Yeni Üyelik
16.
Bölüm

14. Bölüm (Final)

@betulbasndrglu

Gecenin ortasındaydım.

 

Bir ses vardı. Zihnimin içinde. Uğultu gibiydi. Hiçbir şey düşünmeme izin vermeyen bir uğultu.

 

Bekliyordum. Onlarca ceset, biri kucağımda, ağır.

 

Hayır!

 

Onu çoktan götürdüler. Kucağıma baktım. Bir şişe su.

 

 

İzlediğim yola geri döndüm. Hastane kapısındaydık. Koluma dikiş atılıp sarılmıştı. Şimdiyse tek başımaydım. Herkes etrafa dağılmıştı. İşleri var gibi duruyordu. Gerçeği sonradan anladım. Gözümün önünde, benden saklanıyorlardı.

 

Kimse gerçeği konuşmak istemiyordu.

 

Gerçek...

 

Bağırmak istiyordum. İçimde, zaman geçtikçe biriken zehri boşaltmak istiyordum. Öfkeliydim. Ama öfkemi atacağım, intikam alacağım kimse yoktu. Babamı öldüren adamları zaten öldürmüştüm. Peki neden hala böyle hissediyordum? Boşluğa düşmüştüm. Annemin, kardeşimin intikamını alınca geçer sanmıştım ama üzerine babamı da kaybetmiştim. Sadece bir kaç saat önce bulduğum babamı. Bu his geçmiyordu. Kaybetmek, hiç durmadan. Bu, bitmiyordu.

 

 

Zihnimdeki uğultu arttı.

 

 

Omuzlarıma serilen şalı hissettim. Cihan gelmişti. Hiç konuşmadık. Beni kaldırıp arabaya götürmesine izin verdim. Emniyet kemerimi bağladı. Montumun fermuarını düzeltip boynuma kadar çekti. Saçlarımı dışarı çıkarttı. Kapımı yavaşça kapatıp şoför koltuğuna yerleşti.

 

 

Hissettiğim şefkatle gözlerim kapandı.

 

 

Gözlerimin önünde babam vardı.

 

 

Telaşla gözlerimi açtım. Dudaklarım titredi ama ağlamadım. Onu üzmemek için acımı gizleyebilirdim. Onun yaptıklarının yanında bende en azından bunu yapabilirdim.

 

 

Korunaklı eve geldik. Artık korunmamız gereken kişiler yoktu. Cihangir'in tüm sistemi, örgütü bu sabah yok edilmişti. Babam yok etmişti.

 

 

Orada yatan cesetlerden biri, can vermeden önce babamı da öldürmüştü. İkinci kurşunsa babamı öldüren adama sıkılmıştı. Babam tarafından.

 

Ata kurtulup yanımıza gelmiş ama bizi orada bulamayınca geri dönüp, babasının ölüsünün başında ağlayan beni bulmuştu. Canını kurtaran babamın.

 

 

Babam. 23 sene boyunca bize kavuşmayı bekleyip, sadece kızına kavuşabildiği gün ölen babam.

 

 

Arabadan indim. Cihan yanıma gelip adımlarıma ayak uydurdu. Kilidi çevirirken bahçeye başka bir araba girdi. Başımı çevirip baktığımda Ata'yı gördüm. Endişeli bakışları beni buldu. Hızlı adımlarla yanımıza geldi. O sıra da eve girmiştik. Bana sarıldığında kollarımı kaldırıp sırtına koydum. Montu ellerimin altında ezilirken başımı omzuna yasladım. "Başın sağ olsun."

 

 

Burukça gülümsedim. "Dostlar sağ olsun. Sen iyisin ya." dediğimde benden ayrılıp hüzünle yüzüme baktı. "Ben iyi olacağım diye baban ölümüne yürüdü."

 

 

Omuz silktim. "Böyle olacakmış."

 

 

Cihan'ın şüpheyle karışık, endişeli bakışlarını hissettim. Ona baktığımda kaşlarını kaldırıp "İyi misin?" diye sordu. Bu 'nasıl hissediyorsun' anlamlı bir soru değildi. 'Neden böyle garip, sanki başına gelenler normalmiş gibi davranıyorsun' sorusuydu. Kafa salladım. İçi rahat etsin diye, yüzüme ufak bir gülümseme de ekledim.

 

 

 

Bakışlarını değiştiremediğimi fark ettiğimde yorgunlukla Ata'ya döndüm. "Kendini suçlama sakın. İyi olmana gerçekten sevindim." dedim. Kolunu sıvazlayarak yanından ayrıldım ve üst kata çıktım. Odama girip kapıyı kapattım. Ama sonra, saçma bir istekle kapıyı sessizce aralayıp onları dinledim.

