun çalılıkları aştım. Hava kararmıştı. O kadar çok ceset vardı ki onu seçemiyordum. Tekrar bağırdım. "Baba?"

 

 

İleride birisi elini kaldırdı. Saniyesinde oradaydım. "Baba! Babam!"

 

 

 

"Kızım."

 

 

Çelik yeleğinin hemen üzerinden, boğazının altından vurulmuştu.

 

 

"Geldim. Geldim baba. Ambulans yolda, ne olursun dayan!" derken akan yaşlarımla ona sarıldım. "Özür dilerim baba. Özür dilerim."

 

 

"Kızım benim! Canım!" derken kanlı eliyle saçlarımı okşadı. Hıçkırdım. Cihan diğer tarafında oturmuş, acımı acısına katmış, ağlıyordu.

 

 

Saçlarımdaki eli hafiflediğinde korkuyla başımı kaldırdım. Can çekişiyordu. Öksürmeye başladığında elimi yanağına koydum.

 

 

"Sizi bırakmak istemedim, İclal."

 

 

"Biliyorum baba. Biliyorum. Yorma kendini. Her şey geride kaldı. Artık buradasın ya, önemli olan o." derken gülümsedim.

 

 

Akan yaşını sildiğimde hıçkırdı. "Kızım." diye fısıldadı. Cevap veremedim. Öksürdü, ağzından akan kanlar tüm yüzüne sıçradı. Gözleri kapandı. Elimi sıkan eli hafifledi. Son defa konuştu.

 

 

"Özür dilerim." dedi, minik harflerle.

 

 

"Hayır!" diye çığlık attım, kocaman çaresizliğimle.

 

 

Şimdi çaresizlik, her yerde...

 

 

Loading...
0%