Yeni Üyelik
5.
Bölüm

3. Bölüm (Ölüm Oyunu)

@betulbasndrglu

"Bu anlattıkların doğru olamaz. Benim evime girip çıkan sadece bir iki kişi var. Onlar da senelerdir tanıdığım, kardeş dediğim insanlar. Mümkün değil. Eminim bu ilaç saçmalığının daha mantıklı bir açıklaması vardır." diyerek elimde tuttuğum ilacı aldı ve dolaba geri koydu. Mantıklı düşünemiyor olması ona bu ihtimali hiçe saydırıyordu. Ama eğer haklıysam da koskoca bir yalanın içinde yaşıyordu.

 

"Cihan Bey. Lütfen anlattıklarımı sakin bir şekilde düşünün. Bu yaptığınız -" derken lafımı böldü. Adeta haykırarak "Kes artık! Ne yapıp yapmayacağımı sana sormayacağım. Bu anlattıkların, koskoca bir saçmalıktan başka bir şey değil. Anlıyor musun? O yüzden sus ve aklımı daha fazla bulandırma!" diyerek bana sırtını döndü. Aklının karıştığını itiraf ediyordu ama kabullenmiyordu. Sözleri canımı sıkarken bu tavrına daha fazla dayanamayacağımı anladım. Beni küçümsemesi kendi zararına olacaktı.

 

Yine de sakin olmaya çalıştım. O, binadaki anahtardı. Onu kaybedemezdim.

 

"Peki Cihan Bey. Şimdi gidiyorum fakat yarın akşam yukarı katı incelemek için geri geleceğim. Bugün için verdiğim rahatsızlıktan dolayı da özür diliyorum. İyi akşamlar." diyerek arkamı döndüm ve mutfaktan, ardından evden çıktım. Beni yarın için reddetmemiş olması bile iyi bir gelişmeydi. Az önce sunduğum ihtimali reddetmesi de beklemediğim bir şey değildi. Verdiği kayıplardan sonra bir diğerini kaldıramayacağının o da farkındaydı. Bu yüzden bir ihanet ihtimalini kabul etmek istemiyordu. Ama benim aklımın bir köşesinde bu ihtimal hep olacaktı. Eğer içerde bir hain varsa bu her şeyi değiştirirdi. Belki de bugün, katil ile yüz yüze gelmiştim. Belki de beni görmüş ve kendini gizliye almıştı. Bu ihtimali çöpe atamazdım.

 

Arabama binip evime doğru ilerledim. Yarım saat sonra kapımın önündeydim. Derin bir nefes aldım ve tüm günün yorgunluğunu üstümden atmak umuduyla evime adımladım. Uzun bir gün olmuştu. İki kez başıma silah dayanmıştı. Sorgulanmış ve tuzağa çekilmiştim. Bunlar da yetmezmiş gibi elde ettiğim ipucu boşa gidiyormuş gibi hissediyordum. Sancaklı'nın desteği olmadan elde ettiklerim bir hiç olacaktı. Çünkü ifşalanmıştım. Bugün beni evinde yakalaması hem büyük bir fırsat elde etmemi hem de göz önüne çıkmamı sağlamıştı. Göz önüne çıkmış olmam benim için bir eksiydi çünkü işim, kapılar ardında yürütülen bir işti. Tanınmasam daha rahat olabilirdim ama yapacak bir şey yoktu.

 

Anahtarımı çıkartırken çantamı yok etmem gerektiği aklıma geldi. Eve girdim ve ışıkları yakarak mutfağa ilerledim. Çantamı lavabonun içine koydum ve eşyalarımı içinden çıkartarak bir kibrit yaktım. Parmağım da ateşin sıcaklığını hissedene kadar kibriti tuttum. Canım yanmaya başladığındaysa gülümseyerek çantayı ateşe verdim. Yavaşça yükselen alevler gözlerimde hapsoldu. Mahvolan hayatımı da böyle yakmak isterdim.

 

Gülümsemem kahkahaya döndü. Hemen ardından acı bir haykırış, tüm yorgunluğumu bedenimden uzaklaştırdı. Ağlamak beni rahatlatırdı. Annem, tanıdığım en güçlü polis olarak bana da her zaman güçlü bir insan olmam gerektiğini söylerdi. Öyle de olmuştum. Ama o gitmişti ve elimde kalan tek şey hatıralarıydı. Ölmeden bir gün önce güçlü olacağıma dair benden söz istediğini hatırlıyordum. Öldürüleceğini biliyordu. Ama yaptığı tek şey beklemek oldu. Kurtulamayacakmış gibi, sadece beklemişti.

 

Hırsla göz yaşlarımı sildim ve tamamen yanan çantanın üstünü kapatıp ateşi söndürdüm. Ne kadar güçlü olursa olsun, annemin bile kurtulamayacağını düşündüğü biri bile olsa onu bulup öldürecektim. Ailemin ardından döktüğüm gözyaşlarımla boğacaktım onu. Belki de on üç senedir yüreğime saplı olan bıçakla öldürürdüm. Henüz karar vermediğim önemsiz bir detaydı. Ölmesi tek isteğimdi, nasıl olacağıyla ilgilenmiyordum.

