@betulbasndrglu
|
"2 ay önce evinde ölü bulunan Sancaklı Ailesi hakkında hala hiçbir açıklama yapılmadı. Yetkililer bu konunun gizli kalması için-"
Bu sinir bozucu sese daha fazla katlanamadım. Radyoyu bir hışımla kapatıp araba camını araladım ve içerdeki stresin dağılması için kendime bir fırsat verdim.
Cihan Sancaklı'nın arkasından bende yola çıkmıştım. Binaya gidip gözlem yapmayı düşünüyordum. Saate baktım. 12.23
Yaklaşık bir buçuk saat sonra binaya girecektim ve aylardır peşinde olduğum şey ile aramda tek engel Cihan Sancaklı olacaktı.
Binanın önünde fazla göze çarpmayacak bir yer bulup park ettim. Etrafı kolaçan ederken arabamın hemen yanında bir hareketlilik hissettim. İki adam arabanın içinden çekim yapıyordu. Gazeteci olabileceklerini düşünüp önüme döndüm. Yarım saat boyunca etrafı izledim. Herkes hayatın akışına kapılmış bir şekilde oradan oraya savruluyordu. Kendimi de onların arasında hayal ettim. Tüm bu yalanlardan, ölümlerden uzakta. Oysa ki biliyordum, normal bir hayat bana çok yabancıydı. Çok uzaktı.
İçimi saran bu berbat his temiz hava ihtiyacımı kabarttı. Araba kapısını hızla açarak aşağı indim. O sırada yan arabadaki adamda aşağı inmişti. Çarpıştıktan hemen sonra özür dilemek için adama dönecekken yere düşen silah dikkatimi çekti. Sorgularcasına tek kaşım havaya kalktı. Bir terslik olduğu tüm düşüncelerim tarafından desteklenirken adama döndüm ve bozuntuya vermeden "Polis misiniz?" diye sordum. Eğer 'evet' derse büyük bir sorun var demekti.
"Evet." Harika!
Gülümseyerek başımı salladım ve hala yerde duran silahı alıp adama uzattım. "Buyrun." Adam tereddüt etti. Ardından elini uzattı. Tam o sırada silahın içindeki şarjörü kilidine basarak serbest bıraktım ve silahın tersiyle adamın burnuna vurdum. Adam acıyla inlerken ayağına taktığım çelme ile boğazından iterek yere düşmesini sağladım. Silahın düzeneğini ayırarak uzağa fırlattım ve yerdeki adamın yüzüne topuğumla vurarak son noktayı koydum. O bayılmıştı fakat karşımda bana silah çeken adam kanlı canlıydı.
İşte nefes kadar yakın bir ölüm tehlikesi daha. Ellerimi yukarı kaldırarak sakin olmasını söyledim. Oysa yerde baygın olarak yatan arkadaşına bakıp sinirle bana yaklaştı ve "Aptal." diyerek silahın horozunu aşağı indirdi. Yeteri kadar yaklaştığında her şey saniyeler içinde gelişti. Vücudumu yana atarak ona uzandım ve elindeki silahın şarjör kilidine bastım. Şarjör aşağı düştü ve adamın dikkati dağıldı. Bunu fırsat bilerek ana parçaları birbirinden ayırdım. Artık adamın elinde kullanabileceği bir silahı yoktu.
Bunu umduğumdan daha hızlı idrak etti ve yumruğunu yüzüme savurdu. Bedenimi arkaya atarak kurtuldum ve tekme atmaya çalıştım. Adam uzaklaştığı için tekmem havada savruldu. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken bir yandan da binaya bakıyordum. Kimsenin dikkatini çekmeyecek kadar uzaktaydık. Eğer Sancaklı bizi görürse her şey tehlikeye girebilirdi.
Ben binaya bakarken adamın attığı tekme boşluğuma geldi. Gözlerim kararırken nefesim kesildi. Öne eğilerek kendime gelmeye çalıştım fakat adam ayak bileğinden çıkarttığı bıçak ile üstüme atılınca buna fırsatımın olmadığı fark ettim. Yüzüne attığım yumruk ile bıçağı düştü. Bıçağa ondan önce ulaşmaya çalıştım fakat başaramadım. Yere düşen bıçağı aldığı an, üzerime atıldı. Kalbim ile bıçak arasında santimler kala adamın elini tuttum ve çevirerek kurtulmaya çalıştım ama çok güçlüydü. Hala nefes alamamam adamın gitgide bıçağı kalbime yaklaştırmasını sağlıyordu. Gözlerim kapandı ve durumu kabullenmek isteyen ruhum, içimde çırpınmaya başladı. 'Artık bitsin!' diye haykırıyordu. Mantığımsa 'dayan!' diye bağırarak intikam ateşimi harlıyordu. 'Şimdi olmaz, dayanman lazım'. Gözlerimi araladım. Daha ailemi katleden caniyi bulup hesap sormamıştım. Burada bitemezdi. Bağırarak etrafın dikkatini çekmeye çalıştım. Bu son şansımdı.