 

 

"Neden böyle davranıyor?" Ata soruyordu.

 

"Bilmiyorum. Eve gelene kadar da böyle sakindi."

 

"Hala şokta olmalı."

 

Kısa bir sessizlik oldu. Cihan'ın sesini duydum. "Bir gariplik var. Benim tanıdığım İclal bu değil. "

 

 

*****

 

 

Cihan SANCAKLI

 

 

Ata ile beraber salona geçtik. Karşılıklı oturduk ve elimdeki ilk yardım çantasını aramıza koydum. "Çok ağrıyor mu?" diye sorduğumda kafasını iki yana salladı.

 

 

"Yaklaştır yüzünü." dedim. Elimdeki oksijenli bezle yüzündeki kanları temizlerken ortaya çıkan yaraları gördüm. Yüzüm istemsizce buruştu. "Ne yaptılar oğlum sana böyle?"

 

 

Cevap vermedi. Gözleri dolduğunda neyi düşündüğünü anladım. Neleri düşündüğünü.

 

 

Annesinin ölüsünü bulduğu yerde öldürülecekti. Ona verilen şeklin tam üzerine asılmıştı. Bu da yetmezmiş gibi kendini kurtaran adam öldürülmüştü. Ve bu adamın İclal'in babası olması tüm hissettiklerine arka çıkıyordu.

 

 

Kaşına yapıştırdığım son bantla "Tamam." dedim ve kanla boyanmış tüm bezleri alıp çöpe attım. Geri gelirken elimde bir bardak su ve ilaç vardı. "İç şunu da." dedim ve istemeyeceğini bildiğim için eline tutuşturdum. Homurdanıp içti ve geri uzattı. "Sağ ol abi."

 

 

Karşı koltuğa geçip oturdum ve bir bacağımı kendime çekip kolumu uzattım. Sessizce oturduk. Gün doğuyordu. Ecevit'in cenazesi öğleden sonra kalkacaktı. İclal gitmek istiyor muydu bilmiyordum. Bazı insanlar mezarlıkları sevmezdi. Hele de altında yatan sevdikleri olduğunda. İclal babasını o ölmeden bir saat önce sevmişti. Sever sevmez kaybetmişti. Sevmek böyle bir şey mi? Hayır. Ama o hep böyle görmüştü.

 

 

"O iyi değil. Bir delilik yapmasından korkuyorum." derken kelimeler ağzımdan istemeden döküldü. Gerçekten yapar mıydı? Kendine bir zarar verir miydi? Aklı başında biriydi ama yaşadığı acılar, gecenin gündüzü olduğuna inandıramayacağım türdendi.

 

Ata "Bir çıkıp baksana abi." deyince, söylediklerimin onun da aklında yer tuttuğunu anladım. Yerimden kalktım. Sessiz adımlarla üst kata çıkarken yaptığımın saygısızlık mı olduğunu düşünüyordum. Ya yalnız kalmak istiyorsa?

 

 

Umurumda değildi. Nasıl olduğunu merak ediyordum.

 

 

Kapıyı tıklattım. "İclal?"

 

 

Ses gelmedi. Bir daha seslendim. "İclal? Uyanık mısın?"

 

 

Bir daha. "İclal?"

 

 

"Efendim?"

 

 

Tuttuğum nefesi bıraktım. Gözlerimi kapatıp açtım ve üzerimdeki tavrı atıp yavaşça kapıyı araladım. Başımı sokup "Gelebilir miyim?" diye sordum. Yatakta doğrulup kafa salladı. İçeri girdim. Uykulu gözlerle bana bakıyordu. Sırtını yatak başlığına dayadı ve yanında duran suyu içti. Onu izliyordum.

 

 

"Bir şey mi oldu?" diye sorduğunda "Sadece nasıl olduğunu merak ettim." dedim. Bakışlarındaki uyku kalktı, hüzünle karışık anlayamadığım bir ifadeye döndüğünde konuşmak istedim. "Senin için endişeleniyorum. Bana bir mektup bırakıp ortadan kaybolmayacaksın, değil mi?" derken sesime oturan alaycılıktan anında pişman oldum. Bakışlarımı önüme çevirdim, ardından ona döndüğümde o bana değil, çatık kaşlarıyla, aynalı komodine bakıyordu. Bende baktım fakat onun konuşmasıyla oyalanmadan geri döndüm. "Endişelenme. Ben iyiyim." dedi.

 

 

"İyi değilsin." derken söylediğimden son derece emindim.

 

 

Sinirlendi. "Ne istiyorsun Cihan? Ağlayıp sızlanayım mı?"

 

 

"Ağlamalısın. Ağla ki rahatla. Kendini tuttuğunu görüyorum. Bunu yapma. Ben yanındayım."

