Yeni Üyelik
10.
Bölüm

8. Bölüm (İhanet ve Ceza)

@betulbasndrglu

Güneşli bir gündü. Tepede ki yakıcı sıcaklık, ayak bastığım yerleri bile kavurmuştu. Ayaklarımdan bedenime yükselen acı ile eğildim ve nedenine baktım. Ayaklarım yanıyordu çünkü çıplaktı.

 

Neden yolun ortasında çıplak ayakla dolaştığımı bilmiyordum. Üzerimdeki siyah elbise sıcağı daha da çok çekerken alnımdan akan terleri sildim. Gözlerimi elimle korumaya çalışırken, uzaktan gelen bir arabayı fark ettim. Tam o sıra da güneş kayboldu, fırtınalı hava rüzgarını üzerime itti. Arabayı hala görüyordum, yolun ortasından çekilmeye çalıştım fakat ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Olduğum yerde kalırken, korkuyla nefesim kesildi. Bir kaç saniye sonra bana çarpacak olan araba, aniden, arkamdan gelen bir başka arabayla çarpışınca dudaklarımdan kopan çığlık bana bile yabancıydı.

 

Kaosun gürültüsünden hemen sonra gelen sessizlik eşliğinde olanları sindirmeye çalıştım. Arabalar paramparça olmuştu. İkisinin de üstünden duman çıkarken arkamdan gelen arabadan bir el çıktı. Ağlayarak oraya gitmeye çalıştım fakat ayaklarımı hala hareket ettiremiyordum. Ben çabalarken bir ses yükseldi. "İclal!"

 

Olduğum yere yığıldım. Bir kez daha "İclal!" dedi. Cihan'dı bu. Onun sesiydi. "Cihan? Neler oluyor? Neredesin?" derken hıçkırmaya başladım. "Yanıma gel." Bunu demesiyle çözülen ayaklarım ona doğru koşmaya başladı. Gördüğüm manzara ağlamamı arttırırken yanına çöktüm. Kanlı eliyle elimi tuttu. Her yerinde kan vardı. Patlayan camlar vücudunda yer tutmuştu. "Ağlama." dedi Cihan. Daha çok ağladım. "Gitme." derken sesim fısıltıyla çıkmıştı. Cihan'ın kapanan gözleri fısıltımı rüzgara kattı. Yankılandı, ama o gitmişti.

 

 

 

******

 

 

Ağrıyan başımla gözlerimi aralamaya çalıştım. Bu bana şu an dünyanın en zor işiymiş gibi geliyordu. Gördüğüm kabusun etkisi hala üzerimdeyken, kısık da olsa gözlerimi açabildim. Nerede olduğuma bakmak için biraz kıpırdayınca arkamdan bir ses yükseldi. "Sonunda uyanabildin İclal. Bende senin için endişelenmeye başlamıştım."

 

"Sen kimsin?" diye sordum. Kısa kesmesi gerektiğini ses tonumdan anladığını umarak.

 

"Ben kimim?"

 

Biraz bekledim. Devam edip sinirimi bozabilirdi ama o sustu. Bu daha da çok sinirimi bozmuştu. "Kim olduğun umurumda değil. Bırak beni!" dedim sesimi yükselterek. Gülüşü kulağıma geldi. "Benim kim olduğumu sen bulacaksın İclal. Kolay gelsin." dedi, ardından kapının kapanma sesi geldi. Sinirle hareket etmeye çalıştım fakat öyle sıkı bağlanmıştım ki kılımı bile kıpırdatamıyordum. Yine de dakikalarca denedim. Olmadı. Etrafı incelemeye çalıştım. Ama kendi çevrem dışında hiçbir şey göremiyordum. Sadece benim olduğum yer küçük bir daire içinde ışıklandırılmıştı.

 

 

Bu durum, derin bir sıkıntıyı içime saldı. Aldığım nefesi hissedemediğim bir kaç saniye geçti. Sakinleşmeye çalıştıkça kaçırıldığımı sindiriyordum. Dolan gözlerim akmaya başladı.

 

'Burada kimse yok, güçlü olmak zorunda değilsin İclal' demişti annem, elektriklerin gittiği bir gün beni odamda ağlamamaya çalışırken görünce.

