Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13.BÖLÜM - KAÇMA PLANI

@betulokssuz

İnanç bulunduğu her fırsatta konuşmadan kaçıyordu. Ne yapacağız konuşmasına girmek istemiyordu, çünkü tükürdüğünü yalamak olurdu onun nezdinde. Delikanlı gibi yok boşanmak falan dese de olurdu ama erkekler ve onların bir şeyi dolandırırak çözeceğini sanma dürtüleri.

Lokantadan çıkmıştı Binbaşı Bulut'la birlikte. Ece çarşıdaydı Can'la birlikte.

"Aa Ece!" dedi Bulut komutan. İnanç arkasını döndüğünde gördü ışık saçan karısını. Tam seslenecekken çarşının iki başında gruplar halinde göründü Fen lisesi öğrencileri. Raconvari Ece'nin üstüne yürürlerken Ece yeğenini kucağına aldı ne olduğuna anlam vermeye çalışırken. Bir anda koşmaya başladıklarında şaşkın ördek gibi nereye gideceğini bilemedi. İnanç refleks olarak karısına doğru koştu.

"Lan!" diyerek çocukları durdurmaya çalıştı. Birbirlerine mi gireceklerdi? Ece de kaçamadı, çünkü koşamaz o öyle ha deyince. Çocuklar etraflarını sardığında İnanç Can'ı aldı.

"Sen bizim liseden mezun olmuşsun" dedi bir kız. O kız Bulut komutanın eşinin yeğeni Asya'ydı.

"Bunu sormak için mi koştunuz üstüme ya, aklım çıktı?"

"Bak şimdi tatlım" dedi Hakan. "Diğer lisenin dörtleri bize diss atmış. Bizde onlara bir cevap vereceğiz."

"Diss mi?" dedi yüzünü buruşturarak.

"Biz öyle bir şey yapmayacağız" dedi Asya. "Bu sene mezun oluyoruz ve unutulmaz bir şey yapmak istiyoruz. Hatice Hoca senin bizim okuldan mezun olduğunu ve müzik okulunda ders verdiğini söyledi. Biz de dedik ki Ece neden bizimle klip çekmesin?"

Hakan - "Trabzon çarşısında şöyle bütün okulla bir klip çekelim istiyoruz."

"BİZE KEMAN ÇALAR MISIN?" dediler hep bir ağızdan. Ece kahkaha attı.

"Bilemiyorum. Ne söyleyeceğinize bağlı."

Asya - "Valla biz Sezen düşündük."

Hakan - "Kahpe kader."

"Oo harika, tamam şöyle yapalım. Benim mezunlarım, Deniz ve diğer hocalar da olsun. Fen lisesi ve Şanlı Müzik Okulu klibi olsun. Hem bizim reklamımız olsun, hemde sizin anınız olsun. Tek şarkı olmasın, mashup yapalım. Mezuniyet partisi şıklığında olsun. Biz çalarız, sesi güzel olan arkadaşlar söylesin. Nasıl? "

Asya -" Müthiş olur da buna hazırlık lazım. "

" Yarın bizim okula gelin bir günde prova alırız. Pazar günü de yaparız. "

" Tamamdır bu. Çök çök "dedi biri. İnanç o arada kenara geçti. Bütün öğrenciler yerlere çöktü. Bütün çarşı durdu izliyordu manzarayı." Akşama geleceğim, akşama geleceğim. Hacı baban evde mi? "

Hep birlikte zıplayarak ayağa kalktılar.

" Tavukları pişirmişem. Hacıyı da çarşıya göndermişem. Tavukları pişirmişem. Hacıyı da çarşıya göndermişem."

Bütün bunları telefon kamerasıyla çeken iki öğrenci vardı. Söyleye söyleye giderlerken Ece olduğu yerde kaldı. Bir görünüp bir kayboldular. Fen lisesi demek diye bir şey vardı. Bu ülkenin her yerinde zeki öğrencilerin girebildiği lise demekti.

" Şımarık veletler" diyerek kocasının yanına gitti. "Gel halacım."

"Liseli olmak vardı şimdi" dedi bir esnaf. "Valla bu nesil çok şanslı."

Öyleydi. Şimdi imkansız diye bir şey yoktu, herkes istediği şeye kolayca ulaşabiliyordu.

İnanç - "Sen Fen lisesi mezunu musun?"

"Matematik bölümü hemde."

"Vaay, neden tıp kazanmadın?"

"Depresyonlarım yüzünden."

"Ah canım" dediğinde Ece güldü.

"Gidiyoruz biz."

"Nereye siz?"

"Akşam Şemsi'nin doğum günü var Buse'nin kafede, hediye alıyoruz. Oraya geçeceğiz sonra."

