@betulbasndrglu
|
Karanlık bir oda da oturuyordum. Zifiriydi. Karşımda bir çift göz vardı ama kime ait olduğunu çözemiyordum. Ayağa kalkmaya çalıştım. Başaramadım. Korkuyla "Neler oluyor? Kimsin sen?" diye sordum. Cevap alamadım. Yanaklarımdan akan yaşları hissediyordum. Bağırdım ama sesimi duyan olmadı. Bakışları hala üzerimdeyken bir ses duydum. "Neden yaşıyorsun?"
Nefesimi toplamaya çalışırken şaşkınca sordum. "Ne?"
"Neden yaşıyorsun, İclal?"
"Neler oluyor? Bırak beni. Gitmek istiyorum."
"Gidemezsin. Henüz çok erken. Neden yaşadığını hatırla." derken sesi kulaklarımı çınlattı. Ben neden yaşıyordum?
Karanlığı delen çığlığım öfkemden güç alırken bağırdım.
"İntikam!"
****
Kabus dolu uykularımdan acıyla uyandım. Nerede olduğumu sorgularken zihnim parçaları önüme sundu. Sırtımdaki kurşun yarası kendini hatırlattı. Hastane odasındaydım. Odaya giren doktorlarla gözlerimi kapattım. Cevap veremeyecek kadar yorgun hissediyordum.
Kendi aralarında anlamadığım şeyler konuştular. Ardından odadan çıkarak beni yalnız bıraktılar. Gözlerimi aralarken içine hapsolduğum kabusu düşündüm. İntikamım için yaşıyordum. Fakat bu yaptığımla ölebilirdim. İntikamımı almadan ölmek istemiyordum ama etrafımda aptalca şeyler oluyordu ve ben bunları kabullenemiyordum. Ölüm adeta ayağıma değen toprak gibiydi. Her an, her yerde benimleydi ve ne yaparsam yapayım bundan kaçamıyordum.
Odanın kapısı açıldı. Sancaklı sessizce içeri girerken uyuduğumu düşünüyor olmalıydı. Bakışları beni bulmadan yavaşça yanıma yaklaştı ve elimdeki seruma baktı. Ardından onu takip eden gözlerimle karşılaştı ve "Uyanmışsın." diyerek derin bir nefes aldı. Rahatlamıştı. Sonuçta onun için canımı hiçe saymıştım.
İntikamımdan başka hiçbir şey için harcamamam gereken canımı.
Ama pişman değildim. Yine olsa yine ona bir şey olmasına izin vermezdim çünkü biliyordum. O da aynı benim gibi intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu.
Benim ardımdan intikamım için savaşırdı. Şu iki günde bunu anlamıştım.
"Evet, bir kaç dakika oldu." diyerek doğrulmaya çalıştım. Acıyla sızlanırken Sancaklı'nın yardımıyla doğruldum ve sırtımı yasladım. "Bir şey bulabildiniz mi?" diye sorarken kaç saattir bu halde olduğumu düşündüm. Sancaklı'nın üzerindeki kıyafetler vurulmamdan öncekilerle aynı değildi.
Belki sadece bir gece geçmiştir.
"Evet, ama bunları sen ayaklandığında konuşacağız. Şimdilik sadece dinlenmene bak." diyerek bir bardağa su doldurdu ve bana uzattı.
"Teşekkürler." diyerek aylardır su değmemiş gibi kuruyan boğazımı ıslattım. Bardağı ona geri verirken "Kaç saattir uyuyorum?" diye sordum. Sancaklı'nın bakışları ben hariç her yerde dolanmaya başladı. "Düşünme bunları."
Tavrı karşısında kaşlarım çatıldı. "Cevap verin lütfen."
Yorgun bakışları beni buldu. Ardından kısık bir sesle cevap verdi. "Bir haftadır."
Şaşkınlık zihnimi kapladı. Çınlayan kulaklarım etraftan soyutlanmama sebep olurken ellerimi kulaklarıma dayadım ve keskin acıyla inledim. Bir haftadır uyuyor muydum? Bedenim uykusuz bıraktığım günlerin intikamını mı almıştı benden?
Öyle olmuştu ve ben hiçbir şey yapamamıştım. Kanun buydu çünkü. Zaman akıp gider ve kimseyi beklemezdi.
"İclal, iyi misin? Sakinleş." diyerek kollarımı tuttu. Ama çınlayan kulaklarımı tıkamak isteyen ellerimi başımdan ayıramadı. Kabusumdaki ses geri geldi. Beynimi çınlatan o ses, şimdi her yerdeydi.
