@betulbasndrglu
|
Bazı acılar vardır. Yaşanması güçtür. Yaşarsan, güçlüsündür. Önce acıyı yaşarsın, sonra acıyla yaşamayı öğrenirsin. Aynı gibi dururlar ama hayır. Acıyı yaşamak, acıyla yaşamaktan daha zordur. Acıyı yaşatmaksa, bambaşkadır.
Yüksek bir binadan aşağı bakmak gibi. Sonunu göremediğin bir yola başlamak gibi. Birini sevmek gibi. Sevdiklerin acı çekiyorsa, acıyı yaşarsın. Ama sevdiklerine acı çektiren sensen acı, seninle doğmuştur. Güçlü müdür insan, bunlara rağmen yaşarsa? Sahi, güçlü müdür insan?
Acıyı yaşatan bendim, yaşayan onlardı. Ruhum sökülüyordu. Bu bambaşkaydı.
******
"İclal İlhanlı. Ata Erdinç'i öldürmeye teşebbüs suçundan sizi tutukluyorum."
"O iyi mi?" diye bağırdım etraftakilere, bileklerime geçirilen kelepçeye rağmen. Kimse cevap vermedi. Ağlayarak haykırdım bu sefer, canım sökülürcesine. "O iyi mi? Ata yaşıyor mu?"
Garipsediler önce. "Durumu kritik. Çok kan kaybetmiş. Hastaneye götürülüyor."
"Ben yapmadım! Yemin ederim, ben yapmadım!" dedim, beni yerden kaldırıp depodan çıkartan polise. Yüzüme bakmadan "Hep böyle söylerler." dedi. Arabaya bindirip kapıyı üstüme çekti. Konuşamadım, ağlamaya devam ettim. Ruhumun acısı canımı almak istercesine çoğalıyordu. "Ben yapmadım." diye sayıklamaya başladım. İleri geri sallanırken ön koltuktaki polis bana döndü. "Kendinize gelin. Emniyette ifadeniz alınacak."
"Ben yapmadım!" diye bağırdım. "Başkasıydı, benim üstüme yıkıyorlar. Ata uyandığında o da söyleyecek size. Ben suçsuzum. Ata'yı görmek istiyorum!"
"Uyanırsa söyler." diyerek önüne dönen polisi umursamadım. Uyanacaktı. Şimdi gidemezdi.
*******
Emniyete geçtik. Ensemdeki yaranın ciddiyetine bakıp beni sorgu odasına kapattıklarından beri, sessizce ağlıyordum. Kuruyan her damla yaşım ardından gelenle bir olup yüzümü yakıyordu. Ağzımdan bulaşan kanlar her yerime iz bırakmıştı. Yıkamama izin bile vermemişlerdi. Kanın keskin kokusu gözlerimin önüne Ata'nın bıçaklandığı anı getirirken, delirmemek için sayıklıyordum. "Yaşayacak."
Yaşamak zorunda.
Cihangir, birini daha alamayacak benden.
Kapı sesiyle başımı hızla kaldırdım. Üç kişi içeri girdi. İkisi kapının eşiğinde dururken biri yanıma gelerek kelepçelerimi açtı. Ben açıp gitmesini beklerken o kelepçeyi yere düşürdü ve yanıma eğildi. Bu sırada fısıldayışını duydum. "Eğer tek kelime edersen Sancaklı'da ölür."
Gözlerim onda sabitlenirken ayağı kalktı. Buraya kadar girmişlerdi. Emniyetin içine kadar. Sancaklı'da mı onlardaydı? Bu nasıl olur?
Adam bana son kez bakıp dışarı çıktı. Bense yüzünü ezberlemek için gözlerimi kapattım ve zihnimde tekrar tekrar canlandırdım.
Ama aniden aklıma gelenlerle gözlerimi hızlıca açtım. Onu daha önce de görmüştüm. Sancaklı ailesi öldürüldüğü gün, haberlerde gördüğüm yüzlerden biri de oydu. Evin araştırmasında o da vardı.
Peki en içeriye kadar ulaşan güç, kime aitti? Cihangir o olabilir miydi? Şu an aklıma her ihtimal geliyordu. Ama o Cihangir olsa, dosyaya ulaşması bu kadar uzun sürmezdi.
Derin bir nefes almayı deneyerek toparlanmaya çalıştım. Zihnimde dağılan her şeyi toparlamam gerekirken, ben nefes bile alamıyordum. Gerçekleri anlatırsam, suçu üstlenmezsem Sancaklı'yı öldüreceğini söylüyordu. 'Evet, Ata'yı ben öldürdüm' mü diyecektim yani?
Sancaklı'nın canına karşılık ruhumu mu satacaktım?
İki polisten biri gelip karşıma oturdu. "İclal İlhanlı. Neden Ata Erdinç'i bıçakladın?"
Sustum.
Onun için her şeyi yapardım.
*****
"Konuşmuyor. Avukatta istemedi. Atın içeri bu gece kalsın da belki aklı başına gelir."