 

Mutfaktan çıkıp günün kirini üstümden atmak için banyoya girdim. Çıktığım zaman telefonumda 2 cevapsız arama vardı. Biri patrondan diğeri ise Sancaklı'dandı. Şaşırarak önce patronu aradım. "Aramışsın, banyodaydım." diyerek bana bağırmasını bekledim. Aksine keyifli bir sesle "Önemli değil. Neler yaptın diye aradım." Keyifli oluşu içime şüphe düşürmüştü. Şerefsiz insanları keyiflendiren şeyler bizim gibilerin kabusu olurdu.

 

"Sancaklı dediğin gibi bana tuzak kurmuş. Ama atlattım. Şimdi bana biraz daha güveniyor. Yarın evine gideceğim. Araştırma yapmak için."

İlaç meselesini anlatmayacaktım. En azından şimdilik. Önce kendimi ikna etmem gerekiyordu.

 

"Anladım. Sen başarırsın, buna şüphem yok. Dikkat çekme yeter. Zaten bundan sonra işin daha kolay olacak. Yapman gereken tek şey dosyaya ulaşmak." dedi ve bir şey söylememe fırsat vermeden telefonu kapattı. Neydi bu şimdi? Bundan sonra işin daha kolay olacak ne demekti?

 

Bunu düşünmeyi erteleyip merakla Sancaklı'yı aradım. "Alo, İclal. Sana anlattıkların bir saçmalıktan ibaret demiştim. Yakınlarımın bu işle bir alakası yok." diyerek bana söz hakkı tanıdı. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?"

 

"Telefondan olmaz. Konum at, geliyorum."

 

 

*********

 

 

"Kahve içer misiniz?" diyerek salona giden holde arkasından ilerledim. "Hayır, teşekkürler."

 

"Rica ederim. Böyle geçebilirsiniz." diyerek tekli koltukları gösterdim. Oturdu ve hemen konuya girdi. "Bir saat önce beni birisi aradı." Bende karşısına oturdum ve "Kim?" diye sordum.

 

Ürkütücü bir sırıtmayla cevap verdi. "Katil."

 

Şaşkınlıkla hareket edemedim. Dilim lal olmuşken zar zor "Nasıl?" diye sordum.

 

"Sakin ol. Elimize çok büyük bir koz verdi." diyerek cebinden telefonunu çıkardı ve bir ses kaydı açarak sesini yükseltti.

 

"Cihan Sancaklı." Sesi elektronikti.

 

"Alo, kimsin?"

 

"Ben ailenin celladıyım. Sana cehennemi yaşatan kişi."

 

Bir sessizlik oldu. Sancaklı'ya baktığımda sinirle yumruklarını sıkıyordu. Bu nasıl bir acımasızlıktı böyle?

 

Bir kaç saniye duraksamanın ardından elektronik ses tekrar duyuldu. Anlaşılan Sancaklı bu giriş karşısında şaşkınlıktan konuşamamıştı.

 

"Beni dinle, dün ki çocuk. Duydum ki İlhanlı'nın kızıyla işbirliği yapıyormuşsun. Adamlarımı tek de indirmiş. Bu hiç iyi olmadı çünkü onu da öldürmek zorundayım artık. Kızı yanından ayırma ki ikinizi birden öldürmem kolaylaşsın diye aradım."

 

"Seni geberteceğim!-" Sancaklı'nın öfke dolu sesini kesti.

 

"Bağırma, çocuk. Seni sonuç bulamayacak tehditlerini dinlemek için aramadım. -"

 

 

 

"Ne oldu?" diye sordum, ses kesilince. "Bir anda ses kesildi. Bilmiyorum."

 

 

 

Başımı salladım. Ne diyeceğimi bilemediğim birkaç saniyenin ardından lafa girecektim ki hırsla konuştu. "Elimize verdiği koz seni öldüreceğini söylemesi. Bundan sonra asla yanımdan ayrılmayacaksın. Seni kullanarak bu şerefsizi yakalayacağız." dedi ve arkasına yaslanarak çenesini sıvazladı.

 

Kabalığı karşısında hayretle gülümsedim. Beni öldürmeye çalışacakları bir yana bunu kullanacağını söylemesi bu kadar kolaydı demek.

 

"Anladım. En azından ölüm bir işe yarar." diyerek ayağı kalktım ve salonla birleşik olan mutfağa geçtim. Temizlediğim çanta kalıntılarından arda kalan küçük parçaları bezle temizlerken Sancaklı'nın yanıma geldiğini hissettim. "Saçmalama, sana dokunmasına asla izin vermeyeceğim. Bu yüzden yanımdan ayrılmayacaksın. O senin için geldiğinde, karşısında ben olacağım. Ve sonra o yok olacak." derken sesindeki karanlık içime sızdı. Kendim için doldurduğum kahveyi eline aldığında yenisini doldurdum. "Siz bana bakmayın. Her türlü fırsatı değerlendirmeliyiz, haklısınız." diyerek kahvemi içtim. Kafasını salladı ama yine de ekledi. "Sana bir şey olmayacak. Bir kere daha bunu yapmasına izin vermeyeceğim." diyerek telefonunu çıkardı. Muhtemelen tüm ölümlerden kendisini suçluyordu ve katilin kurduğu son cümle bunu düşünmesi için yeteri kadar destekleyiciydi. Bu yüzden bir kayıp daha vermek istemiyordu.