******
Bir gün sonra
Sancaklı'nın yardımıyla arabaya binerken Ata ile selamlaştık. "Merhaba İclal. Nasılsın?"
"İyiyim. Teşekkürler. Sen?"
"Bende iyiyim sağ ol." diyerek Sancaklı'ya döndü. "İznin olursa emniyete alalım abi. İfadesi için."
Sancaklı oturduğum koltuğun yüksekliğini ayarlarken "Olmaz, dinlenmesi lazım. Ben konuşup size gerekli bilgileri veririm." dedi ve kapımı kapatıp şoför koltuğuna geçti. Haklıydı. Bir haftadır yatıyor olabilirdim ama kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Bedenimi terk etmeyen ağrılara katlanmak yorucuydu.
"Cihan bey, her şey için teşekkür ederim. Bunca işinizin arasında benimle ilgilendiniz."
Sancaklı bana inanamıyormuş gibi baktı ve "Saçmalama, İclal. Hayatım için, hayatını tehlikeye attın. Hem de uğruna yaşadığın bir davan olmasına rağmen. Asıl benim sana teşekkür etmem gerekiyor." dedi. Davama rağmen bunu yaptığımı fark etmişti. Bu zihnimdeki karanlığı aydınlatırken gülümseyerek önüme döndüm. Bazen, iyileşmek için tek bir söz yetiyordu işte.
"Bulduklarınızı anlatacak mısınız?" dediğimde tebessüm eden yüzü soldu. Direksiyonu tutan elleri sıkılaşırken "Haklı olabilirsin." diye mırıldandı. Kaşlarım çatılırken "Anlamadım." diyerek ona döndüm.
"İçimizde bir hain olabilir."
"İşte, biliyordum!" diyerek öfkemi destekleyen heyecanlımla güldüm. "Kimmiş?" diye sorarken karşısına çıkmak için sabırsızlanıyordum.
"Daha hiçbir şey belli değil. Kesin bir delile ulaşmadan bunu sana söylemeyeceğim. Uyurken bile 'intikam' diye fısıldayan birinin kontrolüne güvenemem." dedi ve göz ucuyla bana baktı. Demek o iğrenç kabusu görürken yanımdaydı.
"Haklısınız." diyerek kollarımı birbirine bağladım ve "Bunca sene bekledim. Bir kaç gün daha bekleyebilirim." dedim. Öfkemi dizginlemeye çalışıyordum. Tabii ki de beklemeyecektim. Kesin olmasa bile o delillere ulaşıp her şeyi açığa kavuşturacaktım. Sonrasındaysa, herkes hak ettiğini görecekti. Katil, bir hiç olacaktı. Bense annemlerin yanına, sonsuzluğa kavuşacaktım.
Sancaklı'nın evine gelmiştik. Burada daha iyi bir bakım göreceğimi söyleyip zar zor ikna edilmiştim ve kapıdaki üst düzey güvenliğe bakarak haklı da olduğunu anladım. Eve girdik ve misafir odasına geçtik. Bir hemşire yatağımın yanında serum hazırlarken bana döndü ve "Hoş geldiniz, İclal Hanım. Bu tek kullanımlık bir serum olacak. Ağrılarınız ve yaranızın daha hızlı kapanması için özel hazırlandı. Akşama kadar sürecek, yaklaşık iki buçuk saat. Bittikten sonraysa uyku sorununuz için başka bir serum vereceğim. Bunlar sayesinde yarından itibaren ayaklanabileceksiniz." dediğinde rahat bir nefes aldım ve "Sonunda!" diyerek yatağa uzandım.
Sancaklı "Teşekkürler, serum bittiğinde görüşürüz." diyerek hemşireyi uğurladı ve kendini yanımdaki koltuğa attı. Çok yorgun gözüküyordu. Baktığı yeri gördüğünü sanmıyordum. İhanet düşüncesinin gerçek olması onu çok sarsmış olmalıydı.
"Cihan bey, lütfen biraz uyuyun. Çok kötü gözüküyorsunuz."
Bana dönerek sırıttı. "Ne kadar da moral dolu bir ifade."
Masumca gülümseyerek "Lütfen, gidin ve uyuyun. Geldiğiniz de konuşacak çok şeyimiz var." dedim ve uzatmaması için gözlerimi kapatarak ona sırtımı döndüm. Bir kaç saniyenin ardından kalktı ve odadan çıktı. Umarım dinlemeye gidiyordur çünkü gerçekten de ölü gibiydi.
