Sığ Sularda
(...)
Ardı sırsız aynalarda
Yalnızlığı silmek için
Bakıp bakıp karşınızda
Karanlığı buldunuz mu?
(...)
Siz hiç sığ sularda
Boğuldunuz mu?
Şükrü Erbaş / bütün şiirleri-1
5. BÖLÜM
"Ne saçmalıyorsunuz? Bu imkansız! Bir baş komiseri böylece tutuklayamazsınız! Bırakın onu." derken kendimce onları ikna etmeye çalışıyordum. Ama şaşkınlığımdan faydalanarak beni çeken polise karşı koyamadım. Ellerim Sancaklı'nın ellerinden kayıp giderken az evvel kuruyan yanaklarım tekrar ıslandı. Sancaklı "İclal, bak bana." diyerek gözlerimi yakalamaya çalıştı. "Sakin ol! Her şey kontrolüm altında. Beni anlıyor musun? Hiçbir şey olmayacak. Senden sadece burada kalıp Ata'yı aramanı istiyorum. Onu yanına çağır ve geldiği zaman da seni bana getirmesini söyle. İclal!" diyerek ismimi bağırdı ve söylediklerini sindirmemi istedi. Belli belirsiz başımı salladım. "Siz nasıl kurtulacaksınız?" diyerek gözlerimi sildim. Yerini yeni yaşlar aldı.
Onu götürmeye çalışan polislerin ardından bana döndü. "Beni merak etme. Halledeceğim. Sen odaya gir ve kendini koru."
"Tamam." derken onun gidişini izledim. Sinirliydi, ama şaşkın değildi. Neler olduğunu bilmiyorken sakin kalmam çok zordu.
Dediğini yaptım. Odaya girdim ve Ata'ya ulaşıp ona durumu özetledim. Hemen yanıma geleceğini söyleyip telefonu kapattı. Onu beklerken odadaki koltuğa oturdum. Ardından peşimde olanların burayı bulabileceğini düşünüp odadan çıktım. Bedenimi yoran hıçkırıklarım eşliğinde yukarı kata çıktım ve boş bir oda bulup içeri girdim. Hastane kaydından oda numaramı bulmaları çok kolaydı. Ata gelene kadar, beni öldürmek için fırsat kollayanlardan kaçmam gerekiyordu. Koltuğa oturdum ve başımı ellerimin arasına alarak düşündüm. Cihangir davasına bağlı bir cinayet söz konusuydu ve Sancaklı şüpheliydi. Aralarında bir bağ olabilir miydi? Dosya ve Sancaklı arasında...
Şu ana kadar edindiğim tüm bilgileri birleştirmeye çalıştım.
Derya Sancaklı'nın , kayıp olan günlüğünde okuduğum satırlar aklıma geldi. Evine gelen kadının dava ile ilgili bir tanık olduğunu yazmıştı. Bahsettiği dava Cihangir davası olabilir miydi? Belki de Cihangir'e ulaşmam tüm bu sırları açığa kavuştururdu. Ama onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Cihangir gerçek adı mıydı mesela? Onu bile bilmiyordum. Sancaklı'ya anlattıktan sonra daha fazla bilgi edinecek gibi hissediyordum. Bunu bir kenara bırakıp bugün ki kadını düşündüm. Bana bağışlandığımı söylemişti. 'Tüm bunlardan önce canın bağışlanmıştı.' derken Sancaklı'ya bakmıştı. Onunla işbirliği içinde oluşum mu beni hedef haline getirmişti? Belki de. Peki, neden canım bağışlanmıştı? O zaman bunu sormayı arka plana atmıştım. Kadının konuşmamak için kendini öldüreceğini bilemezdim. O an aklıma gelince tekrardan dolan gözlerimi ovaladım ve kafamı arkaya yaslayarak bakışlarımı tavana diktim.
Katilin Sancaklı'yı aradığı gün aklıma geldi. Bununla birlikte az önceki düşüncem onaylandı. Zaten katilin kendisi söylemişti. Onunla işbirliği yaptığım için beni öldüreceğini kendisi söylemişti. Derya onun karısıydı, şimdiyse davaya bağlı bir cinayetten göz altına alınmıştı. Yolun sonunda hep Sancaklı vardı. Her şey , Cihan Sancaklı içindi.
Amaçları onu yok etmekti ve bende onun yanında olduğum için, öldürülecektim. İçim buz kesilirken titreyen ellerimi bacaklarımın arasına aldım. Oturduğum koltuğa daha da sinerek gözlerimi kapadım ve gizlenmek istedim. Herkesten, her şeyden gizlenip gücümü toplamak. İntikamım için. Beni bu hayata bağlayan tek şey için.
Yanağımdan akıp saçlarıma karışan gözyaşımla hıçkırdım. Kapalı gözlerimin karanlığında annemi gördüm. Annem ve kardeşim. Bana el sallıyorlardı. Gülümsedim. Zihnimdeki anılar söz dinlemiyordu. Korkunun sarmaladığı yalnızlığımda yakalıyorlardı beni. Öyle umutsuz, öyle biçare. Gün gelecekti, umutsuzluğumdan öpecekti annem beni. Korkumdan, öfkemden... O gündü işte, onlara kavuşmak için çıkacağım yolculuk günüydü.
Acıyı hissetmemem için acımdan öpecekti annem beni.