Kolumdan tutarak beni yönlendirdiler. Cansız bir şekilde, sadece olacakları izliyordum. Katil demişlerdi bana. Sorgu odasında. 'Katilsin sen'. Yine de sustum.
Cihan için, dedim kendine kendime. Onun için.
Üstüme kilitlenen kapıyla arkamı döndüm ve parmaklıklara baktım. Kapana kısılmışlık hissi bedenimi titretirken hızla duvarın köşesine gittim ve yere oturup dizlerimi kendime çektim. Başımı kollarımın arasına aldığımda bulunduğum yerden soyutlanmayı bekledim. Burada olmadığımı, yaşadıklarımın kabustan ibaret olduğunu, Sancaklı ve Ata'nın iyi olduğunu düşünmeye çalıştım. Hıçkırık sesiyle balon patladı. Gerçekler yakamı bırakmazken ağlamaya başladım. Uçurumun kenarında adım atmayı bekliyormuş gibiydim. Ölmedim ama öleceğim. Bu kalp çarpıntısının başka bir açıklaması olamazdı.
Dakikalar geçti, belki de saatler. Burada zaman anlamını yitirirken pencereden sızan karanlık zihnime doluyordu. Ağlamak nefes almak gibi gelirken başımı kaldırdım ve yanan gözlerimi ovaladım. Yüzüm yaşlardan kaskatı kesilmişti. Akan yaşlar yüzümdeki kanı silecek kadar uzun sürmüştü. Kazağımın ucuyla yüzümü sildim ve derin bir nefes alarak etrafıma baktım. Kimse yoktu. Tek başımaydım.
Bir şarkı mırıldanmaya başladım.
"Yüzümü gönlüne koysam Yemin tutsa kalbim beni sever miydin? İçimi avcuna döksem Beni azıcık çözer miydin?" Akan yaşlarımın ardından devam ettim.
"Yok, olmuyor, istemekle bitmiyor Hiç bir yol yarılanmıyor, uzadıkça uzuyor Kal demiyor, söz vermiş susuyor Kelimeler düşmüyor, içinde salınıyor" Hıçkırdım. İstediğim hiçbir şey, istiyorum diye olmamıştı. Hep çok çabalamam gerekmişti, savaşmam. Yorgunluğum bundandı.
"Yüzümü gönlüne koysam Yemin tutsa kalbim beni bilir miydin? Yok, olmuyor, istemekle bitmiyor Hiç bir yol yarılanmıyor, uzadıkça uzuyor" Beni bilmedikleri için başlarına bunlar gelmişti. Harun'u ve ardında getirdiği belaları ben sarmıştım başlarına. Ben onu öldürmeseydim belki de bugün bu durumda olmayacaktık.
"Kal demiyor, söz vermiş susuyor Kelimeler düşmüyor, içinde salınıyor" Sancaklı bunları öğrendikten sonra bana 'kal' der miydi? Anlar mıydı beni?
"Düşümü aklına katsam Yemin tutsa kalbim beni sever miydin?" Beni sever miydi?
Cevabı belli olan soruyla nefesim kesildi. Yaşlarım sessizce akarken boğazıma oturan hıçkırık koca bir yumruk olmuştu. Başımı yukarı kaldırarak nefes almaya çalıştım. Kendi kendime "Sakinleş." derken elim boğazıma gitti. Bir kaç saniyenin ardından ciğerlerim havayı hissetmeye başladı. Derin derin nefes aldım. Ayağı kalkıp kendime gelmeyi amaçlarken kapı sesini duydum. Arkam dönük olduğu için kimin geldiğini bilmiyordum. İlgilendiğim de söylenemezdi. Sürekli olarak sorguluyorlardı ve ben hiçbir sorularına cevap vermemiştim.
Zorlukla, kısılmış sesimle konuştum. "Yine sorgulamaya geldiyseniz boşuna uğraşmayın. Cevap vermeyeceğim."
"Gerçekten yaptın mı, İclal?"
Duyduğum ses önce hareketsiz bıraktı. Ardından hızla ona döndüm. "Cihan?" Buradaydı işte! İyiydi! Blöf mü yapmışlardı bana? Yoksa ellerinden kurtulmuş muydu? Blöfse şu zamana kadar neredeydi?
Koşar adımlarla ona yaklaştım. "İyisin." derken gülmeme engel olamadım. Ellerim açılan ağzıma giderken onun bakışlarındaki hayal kırıklığını umursamamaya çalıştım. Buradaydı sonuçta, ona doğruları anlatabilirdim.
Kapının önünde bir hareketlilik hissedene kadar böyle düşünüyordum. Bakışlarım arkasındaki adama gitti. Sıkışan kalbim acıyla çarpmaya devam ederken ellerim aşağı düştü. Beni tehdit eden adamdı bu. Bana bakarak ceketini hafifçe arkaya ittiğinde belindeki silahı gördüm. Dolan gözlerimle ona baktığımda işaret parmağını dudağına yasladı. 'Sus yoksa onu öldürürüm.' der gibi.
Sancaklı'ya geri döndüm. Hala benden bir cevap bekliyordu. Öylesine çökmüş gözüküyordu ki, daha fazla bakamayıp başımı eğdim. Bu onu sinirlendirdi. "Cevap ver bana! Bunu bize yaptın mı? Hain sen miydin?"