 

"Alo, (...) adresine bir ekip gönderin. İclal İlhanlı için istenilen koruma emri geldi mi? Tamam, kalabalık ve sivil gelin. Tüm sokağı kaplayacaksınız. Binanın önünde sadece bir tane polis arabası olacak. İçine de iki adam koy." diyerek telefonu kapattı. Kahvemi yudumlayarak onu izliyordum. Bana döndü ve "Çok sakinsin. Sebebini öğrenebilir miyim?" diyerek sorgularcasına yüzüme baktı.

 

Omuzlarımı silktim ve konuştum. "Bilmem, sanırım kendimi bu fikre alıştırdığımdan dolayı. Hem, kaybedecek hiçbir şeyim yok. Yani anlayacağınız bana fark etmez."

 

Sözlerimin ardından yüzüme bakarak ciddiyetimi sorguladı. Bense aklıma gelenle konuyu değiştirdim. "Benim fikrimi nasıl hiçe saydınız? Bunu size yaptıran ne oldu?"

 

"Seni öldürecek olması. Katil, benim yakınlarımdan biri olsaydı kendini açık etmek yerine seni onlara yakınlaştırdığımda öldürmez miydi? Daha kolayı varken neden tedbir alacağımızı bile bile bizi arasın ki?"

 

Hiç duraksamadan "Peki bu niye bizi aradı? Tedbir alacağımızı tahmin edecek akla sahip değil mi? Kim olursa olsun, planını neden bize açık etti?" diye net bir şekilde sordum. Sancaklı ise sinirle "Kibri yüzünden." diyerek elindeki bardağı sertçe tezgaha koydu.

 

"Kendini güçlü zannediyor. Bunu bize de hissettirmek istedi. Birini yıkmak istiyorsan içine korku salman yeterlidir. O da bunu yapıyor. İkimizi bir öldüreceğini söylemesi işin bu tarafını beslemek içindi."

 

"Anlıyorum. Ama hala bir ihtimal benim aklımda olacak. Sonuçta her şey biz insanlar için. Ortada bir ihanet varsa buna şaşırmam." dediğimde delici bakışlarının hedefi oldum. "Her zaman böyle soğukkanlı mıydın? Yoksa ölüm hissiyatı mı böyle olmanı sağladı?"

 

İmasına karşı sadece güldüm. Bu tavrım onu sinirlendirirken sessiz kalmayı tercih etti. Bir kaç dakika sonra birini arayarak "Ben çıkıyorum. Siz de geldiğiniz zaman gözünüzü dört açın. En ufak bir ters harekette beni arıyorsunuz." diyerek telefonu kapattı. Yüzüme bakmadan " On dakikaya burada olacaklarmış, gidiyorum ben." dedi ve evin çıkışına yöneldi. Gözlerimi devirerek arkasından ilerledim. Sancaklı'yı yanlış tanımıştım. Fazla sinirliydi.

 

Binanın dış kapısına kadar arkasından ilerledim. Kapıyı açıp dışarı çıktığında içten içe sıkılarak kolunu tuttum ve durdurdum. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki, sesimin üstüne çıkan silah sesiyle Sancaklı üstüme atıldı ve beni gizledi. Kendini bana siper ederken bir yandan da belinden silahını çıkarttı ve ateşin geldiği yöne döndü. "Dikkat et!" diye bağırırken art arda atılan kurşunlar başımın üstünden geçip arkamdaki bina camını tuzla buz etti. Sinirle ateşin geldiği yöne bakmaya çalıştım. Ama Sancaklı önümdeyken göremiyordum.

 

"Kaç kişi bunlar?" derken diğer taraftan da ateş etmeye başladılar. Sancaklı da yanıma eğilirken "Şerefsizler, etrafı sarıyorlar." diyerek şarjörünü değiştirdi ve diğer taraftan ateş edenleri hedef aldı. Ama saldırı çok yoğundu. Geri çekilmek zorunda kalan Sancaklı ekibi aradı fakat açan olmadı. Korkum mantığımı esir alırken düşünmeden edemedim. Ekibi indirmiş olabilirler miydi? Nasıl böyle hızlı bir istihbarata sahip olabiliyorlardı?

 

İçeri de hain olduğuna emindim artık. Ve onu Sancaklı olmadan bulmak zorundaydım.

 

"Ulaşılmıyor, kahretsin!" diyerek bana döndü ve "Eve gir, hemen." dedi. "Ama siz-" derken tam beni susturacaktı ki silah sesleri kesildi. Nefesimi tutarak yavaşça ayağı kalktım. Sancaklı da beni arkasına alarak ayağı kalktı ve silahını hazır ederek etrafa bakındı. Keskin bir sessizliğin ardından ileri ki sokaktan büyük bir araba hızla bize doğru gelmeye başladı.