İki buçuk saat, acıyla, öfkeyle, karmaşık düşüncelerle ve korkuyla geçti. Hainin kim olduğunu çözmeye çalışıyordum ama çok fazla eksik bilgi vardı. Sancaklı'nın ulaştıklarına ulaşmak zorundaydım yoksa düşünmekten mantığımı yitirecektim.
İçeri giren farklı bir hemşireyle düşüncelerim kesildi ve ona odaklandım. Bazen sıkıntılardan kurtulmanın tek yolu hayatındaki anlara odaklanmak olurdu. Bunu başarmak zordu ama başardıktan sonrası rahatlatıcıydı.
"Nasılsınız İclal Hanım?"
"Yorgun hissetmem haricinde bir sıkıntım yok. Sırtımın ağrısı azaldı. Sadece, kalbim ara sıra sızlıyor. Bu normal mi?"
"Tabii ki. Zaten bir haftadır uyutulma sebebiniz, kurşunun kalbinizin bir santim yanında olmasıydı. Çok zor bir ameliyat geçirdiniz. Bu yüzden de kalbinizde oluşan ağrılar normal."
Demek bu yüzdendi. Bir santimle ölümden kurtulmuştum. Kaderin cilvesi dedikleri bu olsa gerek.
"Anladım. Teşekkürler."
"Rica ederim." diyerek boşalan serumumu yerinden çıkardı. Yerine takacağı serumu ayarlarken bakışları kapıya kaydı. Bende baktığımda kimsenin olmadığını fark ettim. Niye bakmıştı?
Şüpheyle kadını inceledim. Hareketleri aceleciydi ve saniye de bir kapıyı kontrol ediyordu. Bingo! İşte kapımı çalan bir başka ölüm elçisi.
Kadın yatağa yaklaşarak serumu yerine yerleştirdi. Tam elimin üstündeki iğneyle ilacı bağlayacakken karnına attığım tekme arkaya düşmesine sebep oldu. Hızla yataktan çıktım ve yerden kalkmaya çalışan kadının yüzüne topuğumla vurdum. "Ölmek istemiyorsan hareket etme." dedim ve ağrıyan kalbimle duraksayarak nefesimi topladım. Tam "Cihan-" diye seslenmiştim ki kadın ağrılarımı fırsat bildi. Belindeki silahı çıkartıp bana doğrulttuğun da elini tuttum ve silahı başka yöne çevirmeye çalıştım. Üstünde olduğum için güç avantajı bendeydi fakat sıkışan kalbim bu avantajı kullanmamı engelliyordu. Tüm gücümle elinden almaya çalıştığım silah patladı. Saçlarımın arasından geçip duvarı delen kurşun ile nefesimi tuttum. "Ben değil, sen gebereceksin. Bizi asla yenemeyeceksiniz, aptallar." diyerek karnıma yumruk attı ve beni üzerinden itti. Yere düşerken acıyla inledim. Silah sesi duyulmazdı çünkü susturucu takılmıştı ama ismini seslenmiştim. Duyup yanıma gelmesini beklediğim Sancaklı ise hala yoktu. Onun için endişelenirken burnumun dibindeki ölümle ilgilenmiyordum.
Gözlerimi kapattım ve çekilen tetiğin sesini duydum. Ama bedenimi delen kurşunu hissetmedim. Ayağıma çarpan şeyle gözlerimi açarken kadının yere yığıldığını gördüm. Hemen ardında ise Sancaklı, sinirle ona bakıyordu.
Kulaklarım çınlarken olanları idrak etmeye çalıştım. Onlarca adamın olduğu eve bir katil giriyordu ve az kalsın amacına da ulaşıyordu. Bu dehşet vericiydi.
Sandığımdan da güçlülerdi. Sandığımdan da içimize karışmışlardı. Ve bu, tek bir kişiyle bitecek gibi durmuyordu. Kadının sözleri de bunu destekliyordu.
"İyi misin?" diyerek yerden kalkmama yardım eden Sancaklı'ya "İyiyim. O öldü mü?" diye sordum. Sancaklı beni yatağa oturttururken "Hayır, omzundan vurdum." dedi ve kadını ayağıyla dürttü. "Ölmediğini biliyorum. Kes numara yapmayı."