"Hayır! Ben hain değilim."
"Nesin o zaman? Bize yalan söylemedin mi? Cevap ver!"
Gerçekleri haykırmak, her şeyi anlatmak istedim. Ama eli silahında olan adam bana bakarak tehditvari bakışlarını sürdürüyordu. O varken yapamazdım. Sancaklı'yı tehlikeye atamazdım.
Önce ondan kurtulmalıydım.
Evet, boyun eğmek yerine ondan kurtulmalıydım!
Sancaklı'ya bakıp kaşlarımı kaldırdım. Başımı adama doğru eğdim ve "Hain(!) ben değilim." dedim. Vurgumu anlaması için dualar sıralıyordum. Adama baktığımda kaşları çatılmıştı. Ne yaptığımı anladığını sanmıyordum ama saniyeler içinde gerçekleşen olayla Sancaklı'nın beni anladığını fark ettim. Hızla arkasını döndüğü için ona çekilen silahı geri püskürttü ve adama bir yumruk atıp yere düşmesini sağladı. "Kimsin lan sen!?" derken sesi öyle yüksek çıkmıştı ki içeri nöbetçiler girdi. "Baş komiserim, ne oluyor?"
Sancaklı "Alın şunu." diyerek yerdeki adamı gösterince nöbetçiler "Ama, Emir Komiser." diyerek tereddüt etti. Sancaklı bağırıp "Hain o!" deyince başlarını sallayıp hızla kelepçelediler. Emir komiser dedikleri adam sinirle bana döndü. "Bunun bedelini sana ödeteceğim! Yemin ederim! Beni ifşa etmenin bedelini ödeyeceksin!"
Söyledikleriyle kazandığı tek şey Sancaklı'dan gelen bir yumruktu. "Bekle komiser, bekle. Ben sana ne bedeller ödeteceğim. Bekle sen."
Sancaklı'nın sözleriyle daha da sinirlenen adam bana dönüp ateş saçan bakışlarını yöneltti. Zerre korkmuyordum. İçimde öyle bir delik açmışlardı ki bu yaşattıkları saatlerde, doldurmak için öfkemi kullanacaktım. "Olur da patronun işini batırdığını öğrenip sana uğrarsa, ölmeden önce ona kaçması gerektiğini söylersin." dediğimde Sancaklı bana döndü. "Konuşma!" diye bağırdığında titreyerek bir kaç adım geri çekildim. Anında dolan gözlerimi ondan çektim ve yere sabitledim. Adamı çıkartıp bizi Sancaklı ile yalnız bıraktılar. Bana yaklaşıp "Bak! Şu an öyle bir boşluktayım ki, bir yerlere saldırmamak için kendimi çok zor tutuyorum. Yalvarırım bana doğruyu söyle artık. Neler oluyor?" dedi. Ses tonunda hissettiğim acıyı acıma katarken ona yaklaştım. "Ben yapmadım. Ata'yı ben bıçaklamadım. Bizi kaçırdılar. Ata'yı da bizi kaçıran adam bıçakladı. Sonra bıçağı bana tutturup polislere böyle bir hikaye uydurdu. Belli ki bu hikayeyi onlara ulaştıran da bu adamdı. Sorgu odasında yanıma gelip beni seninle tehdit etti. 'Konuşursan Sancaklı'yı öldürürüz.' deyince susmak zorunda kaldım. Yoksa seni de kaybedecektim." derken son cümlemde ağlamaya başladım. Kendime engel olamıyordum. Yüzümü kapatıp hıçkırdığımda kısık sesiyle konuştu. "Ata yaşıyor. Durumu iyi."
"Ne?" diye fısıldayarak ellerimi indirdim ve ona baktım. "İyi mi? Gerçekten mi? Ama bana 'durumu çok ağır' dediler."
"Ağırdı. Ama atlattı. Güçlüdür, kolay kolay yenilmez." derken zar zor konuşuyordu. Söylediklerine sevinirken ses tonu şüpheye düşmemi sağlamıştı. "O halde senin bu halin ne? Bana seni de kaçırdıklarını söylediler. Yalandı bu, değil mi? İyisin çünkü. Yani-" derken lafımı kesti. "Kurtuldum. Ekip beni bulup kurtardı ama bana anlattıkları şeyler." deyip duraksadı. Bir kaç saniyenin ardından yere bakarak devam etti. "Sen, yani. Harun'la." dedi ve bana baktı. Öyle kısa bir an bakmıştı ki gözlerime. Bu kısa anda anlamıştım ne diyeceğini. Hızla konuştum. "Sandığın gibi değil. Anlatacağım. Buradan çıkınca." dediğimde elindeki anahtarla kilidi açtı ve "Çık ve anlat." dedi.