 

Her şey ağır çekimde gerçekleşmişti. Sancaklı'nın sinirle bağırarak üstüme kapanması, önümüzden geçerken attıkları sayısız kurşun ve kendini siper ettiği için tüm kurşunların hedefi olan Cihan Sancaklı...

 

Kulaklarım çınlarken dolan gözlerimle Sancaklı'nın yere düştüğünü gördüm. "Hayır!" diye mırıldandım, tüm bunların gerçek olmamasını dilerken. Sancaklı sırt üstü yatarken gözleri kapalıydı. "Olamaz, hayır!" diye bağırırken, gözlerimin önüne ailemin cesetleri geldi. Aynı şeyi bir daha yaşayamazdım. "Hayır!" Çığlığım yankılandı.

 

Onu sarsmaya başladım. "Uyan, lütfen, ölemezsin." derken ağlamaya başlamıştım. En derinimden kopan haykırışla ona sesimi duyurmaya çalıştım. "Uyan!"

 

Aniden açtığı gözleri ile derin bir nefes aldı ve öksürmeye başladı. "İyiyim, sakin ol." derken bir yandan da nefesini toplamaya çalışıyordu. Şaşkınlık ve üzerimdeki şokla ağlamamı durduramazken doğrulmasına yardım ettim. Sırtının topladığı tüm kurşunlara rağmen kanama yoktu. O an elimin altında çelik yelek olduğunu anladım.

 

"Nasıl?" derken Sancaklı bana baktı. Ardından hiçbir şey demeden ayağı kalkmaya çalıştı. Gözlerimi sildim ve onu binanın yanındaki banka oturttum. "İyi misiniz?" derken iç çekmeme engel olamadım. "Ağlama artık, iyiyim." dedi ve gömleğinin bir kaç düğmesini açıp çelik yeleği gösterdi. "Evden çıkarken giymem gerekiyormuş gibi hissettim. Haklıymışım da." diyerek etrafı kolaçan etti ve yaklaşan polis arabasına baktı. Arabadan inip yanımıza gelen Ata ve diğer üç polis, bir ağlayan bana bir de hala nefesini toplamaya çalışan Sancaklı'ya baktı. Ata telaşla konuştu. "Abi, ne oldu? İyi misiniz?"

 

"Telefonunuza niye ulaşılmıyor?"

 

"Telefonum açık abi, ulaşabilmen gerekirdi." diyerek telefonunu çıkardı ve arama kayıtlarına baktı. "Görünmüyorsun." diyerek bana baktı ve "Ne oldu?" diye sordu. Boğazımı temizleyip "Saldırıya uğradık. Sırtından vuruldu ama çelik yeleği varmış." dediğimde Ata şaşkınlıkla konuştu. "Kim yaptı peki? Biliyor musunuz?"

 

"Katil!" derken içimdeki öfke dilime vurdu. Sancaklı bana baktı ve "Sakinleş." diyerek Ata'ya döndü. "Tamam sorun yok. Söylediklerimi uygulamaya geçin. Ben eve geçiyorum. Üstümü değiştirip geri geleceğim. Bu kadar çabuk saldırmalarını beklemiyordum. İclal'in tek bir an bile yalnız kalmaması lazım. Her an her yerde karşımıza çıkabilir o şerefsiz." diyerek ayağı kalktı. Bir adım atmıştı ki durdu. "Eve geç İclal. Ata, sizde şu bina camıyla ilgilenecek birini bulun, İclal uğraşmasın."

 

 

 

"Tamam abi. Hallederim ben."

 

 

 

"Haber verin." diyerek arabasına ilerledi. "Dikkat et." diye fısıldadım fakat beni duyduğunu biliyordum. Boğazımdan yükselen hıçkırığı son anda engelleyip saçlarımı çekiştirdim. Bir gün ne kadar kötü geçebilirse o denli iğrenç bir gün geçirmiştim. Öylesine yorgundum ki bacaklarımın titremesi yürümemi zorlaştırıyordu. Ata "Yardıma ihtiyacın var mı? İyi görünmüyorsun." diyerek yanıma yaklaştı. Elimi kaldırarak onu durdurdum ve evime adımladım. Tek istediğim bu günün burada bitmesiydi.

 

 

 

******

 

4 saat sonra

 

Gözlerim yavaşça aralanırken odamdaki cama döndüm. Güneş yeni doğuyordu. Saate baktığımda yalnızca 4 saat uyuduğumu gördüm. Vücudumu esneterek yataktan çıktım. Uzun bir gün yine beni bekliyordu.

