Yeni Üyelik
8.
Bölüm

6. Bölüm (Katilin Dostu)

@betulbasndrglu

Stres içinde uyuyabildiğim bir kaç saatin ardından yataktan kalktım ve düşündüm. Tek bir an bile yalnız bırakmayacağını söylemişti. Şimdi onu nasıl ikna edecektim.

 

 

Kapının açılıp kapanma sesini duydum. Şansımı denemem gerekiyordu. Odadan çıktım ve mutfakta karşılaştım. "Günaydın." dediğimde dalgın bir şekilde "Sana da." dedi ve suyunu içti. "Bugün nereye gideceğiz? Söylemediniz." diyerek ağzından laf almaya çalıştım. "Bahsettiğin kadınla alakalı bir ipucu bulduk. Sıla Akın'ın kardeşi Arzu Akın. Onunla konuşmaya gideceğiz. Belki ablası hakkında işe yarar bilgiler verir."

 

 

Kafa sallayarak bende kendime su aldım. Bu sırada düşünüyordum. Ben nasıl ifşa olacaktım ki o kızla karşılaşınca? İlk defa duyuyordum adını. Belki de ablasıyla işbirliği yapıyordur ve beni de tanıyordur. Muhtemel. Şimdi Sancaklı'yı ikna etme zamanıydı.

 

 

"Ben bugün kendimi pek iyi hissetmiyorum. Evde kalsam olur mu?" dediğimde bakışları hızlıca bana döndü. "Bunu konuşmuştuk. Tek kalmayacaksın. Geçen gün ki olaydan sonra seni bir başkasına da emanet edemem. Neyin var? Hastaneye uğrayıp öyle geçelim istersen." Kafamı olumsuzca salladım. "Öyle bir şey değil. Sadece biraz dinlenmek istiyorum. En azından bugünlük." dediğimde bana yaklaştı ve ciddiyetimi sorguladı. "Sen değil miydin sahada olmak isteyen? Sana aracı ile ilgili ipucu bulduk diyorum. Farkındasın değil mi?" derken söylediklerimin altında başka bir sebep yattığını sezmişti. Paniğe kapılmadan devam etmeye çalıştım. "Evet ama bugün değil. Lütfen anlayın." diyerek gözlerine baktım. O da konuşmadan sadece gözlerime baktı ama düşündüğünü biliyordum.

 

Zorluk çıkarttığım için özür dilerim Cihan.

 

 

"Hayır, kabul etmiyorum. Bunu göze alamam." dediğinde telaşla konuşmaya çalıştım. "Efendim, bakın." Sözümü kesti. "Git ve hazırlan. On dakika sonra çıkacağız." Çaresizce ona baktım ama bana dönüp bakmadı. Mutfaktan çıkıp salona girdiğinde hızlıca odama döndüm.

 

 

 

Telaşla ne yapacağımı düşündüm. Onu ikna edemiyordum. Beni tek başıma bırakmıyordu. Ama gidersem de ifşa olacaktım.

 

 

"Düşün, İclal. Kurtulman lazım, düşün!" diyerek odanın içinde dönmeye başladım. Dolabın yanındaki tamir çantası gözüme çarptı. Hızla kutuya ulaştım. Kapağı kaldırdığım da gördüğüm çekiç, şu an görebildiğim tek şeydi.

 

 

Başım öne düşerken şimdiden acıyan canımla yüzümü buruşturdum. "Yapmak zorundasın. Ya sensiz gidecek ya da hiç gitmeyecek."

 

 

Derin bir nefes alarak dolabı açtım. İçinden rastgele bir kıyafet aldım ve dişlerimin arasına sıkıştırdım. Yapmak zorundaydım.

 

 

Elimi yere yaslayarak çekici aldım. Yaptığım şeyi Sancaklı'ya nasıl açıklayacağımı düşünürken, elimden gelen kırılma sesleri boğuk çığlığımla yükselerek odanın duvarlarına sindi.

 

 

Yapmak zorundaydım ve işte! Yapmıştım.

 

 

 

Ağzımdaki tişörtü tükürdüm. "Aptal!" diye bağırdım kendi kendime. "Aptalsın. Elini kırdın, aptal!"

 

 

 

Sancaklı'nın seslenişini duydum. "İclal?" Telaşla çekici kutuya geri koydum ve yerine yerleştirdim. Dolaptan aldığım kıyafeti de kaldırıp içimde tuttuğum acı dolu çığlığı saldım.

 

 

Önce koşma sesi geldi. Ardından kapım kırılırcasına açıldı ve içeriye endişeli bir Sancaklı girdi. Kendimi de onu da aptalca bir oyunun içine sokmuştum.

 

 

"Ne oldu? İyi misin?" diyerek hızlıca yanıma ulaştı. Elimi gördüğünde ettiği küfrü daha önce kimseden duymamıştım. Açıklamaya çalıştım. "Benim başım döndü. Elimin üstüne düştüm." derken ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Tam olarak neresine vurduğumu bilmediğim elim, içinde bulunduğum stresle birleşip canımı okuyan bir acıya dönüşmüştü.

 

 

Sancaklı'nın paniklediğini hissettim. "Nasıl oldu İclal? Çok kötü gözüküyor." derken parmaklarıyla hafifçe dokunuyordu. Acıyla sızlandım. "Ben üstüne düştüm, nasıl oldu anlamadım." Hissettiğim acıdan sesim titriyordu. Kendime bunu yaptığıma inanamıyordum.

 

 

"Hastaneye gidiyoruz. Hemen." diyerek ceketimi yatağımın üstünden aldı. Gözlerim dolu olduğu için önümü göremiyordum. Tökezlediğimde kolumdan tuttu. "Dikkat et. Ağırlığını bana ver." diyerek yardımcı oldu. Birlikte evden çıktık. Hızlıca arabaya bindik ve yola çıktık. Kısık sesimle konuştum. "Buluşma ne olacak?"

 

 

"Boş ver şimdi buluşmayı. Sen bu haldeyken gidemem hiçbir yere."

 

Dolu gözlerim söyledikleriyle akmaya başladı. "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim."

 

 

Bana döndü ve ağladığımı görüp peçete verdi. "Ağlama. Ağrın dinecek birazdan."