Çalan telefonumla gözlerimi açıp doğruldum. Ata arıyordu. "İclal. Kapıdayım. Hangi odadasın? Yanına geleceğim. Ben gelene kadar sakın çıkma." dediğinde şüpheyle kaşlarım çatıldı. Stresten ağrıyan başım beni zorluyordu. Boğazımı temizleyip "204 numaralı odadayım. Bir sorun mu var?" diye sordum. Hızla cevap verdi. "Dışarda birileri var. İçlerinden birinin 'kız oda da değil' dediğini duydum. Sanırım seni arıyorlar. Seni oradan gizleyerek çıkarmamız lazım."
"Nasıl?"
"Bekle, geliyorum."
Telefonu kapattı, bir kaç dakika sonra yanımdaydı. Elinde tuttuğu ceketi bana verdi ve "Bunu giyin." dedi. Hızlıca kendi ceketimi çıkartıp onunkini giyindim. "Şunu da tak." diyerek güneş gözlüğü ve siyah bir şal verdi. Hepsini giyindiğimde tanınmaz olmuştum. Ata ile birlikte odadan çıktık. "Doğal davran, koridorun başındalar." dediğinde kafamı hafifçe kaldırıp oraya baktım. İki tane adam yanlarından geçtikleri odalara bakarak bize doğru geliyorlardı. Ata'nın koluna girdim ve hastaymış gibi ona yaslandım. O da bana ayak uydururken adamlar yanımızdan geçip benim olduğum odaya varmışlardı. "Atlattık." diyerek hastaneden çıktık. Ata'nın arabasına bindiğimiz de üstümdekileri çıkardım ve "Sancaklı'dan haber var mı?" diye sordum. Araç hareket ederken bir yandan da hastane kapısına bakıyordum. Koridordaki adamları gördüm, gergin suratları işi beceremedikleri içindi. Ellerinden kurtulmuştum, becerememişlerdi. Yine.
"Onun yanına gidiyoruz. Ben de hiçbir şey bilmiyorum ama kurtulması zor olmayacak, bunu biliyorum. Dün cinayet saatinde bizimleydi. Şahitleri var. Bu yeterli." derken sesi fazlasıyla sinirli çıkıyordu. "Bunca sorunun arasında bir de içeri aldılar. Onun için endişeleniyorum. En son konuştuğumda son sinirliydi. Çıktıktan sonra yanlış bir şeyler yapacakmış gibi hissediyorum."
Bakışlarımı yola sabitledim. Bende, dememek için kendimi çok zor tutuyordum. Sadece "O güçlü." diyebildim. "Öyle. Ama çok zor, yaşadıkları." dedi ve sustu. Ona döndüm. "Ailenin ölümünden bahsediyorsun, değil mi?" dediğimde başını salladı. "O hala tam anlamıyla toparlanamadı. Bazen onların öldüğünü unutuyor. Aklını kaybediyormuş gibi oluyor ve hatırladığı zaman her şey başa sarıyor. O günü tekrar tekrar yaşıyor." dedi ve yine sustu. Duyduklarım karşısında şaşkınlıkla "Gerçekten öldüklerini unuttuğu günler oldu mu? Yani, bu ciddi anlamda aklını kaybettiğini gösterir." diyerek ondan bir cevap bekledim. Ama cevap vermedi. Ben de daha fazla zorlamayarak önüme döndüm.
Aslında söyleyeceklerini deli gibi merak ediyordum. Tekrar tekrar yaşadığı an neydi mesela? Ölüm haberlerini aldığı zamandan mı bahsediyordu?
Emniyete varmıştık. Hızla Sancaklı'nın yanına geçtik.
İçeri girerken Ata bazı işlemler için yanımdan ayrıldı. Bende derin bir nefes aldım ve gözlerimde kalan yaşları temizleyip kapıyı açtım. Sancaklı'yı parmaklıkların arkasında görmek garip bir histi. Sesle birlikte kapıya döndü, göz göze geldik. "Ata nerede? Niye yalnızsın?" diye sıraladı sorularını. Gülümsedim. "Kapıya gelince ayrıldık. Bir işi varmış." Duraksadı, ardından kafasını sallayıp demirliklere yaklaştı. Bende yanına yaklaşınca gözlerime bakıp "Bir sorun çıktı mı?" diye sordu. Ben gözlerinde takılıp kalırken afallayarak "Hastanede." diye ekledi. Bende kendime geldim ve utanç içinde mırıldandım. "Hallettik. İyiyim." dedim ve delik açamadıkları bedenime bakarak "Bugün de başaramadılar." dedim. Ona baktığımda takındığı ciddi ifadesi ne düşündüğünü anlamamı engelliyordu. Aklımdaki planla lafa girdim. "Size anlatmam gereken çok önemli bir konu var. Anlatmakta geç kaldığım bir konu." diyerek ondan bir cevap bekledim. Cesaretim karanlığa gömülmüştü. Benden nefret edebilirdi. Onu kandırdığımı göz önünde bulundurursak, benden kesinlikle nefret edecekti.
Şüpheyle gerginleşen yüzünü izledim. "Dinliyorum." diyerek parmaklıklara daha da yaklaştı. Nefesi korkumu harlarken bir adım geri çekildim. İçimde öyle bir savaş vardı ki, bir tarafım 'anlatma, onu kaybedeceksin' diyordu. Diğer tarafımsa 'dürüst ol, yalansız olursan her şey daha kolay olur' diyerek beni bu azaptan kurtarmaya çalışıyordu. Dolan gözlerimle ona baktım. Onu kaybetmek istemiyordum.