Çığlığım adamı biraz olsun uzaklaştırdı. Ama hala kalbimin üstündeki bıçak içeri girmek üzere bekliyordu. "Çırpınma, işime burnunu sokmanın bedelini canınla ödeyeceksin." dedi ve o an zamanın durduğunu hissettim.
Korkuyla gözlerim kısıldı. Keskin bir sessizlik ardından kalbimin parçalanmasını bekledim fakat kulak çınlatan silah sesiyle hissettiğim tek şey kocaman bir boşluk oldu.
"İclal!" Önüme düşen saçlarımın arasından beni öldürmeye çalışan adamı değil de Sancaklı'yı gördüm. Hayretle bir bana bir de yerdeki adamlara bakıyordu. Daha önce ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım. "Ucuz atlattım." diyerek kendime gelmeye çalıştım. Sessizlik delirmeme sebep olacaktı. "Ne oldu burada? Bu adam niye seni öldürmeye çalışıyordu?" derken sesinde saf şüphe, belki biraz da hayret vardı. Ona ne diyebileceğimi düşündüm. Olayda beni deşifre edecek bir nokta yoktu. Her şeyi olduğu gibi anlatabilirdim. Kendimi savunmam bir suç değildi sonuçta.
Nefesimi düzene sokmaya çalışırken "Bu adam-"diyerek hala baygın olan adamı gösterdim. "- bana saldırdı. Bende kendimi korudum." Ufak tefek yalanlar...
"Sonra da bu arkadaş beni öldürmeye çalıştı." diyerek sanki çok normalmiş gibi omzundan vurulduğu için sızlanan adamı ayağımla dürttüm. "Değil mi? Sende anlatsana biraz."
Adam bana sinirle bakıp tekme atmaya çalıştı. Bende az önce neredeyse beni öldürecek olduğunu kendime yediremeyip, sinirle bana tekme attığı bacağını ezdim. Acıyla inledi.
Neyse ki Sancaklı bu sırada ekip çağırmakla meşguldü. Yaklaşan kalabalığa eliyle işaret verip bana döndü. "Neden seninle normal bir şekilde karşılaşamıyoruz? Yine ve yine normal bir gazeteciye göre aykırı hareketler." diyerek yerdeki adamlara bir daha baktı. "Cihan bey, benim suçum yok. Bunlar bir şey planlıyorlardı sanırım. Ben olmasam belki de kan dökülecekti." diyerek bize yaklaşan ekipte göz gezdirdim. Sancaklı sorgularcasına baktı. "Nasıl yani?"
"Bir saat öncesinde ellerinde kamerayla emniyetin önünü çekiyorlardı. Belki de birini çekiyorlardı. Bilmiyorum, o an gazeteci sandım fakat tüm bunlar gelişmeden önce ben arabadan indim. O da inince-" diyerek baygın olan adamı gösterdim. "-çarpıştık. Elinden silahını düşürdü. Şüphelendim ve polis olup olmadığını sordum. Polis olduğunu söyleyince de şüphemde haklı olduğumu anladım. Bir polis neden gizlice emniyetin önünde çekim yapsın ki? Böyle başladı ve böyle gelişti." diyerek omuzlarımı silktim.
Sancaklı hiçbir tepki vermeden dinledi ve lafım bitince kafasını sallayarak "Anladım, ama bir şey kafama takıldı. Bir saat önce senin burada ne işin vardı?" diye sordu.
Duraksadım.
"Eve geçmek gelmedi içimden. Bende gelip burada beklemeye karar verdim. Size bu konuda ki sabırsızlığımı, isteğimi anlatmıştım." Yalanlar ve gerçekler.
Sancaklı kafasını salladı. "Pekala, hadi o zaman. İçeri geçelim. Senin önce ifade vermen gerekiyor." diyerek önden yürümeye başladı. Bende arabamın içinden çantamı alıp peşinden ilerledim. "Peki efendim."
Ters giden bir şeyler vardı. Bunu Sancaklı geldiğinden beri hissediyordum. Etrafı gözlemlemeye ve zihnime not almaya başladım. Önümüzde Sancaklı'nın ekibinden olan üç kişi vardı. En önde ilerleyen Esra Kara, ekibin tek kadını. Üç kez takip etmiştim. Her seferinde insanları güler yüzüyle karşılıyordu fakat arka planda çok zekiydi. Herkesi kandırabilecek kadar yetenekli bir polisti. Onun hemen arkasındaki Selim Çetin ise tam tersiydi. İyi polis-kötü polis oyununun kötü polisi; gücünü öfkesinden alıyordu. Son olarak, Sancaklı'nın yanından ilerleyen Ata Erdinç. Sancaklı'nın en yakın arkadaşı. Ekibin en başarılısı. Araştırmalarıma göre saha operasyonlarının vazgeçilmeziydi Ata.