 

 

"O yüzden ağlamıyorum." diyerek dürüst davranmak istedim. "Neden ağlıyorsun o zaman?"

 

 

"Sizi hak etmiyorum." derken ağlamam çoğaldı. Oysa şüpheyle "Neden böyle söyledin?" diyerek arabayı durdurdu. Hastaneye gelmiştik. Cevap vermeden arabadan indim. O da üstelemeden beni içeri yönlendirdi.

 

 

Acilden giriş yaptık. 1 saat sonra elimde sargıyla çıktık. Panikten dolayı kırmayı becerememişim demek ki. Ciddi çatlaklar varmış o kadar. Her gün reçeteye yazılan kremi kullanmamı söyleyip göndermişlerdi. Ve sonuç olarak bir tehlikeden de böyle kurtulmuştum. Ama bu saçmalığa son vermem gerekiyordu. Eninde sonunda yakalanacaktım. Hazin sonu oturup da beklemek istemiyordum.

 

 

Ona anlatacaktım. Her şeyi. Bu sefer emindim.

 

 

"Yeni ev hazır mı Ata?" diyen Sancaklı ile ona döndüm. Arabada oturuyorduk ve henüz hareket etmemiştik. "Tamam o zaman. Biz geçiyoruz. Dediğim gibi kimse bilmesin. Sende akşam yanıma uğra. Plan değişti." Bana dönerek kurduğu son cümle kendimi daha da kötü hissetmeme sebep oldu. Sorun çıkartıyordum. Yaptığım tek şey sorun çıkarmaktı.

 

 

"Özür dilerim."

 

 

"Neden özür diliyorsun?" derken bana bakmıyordu. Gözleri direksiyondayken aklının bende olduğunu biliyordum. Sorguluyordu.

 

 

"Benim yüzümden işler aksadı. Belki de o kadından çok önemli bilgiler alacaktık. Katili yakalamaya bir adım daha yaklaşacaktık. Ama olmadı."

 

 

"Bu senin suçun değildi. Ayrıca merak etme. Kadının peşini bırakmıyoruz. Bu akşam çalıştığı mekana gideceğim. Seni yeni eve bıraktıktan sonra. Ata yanında olacak." dedi ve arabayı çalıştırdı. Kafa sallamakla yetindim. Yolu izlerken düşündüm. Bir şey yapmam gerekiyordu. Bir ipucu bulmam ve ilerlemem gerekiyordu. Elim kolum bağlı oturuyormuş gibi hissediyordum. Bu çok sinir bozucuydu.

 

 

Gözlerimi kapattım. Açtığım zamansa akşam olmuştu. Ağrıyan başımla Sancaklı'ya döndüm. "Kaç saattir uyuyorum?" diye sorarken üzerimdeki ceketini fark ettim. Gülümsememe engel olamadım. "İki saattir." dediğinde şaşırmıştım. "İki saatlik yol mu gittik? Niye bu kadar uzak?"

 

"Uzak değil. İstanbul trafiği." dedi ve sustu. Güldüm. "Tabii ya." Gülmemle bana döndü. Bende ona baktım ve kaşlarımı kaldırarak "Ne oldu?" diye sordum. "Hiç." diyerek arabayı keskin bir U dönüşüne soktu ve durdurdu. Kafamı kaldırıp bakınca büyük bir evle karşılaştım. Şehir yolundan uzaktı ve arkası tarlaydı. Arabadan indim. "Burası çok güzel." derken gözüm evin arkasındaki günebakan çiçeklerindeydi.

 

 

"Beğenmene sevindim. Uzun bir süre buradasın." dedi ve yanıma geldi. Ona dönüp "Bugün istisna. Bundan sonra bende sahadayım. Unutmayın." dedim.

 

 

"Bakarız." diyerek eve ilerlemeye başladı. Tabii ki de öyle olacaktı.

 

 

Eve girdik. Dekorasyonunu da çok beğenmiştim. Kahve tonları hakimdi ve en önemlisi de az eşyalı, sade bir evdi. "Ata geliyor. O gelince ben çıkacağım. Dolap dolu. Güzelce beslen ve enerjini topla. Geldiğim de seni daha iyi görmek istiyorum."

 

 

Evi incelemeyi bırakıp ona döndüm. "Ne zaman geleceksiniz?" Sorduğum soruyla afalladı. Etrafına bakınırken kısık bir sesle konuştu. "Bilmem. Çok uzun sürmez. Bir ya da iki saat." Kafa sallayarak mutfağa girdim. "Kahve yapıyorum. Sabahtan beri benimle uğraşıyorsunuz. İyi gelir."

 

 

"Peki." derken de sesi kısıktı. Peşimden geldi ve duvara yaslanarak beni izledi. Dolabın içine yerleştirilmiş olan kutulardan kahveyi bulup cezveyi de aldım ve iki kişilik su koydum. Ocağın başında kahveyi beklerken hala buraya bakan Sancaklı'ya döndüm. "Benden rahatsız mı oluyorsunuz? Böyle sürekli dibinizde olmamdan bahsediyorum." diyerek duraksadım. Oysa kaşlarını çatarak devam etmemi bekliyordu. "Bunu benden gizlemenize gerek yok. Yani, kabalık etmemek için bana katlanıyorsanız bunu bilmem hareketlerimi ona göre ayarlamamı sağlar."

 

 

Söylediklerimde samimiydim. Benden rahatsız olabilirdi, hayatımız aniden kesişmişti ve o günden beri ayrılmıyorduk. Bana alışmak zorunda da değildi. O bunun hakkıydı.

 

 

Sancaklı cevap vermek yerine yanıma yaklaştı ve taşmak üzere olan kahvenin altını kapatıp bardaklara döktü. "Sen bana kabalık etmemek için mi katlanıyorsun, İclal?" diyerek bana döndü. Kafamı olumsuzca sallamakla yetindim. Ona alışmıştım.

 

 

"Bende." diyerek arkasını döndü ve salona girdi. Arkasından bakarken olduğum yerde kaldım. Dudaklarıma yerleşen gülümseme yavaş yavaş büyüdü, tüm kalbimi kapladı. Benden rahatsız olmuyordu. Kahkahamı tutmak için elimi ağzıma kapatırken kahvemi alıp yanına gittim. Sevincimi belli etmemek için gösterdiğim çaba takdirlikti.