"Derya günlükte bir kadından bahsediyordu. 'İki gün sonra evime gelecek.' yazmıştı. İşin kötü tarafı bunun cinayetten iki gün önce yazılmış olması." diyerek dolan gözlerimden akan yaşı o görmeden sildim. Yaşanan her olay suskunluğumu biraz daha büyütüyordu. Bunca şeyden sonra onu kaybedemezdim. Bunun için, sustum.
Sancaklı cevap vermeyince düşündüğünü anlayıp devam ettim. "Bahsettiği kadının katil olduğunu düşünmüyorum. Bence o sadece bir aracı."
"Neden daha önce anlatmadın?"
Duraksadım. "Fırsat olmadı. Her anımız farklı geçiyor. Hala birbirimize anlatmamız gereken şeyler olduğunu siz söylemiştiniz."
Sinirle ellerini demire yasladı. "İsmini biliyor musun?"
Başımı sallayıp cevap verdim. "Sıla Akın."
İsmi tekrarlayıp durdu, ardından bana döndü ve "Başka bir şey hatırlıyor musun? Günlükten." diye sordu.
"Derya, kadın evdeyken çocukları evden uzaklaştırmış. Her ihtimale karşı onları korumak istemiş. Bir de, bahsettiği dava ile ilgili elde ettiği bilgileri Emir'in çantasına saklamış." diyerek, saniye saniye gözünün doluşunu izledim. "Emir." diye fısıldadı. Sesi titriyordu. Dudaklarımı birbirine bastırarak boğazımdan yükselen hıçkırığı durdurdum. Emir, dokuz aylıkken öldürülen bebeğiydi.
Bana arkasını döndü. Bende tutmakta zorlandığım yaşları akıtmaya başladım. Bu acı, ölümcüldü.
"Bana Ata'yı çağırır mısın?" derken sesi daha güçlüydü. Ama hala bana dönmemişti. "Tamam." diyerek dışarı çıktım. Zaten o sırada da Ata bana doğru geliyordu. "Seni çağırıyor." dediğimde başını sallayıp içeri girdi. Bende arkasından ilerledim. Sancaklı sesimizi duyunca hızla gözlerini sildi, ardından bize döndü. "Ata, ne zaman çıkıyorum?" diyerek ellerini iki yana açtı ve "Sıkıldım koçum. Hadi artık." diyerek parmaklıklara yaklaştı. Ata gülerek kilitleri açtı ve Sancaklı'nın çıkması için ona yol verdi. Şaşkınlık ve mutluluk arasında gelip giderken "Nasıl oldu bu?" diye sordum. "Bu kadar hızlı mı ilerliyor süreç?" derken anlam verememiştim. Cinayet saatinde orada olmadığını açıklasa bile bu kadar hızlı bir sonuç nasıl alıyorlardı?
Sancaklı tam karşımda durdu ve sırıtarak "Bu da Sancaklı marifeti, hanımefendi. Şaşkınlığınızı bir kenara bırakın ve sevinin." dedi. Gülümsedim ve rahat bir nefes alarak "Üzerimden yeryüzü geçti sanki." dedim. Bu her ikisini de güldürürken Ata yaklaştı ve "Hadi çıkalım buradan. Size anlatacaklarım var." diyerek önden ilerledi. Bizde peşinden gittik. Bir sorgu odasına girdiğimiz de "Neden buraya geldik?" diye sordum. "Kimsenin bizi duymaması için." diyerek sorgu sistemini kapatan Ata'ya baktım. Sancaklı bana "Otur." dedi ve sandalyeyi çekti. Onlarda karşıma geçince ciddi bir mesele daha olduğunu anladım.
"Artık kendi evinde kalmayacaksın." diyerek bana dönen Sancaklı'ya kafa salladım. Tepkim onu şaşırtırken kaşlarını kaldırarak "Neden diye sormayacak mısın?" dedi. Omuz silktim. "Beni korumak için olduğunu biliyorum. Siz nasıl derseniz öyle olsun. Ama beni sahadan uzaklaştıramazsın. Şimdiden söyleyeyim. Ne yapılması gerekiyorsa beraber yapacağız." diyerek arkama yaslandım. Önce duraksadı, ardından kafa sallayarak "Tamam." dedi ve Ata'ya döndü. "Evi ayarla. Sadece sen bileceksin. Ekip dahil kimseye söyleme."
"Tamam abi."
"Gelelim asıl konuya."
"Nedir?"
"İçerden nasıl çıktığım." dedi ve önüme bir dosya bıraktı. Açmadan önce sorguladım. "Bu ne?"
"Patronunun istediği dosya." Kulaklarım çınlarken yüzümdeki ifade yerle bir oldu. "Ne?" diye sorarken Sancaklı endişeyle "Ne oldu? Aç bak dedim altı üstü. İyi misin?" diyerek yanıma yaklaştı. Beynimin bana oynadığı çirkin oyunla gözlerimi yumdum. Bu durum zihnimi öylesine yormuştu ki, söylenmeyen sözleri karşıma eziyet içinde çıkartıyordu.
"Pardon. Yorgunluk." diyerek önüme bıraktığı dosyaya uzandım.
Başlığı 'CİHANGİR CİNAYETLERİ' olan dosyaya.