Kadın acıyla sızlanarak gözlerini araladı ve bize baktı. "Beni asla konuşturamazsınız." dedi ve hemen yanı başında duran silaha baktı. Sancaklı ondan önce davranıp silahı eline aldı ve kavrayarak kadına doğrulttu. "Ölmek istiyorsun demek, ha?" diye sinirle bağırdığında irkilerek ona baktım. Kadın kahkaha atmaya başladığında bakışlarımı ona çevirdim ve "Canına mı susadın?" diye sordum. Hala bize meydan okuyordu. Kadın Sancaklı'ya baktı ve kışkırtıcı bir iticilikle konuştu. "İşin bitti. Biz İlhanlı'nın kızını öldürmeyi illa ki başaracağız. Sense acılar içinde intikamını bile alamadan yaşamaya devam edeceksin. Senin cezan da bu olacak. Ölmeyeceksin, etrafındaki herkesin yok oluşunu izlemen için seni öldürmeyeceğiz."
Söyledikleri tüm hücrelerimi yakarken dehşete düştüm. Bu neydi böyle? Nasıl bir nefretti? Tüm bunları neden yapıyorlardı?
"Neden?" diye fısıldadım, Sancaklı sinirle odanın içinde gezinmeye başlarken. "Bunu neden yapıyorsunuz?" Kadın bana döndü ve hırsla konuştu. "Çünkü yapabiliyoruz."
"Yeter bu kadar. Hak ettiğini bulma vaktin geldi." diyerek silahı kadına doğrultan Sancaklı'nın önüne atıldım. "Dur! Onu konuşturabiliriz, yapma." diyerek gözlerini yakalamaya çalıştım. Tetiğe basmadı ama bana da bakmadı. Silahı tutan elinin üstüne elimi koyduğumda bakışları bana döndü. "Konuşturarak daha çok cevaba ulaşırız. Sakin ol." diyerek ikna etmeye çalıştım. Çok sinirliydi, bir an için ikna edemediğimi sandım fakat yavaşça elini indirdi ve silahı beline koydu. Ardından kadına dönüp tehditkarca parmağını salladı. "Ölmek istemiyorsan konuşacaksın. Duydun mu? Zerre tereddüt etmem; gebertirim seni. Aklını kullan." diyerek kadını yerden kaldırdı ve ellerini arkadan kelepçeleyip koltuğa oturttu. Omzunun acısıyla sızlanan kadının karşısına geçtim. "Buraya nasıl girdin?" diye sordum. Kadın ilgisizce bana baktı ve cevap vermeden başka yere döndü. "Peki." diyerek elimi omzuna koydum ve sıkarak acı dolu gözlerini yakaladım. "Seni burada sorgulamayabiliriz. Daha kuytu, sessiz bir yere geçebiliriz. Ama sen bunu istemezsin, değil mi?" diyerek masumca gülümsedim. Kadın korkuyla "Tamam, tamam konuşacağım." dedi ve gözlerini kapatıp nefesini topladı. Omzunu bırakıp bir adım geriye çekildim. "Anlat."
Gözlerini açıp bana baktı. "Evet, sana anlatacak şeylerim var." dedi. Ardından sinsice güldü. "Kardeşin tam bir baş belasıydı. Canı çok yandı geberirken. Sahi, onu kimin öldürdüğünü biliyor musun?" dediğinde acıyla dolup taşan gözlerimi kapattım. Kelimeler kulaklarımda çınlarken yüzüne indirdiğim tokat onu susturdu.
Canı çok yandı.
Biliyor musun?
Kardeşin...
Tam bir baş belasıydı.
Öfkeyle bir kez daha kaldırdım elimi. Nefes nefese kaldım. Ellerim titriyordu. Bir adım geri çekildim. Sancaklı, bana yaklaşmaya çalıştı. Ondan da kaçtım. Öfkeyle saçımı çekiştirirken odadan çıktım. Söyledikleri o kadar ağır gelmişti ki, beynimi susturamıyordum. Nefesimi kontrol altına almaya, sakinleşmeye çalıştım.
Kardeşin... baş belasıydı... canı çok yandı...
Başaramadığımı anladığım an, kapının yanındaki duvara çöküp ağlamaya başladım.
"Kardeşim." Fısıldayışım acizliğimle katlanıp ağzıma tıkıldı; kelimelerin yerini boğuk iniltiler aldı. Sesim bile acı çekiyordu. Her hücrem, acıyla kavruluyordu. Kim bilir ona ne yaşatmışlardı?
Sancaklı'nın sinirli sesini duydum. "Kim? Söyle hemen. Kim yaptı?"
"Eğer beni bırakırsanız söylerim."
"Böyle bir şey olmayacak. Konuş!"