 

 

 

"Ata gelmiş. İçemedik kahveyi." diye yakınarak ayağı kalktı. Tepkisiyle birlikte "Yazık oldu." diyerek bende kalktım. Güldü. İçeri giren Ata yüzümüzü görünce keyiflenip "Hayırdır?" diye sordu. Sancaklı ise omzuna vurup "İclal sana emanet." dedi ve odadan çıktı. Arkasından seslendim. "Dikkatli olun."

 

 

"Oluruz." dedi ve kapının kapanma sesi geldi. Gülümseyerek Ata'ya döndüm. "Kahve?"

 

 

 

Elindeki poşeti gösterip sırıttı. "Pizza?"

 

 

******

 

 

Saat ikiye gelmişti fakat Sancaklı hala gelmemişti. Ata ise evin etrafını kolaçan etmek için dışarı çıkmıştı. Bir kez daha onu aradım ve Sancaklı ile konuşup konuşmadığını sordum. "İclal, dışarı çıkalı on dakika oldu. Üçüncü arayışın. Meraklanma. Gelir birazdan."

 

Sıkıntıyla telefonu kapadım. Bir gece de yatağa kötü bir şey yaşamadan girmek istiyordum. Çok muydu bu bana?

 

 

Çalan kapıyla gülümsedim. Değildi demek ki.

 

 

"Nerede kaldınız?" diye sordum hızlıca, içeri girmesine fırsat vermeden. Kapıdan geçmeye çalışan Sancaklı gülerek kollarımdan tuttu ve beni önünden çekti. "İzin verirsen sana hesap vermeden önce içeri gireyim."

 

 

"Kusura bakmayın." diyerek ona baktım. Kafasını olumsuzca sallayıp salona geçti. Ardından kapıyı kapatıp bende peşinden girdim. "Yine nerede bu adam? Seni yalnız bırakmamasını söylemiştim."

 

 

"Dışarıyı kolaçan edip gelecekti." dediğim sırada kapı tekrar çaldı. "Geldi işte." dedim ve Ata'ya kapıyı açmaya gittim. O da içeri girdi ve Sancaklı'yı görüp "Abi, şükür geldin. Etrafa göz atayım diye çıktım, dakika başı beni aradı. Seni sorup durdu." diyerek beni ispiyonladı. Ona bakıp kaşlarımı çattım. Masumca gülerek "Sen de geldiysen ben çıkıyorum. Yarın görüşürüz." dedi ve salondan, ardından evden çıktı. Sancaklı peşinden "Rüzgarıyla geldi gitti." deyince kendimi tutamayıp güldüm. "Öyle oldu."

 

 

Konuşmamla bana döndü ve "Geldim işte. Hadi uyu sen." dedi. Ceketini çıkarıp koltuğa attı. "Siz?"

 

"Benim odam bu katta. Sen rahat et diye üst kat sadece senin."

 

 

"Teşekkür ederim. İyi geceler o halde." dedim ve arkamı dönüp ilerledim. Sonrasında aklıma gelen şeyle duraksayıp ona döndüm. "Az kalsın sormayı unutuyordum. Kadınla görüşebildiniz mi? İşe yarar bir şey çıktı mı?"

 

 

Sorduğum soruyla yüzü düştü ve elleri saçlarına gitti. Ne zaman strese girse böyle yapıyordu.

 

 

"Pek değil. Aslına bakarsan, bilmiyorum. En iyisi yarın kalktığında konuşmak."

 

 

"Peki." diyerek onu zorlamadım. Nasılsa yarın konuşacaktık. Neşemi kaybetmeden odama geçtim ve dolabı açtım. Kendi evimdeki eşyalarımı da almayı aklıma not edip benim için aldıkları kıyafetlerden pijama seçerek giyindim. Siyah yatak örtüsünü kaldırıp altına girdiğim de elimdeki ağrı kendini gösterdi. Umursamadım. Bugüne kötü başlamış olsam da devamında pozitif enerji dolmuştum ve bu beni motive etmek için yeterliydi. Yarın yeni bir gün olacaktı. Katili bulmak için adım atacağım bir gün daha. Ona yaklaşıyordum. Bazen acıyla dolup taşıyordum bazense umutla. Ama öyle böyle, yaklaşıyordum. Ve eninde sonunda onu bulacaktım. İntikamımı alıp sonsuz huzura kavuşacaktım.

 

 

 

Bunun umuduyla uykuya daldım.

 

*****

 

 

 

Güneş doğarken uyandım. Odam oldukça güneşliydi. Bunun verdiği mutluluk bedenime daha da enerji verirken yataktan çıktım ve odamın karşısında ki banyoya geçtim. Güzel bir duşun ardından sargımı değiştirip aşağı indim.

 

 

Sancaklı'ya baktım fakat göremedim. Muhtemelen hala uyuyordu. "Kimin senin gibi saçma bir uyku düzeni olur ki zaten?" diyerek kendi kendime konuştum. Mutfağa geçip sütlü bir kahve yaptım. Ardından salona geçip güneş vuran koltuğa oturdum. Bu sessizlik, bu ışık. Öylesine iyi gelmişti ki. Günlerdir kaybettiğim enerjiyi geri toplamıştım.

 

 

Etraf sessizken günün planını kafamda kurdum. Bugün özel bir görüşme yapacaktım. Patronla. Ve sanırım bu sefer birden fazla kişiyi uyutmam gerekecekti. Patronla, patrondan habersiz görüşme. Kulağa tehlikeli geliyordu ama yapacaktım. O korunaklı oda da sakladığı bir şey illaki vardı. Onu bulacaktım. Ve kullanmak için her fırsatı değerlendirecektim.

 

 

Saat dokuza geldiğinde kalktım ve mutfağa geçtim. Güzel bir kahvaltı masası hazırlayarak güne başlamak istedim. Normal insanlar gibi.

 

 

Masa hazır olmadan hemen önce Sancaklı'nın kapı sesini duydum. Uyanmıştı. Nedeni bilinmez bir heyecanla masanın son eksiklerini koydum ve işte! Şimdi tamamen hazırdı.

 

 

"İclal? Mutfakta mısın?"