Zihnimin oynadığı oyun gerçeklerle karışmıştı.
Az önceki ifadem kendini yinelerken titreyen ellerimle dosyayı kavradım. Sancaklı'ya dönerek "Bunu neden bana veriyorsun?" diye sordum.
"Bu dosya yüzünden beni yok etmek istiyorlar."
Şaşkınlık soyadım olmuşken içinde bulunduğum durumu sindirmeye çalışıyordum. "Şunu düzgünce anlatsana."
"Bu dosya, Cihangir Ünal'a ait tüm cinayetleri içeriyor. Bu isim sana tanıdık geldi mi?"
Geçmişin perdesi açıldı. Gözlerim dolarken izledim.
"Şerefsiz!" diye bağırırken sinirle bacağıma vurdum. "Gebermedi mi o hala?"
Demek onun dosyasıydı. Böyle bir şerefsizin suç kayıtlarını ele geçirmek isteyen de patron olurdu anca.
Sancaklı "Hayır ama yakındır." diyerek odada dolanmaya başladı. "Ne demek bu?"
"Derya, Cihangir davasını yönetiyordu. Karımı, çocuklarımı bu adam yüzünden kaybettim." Yükselen sesi zihnimdeki düşünceleri sustururken "Yani katil Cihangir mi?" diye sordum. Benim ailemi de Cihangir mi öldürmüştü? Kendimi bildim bileli aradığım isim, aylardır gözümün önündeydi ve ben görmemiştim, öyle mi?
"Bunu bilmiyoruz. Ama nedeni bu adam." derken dosyayı gösteriyordu. Titreyen ellerine bakarken "Sakin ol." diye fısıldadım. Bunu istemeden söylemiştim. Sancaklı gözlerini gözlerime dikerken önüme döndüm ve içine düştüğüm durumdan yanımızda sessizce duran Ata'yı konuşturarak kurtuldum. "Bu dosyanın sizde olduğunu kimler biliyor?"
"Sadece ekip."
"Güzel, ekiple tanışmak istiyorum." dediğimde ikisi birden "Niye?" diye sordu. "Haini çözmek için."
Önce Ata atladı. "Saçmalıyorsun. Onlar senelerdir bizimle beraber. Biz birbirimize ihanet etmeyiz." Alaylı bir tavırla ona döndüm. İşin aslında, kendi ihanetimi bastırmaya çalışıyordum. "Ben ihanetin tüm tonlarını gördüm Ata. Hainliğin karanlığı gölgenizde saklanıyor. Bu yüzden göremiyorsunuz."
Yerimden kalkarken Sancaklı'ya döndüm. "Ya da görmek istemiyorsunuz."
Delici bakışları gözlerimde oyalandı, ardından Ata'ya dönüp "Bırak tanışsın." dedi ve dosyayı masadan aldı. İçimdeki dert kendini gösterirken "Onu nerede saklıyorsun?" diye sordum. Ne yapacağımı bilmiyordum ama karar verdikten sonra yerini bilmem işime yarayabilirdi. İlgisizce "Evimde, kasada." dedi ve odadan çıktı. Bende arkalarından çıkarken gözüm Ata'daydı. Sinirlenmişti. O da baş komiseri gibi içlerinde bir hain olduğunu kabullenmek istemiyordu. Onlar için üzülüyordum. Bir hainle, benimle oturup plan yapıyorlardı.
İntikamımı aldıktan sonra gidecektim buralardan, onlarsa ihanetimin acısıyla yanıp tutuşacaklardı. Bunu bilmek çektiğim sıkıntının katlanmasına sebep oluyordu.
Sancaklı dosyayı güvenli bir yere koyduğunu söyleyip yanımıza geri geldi. Birlikte ekip odasına geçtik. Bizi gören Selim ve Esra ayağı kalktı. İkisi de bana hayretle bakarken Sancaklı lafa girdi. "Tanıştırayım. İclal İlhanlı. İşbirliği içinde olduğumuz bir gazeteci. O bize bulduklarını aktarıyor biz de araştırıyoruz. Sizinle de görüşmek istedi." diyerek bana oturacak yer gösterdi. Bense onları inceliyordum. Oturmadan önce ikisiyle de tokalaştım. Hain onlardan biriyse illaki beni tanıyor olmalıydı. Bunu belli etmelerini bekliyordum. "Memnun oldum." diyerek samimiyet takındığım ifademle gülümsedim. Selim elimi sıkarken kasılmıştı. Gözlerimi gözlerine diktim. Bana bakmıyordu. Esra ise samimiyetle "Memnun oldum." dedi ve yerine oturdu. Bende karşılarına oturdum.
Sancaklı ve Ata oturmak yerine karşımdaki masaya yaslandı. Onlardan çektiğim bakışlarımı diğer ikisine diktim. "Baş komiserimin de dediği gibi ben sıradan bir gazeteciyim. Ama yardımcı olduğum dava için öyle değil. Bu dava-" diyerek gözlerimi Selim'e diktim. "- benim ailemin davasıyla bağlantılı. Annem ve kardeşim de aynı Sancaklı ailesi gibi öldürüldü. Kalbinden ve ellerinden vurularak. Ben katillerinin aynı kişi olduğunu düşünüyorum. Hatta aklımda bir isim var." Söylediğim yalanla Sancaklı kaşlarını çattı. "Sıla Akın. Tanıyor musunuz?" diyerek tepkilerini izledim. İkisi de bir tepki göstermemişti. Ama Selim sorumun ardından arkasına uzandı ve su şişesini alarak kapağını açtı. "Ben tanımıyorum." dedi ve suyu içmeye başladı. Esra da aynı şekilde cevap verdi. Ama Selim gözüme batıyordu. "Onunla ilgili bir ipucu yakaladım bile." dediğimde öksüren Selim ile gülümsedim. Sancaklı ise bana kınayan gözlerle bakıyordu. Ona döndüm ve omuz silktim. Şüpheli, Selim Çetin.