Şaşkınlıkla "Üstümdeki suçlama kalktı mı? Cinayet silahında parmak izlerim var." dedim ve yavaşça adımladım. "Ata anlattı. En azından senin suçsuz olduğunu söyleyecek kadar kendine geldi." dediğinde "Şükürler olsun." diyerek adımlarımı hızlandırdım. O da benimle birlikte dışarı çıktığında "Dur." diye seslendi. Ona dönüp "Şu çıkış işlemlerini halledelim. Hadi. Ata'yı görmek için sabırsızlanıyorum." dedim. Söylediklerimi umursamadan seslendi. "İclal." Heyecanla sıklaşan nefesimi düzene koymaya çalışırken durdum ve ona döndüm.
"Gerçekten yaptın mı diye sordum İclal. 'Evet' ya da 'hayır' de. Harun ile çalıştın mı?"
Omuzlarım düşerken yüzüm de aynı hızla asıldı. Utanarak yüzüne baktım. Kısık bir sesle "Evet." dedim. O an, gözlerinden öyle bir ateş geçti ki! Kendimden nefret ettirecek bir acıya büründü. Telaşla ona doğru adımlayıp "Cihan-" demiştim ki bir elini havaya kaldırıp beni durdurdu, ardından hızlı adımlarla benden uzaklaştı. Arkasından baktım. Gidecek ne halim vardı ne yüzüm. Biraz yalnız kalması iyi gelir diye düşünürken yalnızlığının sesiyle benden nefret etmesinden korkuyordum. Gözden kaybolana kadar baktım. Ardından bana 'katil' diyen polislerle, suçsuzluğumun özgürlüğünü alarak emniyetten çıktım. Yarım saat sonra hastane de, Ata'nın koltuğunun yanı başındaydım. Kapının önünde dört, hastane içindeyse on polis Ata'nın güvenliği için nöbet tutuyordu. Ata ise ben geldiğimde uyuyordu fakat bir kaç dakika sonra fısıltısını duydum. "Anne." deyişi içimi acıtırken hızla doktora haber verdim. Gelip baktıkları sıra da uyandı. "Ata. İyi misin?" diye seslendim, doktorların ardından. Gözleri beni buldu ve "İclal." dedi. "Ben iyiyim. Sana ne yaptılar?" diye sorduğunda "Bunu sen iyileştiğinde konuşuruz. Merak etme iyiyim ben." dedim.
Doktorlardan biri yanıma geldi. "Siz hastanın neyi oluyorsunuz?"
"Arkadaşıyım. Durumu nasıl?"
"Durumu gayet iyi. Bir gün içinde kendine gelmesi beklemediğimiz bir şeydi. Fakat kaybettiği kan yüzünden aşırı yorgunlukları olacak. Bu süre de devamlı bir bakıma ihtiyacı var."
"Ben bakacağım. Hiç yalnız bırakmayacağım." derken Ata'ya baktım. O da bana bakıyordu. Gülümseyerek "İyi olacak." dediğimde o da gülümsedi. Beni affetmiş olması ona olan bağımı kuvvetlendirmişti. Arkadaştan öte kardeşim gibi hissediyordum. Sanki sürekli olarak kollamam gereken kardeşim gibiydi.
"Peki öyleyse. Yarın akşam çıkabilirsiniz. Bir günlük gözetim yeterli olacaktır."
"Teşekkürler, doktor bey."
"Ne demek. İşimiz. Geçmiş olsun." diyerek dışarı çıktılar. Hızla Ata'nın yanına oturdum ve "Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sordum. Bana bakıp "İyiyim. Asıl sen nasılsın? Bilincimi kaybetmeden önce o adamın söylediklerini duydum. Suçu sana yıktılar ama ben Cihan'a söyledim gerçekleri. Gelip seni o çıkardı, değil mi?"
Burukça gülümseyerek "Evet, sayende kurtuldum." dedim. Kafa sallayıp hafifçe doğruldu. Kalkıp yardım ederken "Cihan nerede?" diye sordu. Yastığı düzeltip geri çekildim ve "Bilmem." diyerek üzerindeki örtüyü düzelttim. "Ne demek bilmiyorsun? Seni o çıkartmadı mı? Beraber gelmediniz mi?"
"Hayır. O gitti." dedim ve yorgunlukla kendimi koltuğa atarak kafamı elime yasladım. "Ne oldu İclal? Anlatsana."
"Ata. Sen beni neden affettin?"
Ani sorumla gerildi ve bakışlarını ellerine sabitleyerek konuştu. "Çünkü babamı tanıyorum. Onun acımasızlığını, kötülüğünü. Beni annemden ayırırken bir an bile tereddüt etmedi. Gözlerimin önünde onu defalarca döverken hiç birimize acımadı. Ben dokuz yaşındayken, yine bir gün anneme saldırmıştı. Engel olmaya çalıştığım sıra da bir koruması beni itti. Sırf bu yüzden korumayı öldürdü. Beni itti diye. O zamanlar aklım almıyordu ama sonralarda anladım. Benim babam kötü bir adamdı, İclal. Kim bilir sana ne yaptı da yanına çekti?" dedi ve yüzüme baktı. Anlattıkları dehşet vericiydi. Benim anlatacaklarım da öyle.