 

Devam edecekken beni durdurdu.

 

 

"Neden?" derken sorusunun altındaki anlamı biliyordum. Cevap veremedim. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerine baktığımda kasılan yüzü gevşedi. Başını hafifçe yana yatırıp en derinimi görebilen bakışlarını sürdürdü. "Ben-" diyerek söze başlayacaktım ki "Açıklama yapmanı istemiyorum. Bunu sırf beni rahatlatmak için yapmanı hiç istemiyorum. Seni seviyorum ve bunu sana söyledim. Ama sen bana cevap vermedin. Bu kadar basit. Uzatmamız, can çekişmemiz gerekmiyor. Şimdi lütfen, çıkar mısın? Biraz daha uyumak istiyorum." dedi ve cevap vermemi beklemeden yatıp yorganı kafasına kadar çekti. Arkasını döndüğünde bir adım geri çekildim. Ardından odadan çıktım. Elim kapı kulpunda kalırken diğer elimle ensemi sıvazladım. Bana ilk defa 'seni seviyorum' demişti. İlk defa bunu zihnimde döndürüp durmama ve bir cevap aramama sebep olmuştu.

 

Beni seviyordu. Ya ben?

 

 

******

 

İclal İLHANLI

 

Cihan odadan çıkınca hızla yataktan çıkıp aynanın önüne bıraktığım mektubu aldım. Görmemişti. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Bakışlarımı aynaya çevirdim. Yorgun yüzümü seyrettim.

 

Oradalar. Seni bekliyorlar, İclal.

 

Zihnimdeki uğultunun söylediği buydu. Hiç durmadan tekrarladığı, buydu.

 

Delirmiş miydim? Hayır. Sevdiğim herkesi kaybetmiştim.

 

 

****

 

 

Cihan SANCAKLI

 

"İclal. En azından tabağındakilerden atıştır. Hadi, lütfen."

 

"Canım istemiyor Cihan. Israr etme." dedi ve kahvaltı masasından kalkıp balkona çıktı. Kollarını birbirine sardığında kalkıp sandalyede asılı duran şalı üzerine verdim. Bana döndüğünde gözleri doluydu. Teşekkür edercesine başını salladı.

 

Hafifçe gülümsedim ve onu yalnız bıraktım. Ata 'Üzerine gitmemeliyiz' demişti. Sabah, mezarlığa geleceğini söyleyip çıkmıştı. Masayı toparladım ve içmediği kahvesini döküp şansımı bir daha denedim. Elimde dumanı tüten kahveyi gördüğünde gülmesini beklemiyordum. "Gerçekten çok inatçısın." Gülümsedim. "Kahvaltıdan önce kahve içmeyi sevdiğini söylemiştin. Sözünü çiğnemezsin, değil mi?"

 

 

"Pekala." diyerek elimden kahveyi aldı ve yudumladı. "Ellerine sağlık."

 

 

"Afiyet olsun."

 

 

Fırtına vardı. İclal'in önüne geçip rüzgarı kesmeye çalıştım. Tekrar gülümsedi. Başını hafifçe yana yatırıp beni izlemeye başladığında ona müsaade ettim. Bahçeye göz attım, kahvemi içtim. En sonunda dayanamayıp bende ona baktım. Ela rengindeki gözleri yaşlarla doluydu, ama gülümseyişi göz alıyordu. Uzun, kahverengi saçları rüzgardan dolayı uçuşuyor ve yüzüne geliyordu ama bu onun umurunda değil gibiydi. Ona dalmışken yumuşak sesiyle gözlerimi kırptım. "Sana minnettarım. Yaptığın her şey için, sana sonsuz teşekkür ederim. Her zaman benimle olacaksın, Cihan. Seni unutmayacağım."

 

Kaşlarım çatıldı. "O ne demek? Bir yere mi gidiyorsun?"

 

Gülümseyişi yavaşça kayboldu. "Sadece bil istedim."

 

Duraksadım. Ardından ona yaklaşıp aramızdaki mesafeyi kapattım. Gözlerime bakabilmek için başını kaldırdı. "Biliyorum. Sende bil. Bu acıyla tek başına savaşmak zorunda değilsin. Ben varım. Ben hep buradayım. Nedeninin hiç bir önemi yok. Ben, senin yanındayım."

 

Dudakları aralandı. Nefes alışverişleri hızlandı. "Biliyorum. Ben-" diyecekti ki titreyen sesiyle duraksadı. Hüzünle yüzüm buruştu. Dünden beri kendini tutuyor, ağlamamak için direniyordu.