"İyi misin Selim?" dediğimde kafa salladı ve "Boğazıma kaçtı. Hep olur." diyerek yanıtladı. Kafa salladım. Ardından Esra'ya döndüm. Evet, Selim'den şüphelenmiştim fakat Esra'yı da atlamamam gerekiyordu. Bir hainin en büyük özelliği aldatıcı olmasıydı. Belki de soğukkanlı tavırlarıyla beni aldatmaya çalışan Esra'ydı.
"Esra, sen bu konu hakkında bir şeyler söylemek ister misin? Yakaladığın ipuçları var mı?"
"Hayır, İclal Hanım. Ben şu sıralar başka bir operasyonda görevliyim. Bu konu ile ilgili bildiğim sayılı bilgiler var."
"Öğrenebilir miyim?"
"Cihangir davasına bağlı olduğunu ve aranan dosyanın baş komiserim de olduğunu biliyorum."
Adeta başımdan aşağı kaynar su dökülürken irkildim ve bakışlarımı Sancaklı'ya çevirdim. "Aranan dosya derken?" Sancaklı tavrım karşısında kaşlarını çattı. Esra ise yanıt verdi. "Siz bilmiyor muydunuz? Yaklaşık 3 ay önce Cihangir dosyasının peşine düştüler. Defalarca kez denediler fakat yerini kimse bilmediği için başarılı olamadılar." Titreyen ellerimi yumruk yaparak gizlemeye çalıştım. Eğer hain içlerinden biriyse illaki Sancaklı'ya ulaşmış olmaları gerekirdi. Belki de farklı bir planları vardı. Kendilerini açık etmemek için yerini bilmiyormuş gibi davranabilirlerdi. "Nasıl bir denemeydi bu?" Esra omuz silkerek "İçeriye, dosya odalarına adam sokmaya çalıştılar. Kimse giremedi."
Bense elimi kolumu sallayarak dolaşıyordum.
Vicdanım seslenirken onu susturmak için konuştum. "Anladım. Yakalanan adamlar şu an nerede?" Selim alay eden sesiyle dikkati üzerine çekti. "Acıyıp bıraktık. Hayat devam ediyor."
Sancaklı lafa girecekken "Ukalalık yapma. Hangi hapishanede olduklarını soruyorum." dedim ve tek kaşımı kaldırarak sinirli bakışlarına karşılık verdim. Onlarla daha sonra ilgilenmem gerekiyordu. Önce bu saçmalığı çözecektim.
Patronu görme zamanım gelmişte geçiyordu.
Esra stresli havayı dağıtmak istercesine bir kağıt çıkardı ve "Yazıp veriyorum." dedi. Bir kaç saniyenin ardından adamların yerleri elimdeydi.
"Teşekkürler." diyerek yerimden kalktım ve Sancaklı'ya "Bir dakika gelebilir misiniz, efendim?"
diyerek ekip odasından çıktım. Sancaklı peşimden gelirken konuştu. "Neydi o içerdeki tavrın?"
Durdum, aniden olduğu için Sancaklı sırtıma çarparak durdu. Umursamadan ona döndüm. "Selim'den şüpheleniyorum. Hareketleri rahatsız etti."
"Sorduğun soru karşısında boğazına su kaçtığı için mi?" derken alay ediyordu. Bu tavrı ruhumu daha da daraltırken aramızdaki kısa mesafeyi kapattım. "Söylediklerimi ciddiye alsan iyi olur, Cihan. Ben eninde sonunda o katile ulaşırım. Tek kurşunluk işe bakar. Sonunu düşünmem. Ama sen, içindeki hainleri yok etmeden değil intikam nefes bile alamazsın. Şimdi sessiz olduklarına bakma. Bulduklarımız çoğaldıkça sesleri de artacak. Bizi susturmak için artacak olan seslerinden bahsediyorum."
Söylediklerim yüzündeki ifadeyi bozdu. Cesur kelimeler kullanmıştım, yine olsa yine kullanacağım kelimeler. Ara sıra durumun ciddiyetini fark etmediğini düşünüyordum. Hemen ardından benim bulunduğum durum aklıma geliyordu. Yalanlarla kurduğum bir ilişki söz konusuydu. Oysa yalansızdı. Tüm dürüstlüğüyle beni kabul etmişti ve zararsız olacağımı sanıp benimle her şeyi paylaşıyordu. Onun saklamaya çalıştığı şeyler olmadığı için benden daha rahattı. Bu yüzden de ona kızamıyordum. Ama bazen kendimi gerçekten tutamayıp, on üç senedir yaşadığım cehennem azabını yüzlerine haykırmak istiyordum.
Bunları hak etmiyorlardı. Ama ben de hak etmemiştim.
"Benim bir işim var. Çıkmam lazım. Korumasız."
dediğimde gözleri hızla bana döndü. "Olmaz, asla izin vermem."