 

 

Hıçkırdım. Onları özlüyordum. Eve geldiğimde beni kapıda karşılayan annemi, ayağıma dolanan küçük kardeşimi, ölesiye özlüyordum. Tüm bunlarda başıma o yüzden geliyordu. Ölesiye özlediğim için.

 

Sessizce ağlamaya devam ettim. O sıra da bir nefes sesi duydum. Hızla başımı kaldırıp görmeye çalıştım. "Kim var orada?" derken biri öksürmeye başladı. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı, "Ata! Ata, sen misin?" diye bağırdım. "İclal?"

 

"Sensin! Şükürler olsun, iyisin." Bunu dediğim an tam karşımda ki Ata'yı gördüm. Şimdi o da benim gibi bir ışık dairesinin içindeydi.

 

Gözleri ışıkla kısıldı. Alnından akan kan yüzünün yarısını boyamışken çok kötü gözüküyordu. Yarası derin olmalıydı. "Neredeyiz biz? Annem nerede?" derken kendine gelmişti. Yorgun bir tonla "Bilmiyorum, bende yeni kendime geldim." dedim. Bir küfür savurarak iplerden kurtulmaya çalıştı. "Boşuna çabalama, çok sıkı bağlamışlar. Açılmıyor." dedim. Durdu ve derin bir nefes alarak bana döndü. "Sen iyi misin? Bir şey yaptılar mı?" Olumsuzca kafa salladım. "İyiyim ben. Bir adam vardı. 'Kim olduğumu bul' deyip gitti. Gelmesini beklemekten başka çaremiz yok."

 

Derince iç çekerek başını geriye attı. "Cihan'ı da aldılar mı acaba?" dediğinde onu gördüğüm son an aklıma geldi. Delirmiş gibi koşuyordu. Sonra sesini duyduk. Birilerine küfredip bağırıyordu.

 

"Muhtemelen aldılar." dedim ve bende başımı geriye atarak derin bir nefes aldım. Neredeydi şu an? Yalnız mıydı? Karanlıkta mıydı o da bizim gibi? Korkar mıydı acaba? Ya da korktuğu bir şey var mıydı?

 

"Kardeşin var mı İclal?" Sorduğu soru ile düşüncelerim kesildi. Sakince "Vardı, annemle birlikte o da öldürüldü." dedim. Önce sustu, ardından sessizce "Öz kardeşin miydi?" diye sordu.

 

"Hayır." derken aklıma, annemin kardeşimi elime verdiği ilk günü hatırladım. Öyle tatlıydı ki.. Sokağa atılmıştı, annem bir operasyon sırasında bulmuştu onu. Kıyamayıp eve getirmişti. Ertesi gün sosyal hizmetler geldiğinde ben bırakmamıştım. Böylece annem onu evlatlık edinmişti. Başına bunun geleceğini bilsem, asla ısrar etmezdim kardeşim olsun diye. Asla.

 

"Benim de bir kardeşim vardı. Öz değildi. Ama bunu tek bir gün bile hissetmedim. Beraber büyümüştük. Kısa bir zaman önce onu kaybettim. Resmen, onu kaybedince resmen, bir parçam yok oldu." dedi ve duraksadı. Sesi titriyordu. "Cihan tamamladı o parçayı. Şimdi onu da kaybedersem bana ne olur, düşünebiliyor musun?"

 

"Onu kaybetmeyeceksin. Böyle düşünme." diye fısıldadım. Karmakarışık bir zihnim vardı. Ona söylüyordum fakat kendim bunu düşünmekten geri duramıyordum. Bu başıma inanılmaz bir ağrı verirken acıyla sızlandım. Ata hızla kafasını kaldırıp "İyi misin?" diye sordu. "Başım." dedim ve gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. "Başım çatlıyor."