Ona dikkatli baktığım zaman sağ kulağında bir kulaklık olduğunu fark ettim. Sancaklı da aynı kulaklığı takıyordu. O kadar küçüklerdi ki dikkat etmesem göremezdim. Kaşlarım şüpheyle çatıldı.
'Belki de bir tuzağın içine çekiliyorsun.'
Belki de Cihan Sancaklı beni buraya görüşme yapmak için çağırmamıştı. Belki de kim olduğumdan emin olmaya çalışıyordu. Sandığım gibi sakinleşmemişti belki de, hala etrafındaki herkese 'katil olabilir' düşüncesiyle yaklaşıyordu.
Bunu hesaba katmamıştım. İstediğim tek şey ailemin katilini bulmak için bilgi toplamaktı. Korkuyla titredim.
'Sakin ol, daha hiçbir şey belli değil. Aklını çalıştır ve sıradan bir gazeteci olduğuna herkesi inandır.' diyen mantığım ile işbirliği yaptım. Sakin olmalıydım. Yapmam gereken sıradan olmaktı.
"Cihan bey, eğer içeri de beni ağırlamanız vaktinizi çalacaksa görüşmeyi bahçede de yapabiliriz. Benim açımdan bir sorun olmaz." diyerek bir nebze de olsa üstümdeki şüphesini azaltmaya çalıştım. Binaya girmek bekleyebilirdi, öncelikli gereken bana güvenmesini sağlamaktı.
"İçeri girmemiz daha uygun olur. Bu, orta yerde konuşulacak bir konu değil." diyerek bana döndü. O saniyeler arasında bir ipucu yakalamaya çalıştım. Yalandan bir tebessüm, ikna edici bir kafa sallama, saklayamadığı şüphesi ile dolup taşan gözler. Bunların hemen ardından korkumu destekleyen bir hareket gerçekleşti. Ata ile birbirlerine bakıp kafa sallamaları ve Ata'nın kulağındaki kulaklığa dokunarak bir şeyler mırıldanması, açıkça bir tuzağa çekildiğimin göstergesiydi.
Nefes alışverişlerim hızlandı. Kendimi ele verebilecek bir psikolojiye girmemek için sürekli olarak sakin ve sıradan olmam gerektiğini tekrarlıyordum.
Binaya girdik. Derin bir nefes aldım. Çok dikkatli olup hiçbir ayrıntıyı kaçırmamam gerekiyordu. Yanından geçtiğimiz polis hem Sancaklı'ya hem de Ata'ya bakarak kafasını salladı. Ardından birini arayarak, beni inceledi. Göz teması kurmamaya dikkat ediyordu. Fark ettiğimi belli etmemeye çalışarak önüme döndüm. Merdivenlere yöneldik. Herkes bana bakıyormuş gibi hissediyordum. Bu da panikle terlememe sebep oluyordu. Alnımın terini elimin tersiyle silerken Sancaklı ile göz göze geldik. Kaşlarını çattı. "İyi görünmüyorsun."
"İyiyim, sadece sıcak." diyerek gülümsemeye çalıştım.
Kafasını sallayarak önüne döndü. Beni bir yere yönlendirip önce ifademi aldılar. Sonrasında Sancaklı ile beraber bir odanın önüne geldik. Tam odaya girecektim ki "Çantanızı almam lazım efendim." diyerek önüme geçen polise sorgulamadan, içinden sadece defter ve kalemimi alarak çantamı verdim. Dikkat çekmemem gerekiyordu. Ama panik vücuduma öyle bir sarılmıştı ki sorgulamamış olmamın daha çok dikkat çekebileceğini düşünmekten geri duramadım.
Girdiğimiz oda sorgu odasıydı. "Burada mı konuşacağız?" derken stresimi belli etmemeye , aksine meraklı gibi gözükmeye çalıştım. "Evet, kayıt alacağım. Senin için bir sakıncası mı var?" dedi ve karşımdaki sandalyeyi yere sürterek çekip oturdu. Çıkan ses nefesimi kesti. Böyle seslere aşırı duyarlı olmam yorucu bir hassasiyetti. Ses aklımı karıştırırken zar zor "Hayır, hiçbir sakıncası yok tabii ki." diye mırıldandım. Ardından sandalyeyi kaldırarak çektim ve oturdum.
Sancaklı her hareketimi dikkatle izliyordu. Sakince not defterimi ve kalemimi masaya koydum. Defteri araladım ve dolu olan tüm sayfaları geçip boş bir sayfada durdum.