"Ben on yaşındayken ailem öldürüldü. Nasıl öldürüldüklerini biliyorsundur. Cihan'ın ailesi ile aynı şekilde." dediğimde hüzünle başını salladı. "Onların cenaze gününde birileri bana saldırdı. Ölümden kıl payı kurtarıldım. Kim olduklarını hala bilmem. Bir daha da karşıma çıkmadılar zaten. On sekiz yaşıma kadar bir akrabamızda kaldım. Sonra kendi çalışıp kazandığım parayla ayrı eve çıktım. O günden beri tek dayanağım intikam ateşim oldu. Aklım bazı şeylere erdikçe daha da harlandı o ateş. Kendime yemin ettim katili bulacağıma. Araştırmaya başladım. Ama on sekiz yaşında bir toy en fazla ne yapabilirdi ki? Araştırma yaptığım bir yerde yakalandım. Günlerce eziyet ettiler bana. Yine de konuşmadım. Konuşursam aileme ihanet etmiş gibi hissedecektim. Bir zaman sonra beni öldürmeye karar verdiler. O sıra da Harun denen o şerefsiz geldi. Neyin peşinde olduğumu bildiğini söyleyerek kurtardı beni. Meğerse kendi çıkarı içinmiş. Minnet borcumu kullanarak beni ne işlere bulaştırdı ben bile bilmiyorum. Bir süre böyle devam etti. Son iki senedir ise Cihan'ın peşine taktı. Aptal bir dosya peşinde iki senemi harcadım. Ta ki iki ay önce Cihan'ın ailesi öldürülene kadar. Gazeteci olarak onun yanına sızmamı istedi. Araştırıyormuş gibi yapıp ona daha da yaklaşmamı sağladı. Ölen aileyi öğrenince yapmak istemedim. Acısını kullanmak, kendimden nefret etmeme sebep olacaktı çünkü. Ama yapmazsam önüme engeller koyacağını, asla ailemin katilinden intikam alamayacağımı söyledi. Yapmak zorundaydım Ata. Özür dilerim." derken akan yaşlarımla yüzümü kapatıp hıçkırdım. İçimde tuttuğum bu ağır yükü anlatmanın iyi geleceğini sanmıştım ama daha da canımı sıkmıştı. O günleri hatırlamak ruhumu yakıyordu. Ata'nın sesini duydum. "Ağlama. Senin suçun yok, İclal. O canavarla baş edemezdin. Senin suçun yok." diye tekrarladı. Yaşlarımı silip burnumu çektim ve ayağı kalktım. "Ben bir elimi yüzümü yıkasam iyi olacak."
"Dikkatli ol. Dakika tutuyorum. On dakika içinde gelmezsen tehlikede sayar, ben gelirim bakmaya. Tamam mı?" dediğinde hafif bir gülümsemeyle "Tamam." dedim. Hızlı adımlarla lavaboya gidip ağlamaktan şişen, kan izleri kalan yüzümü yıkadım. Öyle berbat gözüküyordum ki. Kabaran ve toz içinde kalan saçlarımı elimle temizlemeye çalışıp topladım. En kısa zaman da eve gidip duş almam gerekiyordu.
Hangi eve? Sancaklı beni kabul edecek miydi ki? Hiç sanmıyordum. O yüzden kendi evime gitmem en doğrusu olacaktı.
Ata'nın dakika konusundaki ciddiyeti aklıma gelince hızlı adımlarla geri döndüm. Tam içeri girecektim ki Sancaklı'nın sesini duydum. "Gerçekten onu affettiğine inanamıyorum. Bize ihanet etti, Ata. Gözümüzün içine baka baka yalan söyledi."
"Bize ihanet etmedi. Zorunda bırakıldı. Babam tarafından. Onu tanımıyorsun Cihan. İstediğini almak için neler yapabilir bilmiyorsun. İclal sadece bir kurban. Suçu yok."
"Bize anlatmaması suç değil mi? Yalan söyleyip içimize sızması suç değil mi? Ya ben o kızla aynı masaya oturdum. Ona derdimi açtım. Lan ben onu Derya'nın, çocuklarımın odasına soktum. Ama o bana yalan söyledi!" dediğinde titreyen ellerimle duvara tutundum. Haklıydı.
"Çünkü yapmak zorundaydı. Bize zarar vermedi. Bizi satmadı. Sadece yalan söyledi. Yapmak istememesine rağmen, tehdit altındaydı çünkü. Babam kızı tehdit etmiş diyorum neden anlamıyorsun?"
"Kim anlattı sana bunları? İclal mi? Belki o da yalandır ne biliyorsun?"
"Saçmalama. Benim için, bizim için ne kadar uğraştığını sen gördün. Hem ilk geldiğinde anlatmadın mı kendin? Sırf adam tehdit etti diye katil damgası yemekten geri durmamış kız. Senin için. Bunu nasıl göz ardı edebiliyorsun?"
"Sindiremiyorum, Ata. Anlamıyorsun. Bana yalan söylemiş olmasını sindiremiyorum." dediğinde nefesimi tuttum. Ayaklarına kapanıp özür dilemek istiyordum. Ama buna cesaretim yoktu. Bana bu kadar değer verdiğini, yaptığım hatanın ona bu kadar zarar vereceğini bilmiyordum.