"Sizden izin istemiyorum, efendim. Özel bir işim var. Gidip geleceğim." diyerek bir kaç adım geri çekildim, kendime gelmek için gözlerimi gözlerinden çekerken. Sancaklı ise sinirle "Bundan sonra özel bir işin yok, İclal. Sen beni anlamadın galiba. Bir saniye bile yanımdan ayrılmayacaksın. Tek bir saniye bile." dedi ve kolumdan çekiştirerek beni odasına götürdü. Zorluk çıkarmadım. Elbet bir yolunu bulurdum zaten. Göze batmamam gerekiyordu.
Saatler geçti. Odanın içinde dolanarak geçirdiğim saatler. En sonunda Sancaklı geldi ve "Hadi, çıkıyoruz. Yeni eve yarın gideceğiz. Bu akşamlık bendeyiz." diyerek eşyalarını aldı. Kafa sallayarak peşinden ilerledim. Biz çıkarken Selim ve Esra'da çıkıyordu. Selim'in gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Muhtemelen benden hoşlanmıyordu.
Ama birleştirdiğim parçalara göre hain ikisinden biri değildi. Ya da çok iyi gizleniyordu. Henüz büyük resmi göremiyordum.
Sancaklı'nın evine geçtik. Birbirimizden haberimiz yokmuş gibi salonda oturuyorduk. Dakikalar birbirini kovaladı. Ama tek kelime etmedik. Dayanamayıp ayağı kalktım ve "Kahve ister misiniz?" diye sordum. Sadece kafa sallamakla yetindi. Bana bakmıyordu. Çenemi kapalı tutup mutfağa geçtim. Madem konuşmak istemiyordu, onu biraz uyutmanın vakti gelmişti.
Sancaklı'nın ilaç kutusundan bulduğum uyku haplarından bir kaçını kahvesine attım. Bunun bana tanıdığı sürede patrona uğrayıp geri gelebilirdim. Beni nasıl bir şeye bulaştırdığını bilmem gerekiyordu.
İlacı karıştırıp Sancaklı'nın yanına geçtim. Ellerini yüzüne dayamış öylece oturuyordu. "İyi misiniz?" Kafasını kaldırdı. Gözlerime baktı ve "Evet, iyiyim. Sen?" diyerek kahveyi elimden aldı. "Sırtın nasıl? Ağrın var mı?"
"İyiyim, ağrım yok. Adrenalin insanın tüm acılarını dindiriyor." diyerek gülümsedim. Yine hareketli bir gün geçirmiştim ve henüz bitmemişti. Sancaklı'da gülerek "Haklısın. Bir keresinde operasyon sırasında kolumdan vurulmuştum. İki kez hem de. Ama kovalama bitene kadar hiç hissetmedim. Çocuklar söyleyince farkına varıp kan kaybından yığıldığımı hatırlıyorum." dedi ve kahvesini yudumladı. Gülüşümü gizlememişken gözüm bir yandan da içtiği kahvedeydi. Bitirmek üzereydi, bir kaç dakika sonra uykuya dalmasını umuyordum.
Öyle de oldu. Kafası yavaşça düşerken "Ne oluyor?" diye fısıldadı. "Efendim, iyi misiniz?" diyerek yanına adımladım. Hatırlama ihtimaline karşı oynamam gerekiyordu. Zaten ben giderken uykuya dalmıştı bile. "Özür dilerim." diyerek dolan gözlerimi sildim ve hızlıca salondan çıktım. Ceketimi giyip şapkamı kapattım ve evin arka kapısına yöneldim. Korumalar öne yığılmıştı. Arkadan çıkabilirdim. Çıktım fakat arabamı alamayacağım aklıma gelince duraksadım. Hızlı olmam gerekiyordu. Sancaklı uyanmadan gidip gelmem lazımdı.
Neyse ki hızlıca bir taksi buldum ve patronun yanına vardım. İçeri girmeden önce derin bir nefes aldım. Onu her gördüğümde aklıma, beni elde etmek için yaptıkları geliyordu. Bir insanı korumak için önce zarar veriyordu. Düşürüyordu ki kaldırabilsin, zayıflatıyordu ki kendinden başka kimseden güç alamasın. Beni korurken elimden aldığı insanlar sadece bir dosya içindi. Ona muhtaç olayım, istediğini yapayım diye beni yalnızlığa mahkum etmişti. Sadece bir dosya için. Ama bugün öğreniyordum ki tek seçeneği ben değilmişim. Başkalarına denetmiş ama yapamamışlar. Peki ama neden? Neden ben? Hem de Cihangir Ünal dosyası için.
"İclal hanım geldi. İçeri alıyoruz." Kulaklığa konuşan korumayla sırıttım. "Hala alışamadın mı Fikret? Alınıyorum ama." Fikret patronun baş korumalarından biriydi. Bu çukura nasıl düştüğünü sorguladığım bir adamdı. "Kusura bakma İclal abla. Patron böyle istiyor. Biliyorsun." diyerek arkamdan gelmeye başladı. "Biliyorum biliyorum. Takılma sen bana." diyerek mekanın içindeki gizli kapıya ilerledim. Duvarı iterek açtığım kapıdan geçtik ve asıl odaya vardık. Kapının önündeki koruma üstümü aramak için yeltendi. "Ağır ol." diyerek ondan uzaklaştım ve bileğimdeki çakıyı çıkartıp verdim. "Sadece bu var. İnanıp inanmaman beni irdelemez. Aç kapıyı." dediğimde sıkıntıyla oflayıp Fikret'e baktı. "Uzatma, İclal hanımı bekletiyorsun." dedi ve onu itip kapıyı açtı. Ona gülümseyip içeri girdim. Arkamdan kapıyı kapattılar ve patronla yalnız kaldık. Koltuğunun arkasıyla bakışırken orada oturup kendisine seslenmemi beklediğini adım gibi biliyordum. Gözlerimi devirirken "Ben geldim, patron. Konuşmamız lazım." dedim. Yavaşça bana döndü. "Ne oldu, kız çocuğu? Bir şeye mi ihtiyacın var? Söyle, halledelim hemen."