 

 

"Evet." diyerek yaptığım şey normalmiş gibi davrandım. Masaya oturdum ve "Hadi soğumadan gelin." diyerek çayımı yudumladım. Mutfağa girdi. Bakışları önce masayı, ardından gözlerimi buldu. Yüz ifadesine gülmemek için kendimi yemeğe verdim. Tabağımı doldururken "Dün akşam hakkında konuşmadan önce kahvaltı yapalım." dedim ve ona baktım. Hala kapının girişinde duruyordu. Çatık kaşları eşliğinde masaya geldi ve oturdu.

 

 

"Niye yordun kendini? Dinlenseydin."

 

 

"Dinlendim." diyerek yemeye devam ettim.

 

 

"İclal." dediği sırada bende ona seslenmiştim.

 

 

"Önce sen söyle." diyerek konuşmamı bekledi.

 

 

"Bugün ne yapacaksınız? Emniyette misiniz yoksa sahada mı?"

 

"Sahada." dediğinde kafamı salladım.

 

 

"Dün ki gelişmeleri konuşalım mı?"

 

 

"Çok bir gelişme yok aslında. Yani, gelişmemi bilemiyorum. Saçma sapan şeyler geveledi. Parçalar birbirini tutmuyor."

 

 

"Bana da anlatın, bakalım ben tutturabilecek miyim?" dediğimde sırıttı ve "Peki." diyerek tabağının yanındaki peçeteyle ağzını silerek sandalyesini geriye itti. Rahat bir pozisyon alarak konuşmaya başladı.

 

 

"Kadının mekanına gittim. İçeri girmekte biraz zorlansam da bir kaç kişinin hastanelik olması yetti. Rozet tanımayan bir mekandı." dediğinde sırıtmama engel olamadım. Ellerinin üstündeki yaralar ondandı demek ki. "Sonuç olarak kadını odasında yakaladım. Başta beni düşmanlarından biri sandı. Rozetimi gösterince susturabildim ama ablasını aradığımı söyleyince panikledi. Kaçmaya bile çalıştı." Lafını kestim. "Keşke içeri alsaydınız. Bir şey sakladığı ortada." Duraksadı. "Seni emniyete danışman olarak aldığımda bu fikrini belirtirsin."

 

 

Utanarak "Kusura bakmayın. Devam edin." dedim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerini benden çekip devam etti. "Bildiği şeyleri söylemesini, ona zarar vermeyeceğimi söyledim. Olayın kendisiyle alakası olmadığını duyunca rahatladı ve konuşmaya başladı. Sanırım ablasından pek hoşlanmıyordu. Sorduğum tüm sorulara cevap verip onu kötüledi. Belki de stratejileri bu. Belki de hedef şaşırtıyorlar. Bu yüzden kafam karıştı."

 

 

 

"Ne dedi?"

 

 

"Ablasıyla pek sık görüşmediğini, bildiği tek şeyin bir önceki gün evine gittiğinde duydukları olduğunu söyledi." Sabırsızlıkla ne diyeceğini bekledim. Bana bakarak devam etti. "Ablası 'Patronun ayarladığı kız halleder, bizim uğraşmamıza gerek yok. Sadece kızı takip edin.' demiş. Hangi kızdan bahsettiğini bilmiyorum. Sanırım içimizdeki ajan bir kadın." dedi ve saçlarını karıştırdı. "Tüm söylediği bu."

 

 

 

Patronun ayarladığı kız...

 

 

"Olamaz!" derken şaşkınlıkla kendimden geçmiştim. Elimdeki çatal tabağa düşüp tiz bir ses çıkardığında kulaklarımın çınlaması arttı. Benden bahsediyordu. Katilin aracısı, beni biliyordu. Patronun beni buraya yerleştirdiğini biliyorsa, o zaman patronla da ilişkiliydi. Ailemin katilleriyle bağı olan birine mi çalışıyordum bunca zaman? Oluşturduğu tehdit yalan üstüne mi kuruluydu?

 

 

 

"İclal. Ne oldu?"

 

 

 

Bunları bir an önce öğrenmeliydim. Neye alet olduğumu bulmalıydım.

 

 

 

"İclal?"

 

 

Kendime gelerek Sancaklı'ya baktım. "Ben, sadece ajanın Selim olduğunu sanıyordum. Esra'yı da değerlendirmem gerekecek. Ona şaşırdım." diyerek ellerimi masanın altına indirdim. Stresten titriyordum.

 

 

"Vazgeçmeyeceksin, değil mi? Onları suçlu görmeye devam edeceksin."

 

 

 

"Siz olsanız ne yapardınız?" derken tek amacım vicdanımı rahatlatmaktı. Her şeyi öğrendikten sonra beni affetmesini istiyordum.

 

 

"Nasıl yani?"

 

 

 

"Hain, aranızdan biri çıkarsa. Neden yaptığıyla ilgilenir misiniz? Yoksa gördüğünüz tek şey size ihanet ettiği mi olur?"

 

 

Sorduğum soruyla afalladı. Oturduğu yerde doğruldu ve yüzüme baktı. "Bilmiyorum. Bunu düşünmek bile istemiyorum. Şu günlerde sen hariç herkes, bana yabancı geliyor. Gerçekler ortaya çıkana kadar da bu böyle devam edecek."

 

 

 

Gerçekler ortaya çıkınca en büyük pişmanlığın ben olacağım, Cihan. Özür dilerim.

 

 

 

"Ben bir lavaboya gideyim." diyerek hızla masadan kalktım. Bakışları beni takip ederken mutfaktan çıktım ve yan taraftaki banyoya girdim. Gözyaşlarımı tutamadım, kapının yanına çökerek ağlamaya başladım. "Özür dilerim. Özür dilerim, böyle olsun istemedim. Özür dilerim."

 

 

Sesim pişmanlığın acısıyla kısıldı. Bir gün bile mutluluğu sürdürememişken yine acıyla dolmuştum. Dört bir tarafım yalanla çevriliydi. 'Patron' derken kimden bahsettiğini biliyordum. Nasıl emin olduğumu bilmiyordum ama öyleydi. Beni kandırıyordu. Kullanmak için yalan söylemişti. Kadının söylediklerine göre katille de işbirliği içindeydi. İyi de neden? Neden bunun için beni kullanıyordu?