Kadının yıllardır aradığım kişiyi biliyor olması, acımı öfkeye çevirdi ve hızla ayağı kalkıp içeri girdim. Kadının yanına vardığımda tam ağzını açıp itici sesini bize duyuracaktı ki çenesini kavradım ve kafasını arkaya yatırarak yüzüne eğildim. "Konuşacaksın. Öyle ya da böyle. Ailemi kimin öldürdüğünü söyleyeceksin. Ve eğer yapmazsan ne olacak biliyor musun?" diyerek çenesini daha da sıktım. Acıyla yüzünü buruşturdu ve kurtulmaya çalıştı. Diğer elimle saçından çekerek öfkemi doyurmaya çalıştım. Ama olmadı. Sinirim artarken kulağına fısıldadım. "Bilmek istemezsin. Çünkü eğer söylersem seni öldürmek zorunda kalırım. Bu da benim sırrım. Şu ana kadar şüphelendiğim herkesi öldürüp nasıl yakalanmadım sanıyorsun?" diyerek ellerimi pis bedeninden çektim ve ondan uzaklaştım. Kadın söylediklerimle dehşete düştü.
Sancaklı bir bana bir de kadına baktı ve olayın başından beri kapıda bekletti polisi çağırıp durumu kısaca özetledi. Polis kadını alırken Sancaklı yanıma yaklaştı. "Ona ne söyledin de böyle korktu?"
"Ailemin ölümünde parmağı olduğunu düşündüğüm herkesi öldürüp yakalanmadığımı. Sıradakinin kendisi olduğunu anlayacak kadar aklı var." dedim ve peşlerinden gitmeye başladım. Sancaklı'da arkamdan gelirken "Bu yalan tabii ki. Sadece kadını korkutmak için yaptın. Değil mi?" dedi ve bana yetişti. Bakışlarımı ona çevirdim, ardından önüme döndüm. "Tabii ki." diyerek evden çıktım.
Tabii ki de şüphelendiklerimi öldürmedim. Sadece emin olduklarımı...
***
Emniyete girdik. Kadını hemen önümüzde sorgu odasına götürüyorlardı. Bende arkalarından sorgu odasına girecektim ki Sancaklı kolumdan tuttu ve beni durdurdu. "Ne oldu?" diyerek ona döndüm. Beni kalabalıktan uzaklaştırıp sessiz bir yere çekti. "Kadının sorgusuna girmeni istemiyorum. Bu tehlikeli." dediğinde hiddetle kolumu ondan çektim ve odayı işaret ederek "O kadın benim ailemi öldüren katilin kim olduğunu biliyor." diye bağırdım. Sesimi duyan herkes bize döndü. Umursamadım. Sancaklı ise sinirle "İşte bu yüzden girmeni istemiyorum. Bu tehlikeli, senin için. Seni üzecek!" diyerek bakışlarını benden çekti.
Yüzüme karşı bağırması beni kendinden birkaç adım uzaklaştırdı. Söylediklerini idrak etmeye çalıştım. Üzüleceğimi bildiği için bunu yapmamı istemiyordu.
Sakince "Sorun değil. Yani-" derken kelimeleri toparlamaya çalışıyordum. "-ne yaparsa yapsın, konuşturabildiğim zaman ki sevincimin üstüne hiçbir duygu çıkamaz. Zaten bilerek beni sinirlendirmeye çalışıyor. Ona başarısız olduğunu gösterirsem daha kolay çözülür." diyerek Sancaklı'yı ikna etmeye çalıştım. "Lütfen, beni de sorguya alın. Sizin izniniz olmadan giremem."
Gözlerime baktı, ardından ellerini iki yana açarak "Sen bilirsin." dedi ve önden yürümeye başladı. Sevinçle arkasından ilerledim. Odaya girmeden önce derin bir nefes aldım. Birazdan senelerdir peşinde olduğum şeye ulaşacaktım. Katile. Ve bunun içime doğurduğu hazzı anlatamıyordum.
"Meltem Doğan. Anlat bakalım. Eve nasıl girdin?"
"Yürüyerek."
"Buradan da yürüyerek çıkmak ister misin?" dediğimde varlığımı yeni hissetmiş gibi yüzüme baktı ve alaycılığının yerini korku alırken kekeledi. "Ben, sadece sizinle konuşmak istiyorum." diyerek Sancaklı'ya baktı. Sancaklı ise "Tatmin edici cevaplar duymazsam neler olabileceğini az çok tahmin ediyorsun. Değil mi?" diyerek başıyla beni gösterdi ve kadının bana olan korkusunu kullandı. Kadın daha çok korkarken "Beni ona veremezsin. Hem, ne biçim polissin sen? Bu yaptıkların -" derken Sancaklı sinirle elini masaya vurdu. "Ben ailesi katledilmiş bir polisim. Yaptıklarımda da yapacaklarımda da sonuna kadar haklıyım. Şimdi sesini kes, sadece sorduğum soruya cevap ver. Onca korumayı aşıp eve nasıl girdin? Kim yardım etti sana? Söyle!" diye adeta kükredi. Ses tonu içimi titretirken sessiz kaldım.