 

Banyoya girip kendime kahve yapmak için mutfağa geçtim. Ancak koltuğumda oturan Sancaklı , korkup çığlık atmama sebep oldu. Bu tepkim Sancaklı'yı güldürürken "Hayatın başlı başına bir korku filmiyken burada masumca oturan benden korkmamalısın." diyerek yerinden kalktı ve yanıma yaklaştı. Elim hızla atan kalbime gitti. Nefesimi üfleyerek "Boşluğuma geldi yoksa olacak iş değil." diyerek bende güldüm. Sancaklı ciddileşirken "İyi misin? Niye az uyudun?" diye sordu. "Alışkanlığım. Normalde iki, belki üç saat uyurum. Dünün temposundan dolayı bu kadar uyumuşum." diyerek mutfağa geçtim ve kahve makinasını çalıştırdım. "Sizde ister misiniz?" diyerek ona döndüğümde telefonuyla ilgileniyordu. "Bir kaç dakika sonra olabilir, kapıdakilerle konuşuyorum." dediğinde başımı salladım ve onun için de kahve koydum. Sabahları kahveyle başlayıp öğlene doğru kahvaltı yapardım. Bu da alışkanlığımdı.

 

"Bu arada eve nasıl girdiniz?"

 

"Kapıyı açık bırakmışsın." diyerek bana salakmışım gibi baktı. Gülerek " Olur öyle şeyler." dedim ve kahvemle salona geçtim. Koltuğa oturarak bağdaş kurdum. Sancaklı'da elinde kahveyle karşıma oturdu. Boynunu çevirerek sırtını gerdirdiğinde "Uyumadınız mı?" diye sordum. Gözleri kızarmıştı. Başını 'hayır' dercesine salladı. "İsterseniz uyuyun. Ters giden bir şey hissedersem sizi uyandırırım. Zaten kapının önü polis dolu." diyerek onu ikna etmeye çalıştım. Katil yakalanana kadar uyumamaya ant içmiş gibi bir hali vardı. "Kimseye güvenmiyorum. Seni benim korumam lazım." diyerek gözlerini kapattı ve başını arkaya yasladı. "Neden?" diye sorarken cevabından hoşlanmayacağıma emindim. Fakat o cevap vermedi. Konuyu değiştirerek "Dün o adamlarla nasıl başa çıktın?" diye sordu. Bu da nereden çıkmıştı şimdi?

 

"Annem hep kendimi savunmayı öğrenmem gerektiğini söylerdi. O ölene kadar bunu dert etmezdim ama hayatım alt üst olduktan sonra bunun benim için bir tercih meselesi olmadığını anladım. Öğrenmek zorundaydım yoksa hayatta kalamazdım." derken gözlerimin önüne ailemin cenazesinde öldürülmeye çalıştığım an geldi. Hiç tanımadığım insanlar beni kurtarırken bir dahakinde etrafımda insan olacağının garantisi yoktu. Zaten bir daha da kimse tarafından kurtarılmamıştım. Kendi başımın çaresine bakmayı öğrenmiştim. En azından patronla karşılaşana kadar. Beni korumuştu. Ama kendi çıkarları için oluşu beni koruyor olmasını arka plana atıyordu.

 

"Hayatta kalamazdım derken neyi kastediyorsun?"

 

"Defalarca ölümle burun buruna geldim. Bu beni daha da güçlendirdi. Her geçen gün daha da tedbirli, gözü açık bir insana dönüştüm. Yani o adamlarla başa çıkmak benim için çok da yeni bir olay değil. Böyle konuşuyorum ama siz olmasaydınız belki de şu an ölü biriydim." diyerek histerik bir şekilde güldüm. Ölümle her gün yan yana yürüyordum. Bu da ondan korkmamamı sağlıyordu.

 

Sancaklı benim aksime ciddi bir ifadeyle "Çığlığını duydum. Bir saniye daha gecikmiş olsam gerçekten de ölü biriydin." diyerek bakışlarını gözlerime dikti. Boğazımı temizleyerek ondan başka her yerde gözümü gezdirdim. Ama hala bakıyor olması rahatsızlık verirken "Bu akşam evinize geleceğim. Cinayet yerini incelemek için. Unutmadınız değil mi?" diyerek konuyu değiştirdim. Duruşunu bozmadan bana bakmaya devam etti, ardından yavaşça yerinden kalktı ve mutfağa geçti. "Hayır, unutmadım. Karakoldan sonra beraber geçeceğiz."

 

"Nasıl yani? Karakola beraber mi gideceğiz? Ama benim işlerim-" derken lafımı böldü.

 

"Sen tehlikenin farkında değilsin sanırım. Tek bir an bile yanımdan ayrılmaman gerek! Bu adamların şakası yok. Dün eğer çelik yelek giymemiş olsaydım şu an da ölüydüm. Aynısı sana da mı olsun istiyorsun?"