 

Ata tekrar iplerden kurtulmayı denedi. Yapamayınca bağırıp "Kimse yok mu? Sesimizi duyan kimse yok mu?" dedi ve sandalyesinde hareket etmeye çalıştı. O kadar çok çabaladı ki sandalyesi ağırlığıyla arkaya düştü. Bu daha da sinirlenmesine sebep oldu. Bağırarak bizi buraya getirenlere küfretmeye başladı. Sakince onu izliyordum. Bir kaç dakikanın ardından kapı sesi duydum. Hızla "Ata, geldiler." dedim. Nefes nefese duraksadı. Birileri gelip Ata'yı yerden kaldırınca yüzlerini seçmeye çalıştım. Ama tanımıyordum. "Bırakın artık bizi! Amacınız ne? Bizi buraya tıkıp neyi amaçlıyorsunuz?" dedim, sinirlerime hakim olmaya çalışarak. Ata, bana bakıp susan adamlara seslendi.

 

 

 

"Hey, baksana." Hemen yanında duran adam ona döndü. "Eğil, bir şey söyleyeceğim." Adam sorgulamadan dediğini yaptı. Ne söyleyeceğini merakla beklerken o adamın yüzüne tükürdü. Bozulan sinirlerimle kahkahama engel olamadım. Bu Ata'yı da neşelendirirken o da gülmeye başladı. Ama adam için aynı şeyi söyleyemezdim, sinirle yüzünü silip Ata'ya bir yumruk attı. Bense gülmeye devam ettim. Bunun için kendimi suçlu hissetmiyordum çünkü Ata'da gülüyordu. "Ağzına sağlık." dediğimde bana göz kırpıp adama "Elin çok hafifmiş. Neden hemşire olmayı seçmedin?" diye sordu. Bununla beraber gülmemi durduramaz hale geldim. Adam cebinden bir çakı çıkarana kadar.

 

 

 

Düğmeme basılmış gibi dururken gözümü çakıdan ayırmıyordum. Ata'da yavaşça gülüşünü kesti. "Umuyorum ki kan görmeye dayanamadığın içindir." Yüzüne yaklaşan çakıya dikkatle bakıyordum. Burada bize yardım edecek kimse yoktu. Ata'ya bir zarar gelirse hiçbir şey yapamazdım. Bu düşünce içimde bir yer edinirken "Bırak o elindekini, patronun bize zarar vermek istese en başında öldürürdü. Amacınız bu değil." dedim, son cümlemde sesimi yükselterek. Adam sırıtarak bana döndü. "Ya patron bensem?" dediğinde kanımın çekildiğini hissettim. Kasılan bedenimle korkum etrafımı sardı. "Sen misin?" dedim yavaşça. Ama hayır, o değildi. Az önce benle konuşan ses ona ait değildi. Sırıttım. "Sen değilsin. Kes numara yapmayı."

 

 

 

Bu tavrım onu sinirlendirirken hızla arkasını döndü ve elini öne itti. Nefesim kesilirken "Hayır!" diye bağırdım. "Ne yaptın sen! Aptal! Ne yaptın?" Ata öne eğilerek acıyla inledi. Neresinden yaralandığını göremiyordum. Bu içimdeki azabı harlarken adam dikeldi ve elini yanına indirdi. Korkuyla çakıya baktım. Baştan sona kadar kan olan çakıyı gördüğümde attığım çığlık acı vericiydi. "Ata! Hayır, Ata!" diye bağırarak ağlamaya başladım. Adam Ata'nın önünden çekildi ve arkasına geçti. Onu umursamıyordum. Ata'nın neresinden yaralandığını görmeye çalışıyordum.

"Ata!" Yavaşça doğruldu, benimle birlikte bedenindeki yarayı ararken kolundan akan kanı fark ettim. İyi ama bıçaktaki kan, buna göre çok fazlaydı. Ne döndüğünü anlamayarak adama baktım. Yüz ifademle güldü ve bıçağı kaldırıp kanı parmağıyla yaymaya başladı. "Ufak bir kesiğin kanı, yayınca korkunç oluyor değil mi?" dediğinde öfkeyle "Buradan çıkalım da korkunç kelimesinin anlamını sana öğreteceğim. Şerefsiz herif!" diye bağırdım. Bu onu daha da eğlendirdi. "Tabii evet. Buradan çıkınca suratlarınızın haline bakıp korkunç anlar yaşayacağım, bu doğru." diyerek yanıma yaklaştı. Bense hala ona hakaret ederek içimdeki öfkeyi atmaya çalışıyordum. Tam çakıyı yüzüme doğrultacaktı ki açılan kapı sesiyle duraksadı.