"Cevaplara ihtiyacım var."
Tavrım karşısında kaşlarını kaldırdı. Eliyle oturmamı işaret ederken konuştu. "Sen ne istersen."
"Bugün binadaydım. Sancaklı ile beraber. Bazı bilgiler edindim." diyerek sustum. Ona dosyayı bulduğumu söylemeyecektim. Önce duymak istediklerimi duymam gerekiyordu. Ondan yana emin olduğum tek şey bana yalan söylemeyeceğiydi. Yalan söylemek yerine hiçbir şey söylememeyi tercih ediyordu. Raconu haline gelmişti bu.
Ama ben söylerdim.
"Söyle kızım. İşimize yarayacak bir şey buldun mu?"
"Henüz değil. Araştırıyorum. Ama bugün bir şey duydum. Ekipten biri bana aranan bir dosyadan bahsetti. Nasıl bir dosya olduğunu sorduğumdaysa Cihangir davasına bağlı olduğunu söyledi. Tahmin ediyorum ki bahsettiği dosya benim aradığım dosya. Değil mi?" dediğimde patron ellerini kavuşturdu ve başını eğerek sessiz kaldı. İşte! Benimle başka bir derdi vardı. Biliyordum, kahretsin!
"Patron, söyle. Madem içeri adam sokup araştırabiliyordun, neden bunca zaman beni kullandın? Biraz daha uğraşıp dosyayı buldurabilirdin. Neden aylardır beni yönlendiriyorsun? Neden bana bunları yaşattın? Söyle!" dedim, sesimin titrememesi için bağırırken.
Masaya vurduğunda korkuyla sıçradım. Canavarı uyandırmıştım.
"Sesini alçalt. Haddini bil! Kime hesap soruyorsun sen?" Dolan gözlerimi ondan çekip duvara diktim. Sakin kalmak için çabalarken üzerime gelmeye devam etti. O bunun eğitimiydi(!).
"Özür dile benden. Sesini yükselttiğin için özür dile, hemen!"
"Özür dilerim."
"Tekrarla!"
"Özür dilerim."
Derin bir nefes aldım. Dayanmak zorunda olduğumu hatırlattım kendime. Tüm bunlara dayanmak zorundaydım. Onu karşıma alamazdım. O, ortalığı dağıttığımda toplayan adamdı. Ardımda bıraktığım kanlı ayak izlerini silen adamdı.
"Şimdi tekrar sor." dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm ve burnumu çekerek kendimi toparladım. "Neden bunca zaman beni kullandın?"
"Çünkü bu işi senden başkası yapamaz. Anlamıyorsun, ama dosya bana ulaştığında anlayacaksın. Bu iş için tek seçeneğimiz sensin, kız çocuğu. Dosyayı bana getir, intikamını al. Önüne kimsenin çıkmayacağına yemin ettim, sana kimse karışmayacak. Bunu bil ve görevine odaklan. Zaten senin için işleri kolaylaştırdık. Sancaklı'nın yanından ayrılmamanı sağladık, artık hep binadasın. O dosyanın nerede saklandığını bul." dediğinde şaşkınlıkla açılan ağzımı elimle kapattım. "O akşam arayan, sen miydin?" dediğimde kahkaha attı. "Nasıl numaraydı ama? Sancaklı katille konuştuğunu sanıp küplere bindi. Tehlikede olduğunu duyunca seni yanında tutacağını biliyordum." derken yaptığı şeyle gurur duyduğu aşikardı. Sinirle ayağı kalktım. "O gece az kalsın ölüyorduk. Nasıl yaparsın bunu?" dediğimde neşesi söndü ve oturduğu yerde doğruldu. "Ne demek bu?"
"O gece Sancaklı yanıma geldi. Bana konuşmayı dinletip evden çıktığında silahlı saldırıya uğradık. Sancaklı çelik yelek giymiş olmasaydı ölüyordu. Bunu nasıl yaparsın, sırf korkutmak uğruna nasıl bu kadar ileri gidebilirsin?"
Söylediklerim karşısında adeta şok oldu. "İyi de bunu ben yaptırmadım ki!"
"Ne?"
Dehşete düşerken mantıklı düşünmeye çalıştım.
"Ne yani, denk mi geldi?" diye sorarken söylediğime ben bile inanmamıştım. Madem arayan katil değildi, benim Sancaklı ile beraber çalışmamdan rahatsız olan biri de yoktu, o zaman onlar kimdi?
Patronun sinirli sesini duydum. "Geriye tek bir ihtimal kalıyor. Birilerini çok fena kızdırmışsınız, kızım."