Sancaklı'nın sıkıntılı sesini bir daha duydum. "Harun'un ölümüyle alakalı da hiçbir şey bulunamadı. Patlamada yok olmuş resmen." dediğinde endişeyle doğruldum. Ata'nın babasını öldürenin ben olduğumu söylemesini bekledim ama söylemedi. Sessiz kalarak beni şaşkına uğratan Ata'nın neden bunu yaptığını sorguluyordum. O sıra da Sancaklı "Neyse kardeşim. Sen dinlenmene bak. Bunları sonra konuşuruz." dedi.
"Sen nereye gidiyorsun?"
"İclal'i bulmaya. O şerefsizin tehdidinden hiç korkmadı ama iyi olduğundan emin olmam lazım."
"Hani çok kızgındın ona?"
"Hala kızgınım Ata." dediğinde yüzüme oturan buruk gülümseme ile alnımı duvara yasladım. Kızgın ama iyi olmamı istiyor.
Ayak sesleriyle telaşlanıp alnımı duvardan çektim. O sıra da Ata "Gitme bir yere. Bir dakikası kaldı. Gelir şimdi." dedi. "Kim gelir? Ne bir dakikası?"
Sancaklı'nın sorusuyla derin bir nefes aldım ve içeri girdim. "İşte, geldi." diyen Ata ile bana dönen Sancaklı öfkeyle baktı gözlerime. "Neredeydin? Yine arkamızdan iş çevirmiyorsundur umarım." Sorusuyla bakışlarımı ondan çektim. Ağzımı açıp cevap verecektim ki "Niye soruyorsam? Sanki doğruyu söyleyeceksin." dedi ve yanımdan esip geçti. Çarpan kapıyla sıçradım ve gözlerimi yumup söylediklerini sindirmeye çalıştım.
"Biraz zamana ihtiyacı var. Ama affedecek. Sıkma canını." diyen Ata ile onun yanına ilerledim ve yavaşça oturdum. "Ata, neden babanı benim öldürdüğümü söylemedin?"
Sorduğum soruyla daha önce hiç görmediğim karanlık bir yüze büründü. Yaptığımdan memnun olduğunu bile düşünebilirdim hatta. Biraz bekleyip "Hak ettiğini buldu. Kısasa kısas." dedi ve önüne dönüp "Bu konu burada kapanıyor. Sen hiçbir şey yapmadın. Ben hiçbir şey bilmiyorum. Tamam mı?" dediğinde sesindeki kararlılık beni korkuttu. Kafamı sallayarak "Teşekkür ederim." dedim ve önüme döndüm. Bir kaç dakika ne yapacağımı bilemeyerek sessizce oturdum. Ardından ayağı kalktım. "Dinlen sen. Ben de bir eve uğrayıp üzerimi değiştireceğim."
Karanlık yüzü kayboldu, anlayışla "Tamam, hatta bu gece gelme. Uyu dinlen. Yarın akşama doğru gelirsin. İyiyim ben." dedi. "Yarın sabah gelirim o zaman. Akşama kalmam. Yardıma ihtiyacın olursa bulunayım yanında."
"Tamam, nasıl istersen. Dikkat et eve geçerken. Beş dakika da bir haberleşeceğiz yoksa Cihan'ı ararım."
"Yok artık." diyerek güldüm ve odadan çıktım. "Ciddiyim. Beş dakikada bir." diyerek seslendi arkamdan. Sırıtarak hastaneden çıktım.
*****
Uzun zamandır uğramadığım evimin önünde durmuş, Ata ile konuşuyordum. "Gerçekten beş dakika da bir mesaj atarak iyi olup olmadığımı kontrol etmene rağmen şimdi de arıyor musun?"
"Evet. Neredesin?"
"Evime geldim."
"Hangisine?" diye sorduğunda gülümseyen yüzüm yavaşça kayboldu ve "Kendi evime." diye mırıldandım. Sorduğu sorunun farkına varıp sessiz kalan Ata'ya "Kapatıyorum. Yarın sabah görüşürüz." dedim ve hızla telefonu kapatarak derin bir nefes aldım.
Sancaklı'nın evi, artık evim değildi. En azından onun böyle düşündüğüne emindim.
Apartmana girerek üst kata çıktım. Çıkarken de emniyetten teslim aldığım için karmakarışık olan çantamdan anahtarlarımı bulmaya çalışıyordum. Buldum fakat bu saksının altında yedek anahtarım olduğunu hatırladıktan hemen önceydi. Boşuna uğraşmışlık hissi nerede olursa olsun canımı sıkardı.
İçeri girdim. Kapımın hemen önünde duran tütsülerin kokusu burnuma gelirken gülümsedim. Evimi özlemiştim. Işıkları yakmadan salona geçtim ve kendimi koltuğa attım. Bedenim yorgunlukla sızlıyordu. Eğilerek ayakkabılarımı çıkarttım ve kapının önüne fırlattım. Ceketimi de çıkartıp koltuğun kenarına attım. Uzandığım koltuk şu an her şeyden rahat geliyordu. Gözlerimi kapattım. Açtığımdaysa saat gece ikiydi.