Kafamı kaldırıp karşımdaki adama baktım. Korkum beni yalnız bırakmıştı. Şu an tek düşündüğüm, ikimizin de katledilen bir aileden geriye kalanlar olduğumuzdu. Acı doluyduk. Hiç sönmeyen bir yangına ev sahipliği yapmak yetmiyormuş gibi tüm bunlara sebep olanın kim olduğunu da bilmiyorduk. En büyük acının sebebi de buydu. Ailelerimizin kanı hala ellerimizdeydi. Katil bulunmadan o kanı silmek, unutmak demekti.
Unutursak, ölürdük.
"Başlamayacak mısın? Daldın gittin." diyerek arkasına yaslandı. Bense içine girdiğim transtan kafamı sallayarak çıktım.
"Kusura bakmayın, bazen araştırdığım şeyin ne olduğunu tekrar tekrar idrak ediyorum. Ailemi katleden kişiyi bulmak. Bu beni her seferinde daha da kötüye sürüklüyor." diyerek dolan gözlerimi gülümseyerek gizlemeye çalıştım. Sancaklı ise yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışırmış gibi, sorgularcasına gözlerimin içine bakıyordu. Yalan söylemiyordum, sadece yürüdüğüm yol karanlıktı. Bu da beni tam anlamıyla görememesine sebep oluyordu. Oysa isterdim. Zorunda bırakıldığım bu yoldan dönmeyi isterdim.
Her şey biz insanlar içindi. Zorunluluklar bile.
"Haklısın. Ama hayattan payımıza düşen de bu oldu. Ne kadar hızlı kabullenirsen o kadar iyi olur senin için."
"Benim on üç sene boyunca kabullenemediğim acıyı siz iki ay da kabullenebildiniz mi?" dediğimde sinirle dişlerini sıktı. "Hiç sanmıyorum." diyerek kendim cevapladım. Anlaması gerekiyordu, bu acı gömülemeyecek kadar diriydi. Kendisi de bunu bildiği halde benden kabullenmemi bekleyemezdi.
"Görüşme nedenimize gelelim. Sormak istediklerini sor bende cevaplayayım. Çok vaktim yok." diyerek saatine baktı. İçine çekildiğim tuzak kendisini hatırlattı ve hızlıca etrafıma baktım. Oda da sadece bir kamera ve masa vardı. Sağımdaki arkasını göstermeyen cam ise odaya stres salgılıyordu.
Tüm bunları unutmaya çalışıp cevaplarının işime yarayacağını düşündüğüm sorulara geçtim. "Pekala, o halde başlıyorum. Soracağım bazı soruların cevaplarını medyadan buldum fakat yine de birinci ağızdan bilgi almak için soracağım."
"Dinliyorum."
Kayıt cihazımı cebimden çıkartıp masanın ortasına koydum ve 'başlat' düğmesine bastım.
"20 Ağustos 2021. Cihan Sancaklı ile görüşme günü." diyerek hem sesli hem de yazılı notumu aldım. Ardından soruma geçtim. "Cihan Bey, aileniz günümüzden 2 ay önce öldürüldü. 20 Haziran 2021'de. Doğruluyor musunuz?" dediğim de "Hayır." diyerek beni cevapladı. Duraksadım. Evet cevabını beklerken daha ilk sorudan beni yanıltmıştı. "Fakat tüm kaynaklarda öyle geçiyor."
"Kaynaklar cinayetin ortaya çıkış tarihini yazmış. Cinayet 19 Haziran gecesi işlendi. 20 Haziran da ortaya çıktı." diyerek ensesini kaşıdı. Strese girmişti. Bu soru üzerinden devam etmemi istemiyor gibiydi.
Onu zorlamamak adına bunu not alıp diğer soruma geçtim. Bu detayın önemli olup olmadığını bilmiyordum fakat şimdi öğrenmesem de olurdu. "Peki, eşiniz ve biri yedi yaşında diğeri ise dokuz aylık olan çocuğunuzun hem başından hem de ellerinden vurulduğunu doğruluyor musunuz?"
Gözleri kızardı. Kısık sesle "Evet." diyerek cevapladı. Acısı hala ilk gün ki gibi ölümcüldü. Kalbimin ezildiğini hissettim.
Sesimin titrememesi için kendimi sıkarak devam ettim. "Katilin arkasında hiçbir iz bırakmadığı kesin olarak belirlenmiş. Fakat bunu nasıl başardığı da bilinmiyor. Sizin bir tahmininiz var mı?"