 

 

 

"Yeter bu kadar eğlence."

 

 

 

"Efendim, biz." diye başlayan adam sustu ve geri çekildi. Görmek için kafamı arkaya çevirdim. Tanımadığım bir adam, elini kaldırarak onu susturmuştu. Ama sesi tanıdıktı. Bu oydu. Bizi kaçıran adamdı. Bana bakıp kafasını yana eğdi ve hemen yanımda durdu. "Çok güzel bir kadınsın. Yazık olacak. Neden bu serserinin peşinden gittin ki?" diyerek Ata'yı gösterdi. Ağlamaktan acıyan gözlerimi kıstım. "Serseri seviyorum ben. Normaliyle anlaşamıyoruz. Prensip meselesi." dedim. Sırıttı, çirkin suratına çirkinlik katmıştı. Midem bulanırken önüme döndüm ve gözlerimi kapattım. "Işıkları yak." dediğimde tekrarlatmadan yerine getirdi. Açılan ışıkla etrafı incelemeye başladım. Bir depo odasıydı. Fazla büyük değildi ve sadece biz vardık.

 

 

 

Adam konuşmaya başladı. "Evet, şimdi şu meseleyi bitirelim." derken ortamızda yürüyordu. Ata hemen lafa atladı. "Annem nerde? Yine nereye sakladınız onu? Konuş yoksa buradan çıktığımızda seni kendi ellerimle öldürürüm." Sinirle söylediklerine karşı adam sakince omuzlarını silkti. "Buradan çıkacağını kim söyledi? Benim planım biraz sohbet edip sizi öldürmek. Yalnızlık çok zor, biliyor musun Ata? İnsan yanında iki çift laf edecek birisini arıyor."

 

 

 

Ata "Senin yalnızlığını." diyerek küfredecekken adam onu susturdu. "Ne kadar da terbiyesizsin. Annen sana böyle mi öğretti?" Kurduğu cümle ile benim bile canım yanarken Ata'nın dolan gözlerini gördüm. "Neyin peşindesin lan? Babamın iti misin? Kimsin sen?" diye bağırdı. Bense sessizce olacakları izliyordum. "Ben kimsenin adamı değilim. Harun benim dostumdu. Ama ne yazık ki ihanetinin bedelini ödedi. Ben demiştim," diyerek bana döndüğünde nefretle dolan içim yüzümü buruşturdu. Oysa ifademe bakıp keyifle devam etti. " 'güzel kadınlar güzel intikam alır' demiştim. Beni dinlemedi."

 

 

 

Gözlerim irileşirken şaşkınlıkla ona baktım. Eğilen vücudum doğruldu, kulak kabartarak duyduğum şeyin doğruluğunu ölçüyordum. Ata benden önce davrandı. "Ne dedin sen?"

 

 

 

Adam yavaşça arkama geçti ve ellerini sandalyeye yasladı. Bana doğru eğildiğinde saçlarımın arasında nefesini hissettim. "Sen bilmiyor muydun? Senin şu hayırsız babanı, bizim kız öldürmüş."

 

 

 

Hayır, duyduklarım gerçek olamaz, hayır!

 

 

 

Bunu böyle öğrenemez, hayır!

 

 

 

Bir kaç saniyelik duraksamanın ardından Ata'nın gülüşü kulağıma geldi. "Hadi lan oradan. Başka yalan mı bulamadın? İclal ne yapsın babamı?" Gözlerimi yumdum ve açınca her şeyin bitmesini istedim. Ölebilirdim, gerçekten. Beni burada öldürebilirdi. Sesimi çıkarmazdım. Ama yapmadı. Günahımı ortaya dökmeye devam etti. "Kızın suçu yok oğlum. Baban olacak herif kızı tehdit etti. O da işine geldiği için kabul edip babana çalışmaya başladı. Kolay mı Harun Güç'ün gibi birinin desteğine sahip olmak? Ben de olsam bende kabul ederdim." İnce laflarıyla akıttığı zehir tüm damarlarıma ulaşırken gözlerimi yummaya devam ettim. Ama o durmadı. "Anlayacağın, İclal aranızdaki haindi. Sizden öğrendiklerini gidip Harun'a anlattı. Sonra da işine gelmeyen detayları öğrenip babanı öldürdü." dediğinde sinirle gözlerimi açtım. Resmen benden nefret etmeleri için süslemeler ekliyordu laflarına.