Gerinerek koltuktan kalktım. O sıra da fark ettiğim örtüyle duraksadım. Uyumadan önce üzerime örtü aldığımı hatırlamıyordum. Kaşlarım şüpheyle çatılırken uykum açılmıştı. Yavaşça ayağı kalkarak salondan çıktım. Mutfaktan ses geldiğini fark edince salona geri döndüm ve dolabın içine sakladığım silahı aldım. Kim olabileceğini düşünüyorken aklıma Emir komiser geldi. Bir ihtimaldi ama onun üzerime örtü sereceğini hiç sanmıyordum. Yavaş adımlarla mutfak kapısına geldim. Silahı kuvvetle tutarak mutfağa daldım ve "Kaldır ellerini." diyerek bağırdım. Karanlıktan dolayı kim olduğunu çözemiyordum. "Kimsin sen?" diye sorduğumda hareket etti. Bir erkekti ama hala kim olduğunu çözememiştim. Hızla ışığı açıp silahı yüzüne kaldırdım. Ama indirmem bir kaç saniyemi aldı.
"Sen." derken sesimdeki şaşkınlık kendini ele veriyordu. Üzerimi o mu örtmüştü? Affetmiş miydi beni? Belki de sadece konuşmak için gelmişti.
"Silahın güzelmiş." diyerek elinde tuttuğu bardağı ağzına götürdü. "Bu arada su içmemde bir sakınca yoktur umarım."
"Hayır." derken kekelemiştim. Hareketleriyle neden burada olduğunu sorgulamamı sağlıyordu. Aklımda kurmak yerine sormayı tercih ettim. "Nasıl girdin içeri? Neden geldin?"
"Saksının altındaki anahtarla. Gideyim mi?"
Aceleyle cevap verdim. "Hayır, gitme!"
Kaşlarını kaldırdığında sorgulama sırası ona geçmişti. Aptallığımı telafi etmeye çalıştım. "Yani, git diye sormadım. Merak ediyorum. En son benden nefret ediyormuş gibi bakıyordun." derken istemeden sırıtmıştım. Oysa yüzüne çöken yorgunlukla "Ben sadece, anlam veremiyorum." dedi. Silahı tezgaha bırakıp karşısına geçtim. "Buradayım. Karşında, anlam veremediğin her şeyi sor. Sana söylediğim tek yalan buyken başkası olmayacak, yemin ediyorum."
Gözlerime baktı. Onda ki acı bana dokunurken dolan gözlerimle sesimi yükselttim. "Sor hadi."
"Neden yaptın?"
"Çünkü zorundaydım. Ata sana anlattı. Ve anlattığı her şey doğru."
"Sen bizi mi-" Lafını böldüm.
"Evet, siz konuşurken gelmiştim. Duydum her şeyi. Bana ne kadar kızgın olsan da iyi olduğumu bilmek istediğini, gözünün içine baka baka yalan söylemiş olmamı sindiremediğini. Her şeyi duydum." derken ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Düşen bir yaşımı takip etti, ardından kendine gelerek sertçe sordu. "Haksız mıyım? Bana yalan söyledin. Söylediklerimde haksız mıyım İclal?"
"Haklısın. Sonuna kadar haklısın ama beni de anla. Yapmak zorundaydım Cihan." diye bağırdığımda sinirle benden uzaklaştı.
"Hiçbir şey için zorunda değildin! Bana anlatabilirdin. Yardım isteyebilirdin. Ama yapmadın. Çünkü işine geldi. Onun gücünü arkana almak işine geldi, değil mi? Söylesene!"
Durdum, keskin sessizlik ile kalbimi ne kadar parçaladığını duymasını istedim. Söylediklerinin ne kadar alçakça olduğunu anlamasını istedim. Sustum, sessizce ağlarken akan zamana tutundum. Zamanın öfkemi, kırgınlığımı götürmesini bekledim. Ama olmadı. Aksine, öfkemi kusmazsam boğulacağımı hissettim.
"Sen benim sustuklarımı nereden bileceksin ki? Sen benim yaşadıklarımı nereden bileceksin?" diye bağırdım, aniden. Bu hızla bana dönmesine sebep oldu. O da benim gibi bağırırken gözlerine baktım. Öfkenin ateşiyle parlıyordu.
"Anlatmadın ki! Bir kez bile seni dinlememe izin vermedin. Önüme diktiğin onca duvara rağmen ben sana ulaşmaya çalıştım. Her seferinde! Her seferinde yalan söyledin bana. Ne olacak sanıyorsun şimdi? Ata babasına olan nefreti yüzünden seni affetti diye bende mi affedeceğim? Benim sebebim ne olacak?" derken ellerini iki yana kaldırarak sordu. Hayal kırıklığı içinde, sakince cevap verdim.