"Temiz çalışmış." derken sesindeki öfkeyi gizleyemedi. Bakışları sinirle etrafta gezinirken "Ne bir saç, ne bir parmak izi. Hiçbir şey bırakmamış arkasında." diyerek dirseklerini masaya dayadı ve kafasını ellerinin arasına aldı. Bu konuşmayı yapmaya hazır olmadığını anladım. Hala toparlayamamıştı. "Cihan Bey, isterseniz bunu daha sonra da yapabiliriz." diyerek kaydı durdurdum. "Siz kendinizi iyi hissettiğiniz bir zamanda yapsak daha uygun olur. Böylelikle hiçbir şeyi atlamamış oluruz." dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı. "Yanlış bilgilendirdiğimi mi düşünüyorsun?"
Çekinmeden "Evet, efendim." diyerek yanıtladım. Açık sözlü olursam dürüstlüğümden emin olmasını sağlardım. Hala bana karşı kurulan bir tuzak görmemiştim fakat gün devam ediyordu. Tetikte olmalıydım.
Sancaklı bu cevabım karşısında sinirle cama baktı. Ben de cama dönmemek için kendimi zor tuttum. Anladığımı fark etmelerini istemiyordum. Kalemimi ve defterimi toplarken saniyeler içinde Sancaklı'nın eli kulağına gitti ve boğazını temizledi. İşte! Birine işaret vermişti ama kime?
"Efendim, sizden bir şey rica etmek istiyorum. İzniniz var mı?" diyerek yatıştırıcı bir tonda konuyu değiştirdim. Sancaklı kaşlarını çatarak bana baktı. Yüz ifadesi bundan pek hoşlanmadığını gösteriyordu fakat kibarlığım karşısında homurdanmadan "Tabii, söyle." demek zorunda kaldı.
Lafı hiç dolandırmadan tek nefeste söyledim. "Olay yerini incelemek istiyorum."
Sancaklı'nın kaşları şaşkınlıkla kalktı. "Buna izin vereceğimi sana düşündüren nedir?"
"Bu kayıt amatör birine göre fazla güzel bir çalışma. Seninle iş birliği yapmak istiyorum." diyerek gülümsedim. Sancaklı ise duraksayıp kıstırılmış hissederek konuştu. "Ben işbirliği derken bunu kastetmiyordum-" Lafını böldüm. "Efendim, bu sözler size ait. Madem benim iyi bir gazeteci olduğumu düşünüyorsunuz; lütfen isteğimi geri çevirmeyin. İşinize yarayacak farklı detaylar bulabileceğime eminim. İsterseniz sizde başımda olursunuz. Benim için fark etmez."
"Benim buna vaktim yok."
"Böyle söyleyerek beni geçiştirmeye çalışmayın. Bundan daha önemli bir işinizin olmadığını biliyorum." diyerek şansımı zorladım. Şu an beni tamamen saf dışı bırakabilirdi. Bunun için haklı sebepleri de vardı.
Ama yapmadı.
O da benim işe yarayacağımın farkına varmıştı. Hala ortada bir tuzak var mı bilmiyordum. İşaret verdikten sonra hiçbir şey olmamıştı. Kimse gelip başıma silah dayamamıştı ya da beni sorgulamamıştı. Sanırım her şey yolundaydı. Burukça gülümsedim. Her şeyin yolunda oluşu bu demekti benim için.
Ama tüm bu yalanlar bittikten sonra onun için bambaşka bir yol olacaktı. Katili öğrendikten ve tüm zorunluluklarımdan sıyrıldıktan sonra Sancaklı'nın da öğrenmesini sağlayacak ve yolumu tamamlayacaktım. Benim için bu kadar yeterdi, hayatımı katili bulmaya adamışken bulduktan sonrası için bir plan yapmamıştım.
Çünkü sonrası olmayacaktı.
"Tamam, kabul. Umarım dediğin gibi olur. Yoksa bu ukalalığına katlanmak için bir sebebim olmayacak." diyerek yerinden kalktı. Duraksadım. İşe yarar bir şey bulmak için içimden dualar ederken odadan çıktık. Uzatılan çantamı aldım ve koluma taktım. Sancaklı ile binadan çıkarken Ata yanımıza geldi. "Nereye abi?" diyerek bana baktı. Kafamı sallayarak selam verdim. O da aynı şekilde selamımı aldı. "Eve gideceğiz. İncelemek istedi."
"Nasıl yani? O eve mi girecek?" dediğinde duymamazlıktan geldim. Muhtemelen ekipten olan kimse bana güvenmiyordu. Ama sorun değildi. Sancaklı'nın güvenini kazandıktan sonra gerisi kolaydı.
"Ben de yanında olacağım. Tüm seçenekleri değerlendirmek zorundayım Ata." diyen Sancaklı'nın yorgun sesi, Ata'ya daha fazla söz hakkı tanımadı ve onu arkamızda bırakıp arabalara yöneldik. "Ben kendi arabamla arkanızdan geliyor olacağım efendim." Kafasını sallayarak arabasına bindi. Bende hızlıca arabama ilerledim. O sıra da telefonum çaldı. Arabaya binerken telefonu açtım. Patron arıyordu. "Efendim?"