 

 

Ona gidecektim ve her şeyi öğrenecektim. Bu sefer yalanlarına kanmak yoktu. Gerekirse onu kendi ellerimle öldürürdüm. Bundan çekinmiyordum. Ailemin kanını akıtanlarla birlik olmuştu, bunu ödetecektim.

 

 

 

Ayağı kalktım ve yaşlarımı silip yüzümü yıkadım. Evden çıkmam gerekiyordu. Ama bu saatte Sancaklı'yı uyutmam tehlikeli olurdu. Ata arayabilir hatta buraya gelebilirdi. Şüphe çekmeden ondan ayrılmam gerekiyordu.

 

 

 

Aklıma gelen fikirle telefonumu çıkardım. Artık bu yoldan dönüş yoktu, ya o ölecekti ya da ben.

 

 

 

"Alo, Fikret. Yardımına ihtiyacım var."

 

 

 

 

*******

 

 

 

"İclal, iyi misin?" diyerek kapıyı tıklatan Sancaklı'ya kapıyı açtım. "Evet, iyiyim. Midem bulanıyordu da biraz. İyi hissedene kadar bekledim."

 

 

"Anladım. Bir şeye ihtiyacın olursa çekinmeden söyle."

 

 

Gülümseyerek cevap verdim. "Peki. Teşekkürler."

 

 

 

"Çıkmamız lazım. Emniyette işlerim var. Hazırlan hadi." dediğinde "Giyinip geliyorum." diyerek üst kata çıktım. "Salonda bekliyorum."

 

Cevap vermedim. Panik yüzümdeki gülümseyişi söküp atarken hızla odama girip üzerimi değiştirdim. Baştan aşağı simsiyah olmuştum. Ağlamamaya çalışarak çanta hazırlamaya başladım. Umarım bunları kullanmak zorunda kalmazdım.

 

 

 

Bir kaç dakikanın ardından aşağıdan gelen sesle hızla odadan çıktım. Alt kata inerken boğuşma sesleri geliyordu. "Ne oluyor?" diye bağırdım salona girerken. Sancaklı salonun ortasında ona saldırmaya çalışan dört adamla başa çıkmaya çalışıyordu. Korkuyla bir daha bağırdım. "Ne yapıyorsunuz?" diyerek üstlerine atılacakken Sancaklı "Kaç, İclal! Kaç buradan!" diye bağırdı. O sıra da arkasında duran adam ensesine vurarak onu bayılttı. Korkum gözlerimden taşarken onlara arkamı döndüm ve akan yaşımı sildim. "İntikamımız için."

 

 

 

"İclal hanım. Fikret abi sizi mekanda bekliyor. Buyurun." diyerek bana yol gösteren adama gözlerimi devirdim. Rol yapmam gerekiyordu. "Ben kendim giderim. Önce şunu yerden kaldırın." Dediğimi yaptılar. Sancaklı'yı koltuğa yatırıp bana baktıklarında "Tamam çıkın siz. Arkanızdan geleceğim." dedim ve onların çıkmasını bekledim. Gittikleri zaman akan yaşlarımı tutma gereği duymadım. Islak yanaklarımla Sancaklı'ya sarıldım. Yaşlarım onun yanaklarını da ıslatırken "Cihan Sancaklı. Uyandığında beni görmeyeceksin belki de. Onun için bilmeni istiyorum." derken hıçkırıklarım çoğaldı. "Eğer bugün geri dönemezsem, arkamda bıraktığıma üzüleceğim tek kişi sensin. Ve eğer yine bugün gerçekleri öğrenip katili öldürmeyi başarırsam, seni arkamda bırakmak zorundayım. Özür dilerim ama söz verdim. İntikamımı aldıktan sonra benim için bir hayat olmayacak. Özür dilerim, Cihan."

 

 

 

Haykırışımı bastırmak için dudaklarımı ısırdım. İnleyişim, acı doluydu.

 

 

Buna rağmen günlerdir yapmak istediğim şeyi yaptım. Saçlarını okşadım. Öptüğüm yanağı, yaşlı dudaklarımla ıslandı. Gülümsedim. "İntikamımız için."

 

 

 

 

****

 

 

"İclal hanım geldi. İçeri alıyoruz."

 

 

"Hoş geldiniz efendim."

 

 

Bana yol veren adamlara kafa sallayıp içeri girdim. Odanın önündeki koruma bu sefer üstümü aramaya yönelmedi. "Fikret nerede?" diyerek yanından geçtim. "Birazdan gelecek." Kafa sallayıp içeri girdim.

 

 

 

Oda boştu. Patronun olmayışı işime gelirken hızla etrafıma bakındım ve dosyaları karıştırmaya başladım. Beni kullanıyordu. Bunun için bir delil bulmalıydım. Emin olmadan ona karşı cephe alamazdım. Emin olduktan sonrasıysa kan dolu olacaktı.

 

 

 

"İşte! Buldum seni." Elimdeki telefonu açarak mesajlara girdim. Telefonu buradaysa her an gelebilirdi. Hızlı olmalıydım. Sadece iki mesaj vardı. Ama isimleri yoktu. Numara olarak duruyorlardı. İlkine girdim.

 

 

 

Okunmamış mesajdı.

 

 

'Arzu'nun yerleştirdiği cihaz sinyal vermiyor. Cihan eve gitmemiş olmalı. İclal'e anlattı mı anlatmadı mı bilmiyoruz. Dikkatli olun."

 

 

Neyden bahsediyorlardı böyle? Hiçbir şey anlamayarak diğer konuşmaya girdim. İki gün öncesinin konuşmasıydı.

 

 

Birinci mesaj ondandı.

 

'Kızı uyardım. Yarın gitmeyecek.'

 

'Tamam, biz de Arzu'yu uyardık. İstediklerimizi söyleyecek. İclal'i ortaya atmak konusunda emin misin? İşimize yarıyordu.'

 

 

'Artık gerek yok. Dosyanın nerede olduğunu bulduk. Hem kız benden şüphelenmeye başladı. Cihan'ın elinden ölmesi daha iyi olur. Geçen sefer ki gibi cinayet silahından da sıyrılamaz. Onu içeri tıkacağız.'

 

 

'Cihan'ın kızı yakalayacağına emin misin?'

 

 

 

'Öyle umuyorum. Eğer yakalamazsa bu bizim sonumuz olur. İclal hepimizi öldürür.'