 

"Saçmalıyorsunuz. Katil bulunana kadar her dakikanızı benimle geçiremezsiniz. Ben bunu istemiyorum. Kendi başımın çaresine bakabilirim. Her zaman yaptığım gibi." diyerek yerimden kalktım ve salondan çıktım. Sancaklı arkamdan gelirken "Asıl sen saçmalıyorsun. Dün ne kadar kalabalık olduklarını gördün. Nasıl başa çıkacaksın? Yardımıma ihtiyacın var." diyerek kolumdan tuttu. Kolumu tuttuğu elini alıp ters çevirdim ve kolunu sırtına dayayarak onu duvara ittim. 'Nasılım?' dercesine ellerimi iki yana açtım ve sinirle gülerek "Bence bir daha düşünün. Başa çıkamaz mıyım?" dedim. Sancaklı duvara tutunarak doğruldu ve sinirle bir nefes aldı. Arkamı dönerek odamın kapısını açtım. Tam o sırada, ensemde hissettiğim namlu nefesimi kesti. Adımım havada kalırken durdum ve amacını anlamaya çalıştım. Kendimi koruyamayacağımı düşünüyordu. Hızla arkamı döndüm ve bileğinden tutarak onu ittirdim. Elindeki silah düşerken eğildiği yerden bacağımı tuttu ve beni yere düşürdü. Başımı yere vurdum. Gözlerim kararırken silahın horozunun indirilme sesini duydum. Sancaklı silahı bana doğrultmuştu. "Şu an ölüsün, İclal. Bir daha düşün. Gücünün kıyaslanamadığı biriyle karşı karşıya gelsen kurtulma şansın var mı?" diyerek silahı indirdi ve beline geri koydu. "Ben seni korumaya çalışıyorum. Nasıl olursa olsun. Yanımdan ayrılmayacaksın. Bir işin mi var. Benimle birlikte halledeceksin. Kahve içmeye mi gideceksin. Yanında ben olacağım. Katili yakalayana kadar bu böyle devam edecek. Bence artık sende benimle aynı fikirdesin." diyerek bana elini uzattı. Kahretsin, haklı olması canımı sıkmıştı! Beni öldürmek için tutulmuş birine karşı ne kadar dayanabilirdim ki? Bulduğu ilk fırsatta beni öldürecek olan birine karşı, silahsız ne yapabilirdim?

 

Sancaklı'nın elini tutup beni kaldırmasına izin verdim. Dönen başım ayakta durmamı zorlaştırırken elimi ondan çektim ve kapıya tutunarak mutfağa ilerledim. Bir kaç dakika sonra başıma buz koymuş, oturuyorduk.

 

"Bunu yapmak zorunda mıydınız?" diyerek başımdaki buzu indirdim ve şişen yeri elimle kontrol ettim. Biraz da olsa inmişti. "En unutulmaz dersler, acı verenler olur." diyerek buzu elimden aldı ve "Hadi, çıkalım artık." dedi. Başımı sallayarak "Giyinip geliyorum." dedim. Yanından ayrılıp odama geçtiğimde sinirim yeniden alevlendi. Dersmiş! Üstümde güç gösterisi yapıp sonra buna ders diyordu. Aynaya bakarak sakin olmam gerektiğini kendime hatırlattım. Krizi fırsata çevirebilirdim. Sonuçta tüm gün binada olacaktım. Dosyaya ulaşıp bu durumdan kurtulmak için bolca vaktim olacaktı.

 

Üzerimi değiştirerek saçlarımı topladım ve botumun içine çakı yerleştirdim. Ardından Sancaklı'nın yanına geçtim. "Ben hazırım."

 

 

******

 

Oturduğum koltukta sıkıntıyla dönerek etrafı inceledim. Yan masada oturan Sancaklı ise yan gözle bana bakıp ilgilendiği dosyalara geri döndü. "Sabret, iki saat kaldı eve geçmemize." diyerek elindeki dosyayı masanın önüne itti ve "Evraklar hazır." diye bağırarak başka bir dosyaya geçti. Çalışanlardan birisi de hiç sorgulamadan dosyaları aldı ve odadan çıktı. "İşe bak." diye mırıldandım kendi kendime. Sancaklı kafasını kaldırmadan "Ne diyorsun?" diye sordu. "Diyorum ki, kahve alacağım. Siz de ister misiniz?"

 

Eli telefona gittiğinde "Saatlerdir burada hiçbir şey yapmadan oturuyorum. Artık biraz ayaklanabilir miyim?" diye sorarak samimiyetsizce gülümsedim. Beni resmen buraya mühürlemiş, ne istersem başkaları tarafından yaptırıyordu. Öylesine sıkılmıştım ki buradan kurtulmak için her şeyi yapabilirdim.

 

Sancaklı yüzüme bakıp "İyi, gel." diyerek yerinden kalktı. Bende hemen peşine takıldım.

 

Beraber mutfağa geçtik. Büyük bir kupaya kahve doldururken onun için de doldurdum ve uzatırken "Biraz hava alalım. Uzun süredir çalışıyorsunuz." dedim. Kafasını sallayarak gözlerini ovuşturdu ve arkamdan gelmeye başladı. Bahçedeki çardaklara oturduk. Derin bir nefesi içime çekerek ciğerlerimi açtım. Hava kararmış, yağmur geleceğini haber veriyordu. Böyle havalar bana en iyi gelen şeylerden biriydi.