"Görüşme nasıl gitti?"
"İyiyim, sen nasılsın?"
"Tamam, müsait olunca ara beni." diyerek telefonu kapattı.
"Tamam canım, merak etme. Akşam geleceğim söz verdiğim gibi. Görüşürüz." diyerek bende telefonu yan koltuğa attım. Çantama dinleyici koymak için almış olabilirlerdi. Tehlikeye atamazdım. Sancaklı'nın yanından ayrıldıktan sonra çantayı yok etmem gerekecekti.
Evin önüne geldik ve arabayı park ettim. Aşağı inince beni bekleyen Sancaklı'nın yanına hızlı adımlarla ulaştım. "Efendim, sesli not alacağım. Bir sorun olmaz değil mi?"
"Olmaz." diyerek yanıtladı. Beraber içeri girdik. Giriş kapısına geldiğimizde yakamdaki kaydı çalıştırdım. "Olay yeri inceleme kaydı."
Sancaklı anahtarı deliğine yerleştirdi ve kilidi çevirerek açtı. Bundan sonrası çok önemliydi. Önemsiz gibi gözüken ama işimize yarayacak bir çok detay olabilirdi. Hiçbir şeyi kaçırmamak için gözümü dört açtım.
"Eve girdim. Alarm yok." diyerek içeri adımladım. Sancaklı sadece yanımda duruyor, gözlem yapmam için bana müsaade ediyordu. "Girişte geniş bir hol var-" diyerek ilerledim. "Sağda iki, en sonda da bir kapı var. Merdiven sol tarafta. Sağdaki ilk oda depo gibi duruyor. Süpürge, temizlik malzemeleri, merdiven gibi eşyalar burada. İkinci kapı mutfak. Mutfak çok geniş. Bahçeye açılan bir kapısı var." diyerek holün sonundaki kapıya geldim. "Kapı salona açılıyor. Salonda 3 geniş pencere var. Yan bahçeye açılan bir kapısı da var." diyerek odaların içini gezmeyi en sona bıraktım. "Yukarı çıkıyorum." diyerek merdivenlere yöneldim. Sancaklı'da peşimden geldi. Ona baktığım zaman stresli olduğunu fark ettim. Belki de cinayetten sonra yukarı hiç çıkmamıştı. İlk defa çıkıyor olması ihtimaldi.
Doğrusu hala bu evde kalabiliyor olması bile beni şaşırtıyordu.
"Yukarı çıktım. Merdivenlerde 18 adım attım-"derken Sancaklı lafımı kesti. "Neden merdiven sayısını kaydediyorsun?" derken aklını dağıtmaya çalıştığını fark ettim.
"Her ihtimale karşı. Belki de bu merdivenleri zifiri karanlıkta inip çıkmam gerekecek. Kim bilir?" dediğimde şaşırmıştı. "Bir daha bu eve gireceğini sanmıyorum. Hatta şu an da bile bir ipucu bulabileceğini sanmıyorum. Sadece ihtimal."
Omuz silktim. "Benim bahsettiğim şey de ihtimal." diyerek önüme döndüm ve devam ettim. Öyle bir ipucu bulmam gerekiyordu ki Sancaklı bana güvenmeli ve bir daha hiçbir şey için 'yapamazsın' diyememeliydi!
Hırsla kaydetmeye devam ettim. "Yukarı katta sağda iki, solda bir kapı var." diyerek ilerledim. Ama Sancaklı olduğu yerde durdu. Ona döndüm. "Efendim, siz gelmiyor musunuz?" Gözleri odaların kapılarında gezinirken "Geliyorum, devam et." diye mırıldandı. Gözlerimin yandığını hissettim. Tahmin ettiğim gibi, ilk defa çıkmış olmalıydı.
Önüme döndüm ve sağdaki ilk kapıyı açtım. "Sağdaki ilk kapı banyo. Yukarı da küçük bir camı var." dedim ve kapıyı kapatıp ikinci kapıya geçtim. Sancaklı'nın adımları yavaşladı. Kapıyı açtığımda ise yanıma gelmedi. Olduğu yerde duraksadı. İçeri bakarken kısık sesle mırıldandım. "Sağdaki ikinci kapı çocuk odasına açılıyor. İki çocuğun da öldürüldüğü oda. Bir penceresi var, yerden yüksekliği diğer pencerelere göre daha fazla." diyerek kapıyı kapattım. Ardından Sancaklı'ya döndüm. "Efendim, isterseniz -"
"Devam et." diyerek lafımı kesti. Tereddütte kalsam da kafa sallayıp soldaki kapıya yöneldim. Açmadan önce ona döndüm. Bakışları kulpu tutan elime sabitlenmişti. Dolup taşan acısı yüreğimde izler bırakırken kapıyı açtım. "Soldaki oda öldürülen Derya Sancaklı'nın odası. Bir tane geniş penceresi var. Odanın içinde bir kapı daha var. Banyoya açıldığını tahmin ediyorum." diyerek içeri adımladım. Daha sonra vazgeçip geri döndüm ve kapıyı kapatarak odadan çıktım.