 

 

 

 

İclal hepimizi öldürür...

 

 

 

Dönen başımla duvara tutundum. "Hain." derken öfkem bedenimi sarsıyordu. Katilin dostuydu demek. En başından beri beni kullanıyordu. Her söylediği yalandan ibaretti.

 

 

Daha da kötüsü, Cihan'ın önüne yem olarak atılmıştım. Ve o benden hiç şüphelenmemişti. Gerçekleri öğrendiğinde uğrayacağı hayal kırıklığını düşünemiyordum.

 

Kapı sesiyle bakışlarımı kaldırdım.

 

"İclal, kızım. Sen mi geldin? Bana haber vermediler."

 

 

"Ben istedim çünkü. Adamların bana sana olduklarından daha sadık." dediğimde sırıtan suratı düştü. "Ne diyorsun sen?"

 

 

Sinirli yüzüne iğrenerek baktım. Yavaşça ona yaklaşırken ayak seslerim bile öfke kusuyordu. Kandırılmışlık hissi tüm bedenimi karanlığa gömmüştü. Aynı şekilde zihnimde. Düşünebildiğim tek şey kalbini parçalamaktı.

 

 

Ben yaklaştıkça o uzaklaştı. Korkusu yüzünden okunurken "Ne oluyor? Kendine gel." dedi ve daha fazla gerileyemeden koltuğa düştü. Üstüne ilerledikçe anlaması kolaylaştı. Tam ağzını açıp yardım çığlığı atacaktı ki yüzüne indirdiğim yumrukla sustu. Hemen ardından ağzını elimle kapattım. "Şimdi, elimi çekeceğim. Dışarıdaki adamlarına kapının önünü boşaltmalarını söyle."

 

 

Başını olumsuzca salladığında bileğimdeki çakıyı bir hışımla çıkarttım. Kalbinin üstüne tuttuğumda gözleri irileşti. Hareket etmeye çalışıyordu fakat gücü bana yetmezdi. İtlerinin arkasına sığındığı için daha önce hiç kendini korumak zorunda kalmamıştı. "Dediğimi yap. En ufak yanlışında kalbini parçalarım."

 

 

Dediğimi yaptı. Adamları onun lafını ikiletmeyip gittiler. Ayak sesleri uzaklaşırken geri çekildim ve belindeki silahı alıp susturucu taktım. Bunu yaparken korkuyla titreyen bedenine bakıyordum. "Kim bilirdi ki kendi kurallarının sonunu getireceğini. Büyük patron, asla lafı ikiletilmeyen büyük ama zavallı patron."

 

 

"Kızım, bak. Neler oluyor bilmiyorum ama açıklamama izin ver. Kandırıyorlar seni, ben senin yanındayım."

 

 

"Bana kızım deme." derken sakindim. Dolan gözlerim sesimi titretmeden hemen önceydi.

 

 

"Beni kandırdın. Ailemin katilleriyle iş tuttun. Neden? Beni neden kullandın? Öldürseydin ya hemen. Neden bu kadar uzattın acımı?" dedim kısık sesimle. Sakince.

 

 

Oysa korkuluydu. Sakin değildi. Çünkü benim sakinliğimin sebebini anlamıştı.

 

 

"İclal, bak-"

 

 

"Yalansız konuş. Yoksa ölümün acı dolu olur."

 

 

"Madem öleceğim neden sana konuşayım?" derken sinirliydi. Hala üste çıkmaya çalışıyordu. Başımı eğdim. Ardından konuştum. "Eğer doğru söylersen öldürmem."

 

 

Ciddiyetimi ölçtü. İki günlük ömrünü kurtarma peşinde olması komikti. Gözlerine bakıp "Konuş ve gideyim." dedim. Elimdeki silahı arkamdaki masaya koyduğumda ikna oldu.

 

 

"Çünkü öyle istedi."

 

 

"Kim?"

 

 

"Asıl patron." dediğinde kahkahamı tutamadım. "Sen de birilerinin itisin demek."

 

 

Sinirlendi. Yerinden kalkmaya çalıştığında elimdeki çakıyı ona fırlattım. Hemen yanındaki duvara saplandı. Korkuyla yerine geri sinip "Evet, öyle." dedi ve yutkundu. Derin bir nefes aldım. Sakin kalmam gerekiyordu.

 

 

"Devam et. Benim sormamı beklemeden her şeyi anlat."

 

 

"Cihangir istedi. O asıl patron. Seni Cihan Sancaklı'nın yanına yerleştirmemi isteyen de oydu. Tek amacı dosyayı ele geçirmek."

 

 

"Ama neden ben?"

 

 

"Yemin ederim, bilmiyorum. O istedi."

 

 

"Devam et."

 

 

 

"En son Cihan'ı indirmek için evinize hemşire kılığında bir kadın geldi. Kadının Cihan'a tutturduğu silah, defteri çalan gençlerin öldürüldüğü silahtı. Suçu ona yıkmaya çalıştı ama olmadı. Cihan aynı gün kurtuldu. Bunun sayesinde dosyanın onda olduğunu anladık. Eğer dosya onda olmasaydı işi kolay olmazdı çünkü. Seninle işimiz de böylece bitmiş oldu. İnan bana tüm bildiklerim bunlar. Diğer detayları Cihangir biliyor. İnce işlerini bana anlatmaz. Ben o ne istediyse onu yaptım."

 

 

Parçalar yavaşça birleşirken "Neden dosya bu kadar önemli? Zaten polisin elinde olan bir dosyayı hala neden istiyor?" diye sordum. Öğrendiklerimle beraber ajanın ekipten biri olmadığını da anlamıştım. Tek bilen onlarsa çoktan dosyayı ele geçirmiş olurlardı.

 

 

"Bir cinayet var. Tüm detaylar polisin elinde. Ama Cihangir birinden bahsetti. O kişi göz önüne çıkarsa yok olmaktan korkuyor. Eğer polisler Cihangir'i korkutan o kişiyi çözerlerse senelerdir emek verdiği her şey ortaya çıkar. Bu da onun ve yanındakilerinin sonu olur. Bu yüzden kendi eliyle verdiği tüm kanıtları geri almaya çalışıyor."