 

 

 

Ata'nın bakışları bana sabitlenirken hala inanmıyormuş gibi duruyordu. İnanamıyordu bunları yapacağıma. Bu beni daha da kahretti, hızla bakışlarımı ondan çektim. Adam ise konuşmaya devam etti. Sanki tek amacı buymuş gibi bana yükleniyordu. "Patlatma kısmını anlamadım? Onu neden yaptın? Sıktığında ölmüştü zaten."

 

 

 

"Sus." diye mırıldandım. Susmadı!

 

 

 

"Anlatsana, karşı koymaya çalıştı mı sana?"

 

 

 

"Sus dedim! Kes sesini artık!"

 

 

 

"Hiç pişman oldun mu, İclal? 'Keşke öldürmeseydim' dedin mi?"

 

 

 

Bardağı taşıran son damla bu olmuştu. "Asla! Bir kez bile pişman olmadım! Ailemin katiliyle işbirliği yapıyordu. Yıllarca kandırarak yanında tuttu beni. Az bile yaptım. Acı çekmeyi hak ediyordu!" diye bağırdım, hırs dolu cümlelerimi. Nefes nefese kalırken Ata'nın varlığını unutmuş gibiydim. Tek amacım pişman olmayışımı göstermekti, Ata'yı pişman etmek değil.

 

 

 

"Bize bunu nasıl yaparsın?" diye mırıldandı Ata. Ona baktım. Akan bir damla yaşı ile açtığım yaranın farkına varırken panikle "Yemin ederim anlattığı gibi değil. Ben size ihanet etmedim. Sadece önümdeki engelleri kaldırmaya çalışıyordum. Yemin ederim, Ata. Hain değilim ben." dedim, son cümlemde ağlamaya başlarken. "Özür dilerim. Size anlatamadım. Özür dilerim."

 

 

 

"Onu öldürdün ve hiç pişman olmadın mı?" diye sordu sakince. Cevap veremedim. Sadece ağladım. Düştüğümüz durum acınasıydı. Ve en kötüsü de bana inanmayacak kadar acıyla doluydu.

 

 

 

"Cevap ver!" diye bağırdı. Sıçrayarak kafamı salladım. "Sadece anneni öğrenince." dedim ve sustum. Anlamasını istiyordum. Hayatımı çalanlara acıyamazdım çünkü onlar bana bunu yaparken tereddüt bile etmemişlerdi.

 

 

 

"Sadece annemi öğrenince." diye tekrarladı. Başımı sallayarak "Özür -" demiştim ki "Dileme!" diye bağırdı. Sıçrayarak dudaklarımı birbirine bastırdım ve boğazımdan yükselen hıçkırığı durdurdum. Beni asla affetmeyecekti. Buradan kurtulsak bile artık bir katil olduğumu biliyordu. Belki de beni içeri tıkardı.

 

 

 

Belki mi, İclal?

 

 

 

Beni hapse atacaktı. Benden nefret edecekti. Beni hayatına aldığı için pişman olacaktı. En can yakıcı noktasıysa, bunları sadece Ata yaşamayacaktı. Sancaklı öğrenince ne yapacaktı? İki gözyaşıma affedecek değildi ya.

 

 

 

İçten içe güldüm. Yolun sonuna gelmiştim.

 

 

 

"Evet, bu trajik anı bozmak istemem fakat merak ettiğim bir şey var?"

 

 

 

"Şerefsizliğine puan vermemizi mi istiyorsun? On üzerinden on veriyorum."

 

 

 

 

 

"Az önce ihaneti öğrenilmiş bir kadına göre fazla konuşuyorsun."