Kadın korkuyla sorgu odasındaki büyük cama döndü. "Yardım edin! Yardım et!" diyerek elindeki kelepçeyi zorladı. Sancaklı'ya döndüm ve "Hala cevap vermiyor. Benim sabrım kalmadı." diyerek kadına ilerledim. Sancaklı kadın ile arama girip beni durdurdu. "Bekle, önce kameraları kapatalım." diyerek elindeki kumandayla kameraları devre dışı bırakıyormuş gibi yaptı. İçten içe sırıttım. Resmen kadına oynuyorduk.
"Şimdi istediğini yapabilirsin." diyerek aramızdan çıktığında kadın korkuyla "Durun, durun tamam. Her şeyi anlatacağım, siz kazandınız. Tamam. Yeter ki bana dokunmayın." dedi. İşte bu kadar! Kadının arkasına geçip Sancaklı'ya gülümsedim. Bana göz kırpıp kadına geri döndü.
"İçeri nasıl girdin? Kim yardım etti?"
Kadın nefesini toplayarak cama baktı, ardından cevap verdi. "Hiç kimse yardım etmedi. Zaten her şey planlıydı. Benden önceki hemşireyi bayılttım. Sahte kimlikle hemşire kılığında girdim. Kimse benden şüphelenmedi." diyerek yüzlerimize baktı. İnanıp inanmadığımızı sorguluyordu.
"Yani sana kimse yardım etmedi, ha?"
"Evet."
"Beni öldürmeni isteyen kim?"
"Sana bir isim veremem. Ama sen bizim tozlu dosyalar arasından çıkardığımız birisin. Kendin kaşındın, patronu rahatsız ettin. O da emri verdi. Tüm bunlardan önce canın bağışlanmıştı." diyerek Sancaklı'ya baktı. Kaşlarım çatılırken "O zaman en baştaki nedeni söyle. Bağışlanmadan öncekini. " diyerek masada ona doğru eğildim. "Cevabına dair en ufak bir şüphe duyarsam seni elimden kimse alamaz." diye fısıldadım. Kadın gözlerimin içine bakıp "İlhanlı'nın kızı olduğun için." dedi.
"Bu konunun annemle ne alakası var?" derken sesim acıyla kısıldı. O zaten ölüydü, hala neden bunu yapıyorlardı?
Kadın şaşkınlıkla yüzüme baktı ve "Nasıl yani? Sen bilmiyor musun?" dedi. Kaşlarım çatılırken doğruldum. "Neyi bilmiyorum? Ne diyorsun?"
Kadın kafasını olumsuzca sallarken delirmiş gibiydi. "Hiçbir şey bilmiyorsun. Hiçbir şey. Eğer benden öğrenirsen tüm ailemi öldürür. Yapamam."
"Kim? Kimden bahsediyorsun? Söyle." diye sinirle bağırdım. Sancaklı yanıma geldi ve "Sakinleş." diyerek kadına döndü. "Bak, kimden korkuyorsun bilmiyorum. Ama bizimle iş birliği yaparsan seni ve aileni koruruz. Tamam mı? Size bir zarar gelmez, söz veriyorum."
"Ona gücün yetmez, komiser. Ona kimsenin gücü yetmez." diye bağırdı. Ardından elini ağzına götürdü ve ne yaptığını anlamamıza fırsat vermeden yutkundu. "Hayır! Dur!" diyerek kadının üstüne atılan Sancaklı yetişemedi. Kadın titremeye başlarken son kez bana baktı ve "O dosyadan kurtul." diye fısıldadı. Şaşkınlık bedenimi ele geçirirken yalpaladım, düşmemek için duvara tutundum. Sancaklı kadının nabzını kontrol etti, başı öne eğilirken derin bir nefes verdi ve bileğine baktı. "Kendini zehirledi." derken sesinde bariz bir dehşet vardı. "İntihar edecek kadar ne biliyordu? Kimden korktu?" diyerek ellerini saçlarına daldırdı ve çekiştirdi. "Kafayı yiyeceğim. Ne dönüyor lan böyle?"
"Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum." derken aklımda dönüp duran sözlerini susturmaya çalıştım. Ama olmuyordu. Kulaklarım çınlarken kalbime giren sancı ile dizlerimin üstüne çöktüm. Bir kaç saniye sonra Sancaklı yanımdaydı. "İclal!" Endişeyle gözlerime baktı. Sadece "Kalbim." diyebildim. Beni kaldırdı ve ayakta durmama yardım etti. Kadının intiharından sonra odaya toplanan ekip bize yol verirken gördüğüm son şey, tanımadığım birinin intihar etmiş kadına sinirle bakıyor oluşuydu.
*****
Sessizce otururken kolumdaki serumun bitmesini bekliyorduk. Sancaklı'da yan koltuğumda, sessizce oturuyordu. Hala üzerimdeki şoku atlatamamıştım. Dosyadan kurtulmam gerektiğini söylemişti. Aylardır ulaşamadığım dosyaya...
Patron bana bununla ilgili bir şey söylememişti. Dosyanın bu denli korkunç bir etkisinin olacağını bilmiyordum. Nerede saklandığını bile bilmediğim dosyanın sadece başlığından haberim vardı.
"CİHANGİR'İN CİNAYETLERİ"
Bildiğim tek şey buydu. Bunun haricinde hiçbir şeyden haberim yoktu ve bu beni delirtmeye yetiyordu.
"Bahsettiği dosya ne?" Sessizliği bozan Sancaklı'ya döndüm. 'Senden sakladığım bir başka detay.' demek istedim fakat yapamadım. Ona gerçekleri anlatamayışım beni derin bir üzüntüye sokarken titreyen sesimle cevap verdim. "Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok. Sanırım bildiğimi düşünüp söyledi." diyerek inanıp inanmadığına baktım. İnanmıştı. Dolan gözlerimin ardından ona baktım. Bana güveniyordu.
Yalanlar üzerine kurulu bir güven. Benim yalanlarımın üzerine.
"Acaba bahsettiği kişi annen değil de baban olabilir mi? Sonuçta bahsettiği annen olsaydı böyle bir tepki vermezdi."
"İmkanı yok. Babam ben üç yaşındayken ölmüş, ölüsüne sarılıp ağladığımı anlatırdı annem."
"Anladım. O halde konu annenle ilgili ama bambaşka bir yere açılıyor ve bunu senden duyamayınca bilmediğine kanaat getirdi."
"Bu da kendini öldürmesine sebep oldu." diye mırıldanırken gözlerimin önüne yüz ifadesi geldi. Öylesine korkuluydu ki, nasıl bir güçten çekindiğini aklım almıyordu. Kim böyle bir korku salabilirdi ki?
Aklıma gelen detayla hızla Sancaklı'ya döndüm. "Fark ettin mi? Kadın cama bakıp 'yardım et' dedi. 'Yardım edin' değil. 'Yardım et.' Sence de birine sesleniyormuş gibi değil miydi?" dediğimde Sancaklı'nın kaşları çatıldı ve o anı hatırladı. "Evet. İtiraflara başlamadan önce de cama bakıp ardından başladı. Hainin camın arkasındakilerden biri olduğunu mu düşünüyorsun?"
"Sen düşünmüyor musun?" dediğimde bakışlarını yere indirdi ve kollarını dizlerine dayayarak kafasını ellerinin arasına aldı. "Bilmiyorum. Tüm bu olanlar, asıl kişinin daha büyük biri olduğunu düşünmeme sebep oluyor. İçimizden birinin olamayacağı kadar büyük bir gücün başında." derken söylediklerine kendi bile inanmıyormuş gibi hissediyordum. Yine başa dönmüştük. Hainin içerden olduğunu kabullenmek istemiyordu. Bununla ilgili kanıtlar olmasına rağmen.
"Cihan Bey. Bakın-" diyerek söze başlamıştım ki doktor içeri girdi. "İclal hanım, nasılsınız?"
"İyiyim, teşekkürler. Ne zaman çıkacağım?" diyerek doğruldum. Doktor gelip serumumu çıkardı ve "Önce bir kaç tahlil sonucunu görmem gerek. Sonuçlar hakkında konuştuktan sonra çıkabilirsiniz." dediğinde rahat bir nefes alarak "Teşekkürler." dedim ve uzandım. Sancaklı'yı ikna etmeye çalışmaktan vazgeçerken gözlerimi kapattım. Biraz olsun dinlenmek istiyordum. Onunla konuşup daha fazla yorulmak yerine... Haini tek başıma da bulabilirdim.
"Vurulduğun gece, ne için yanıma geliyordun? Bulduğun önemli şey neydi? Elinde ki defterle mi alakalıydı?"
"Deftere bakmadınız mı?"
"Bakamadım." dediğinde gözlerimi açıp ona baktım. Ses tonu endişeyle nedenini sorgulamama sebep oldu. "Nasıl yani?"