 

Kendi eliyle verdiği kanıtlar mı? Bunu kenara bırakıp asıl konuya odaklanmaya çalıştım.

 

 

"Bu kişi hakkında başka bir şey bilmiyor musun? Bir isim ya da bir adres. Tek bir kelime bile olabilir."

 

 

"O kişiden bahsederken 'kaçak' derdi, sadece bunu biliyorum."

 

 

Kaçak mı?

 

 

"Tamam, her şeyi bir kenara bırak. Bana Cihangir'i nasıl bulacağımı söyle." Dediğimle birlikte güldü. "Onu kimse bulamaz. Kimse."

 

 

"Ne diyorsun? Açık konuş."

 

 

"Onu kimse tanımıyor."

 

 

"Cihangir'i mi?"

 

Gözlerini kaçırıp kafa salladı. "Evet. Onun gerçek kimliğini kimse bilmez. Ben bile."

 

 

"Nasıl yani? Onunla nasıl irtibat kuruyorsun?"

 

 

"Her seferinde farklı kılıkta çıkar karşıma. Asla ama asla bir önceki adam olmaz. Bir gün simitçi bir gün hizmetçi. Onu bu yüzden yakalayamıyorlar. Az önce 'kendi eliyle verdiği kanıtlar' derken bundan bahsediyordum, cinayetlerinden haberdar olmalarını Cihangir sağlıyor. Bu onun en büyük zaafı. İşlediği tüm cinayetleri üstlenir. Polislere bile kendi anlatır. Tüm bunlara rağmen yakalanmıyor."

 

 

 

Kafa sallayarak bakışlarımı ondan çektim. Nasıl bir sistemin içindeydi bu adam? Nasıl bir psikopattı?

 

 

 

"Bana bildiğin herkesin ismini vereceksin." dedim ve yeniden ona baktım. Elini hızlıca cebinden çıkartıp bana döndüğünde kan beynime sıçradı. "Şerefsiz!" diyerek üzerine atıldım. Bana engel olmaya çalıştı ama yediği yumrukla geri oturdu. Hızla cebindeki telefonu aldım. Neyse ki mesajı gönderememişti. Kime attığına baktığımda Fikret olduğunu gördüm. Sadece "Ona sahip-" yazabilmişti. Bunu umursamadım.

 

 

 

"Melek gibi adamı bu işe nasıl bulaştırdın? Söyle, ne suçu vardı bu adamın?" derken sakinliğim yerini sinirle doldurmuştu. En başından beri bana yardımcı olmaya çalışıyordu Fikret. Buradaki şeytanların dişlerini o söküyordu. Bir yumruk daha attım, hiddetimi biraz olsun boşaltmak istedim ama aksine daha da arttı. Ondan uzaklaştım ve saçlarımı geriye iterek eski yerime geçtim. "Yaz, bildiğin tüm isimleri yaz." diye bağırdım. Korkuyla kalemi aldı ve önündeki not defterine yazmaya başladı. "Bırakacak mısın beni, bunu da yaparsam?"

 

 

 

Onu duymazdan geldim. "Bir şey merak ediyorum." dedim aniden. "Eve giren kadın, hani şu suç aletini Sancaklı'ya tutturan. O Cihangir'i anlatmamak için kendini öldürdü. Senin güvencen ne?"

 

Sırıttı.

 

"Beni küçük görme, kızım. Benim de kendimce bir çevrem var."

 

 

Sakince kafa salladım. Çok yakında öyle bir çevre kalmayacaktı.

 

 

"İşte, tüm bildiğim isimler bunlar." dedi ve kağıdı bana uzattı. Alıp cebime sıkıştırdım. "Artık bırakacak mısın beni?"

 

 

 

Bir adım geri gittim. İçimdeki öfke gözlerimi yakarken ona baktım ve yavaşça yanımdaki silahı aldım. "Bana kızım deme demiştim." diyerek silahı ona doğrulttum ve afallamış bakışlarını izledim. Bu izleyiş kısa sürdü. Gözleri, rezilce yaşadığı hayatının kapanışına eşlik etti. Göğsünden akan kana rağmen gönül rahatlığıyla, öldürdüğüm adamın kansızın teki olduğuna yemin edebilirdim.

 

 

 

Elimi indirdim. Yaşlarımda aynı hızda inerken olduğum yere çöktüm. Masum değildim.

Bu öldürdüğüm ilk kişi değildi. Ama bu acı, her seferinde ilk kez hissediyormuşum gibi saplanıyordu kalbime. "Özür dilerim, anne. Umarım yanınıza gelebilecek kadar iyiliğim kalmıştır."

 

 

 

******

 

 

 

"Ben gidiyorum. Patron da yalnız kalmak istediğini söyledi. Bir de şu adresi araştırmanızı istiyor. Kalabalık gidecekmişsiniz. Her ihtimale karşı." dediğimde koruma kafa sallayıp birini aradı. "Patron yalnız kalmak istemiş. Sakın rahatsız etmeyin. Bir de, tek kişi hariç herkesi topla, işimiz var."

 

 

"Hadi kolay gelsin." dedim ve ondan uzaklaşmaya başladım. "Sağ olun İclal hanım."

 

 

 

Mekandan çıkıp arabaya bindim. Saatimi beş dakika sonrasına ayarladım ve beklemeye başladım. Bu sıra da mekandaki herkes çıktı. Koruma amaçlı kalan adamsa mekanın dışında bekliyordu.

 

 

 

"Elveda, Harun Güç." diyerek içimden saymaya başladım. Üç, iki, bir!

 

 

Saniyeler içinde yerle bir olan mekandan yükselen alevler gözlerime hapsoldu. Bir saniye daha katlanmak istemedim, hızla oradan uzaklaştım. Beni bunu yapmaya o zorlamıştı. Zerre pişmanlık duymuyor olmamın içimdeki karanlığı beslediğini biliyordum. Tek korkum da buydu. Karanlıktan korkardım ben. Ya zifiride kalırsam, ne olacaktı?

 

Kendi kendimi teselli ettim. Hayatımın en gerçekçi tesellisiydi bu.

 

"Korkma. Kalmayacaksın, zifiriye boğulduğun gün öldüğün gün olacak, İclal. Öldüğün gün!"