Ben merdivenlere yönelmişken Sancaklı kolumdan tuttu ve durdurdu. "Neden içeri girmedin?"
"Bunu siz kendinizi daha hazır hissettiğiniz de yapmak istiyorum. Şimdilik sadece aşağı kata bakacağım." dediğim zaman Sancaklı'nın gözlerinde gördüğüm şüphe biraz da olsa azaldı. Duygusal yönden öyle büyük bir çöküşteydi ki yaptığım en ufak bir hareket bile mantığını devre dışı bırakıp bakış açısını değiştirebiliyordu.
Bunu kullanmak zorunda olduğum için kendimden utanıyordum.
Elini çekti ve hızlıca aşağı kata indi. Burada durmaya tahammülü yoktu. Bende yakamdaki kaydı durdurarak aşağı indim. Mutfakta su içiyordu. Bana dönerek "İster misin?" diye sordu. "Teşekkürler, suyun yanında bir de ağrı kesiciniz varsa alabilir miyim? Yorucu bir gündü." diyerek güldüm. "Neredeyse ölüyor olmandan mı bahsediyorsun?" derken mutfak dolaplarından ayrı duran bir bölmeye gitti. Yerden yüksekliği diğer dolaplara göre daha fazlaydı. Ayrıca dolabın içinde kilidi olan ayrı bir dolap vardı. Anahtarı aşağıdaki mermerin üstünde duran kutudan almıştı. Sorduğu soruyu es geçip "İlaçlarınızı neden orada tutuyorsunuz?" diye sordum. "Çocuklar bulamasın diye. Makas, bıçak tarzı şeyler de burada durur." diyerek duraksadı. Gözleri yere sabitlenirken "En yakın zamanda bunları da aşağı indireceğim. Nasılsa artık şeker sanıp ilaçları içeceğinden korktuğum çocuklarım yok." diye mırıldandı. Acısı gözlerimi yakarken derin bir nefes aldım. Aklım almıyordu. Küçücük bedenlerin öldürüldüğü bu dünyayı bir türlü sindiremiyordum.
Sancaklı irkilerek kendine geldi. "Ben bir telefon görüşmesi yapacağım. Sen buradan istediğin ilacı al." dedi ve bir şey dememe fırsat vermeden mutfak balkonundan çıktı. Kapıyı kapatarak çardağa ilerledi. Gidişinin ardından akan yaşımı sildim ve boğazımı temizleyerek yakamdaki kaydı çalıştırdım. "Mutfağı inceliyorum. Ortada bir mermer var. Ocak mermerin üstünde. Dolaplar duvara sabitlenmiş. Altlarındaki mermerlerin üstünde mutfak araçları var. İçinde ilaçların ve bıçakların olduğu dolap ayrı bir yerde duruyor." diyerek oraya ilerledim. İki tane ağrı kesici buldum. Birisinin kutusu ıslanmış gibiydi. Buruş buruştu ve yazılarının çoğu yırtılmıştı. Bir bu ilaca, bir de her şeyin düzen içinde yerleştirildiği dolaba baktım. Bu kutu burada aykırı duruyordu. Kutunun içini açtım ve sadece bir tane ilacın içilmiş olduğunu gördüm. Diğer kutuyu açıp baktığımda ise çoğu ilaç içilmişti. Yazılı olmayan bir kuraldır ki aynı olan ilaç kutularından biri bitmeden diğerine geçilmezdi. Ayrıca kutunun neden yıpratılmış olduğu da beni düşündürüyordu. Aklıma cinayet günü lavabo giderinde bulunan kağıt parçaları geldi. Ve mutfakta bulunan, tuzla buz olmuş bardak...
Daldığım düşüncelerden beni ayıran Sancaklı'nın mutfak balkonunu tıklatması oldu. Gidip kapıyı açtım ve "Dışarıdan açılmıyor mu?" diye sordum. "Hayır, sadece içeriden açılan bir mekanizma yaptırmıştım." diyerek içeri girdi. Zihnimde birleşen bazı parçalar vardı ama kuvvetli değillerdi. Bir çok ihtimale sarılmışlardı.
"Bunu ne zaman yaptırdınız? Tüm balkon kapılarında bu var mı?"