 

"Eşiniz ölmeden önce, aranızda garip bir konuşma geçti mi?" diyerek lafa girdim. Aklımda dönen bazı soruların cevaplandırılması gerekiyordu. Sancaklı'nın üstüne gitmek istemesem de bilmeliydim.

 

"Nasıl bir konuşma?"

 

"Mesela öleceğini biliyormuş gibi."

 

Sancaklı'nın kaşları çatıldı. O günleri hatırlamaya çalışarak gözlerini yola dikti. "Hayır, aksine. Bir hafta sonrası için tatil planı yapmıştı. Biraz uzaklaşmak istemişti."

 

"Neden uzaklaşmak istedi?"

 

"Dinlenmek için. Hem iyi bir polis olup hem de iyi bir anne olmaya çalışmak onu yoruyordu."

 

Gülümsedim. "Eşiniz, gerçekten çok başarılıydı. En son yönettiği operasyonda 27 kızın geleceğini kurtarmıştı. Yakaladığı onlarca insan kaçakçısı da cabası."

 

Sancaklı kısık sesiyle "Öyleydi. Tanıştığı herkesin hayatını güzelleştirirdi." diyerek kahvesinden büyük bir yudum aldı. Boğazını temizleyerek devam etti. "Senelerdir bu işi yapıyorum. Ama yine de bazen aklım almıyor. Neden diye soruyorum. Bir insan bu caniliği neden yapar?"

 

"İnsan olmadığı için. İnsanlığını yitirmiş biri olduğu için." dedim ve duraksadım. Acımı bir kenara bırakıp açıklayıcı bir tonda devam ettim. "Aradığımız katil acıma duygusu olmayan, soğukkanlı ve ikiyüzlü biri. Ben hala aynı fikirdeyim, efendim. Katil kesinlikle içinizden biri. Aksi halde çoğu delil sonuçsuz kalıyor."

 

Dediklerimle Sancaklı bana döndü. Aklının karıştığını biliyordum fakat kabullenmesi lazımdı. Başaramamış olması bir yana dursun, kabullenmediği için dün bahanelerle beni de bu fikirden uzaklaştırmaya çalışmıştı.

 

Kafasını ellerinin arasına aldı ve "Bilmiyorum, İclal. Bilmiyorum." diyerek yerinden kalktı. Bende bardaklarımızı alarak onu takip ettim. Onu zorlamak istemiyordum. Sadece bu akşam evinde bulacağıma emin olduğum farklı delillerle onu ikna etmeye çalışacaktım, o kadar.

 

Binaya girdik. Sancaklı ekiptekilere "Ben çıkıyorum. Bir gelişme olursa ararsınız." diyerek masanın üstünden eşyalarını aldı. Bende eşyalarımı aldım ve arkasından ilerledim. Binaya ikinci kez giriyordum ve hiçbir araştırma yapmadan geri çıkıyordum. Bir sonraki seferde bir yolunu bulup dosyaya ulaşmam gerekiyordu. Bir an önce her şey bitsin istiyordum.

 

Garaja inerek arabalarımıza ilerledik. Ben tam arabama binecektim ki Sancaklı "Benim arabamla gidelim. Zaten yanımdan ayrılmayacaksın. Yarın yine buradayız." diyerek arabasına bindi. Bende onaylayarak arabamı geri kilitledim ve yanına geçtim. Kısa bir süre sonra Sancaklı'nın evindeydik. "Efendim, siz gelmek zorunda değilsiniz. Ben aykırı bir şey bulursam sizi çağırırım." diyerek onu bu eziyetten kurtarmaya çalıştım. Başıyla onaylayarak salona geçti. Bende yukarı kata çıktım ve derin bir nefes alarak zihnimi boşalttım. Sesli not almayacaktım. Sadece gözlem yapmak günün bu saatinde daha verimli oluyordu. Sessiz ve dikkatli.

 

Derya Sancaklı'nın odasıyla başlamaya karar verdim. Çocukların odasından bir ipucu yakalayabileceğimi sanmıyordum.

 

Odaya girdim ve yavaşça yatağa yaklaştım. Cinayet araştırması haricinde ellenmemiş oda, dağınık ve boğucuydu.

 

Uzun bir araştırma yaptım. Saatime baktığımda bir buçuk saattir oda da olduğumu fark ettim. Ama elime kayda değer hiçbir şey geçmemişti. Bir şeyleri yanlış yapıyordum. Göze çarpan değil de çarpmayan yerlere bakıyor olmam gerekirdi. Kendime bir kaç saniye verdim ve durup gözlerimi kapattım. Ben Derya Sancaklı olsaydım ve eşimden bir şeyler gizleseydim, gizlediklerimi nerede saklardım? Tüm dolaplara bakmıştım. Gizli bir kutu ya da kasa yoktu. Daha doğrusu gizli olan hiçbir şey yoktu. Böyle bir ortamda neresi en son akla gelirdi?

 

Gözlerimi araladığımda ilk gördüğüm yer, yataktı. Büyük ve yerden yüksekte olan yatağın altına girme ihtiyacı hissettim.

 

Ve bingo!