 

 

 

 

******

 

 

 

 

Eve giden yola dönüp arabayı durdurdum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Tüm gün boyunca hissettiğim acı zihnimi kaplamıştı. Şimdi Sancaklı'ya ne diyecektim? Nasıl sıyrılacaktım bu işten? Kafamı direksiyona yaslayıp düşünmeye çalıştım. Saniyeler sonra çalan korna sesi ile sıçrarken korkum nefesimi tıkadı. Sancaklı tam karşımda, bana doğru geliyordu. İşte şimdi batmıştım!

 

 

Hızlıca kurtulmanın bir yolunu aramaya çalıştım. O sıra da arabadan iniyordum. "İclal!" Bağırışı endişesini yansıtırken kulaklarımda yankılandı. Duyduğum, düşündüğüm tek şey bana doğru koşan adamdı. Her şeyi unuttum, ona doğru attığım küçük adımlar büyüdü. Hızla koştuğumuz yolun ortasında buluştuk, sarıldığım bedeni korkuyla titriyordu. "İyisin, şükürler olsun. Yaşıyorsun."

 

"Yaşıyorum. Sende öyle." derken aklımda dönen kelimeler bambaşkaydı.

 

 

Bugün ikinci kez saçlarını okşuyordum. İkinci kez kokusuyla ciğerlerimi dolduruyordum.

 

 

Benden uzaklaşıp yüzümü ellerinin arasına aldı. "Bir şey yaptılar mı sana? Ne oldu? Nasıl döndün sen?"

 

"Beni, benim arabamla kaçırdılar. Bağladılar. Bileğimdeki çakıyı fark etmemişlerdi, ipleri çözdüm. Uygun bir an kolladım. Ama anladılar. Boğuşmaya başladık. Zor oldu ama-" Titreyen sesimle, attığım yalanlara hayret ederek duraksadım. "- bir şekilde kurtuldum onlardan." derken, kurabildiğim en iyi senaryo buydu.

 

 

Tam bir şey söyleyecekti ki sustu. "Tamam, bir eve girelim de konuşuruz." diyerek beni eve yönlendirdi. Bir eli, sarsılan vücudum düşmesin diye bana yönelikti. Vicdanım bağırarak 'desteğe ihtiyacı olan sen değilsin' diyordu. Bunun rahatsızlığı boğazıma otururken duraksadım. Sancaklı hızla bana döndü. "Ne oldu?"

 

 

Sadece "Midem." diyebildim. Boğazıma yükselen safra başımı ağrıtırken aceleyle Sancaklı'ya sırtımı döndüm ve çimene eğilerek içimdeki tüm zehri boşalttım. Bu sıra da Sancaklı'nın yaptığı tek şey, sırtımı sıvazlamaktı. Beni bırakıp gidebilirdi, arkasını dönebilirdi. Ama her zamanki gibi destek olmayı seçti. Akan yaşlarımla doğruldum. Elindeki peçeteyi bana uzattı.

 

 

 

"Teşekkür ederim."

 

 

Kafa sallayarak karşılık verdi. Beraber eve geçtik. Ata içerideydi. Beni görünce yerinden kalktı ve "Şükürler olsun, İclal. İyi misin?" diyerek yanıma geldi. "Evet, iyiyim. Sağ ol."

 

 

"Neler oldu? Kimdi seni alanlar? Bir şey öğrenebildin mi?" Sancaklı'ya baktım. Ardından Ata'ya geri döndüm. "Saçma sapan şeyler sordular. Muhtemelen başka bir davanızla alakalı. Zaten basit kişilerdi. İlk fırsatta kurtulup eve döndüm."

 

 

"Kim olduklarını söylemediler mi?" diye sordu, Sancaklı.

 

 

Kafamı olumsuzca salladım. "Tamam, geç şöyle. Dinlen biraz."

 

 

Beraber salona geçtik. Ata bana su getirmeye giderken Sancaklı ayakta durarak beni izledi. "Merak etme, iyiyim ben. Sende otur hadi."

 

 

Sessiz kalarak karşımdaki koltuğa oturdu. Aklında dönen çarkların sesi bana kadar geliyordu. Bulamadığı her detay sancı olarak içine yerleşiyordu, biliyordum. Ama sancıların en büyüğü karşısındaydı. Yaptığım her hareket ona zarar veriyordu. Bunu engelleyemiyordum çünkü aynı yolda yürümüyorduk.

 

 

Kendime hakim olup Harun'u öldürmemiş olsaydım ona anlatabilirdim. 'Beni kandırdılar, aslında bende seninleyim.'

 

Bunu diyebilirdim. Ama artık çok geçti. Ne olursa olsun, o bir polisti. Onu böyle büyük bir yükün altında bırakamazdım. Yapabileceğim tek şey kendimi kamufle edip onun yanında ilerlemek olacaktı. Mecburdum.

 

 

 

Çalan telefonu ile düşüncelerim kesildi. Sancaklı ise bana bakmayı kesip telefonunu açtı. "Söyle."

 

 

 

"Bir gelişme mi var abi?" diyerek içeri giren Ata bana döndü. "Limon sıktım içine, iyi gelir." dediğinde ona gülümsedim. "Sağ ol."

 

 

 

Kafa sallayıp Sancaklı'ya geri döndü. Bende su içerken ona bakıyordum. Yüzü bembeyaz olmuştu. "Harun Güç, öldürülmüş!" dediğinde boğazımda kalan su ile öksürmeye başladım. Onlar nereden tanıyordu?

 

 

 

Ben kendi telaşımla savaşırken Sancaklı ayağı kalktı. Ata'ya bakıyordu. Kaşlarımı çatarak şüpheyle onlara baktım. Ata ise, kelimenin tam anlamıyla yıkılırken Sancaklı hızla tuttu, düşmesine izin vermedi. Ben ne olduğunu sorgularken dizleri titreyen Ata bakışlarını yere sabitledi.

 

 

Ağzından çıkan tek bir kelime her şeyi alt üst etmeye yetmişti. Dehşetle açılan ağzımı kapattım. Kurşun yağmuruna tutup bir de üstüne delil bulunmasın diye patlattığım adamın aslında kim olduğunu bilmiyor olmam, içine düştüğüm azabın ateşini harlıyordu.

 

 

 

"Baba?"

 

 

Loading...
0%