"5 ay önce. Civarlarda hırsızlık vakaları arttığı zaman. Ve evet, tüm balkon kapılarına yaptırdım. Neden soruyorsun?"
5 ay önce. Cinayetle bir bağlantısı yoktu. Tüm balkon kapılarında olması da demekti ki eve girilebilecek olan tek kapı dış kapıydı ve onda da zorlama bulunamamıştı.
"Sanırım bir şey yakaladım." Beynimde dönen çarklar sesimi kısmıştı. Sancaklı merakla yanıma yaklaştı ve peş peşe sorular sordu. "Ne? Söyle çabuk. Ne buldun?"
"Gelin, şuna bir bakın." diyerek onu ilaç kutusunun önüne çektim. Islanarak buruşmuş ve yırtılmış ilaç kutusunu elime aldım. "Araştırmalar sonucu lavabo giderinde kağıt parçaları bulunmuştu. Bu ilaç kutusu ıslanmış gibi duruyor ve yırtılmış parçaları var. Ayrıca aynı kutudan açılmış bir tane daha var. Fazlaca tüketilmiş. Ama bundan sadece bir tane içilmiş. Kullanılmış olan kutuyu bitirmeden buna geçeceğinizi sanmıyorum. Haklı mıyım?" Hızla kafasını salladı. "Derya da buna dikkat ederdi. İlaç kutusunun biri bitmeden diğerine geçmezdik."
"Tamam işte! Yani bunu siz içmediniz. Şöyle olabilir mi? Katil, altına girdiği bu büyük işten dolayı tramvatik bir an yaşayarak ilaç içmek istedi. Ellerinde hiçbir iz bırakmamasının nedenini eldiven takması olarak değerlendirmiştik. Eldivenli eliyle kutuyu açıp ilacı çıkaramadığı için eldiveni elinden çıkardı ve bir bardak suyla ilacı içti. Yerde tuz buz olarak bulunan bardağı hatırlayın. Hiçbir amaç olmadan kırılan bardak. Parmak izinin bulunmaması için yapmış olduğunu düşünüyorum ve lavabodaki kağıt parçaları da ilaç kutusunu tuttuğu için onu temizlerken yol açtığı bir durum. Panikten dolayı aklına silmek gelmemiş, yıkamayı ve yırtmayı tercih etmiş olabilir. Ne düşünüyorsunuz?"
Sancaklı afallamış bir şekilde "Bu anlattığın çok zor bir ihtimal. Hatta kurgu bile diyebilirim. Katil ilaç dolabını nasıl bulacak? Dolabı araştıracak kadar mı ilaç içmesi gerekiyordu? Ayrıca bardak kırılmış bile olsa üzerinde ağzından bulaşan tükürüklerini bulabilirdik. Ama yoktu. Hem, bahsettiğin gibi tramvatik bir an bile olsa bu nasıl bir rahatlık? Öldürdüğün insanların evinde ilaç arayıp içiyorsun. Rahatlamak için! Bu saçmalık." diyerek mutfağın içinde yürümeye başladı. İhtimalleri sıraladım. "Belki migreni vardı. İlaç içmek zorundaydı ve bıraktığı imzayı da göz önünde bulundurursak evet, öldürdüğü insanların evinde ilaç içebilecek kadar rahattı."
Sancaklı bana döndü ve "Bu bana hala bir kurgu gibi geliyor. Bahsettiklerin aykırı ihtimaller."
"Ama sonuç olarak bir ihtimaller. Ve eğer anlattıklarım sadece bir ihtimal değilse bu bizi çok büyük bir ipucuna çıkartıyor." diyerek balkon camına baktım.
Ses tonumdan olsa gerek rahatsız edici bir şey bulduğumu anlayıp yanıma yaklaştı. "Söyle."
"Balkon kapıları dışarıdan açılmıyor. Eve girerken kullanılabilecek olan tek yer dış kapı. Onda da zorlama bulunamadı. Belki de sandığınız gibi anahtarı çalıp içeri giren kişi, yabancı biri değildi. Hiçbir saç ve parmak izini temizlemek zorunda olmayan, çünkü zaten evinize girip çıkan ve kendisinden şüpheleneceğinizi düşünmeyen biriydi." dedim ve duraksadım. Bunu sindirmesi çok zor olacaktı. "Bu, ilaç dolabını nasıl bulduğunu da açıklıyor.-" derken Sancaklı'nın yüzü kireç gibiydi. Bu ihtimale hiç şans vermemiş olmalıydı ki şu an adeta beyninden vurulmuşa döndü. Her ne kadar acımasız bir seçenek de sunmuş olsam, bir seçenekti ve değerlendirilmek zorundaydı.
"Dolabı aramadı bile, zaten yerini biliyordu!"
|
0% |