 

 

 

 

 

"Ben zaten anlatacaktım. Sen sadece vakti erkene çektin. Ayrıca yalanlarınla da süsleyerek onu bana karşı dolduruyorsun. Ama asıl meseleyi çözemiyorsun." dedim ve hırsla başımı kaldırdım. Bu ilk acıyla doluşum değildi. Ağlamak hiçbir acımı yok etmediğine göre, ayağı kalkmam gerekiyordu. "Neyi çözemiyorum?" diye sordu, gülerek. Bende sırıttım. "Buradan ölü ya da diri çıkmam fark etmeyecek. Sen ve senin gibiler kazandığınızı sandığınız an kaybediyorsunuz. İşte bunu, o kalın kafan bir türlü almıyor. Şimdi beni ifşa ettin, eline ne geçti? Bizi öldürürsen acımızla gömeceksin. Öldürmezsen, emin ol ben seni öldüreceğim. Söylesene, tüm bunların sonunda eline ne geçti?" Hareketsizce dinlediği sözlerim bitince koca bir kahkaha patlattı. Beklediğim gibi.

 

 

 

 

 

Göz ucuyla Ata'ya baktım. O da benim gibi adama bakıyordu. Doğru kelimeler kullanmıştım, bu Ata'nın da dikkatini çekmişti. Onu doldurduğunu bilmesini istiyordum. Ben onlara ihanet etmemiştim, sadece yolumu açık tutmaya çalışmıştım. Onlara bir zarar gelmemesi için her şeyi yapardım.

 

 

 

"Benim elime geçenleri bir bilsen, aklın şaşar." Kurduğu cümleyle midem bulanırken "Pislik herif." diye mırıldandım. Bir kez daha güldü. Ardından yanıma yaklaşarak saçlarıma dokundu. Yüzümü uzaklaştırmaya çalıştıkça daha da yaklaşıyordu. Ata'nın sesini duydum. "Çek o pis ellerini kızın üstünden."

 

 

 

Adam hızla ona döndü. "Hala bu paçavrayı mı koruyorsun? Kadın sizi salak yerine koydu, bunu affedecek misin?" diyerek beni kötüledi. "Paçavra babandır." dedim ve yüzümün önündeki eline tükürdüm. Aniden bana dönüp elinin tersini yüzüme indirdi. Öyle sertti ki bir kaç saniye görüşüm karardı. Gözlerimi kapatarak acının geçmesini bekledim. O sıra da içime umut serpen Ata "Dokunma lan İclal'e! Ben insanı gözünden tanırım. Babamın gözüne bakınca tanıdığım tek şey acımasızlıktı. Bana kimin kötü kimin iyi olduğunu anlatma boşuna. Onun dostuysan burada kötü olan sen oluyorsun. Anladın mı, şerefsiz herif?" dedi ve bana dönüp gözleriyle 'tamam' işareti yaptı. Bu sefer akan yaşlarım, yaşadığım rahatlamadandı. Öyle bir yük kalkmıştı ki omuzlarımdan. Biraz bile düşününce anlamıştı. Ata mantıklı bir adamdı. Sancaklı'ya da anlatacaktım ve bitecekti. Artık hiçbir şeyden korkmama gerek yoktu.

 

 

 

 

 

"Demek öyle." dedi ve bana dönüp bir tokat daha attı. Acıyla inleyerek gözlerimi kapattım. Ata'nın bağırışları eşliğinde yüzüme vurmaya devam ediyordu. "Demek onu affediyorsun." dedi ve son kez vurup geri çekildi. "Bak, onu affettiğin için kız ne hale geldi. Çok kötü bir dostsun Ata."

 

 

 

 

 

"Seni öldüreceğim! Duydun mu? Seni öldüreceğim, şerefsiz herif!"

 

 

 

 

 

"Önce İclal'in seni öldürmesi lazım." diyerek Ata'nın kolunu kesen adamın bıçağını aldı. Ağzımdaki kanı tükürüp zar zor konuştum. "Ne yapıyorsun?"

 

 

 

 

 

"Ben değil, sen yapıyorsun." diyerek Ata'nın yanına gitti. Korkuyla "Yapma! Dur! Uzak dur ondan!" diye bağırdım. Güldü. Ardından saniyeler içinde elindeki bıçağı Ata'nın karnına sapladı.

 

 

 

 

 

Bıçağı Ata'nın karnına sapladı...