"Arayan için her zaman bir sebep vardır. Belli ki sen beni çoktan silmişsin." dedim ve ceketimi koltuktan alıp evden çıktım. Beni durdurmadı. Arkamdan bile gelmedi. Hıçkırarak ağladığım sokaklar acıma ortak olurken, ondan olabildiğince uzaklaşmak istedim. Ama ne kadar gidersem gideyim, ruhumun orada kaldığını anladığım her saniye, adımlarım yavaşladı. Bacaklarım titrerken yürüdüğüm sokakların ağırlığını hissettim. Bir binanın duvarına tutunarak ayakta kalmaya çalışırken "Özür dilerim." dedim, fısıldayarak. Öylesine yorulmuştum ki, tüm bunlar bitsin istiyordum. Düzlüğe çıkmak, acılarımı terk etmek istiyordum. Beni affetsinler istiyordum.
"Özür dilerim, Cihan." dediğimde arkamdan gelen ses, hızla ona dönmeme sebep oldu. Karşımda, buradaydı. Hızlı adımlarla bana yaklaşırken konuştu.
"Özür dileme. Sadece anlat. Anlat ki bileyim. Gözlerini her kaçırdığın yerde hatırladığın acıları bileyim."
Ağlayarak boynuna sarıldım. Hızla kollarını belime sardı ve "Özür dilerim İclal. Öyle söylemek istemedim. Özür dilerim." diye fısıldadı, defalarca. Cevap vermedim. Ne demek istediği umurumda değildi. Sadece sarılmak istiyordum.
Kaç dakika öyle kaldık bilmiyordum. En sonunda yorgunluğun verdiği kırıklıkla titremeye başlayan bacaklarımı hissetti ve benden ayrılıp "Gel, arabaya geçelim. Eve gidelim ve bu berbat gün bitsin." diyerek beni yönlendirdi. Kapımı açarak oturmama yardım etti ve kemerimi bağlayarak ıslanmış yanaklarımı sildi. Söyledikleri için pişman olduğu çok belliydi. Üzerime titreyen hareketleriyle kalbimi hafiflettiğinin farkında değildi.
"Sana her şeyi anlatacağım. Yalansız dolansız her şeyi bileceksin." dediğimde burukça gülümsedi ve geri çekilerek kapımı kapattı. Direksiyona geçip arabanın ısıtıcılarını açtı ve yola çıktık. Sessizce geçtiğimiz yolları izlerken ne kadar çok yürüdüğümü fark ettim. Çıktığımdan beri takip ediyor olmalıydı. Ya da şansı yaver gitmişti ve denk gelmiştik.
Ona döndüm ve izlemeye başladım. Uzun yüzü kemikliydi ama gülünce çıkan gamzeleri, insana hazine bulmuş gibi hissettiriyordu. Düşüncelerime gülümsedim. Sadece bir kere gamzeleriyle gülümsediğini görmüştüm. O da onu ilk gördüğümde, iki sene önce, Derya ile birlikteykendi. Sonrasında hiç denk gelmemiştim.
Bakışlarımı hissedip bana döndü. "Ne oldu?"
"Hiçbir şey."
"Neden bakıyorsun o zaman?"
"Alnındaki yara nasıl oldu?" diye sorarak konuyu değiştirdim. Önce şaşırdı, ardından "İş kazası." diyerek baştan savma bir cevap verdi. "Bu kadar basit olmadığına eminim."
"Nereden çıkarıyorsun bunu?" derken gerilmişti. Onu sinirlendirmek istemediğim için "Tamam, sormadım say." diyerek konuyu kapattım. Önüme döndüm ve geldiğimiz yere baktım. Güvenli diyerek taşındığımız eve gelmiştik. Arabadan indik ve eve ilerledik. İçeri girdiğimizde istediğim tek şey uyumaktı. Saate baktım. Gün doğmak üzereydi. "Sen odana çıkıp uyu. Sonra konuşuruz." dediğinde ona minnetle baktım. Tam merdivenlere yönelmiştim ki geri döndüm. "Bir şey sormak istiyorum."
"Sor." diyerek yaklaştığında gözlerine baktım. Asıl cevabı gözleri verecekti. "Beni affettin mi?"
Sorduğum anda gözlerinden geçen bir karanlık gördüm. Hemen ardından yumuşadı ve hafifçe gülümsedi. Ama bir saniye süren o karanlık beni üzmeye yetmişti. Hala affetmemişti. Hatta belki de acıyıp numara bile yapıyor olabilirdi.
"Affedeceğim." dediğinde kaşlarımı kaldırarak "Affetmedin yani?" diye sordum. Bu halimle sırıtışı silindi ve sıkıntılı bir hale büründü. "Git ve uyu." dediğinde dolan gözlerimi görüp hızla ekledi. "Seni anlamaya çalışıyorum, İclal. Tamam mı? Bunun için uğraşıyorum. Aklımda bazı soru işaretleri var ve bunlar cevaplandıktan sonra seni affetmeyi her şeyden çok istiyorum."
"Bende." dediğimde hızlı konuştuğu için nefesi düzensizleşen Sancaklı durdu. "Sende ne?" diye sordu.
"Bende beni affetmeni her şeyden çok istiyorum."
|
0% |