****
Sessizce çıktığım salon kapısından bir hışımla geri girdim. Aklımda dönen çarklar başımı çatlatıyordu. Salonda gezinmeye başladım. Kim olabilirdi? Kimi kızdırmıştım? Ya da Sancaklı, kimin damarına basmıştı? Patronun koruması altında olduğumu bilmelerine rağmen o camiadan biri buna kalkışamazdı. Belki de konunun benle bir alakası yoktu. Sırf Sancaklı ile beraber olduğum için hedef haline gelişim patronun bir uydurmasıyken, onca teşebbüsün ona ait olmadığını öğrenmiştim. Yani bu gerçekti. Ama neden? Sancaklı!
Uyuduğu koltuğa baktım. Yoktu! Panik bedenimi ele geçirirken salonun çıkışına yöneldim. Karşıma Sancaklı çıkana kadar...
Nefesimi tuttum. Yakalanmanın verdiği utançla adım atamazken dolan gözlerimle ona baktım. Nasıl açıklayacaktım şimdi?
O buna fırsat vermeden bana yaklaştı. "Ben uyuyakalmışım, yeni uyandım. Ama seni göremedim. Neredeydin?" diyerek üstümdeki cekete baktı. Duraksadım, ardından zar zor konuştum. "Ben bahçede yürümek istedim. Hava almak için. Üşüyünce de bunu giyindim."
Afallamış halim karşısında kaşlarını çattı. Yanıma yaklaştı ve önümde durdu. "İyi gözükmüyorsun. Ne oldu?" Kafamı kaldırınca karşılaştığım endişeli gözlerle daha fazla dayanamadım. Bedenim hıçkırığımla öne eğilirken başım omzuna yaslandı. Adeta acı çekerek ağlarken "Yoruldum." diye fısıldadım, söylemek istediklerim bambaşkayken. Ondan özür dilemek istiyordum, peşimize takılan kişinin sandığımız kişi olmadığını, katilden başka bir düşmanın söz konusu olduğunu söylemek istiyordum. Yapamadım, yalanlarımı gerçeklerle süsledim. "Ben çok yoruldum."
"İclal." diye mırıldandı, elini tereddüt etmesine rağmen sırtıma koyarken. O çok iyiydi, hak etmediğim kadar iyiydi. Başımı omzundan kaldırdım ve ona baktım. Islanmış yüzüme bakarken yüzünü buruşturdu. Belki de bana acıyordu. Gerçekleri bilse yine de acır mıydı?
"Bir şey mi oldu? Seni bu hale getirecek bir şey mi oldu? Doğruyu söyle." Söyleyemem, sorma.
"Hayır, ben sadece-" dedim ve sustum. Gözlerine bakarken başımı yana eğdim. O da çok yorgundu, böyle davranarak onu daha çok yoruyordum. Burnumu çekerek gözlerimi sildim ve ondan bir adım uzaklaştım. Madem gerçekleri söyleyemiyordum, canımı dişime takıp asıl gerçeği bulması için çabalayacaktım. Onun için bunu yapacaktım.
"İyiyim, bir anlıktı." derken sesim titredi, boğazımı temizleyip devam ettim. "Kusuruma bakmayın sizi de rahatsız ettim."
"Saçmalama. Rahatsız falan etmedin." Samimiyet içinde kızışı bile gülümsememe yetti. "Teşekkür ederim." dedim ve gözlerimi gözlerinden ayırabilmeyi başararak ceketimi çıkarttım. Kolumdaki saate bakıp "Bir kaç saat sonra gün doğacak. Biraz uyusam iyi olur." dedim ve misafir odasına geçtim. Arkamdan geldi. "İyi uykular. Güzelce dinlen. Uyandığında çok önemli bir görüşmeye gideceğiz."
"Nereye?"
"Düşünme şimdi. Dinlen." diyerek beni odaya soktu ve kapıyı kapattı. Kapının önünde dikili kalmışken düşündüm. Kime gidecektik? Yeni bir ipucu mu vardı?
Telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim ve hızla açtım. Patrondandı.
"Sancaklı yarın aradığın katille alakalı birinin yanına gidecekmiş. Ama sen gitmeyeceksin. Gidersen bu senin sonun olur. İfşa olursun, kızım. Ne olursa olsun, sakın gitme!"
*****
6. Bölümden Bir Kesit
Telaşla ne yapacağımı düşündüm. Onu ikna edemiyordum. Beni tek başıma bırakmıyordu. Ama gidersem de ifşa olacaktım.
"Düşün, İclal. Kurtulman lazım, düşün!" diyerek odanın içinde dönmeye başladım. Dolabın yanındaki tamir çantası gözüme çarptı. Hızla kutuya ulaştım. Kapağı kaldırdığım da gördüğüm çekiç, şu an görebildiğim tek şeydi.
Başım öne düşerken şimdiden acıyan canımla yüzümü buruşturdum. "Yapmak zorundasın. Ya sensiz gidecek, ya da hiç gitmeyecek."
Derin bir nefes alarak dolabı açtım. İçinden rastgele bir kıyafet aldım ve dişlerimin arasına sıkıştırdım. Yapmak zorundaydım!
Elimi yere yaslayarak çekici aldım. Yaptığım şeyi Sancaklı'ya nasıl açıklayacağımı düşünürken, elimden gelen kırılma sesleri çığlığımla yükselerek odanın duvarlarına sindi.
Yapmak zorundaydım ve işte! Yapmıştım.