 

Önce bir damla döküldü. Hızla sildi ama hıçkırığını kesemedi. Titreyen ellerini yüzüne kapattığında onu kendime çektim. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, gözlerimin dolmasına engel olamadım. Saçlarını okşarken, sabah saatlerce düşündüğüm sorunun cevabını bulmuştum.

 

 

Onu seviyordum. Ve bunu onun da bilmesi gerekiyordu.

 

 

Çok daha geç olmadan, bu akşam öğrenecekti.

 

 

 

(Bazen, biz insanlar bilemeyiz. Geç kalmak istemediğimiz anlarda, aslında çoktan geç kalmış olduğumuzu, bilemeyiz.)

 

 

***** 

 

Mezarlıktan çıktık. Direksiyona geçip kafamı koltuk başlığına yasladım ve beklemeye başladım. Ata yanıma yaklaştı. "İclal nerede?"

 

"Biraz yalnız kalmak istedi."

 

Dudaklarını birbirine bastırıp kafa salladı. "Anladım."

 

"O çok garip. Korkuyorum, Ata. Onu kaybetmekten korkuyorum."

 

"Sen-"

 

"Onu seviyorum."

 

Lafını yuttu. Gözleri irileşirken hafifçe gülümsedi. "Bunu ona söyledin mi?" Kafamı olumsuzca salladım. "Eve gidince konuşacağım."

 

 

"Kendini yalnız hissediyor. Seni seviyor ve bunun karşılığı yok diye biliyor. Endişelenme, onunla konuştuğunda daha iyi olacağına eminim."

 

 

Gülümsedim. "Öyle umuyorum. Umarım geç kalmamışımdır." derken dün gece bana 'seni seviyorum' dediğini hatırladım. Beni hala seviyordu.

 

 

Hayır, geç kalmamıştım.

 

 

Mezarlığın içinden gelen tek el silah sesiyle yerimde sıçradım. Hızla arabadan inip koşmaya başladım. Ata bağırdı. "İclal?"

 

 

Koştuk. Silahımı çıkartıp hazır ettim. Ecevit'in mezarı, mezarlığın en köşesindeydi. Ses oradan gelmişti.

 

 

Yaklaştıkça adımlarım daha da hızlandı. Esen rüzgar yüzümü keserken gözlerimi kıstım. İclal neredeydi?

 

 

Ata tekrar bağırdı. "İclal?"

 

Mezarlığın başına geldik. Gördüklerim, adımlarımı yavaşlattı. İclal yerdeydi, etrafında kan biriken bedeni titriyordu. Elimdeki silah yere düştü. Bir kaç saniye, sadece gördüklerimi sindirmeye çalıştım.

 

 

Sesim ilk kez çıktı.

 

"İclal?" Fısıldayışım, aslında bir feryattı.

 

 

Titreyen bacaklarımla yere, İclal'in hemen yanında düştüm.

 

 

Beni hissetti. Bakışlarını yüzüme çevirdi. Zar zor konuştu. "Cihan!"

 

 

Ata bağırarak İclal'in yarasına ceketini bastırdı. Ağlıyordu. "İclal! Ne yaptın sen?"

 

 

İclal öksürdü. Ellerinin arasında bir silah vardı.

 

 

Bakışları, gördüklerine inanamayan, hareket edemeyecek kadar acı çeken beni buldu.

 

 

"Cihan. Benim için üzülme. Ben-" Nefesi kesildi. Gözyaşlarıyla duraksayıp hıçkırdı. "Çok yoruldum. Biraz dinlenmek-" Tekrar nefesi kesildi. "-iyi gelecek."

 

 

Konuşamadım. Sadece titriyordum. Sendeledim. Elim kan gölüne girdi. Telaşla kaldırdım.

 

 

"Ambulans geliyor. Duyuyor musun beni İclal? Dayan! Yalvarıyorum dayan!"

 

 

Ata'ya bakmadı. Bakışlarımı kandan alamazken o elimi tuttu.

 

 

"Seni seviyorum."

 

 

"Bende." diye fısıldadım, düğümlenen boğazımla. Gözlerine baktım. "Bende seni seviyorum, İclal!"

 

 

Gözlerini kapattı. Gülümseyişi acı doluydu.

 

 

"Çok geç kaldın."

 

 

Elimi tutan eli, boşluğa düştü. Dizime yatırdığım başı ağırlaştı. Bedeni son kez titreyerek, kendini toprağa bıraktı.

 

 

Nefes alamadım.

 

 

"İclal!" Feryadım göklere erişti.

 

 

"Hayır! İclal!"

 

 

Geç kalmıştım. Çok geç kalmıştım.

 

 

(Ve bazı geç kalınmışlıklar, insanı yoklukla karşılar.)

 

 

SON 

 

 

Loading...
0%