 

Yatağın altındaki demirlere tutturulmuş bir defter vardı. Ayakkabımın içine sakladığım çakıyı aldım ve defteri yerinden söktüm. Araştırırken burayı nasıl gözden kaçırmışlardı aklım almıyordu. Kesinlikle bakılması gereken bir yerdi.

 

Bunu daha sonra düşünmek üzere defterle birlikte yatağın altından çıktım. Hızla defteri araladım ve göz gezdirdim. Günlük olarak kullanılan deftere kısa bir süre önce başlanmıştı. İlk yazısı cinayetten sekiz ay önceydi.

 

 

Tüm bunları okumayı sonraya bırakıp en sonda ki sayfaları açtım. Cinayete en yakın olan tarihleri. Çoğu normal yazılardı. Oğlunun adımını, ilk anne deyişini yazmıştı. Tahminimce günlüğü de yeni doğmuş bebeğinden hatıralar kalsın diye yazmaya başlamıştı.

 

Günlüğün son sayfalarına geldim. Her şey normalken yabancı bir isime rastladım.

 

"Bugün dava için ifade verecek olan Sıla Akın ile tanıştım. Kendisi çok garip bir kişilik. Bana bir tanık olarak değil de yakın bir dost gibi yaklaşmaya çalışıyor. Hareketleri şüpheli denecek kadar yapmacık. Sandığımdan daha da ilgili davayla. Hatta belki de davanın ana yapısı bile olabilir. İki gün sonra evime gelecek ve bir görüşme yapacağız. Her ihtimale karşı çocukları evden uzakta tutacağım. Davayla ilgili kaydettiğim tüm bilgileri de Emir'in bakım çantasına koyacağım. Hiç olmadığım kadar dikkatli olmam gerekiyor. Belki de tüm sorularımın cevabı bu kadında saklıdır."

 

İçime yerleşen şüphe ile bunları yazdığı tarihe baktım. Cinayetten iki gün önceydi.

 

'İki gün sonra evime gelecek ve bir görüşme yapacağız.'

 

Zihnimde dönen çarklar başımı ağrıtırken mantıklı bir analiz yapmaya çalıştım. Ama çok fazla soru işareti vardı. Derya'nın ilgilendiği dava ile öldürülmesinin bir bağlantısı olabilir miydi? Bu kadın, dava tanığı gibi gözüküp aileyi katletmiş olabilir miydi? Ama öyle olsaydı arkasında illaki bir iz bırakırdı. Tanıdık biri değildi, daha önce eve girmiş olduğunu sanmıyordum. Yani arkasında bıraktığı iz yabancı bir iz olacaktı. Ama hiçbir yabancı ize rastlanmamıştı. Öyleyse bu kadın, aracı olabilirdi.

 

Katil ile aile arasındaki aracı. Eve girmemiş, dışarıda konuşmuş olma ihtimali arkasında iz bırakmamış olması ile ilgili akla ilk gelendi.

 

Bunu hemen Sancaklı'ya söylemeliydim. Bunu bilmeliydi.

 

Hızla defteri kapattım ve odadan çıktım. "Cihan Bey! Neredesiniz? Çok önemli bir şey buldum." derken merdivenleri bitirmiş, salona geçiyordum. Ama salonda değildi. Yeniden seslendim. "Cihan Bey!" Mutfağa adımladım. Orada da yoktu. Kalbim adeta bulunduğu yeri parçalamak isterken telaşla evin dış kapısını açtım. Bahçe kapısının önünde duran ve telefonla konuşan Sancaklı'yı gördüğümde biraz olsun rahatlamıştım. Ama elimde tuttuğum saatli bomba niteliğinde ki defter hala diken üstünde durmamı sağlıyordu. Hızlı adımlarla yanına ilerleyerek "Cihan Bey!" diye seslendim. Hızla bana döndü ve "Ne oldu?" diyerek yanıma adımladı. "Çok önemli bir şey-" derken gözüm bahçe kapısındaki hareketliliğe kaydı.

 

Adımlarım yavaşladı, olanları idrak etmeye çalıştım. Bana doğru gelen Sancaklı ve Sancaklı'ya çekilmiş olan silah, izlemek istemediğim bir oyunun perde açılışı gibiydi. Perde aralandı ve her şey saniyeler içinde canlandırıldı. "Cihan!" diye bağırdım önce. Benim bağırmamla Sancaklı, her şeyden habersiz kendisine yazılan senaryoyu oynadı. Yanıma ulaştı ve "Ne oldu? İyi misin?" diye sordu. Bense tüm senaryoyu unutup ona cevap veremezken sıra cellada geldi. Silah patladı, senaryo kana bulandı. Ama tek bir şey beklenenden farklı gerçekleşti. Sancaklı'nın kolundan tutup hızla kendime çekmem ve yerlerimizi değiştirmem, akıtılan kanın benim olmasını sağladı.

 

Ve tek seyircisi ben olan oyunun perdesi, sessizce kapandı. Karanlığın arkasından duyduğum son ses ise Cihan Sancaklı'nın korku dolu bağırışlarıydı.

 

 

Loading...
0%