 

 

 

 

 

"Hayır!" diye fısıldadım. Hemen ardından haykırışım, acımla beraber odanın duvarlarına sindi. "Ata!" Hıçkırığını duydum. Ağlamıyordu, aldığı nefesi hissedemiyormuş gibiydi. Titreyerek gözlerini kapattı. "Kapatma! Ata, hayır! Lütfen!" Bağırışlarım dikkatini çekti. Yavaşça gözlerini açıp bana baktı. "İclal."

 

 

 

 

 

"İyisin, tamam mı? Bir şey olmayacak. Kapatma gözlerini, daha anneni bulacağız. Unuttun mu? Lütfen, kapatma gözlerini!" diye bağırdım, ağlayarak. O bunu hak etmiyordu. Daha annesinin kokusunu içine doyasıya çekememişken, şimdi gidemezdi.

 

 

 

 

 

"Doğru." diye fısıldadı, yarım yamalak gülerek. Bu hali ağlamamı çoğaltırken yalvarmaya başladım. "Lütfen, yapma. Ölmesine izin verme, lütfen! Ne istersen yaparım. Yeter ki kurtar onu!"

 

 

 

 

 

Adam yavaşça yanıma yaklaştı. Bu sıra da diğerleri Ata'nın iplerini çözüp onu yere attılar. "Bunu sen istedin İclal. Bu kadar cesur olmamalıydın. Boyundan büyük işlere kalkışmamalıydın. Cihangir'in artık sana tahammülü kalmadı. Hepiniz teker teker cezanızı çekeceksiniz!" dedi ve iplerimi çözmeye başladı. Öfkeyle bağırdım. "Neyin cezasını çekeceğiz? Hayatımızı mahvettiniz! Şerefsiz herifler! Suçsuz insanları, çocukları öldürdünüz! Siz dururken biz neyin cezasını çekeceğiz?"

 

 

 

 

 

Kulağıma yaklaşarak "Bizim suçlarımızın cezasını!" diye fısıldadı. Acıyla hıçkırdım. "Yapma." diye fısıldarken gücüm kalmamıştı. Onu da öldürmelerine dayanamazdım.

 

 

 

 

 

Beni umursamadan iplerimi çözdüler. Ata'nın yanına gitmek istediğimdeyse izin vermedi ve önüme geçti. "Neden Ata'yı öldürdün? İyi biriydin oysa ki." diyerek yanıma eğildi. Ondan uzaklaşmaya çalıştım. "Ne saçmalıyorsun sen?" Sorumla beraber gülüp adamlarına bir işaret verdi. İkisi de gelip kollarımdan tuttu ve birisi sağ elimi açarak öne uzattı. "Bırak!" diye bağırdım ama dinlemediler. Ata'ya sapladığı bıçağı avucuma koyup zorla parmaklarımı kapattı, ardından hemen yanıma bırakıp konuşmaya başladı. "Polisler yolda. Ellerine geçecek hikaye de şöyle. Ata senin ihanetini öğrendi. Burada buluştunuz. Biraz tartıştınız. Sonra o dayanamayıp sana vurmaya başladı. Hikayenin bu kısmından çok emin değilim, sonuçta o iyi bir polis. Belki buna inanmazlar. Her neyse, sonra da sen belindeki bıçağı çıkartıp ona sapladın. Mutlu son. Sen aldığın darbeler yüzünden bayılırken o da kan kaybından öldü."

 

 

 

Kulaklarım duyduklarımla çınlarken "Hayır." diye fısıldadım önce. Gülerek "Evet." dedi ve ayağı kalktı. "Hayır!" diye bağırdım. "Bunu yapamazsın, hayır!"

 

 

 

"Yaptım bile." dedi ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Ensemde hissettiğim acı ile başım taşa düşerken gözlerim kapanıyordu. "Ata." diye fısıldadım. Öldü mü yoksa yaşıyor mu bilmiyordum. Eğer yaşıyorsa, polisler gelene kadar dayanmalıydı.

 

 

 

Bense, çoktandır hissetmek istediğim karanlığa daldım. Siren sesleri kulaklarıma dolarken, gözlerimi kapattım.

Loading...
0%