Bakışları sinirle bana döndü. "Defteri çaldılar."
"Ne?!" diye bağırarak doğruldum. "Nasıl olur? Nasıl çalarlar?" dediğimde zihnimdeki sis bulutu düşüncelerimi birbirine kattı.
"Sen vurulduktan hemen sonra hastaneye geçtik. Hastane de senin arkandan gelirken bir arbede çıktı. Bir grup genç aramıza karışarak kavga çıkardı. Defteri de o sıra da aldılar." dediğinde parçaları birleştirmeye çalıştım. "Kamera kayıtlarından kim olduklarını bulamadınız mı?"
"Bulduk. Yerlerini de tespit ettik. Ama yetişemedik." dediğinde şüpheyle kaşlarım çatıldı. "Yetişemedik ne demek?"
"Bulduğumuz da öldürülmüşlerdi."
"Olamaz!" derken duyduklarımın gerçekliliğini sorguluyordum. "Kim bunlar?" diye fısıldarken korkum mantığıma meydan okudu. Koca bir yeis içimi kavururken gözyaşlarım akmaya başladı. "Bu kadar ölüm, bu kadar kötülük-" derken hıçkırıklarım susmama sebep oldu. Sancaklı hızla kalkıp yanıma gelirken ona baktım. "-çok fazla. Ben artık bunu kaldıramıyorum." diyerek içimdeki tüm zehri akıtırcasına ağlamaya başladım. Haykırışlarım bana sarılmasıyla daha da arttı.
Eli emanet gibi de dursa bana destek oluyordu. Ama ben onu yalanlarımla kandırıyordum. Bu çok fazlaydı. Ailemin intikamını almak istiyordum ama bunun için çabalarken bir çok canın yok oluşunu seyrediyordum. Bu çok fazlaydı. Gücüm onların gücü yanında bir hiç gibi kalıyordu. Ben bunu kabullenemiyordum.
"Sana söz veriyorum, İclal. Ne pahasına olursa olsun onları bulacağım. Bana güven. Ailelerimizin intikamını alacağız. Güçlerinin büyüklüğü umurumda değil, hiç kimse intikamı için yaşayan birinden daha güçlü olamaz. Bunu unutma." diyerek elini omzumdan çekti ve ona bakmamı sağladı. "Şimdi toparlan ve şu eksik kalan parçaları tamamlayalım. Konuşmamız gereken çok konu var. Eğer birlikte hareket edersek başarırız. Tamam mı?" dedi ve benden onay bekledi. Gözyaşlarım sessizce akmaya devam ederken başımı salladım ve "Önce buradan çıkalım." diyerek yanaklarımı sildim. Kafa sallayıp benden uzaklaştı ve "Doktoru bulup geliyorum." diyerek odadan çıktı.
Arkasından bakarken ona her şeyi anlatmaya karar verdim. Doğru zamanda her şeyi anlatacaktım ve onun da yardımını alarak patronun elinin altından çıkacaktım. O şerefsiz yoluma taş koymakla tehdit etmemiş olsaydı çoktan bu işi sonlandırmıştım ama mecbur bırakılmıştım. Eğer yapmazsam ailemin katilini bulamamam için her şeyi yapacağını söylemişti ve onun istihbaratı beni korkuttuğu için kabul etmiştim. Benden istediği tek şey dosyaydı. Ama artık O vardı. Cihan Sancaklı... Onunla birlik olursam kimse önümüze taş koyamazdı. Hem belki böylece o baş belası dosyadan da kurtulmuş olurdum.
İçimde yeşeren umutla Sancaklı'nın gelmesini bekledim. Her şey elbet bir gün yoluna girecekti. O günü bugün yapmakta bizim elimizdeydi.
Yataktan çıkıp üstüme ceketimi giyerek beklemeye devam ettim. Hala neden gelmediklerini düşünürken koridordan gelen seslerle hızla odadan çıktım.
Gördüklerim içime korku salarken Sancaklı'yı kelepçelemeye çalışan polislerin yanına koştum. "Ne yapıyorsunuz? Bırakın onu." diyerek Sancaklı ile polislerin arasına girmeye çalıştım. Polisler beni ondan ayırmaya çalıştı fakat başaramadı. Ama söyledikleri beni dumura uğratırken tüm sesler kesildi. Kulaklarıma gelen tek ses aramızda salınarak yürüyen dehşetin ayak sesleriydi.
"Hakkında Cihangir davasına bağlı altı kişiyi öldürme suçundan gözaltı kararı var."
|
0% |