"Ben gelmiyor muyum? Neden bana sormuyorsun artık?"

"İnanç gelmek istiyorsan gel, sormam mı lazım?"

"Senin sorman başka, benim kendi kendime gelmem başka."

"Sormuyorum artık. Şemsi senin de arkadaşın değil mi? Zaten haberin yok mu?"

"Yok. Beni davet etmediler" derken telefonu çaldı. Arayan Şemsi'ydi.

"Efendim."

"Üsteğmenim selam."

"Selam kardeş."

"Akşam Buse'nin kafede benim için doğum günü partisi yapıyor eşim. Sende gel."

"Şimdi onu konuşuyorduk eşimle."

"Haberin var mıydı? Deniz, Ece söyler dedi de ben yine de arayayım dedim."

"Gelirim. Ne alayım lan sana?"

"Hiçbir şey almana gerek yok, siz gelin yeter."

"İyi madem, görüşürüz." Telefonu kapattı. "Bir karakola gideyim, işlerimi halledeyim. Çıkarken ararım seni."

"Men" dedi Can.

"Gel adamım sen benimle."

"Ay hayır İnanç, bakamazsın sen."

"Nasıl bakamam ya, gayette bakarım. Ver sen bana bezini mendilini, nasıl bakacağım."

"Halacım, gitme sen. Bakamaz bu enişten sana."

"I ıh" dedi başını sallayarak.

"Ben görürüm sizi on dakika sonra. İyi git hadi." İki bezle. Islak mendilini verdi. İnanç onları alıp giderken Can el çırpıyordu. Jandarma arabasına binip yola çıktılar. Ece hediye aramaya devam etti.

İnanç karakola geldiğinde bahçeye bıraktı Can'ı. Can ellerini birleştirdi yine. Askerlerin içinde sağa sola bakarak yürürken kadın teğmen gelip selam verdi.

"Komutanım?"

"Hah Çağla. Can'a göz kulak oluver."

"Emredersiniz komutanım."

"Sen ne diyecektin?"

"Bir misafir var odanızda."

"Tamam. Dikkatli ol bak, hanım bakamazsın dedi aman diyeyim."

"Merak etmeyin komutanım."

Çağla, Can'a doğru giderken İnanç merdivenleri çıkıp hızla odasına girdi. Odada bir adam vardı.

"Hoş geldiniz, buyurun." Yerine geçip telefonu masaya bıraktı.

"Hoş gördük komutanım. Ben Antep'ten geliyorum. Yeğenim burada görev yapıyor, Sıtkı Derman. Aht etti babasını görmek istemiyor. Bir el atıversen Komutanım. Ağabeyim hasta yatıyor, oğlanı sayıklayıp duruyor."

"Bir bakalım" diyerek karakol içi telefonu alıp Sıtkı'yı çağırttı. "Bir şey içer misiniz?"

"Karadeniz'e gelip çayını içmemek olmak dediler nereye uğrasam. Çay içerim zahmet olmazsa."

"Ne zahmeti." İki çay söyledi peşinden. Sıtkı'nın dosyasına göz attı kısaca. Önce çaylar, sonra Sıtkı geldi. Yirmi iki yaşında yağız bir delikanlı.

"Sıtkı Derman Gaziantep, emredin komutanım"

Komutanının karşısında hazırda dururken amcasının gelmiş olmasına tepki veremiyordu.

"Rahat. Amcan senin için gelmiş Sıtkı, baban hastaymış. Seni görmek istiyormuş." Sessiz kaldı. "Otur şuraya."

"Komutan -"

"Asker!"

"Emredersiniz komutanım." Amcasının karşısına oturduğunda amcasına bakmıyordu bile.

"Sıtkı, sorun ne?"

"Bir sorun yok komutanım."

"Baban hastaymış oğlum!"

"Duydum komutanım."

"Mecburi askerlik görevine başladığından beri hiç izne çıkmamışsın. Uzmanlık görevine başlarken buraya gelmişsin, burada da izin kullanmamışsın. Sistemde bir yanlış olmaz. Sen istemedin izne çıkmayı değil mi?"

"Doğrudur komutanım."

"İzin verelim sana, git babanı gör."

"Benim babam yok komutanım." İnanç bu tavrı nerde görse tanırdı. Kendinden bilirdi bir kere.

"Yeğenim, adam öldü ölecek."

"Tamam Sıtkı sen çıkabilirsin."

"Sağ olun komutanım." Sıtkı çıkarken adamla baş başa kaldı İnanç.

"Yahu komutanım, ne yapacağımı şaşırdım."

"Aralarında bir kırgınlık mı var?"

"Benim ağabeyim zamanın yurt dışına gitti çalışma. Sıtkı bir garip anasıyla kaldı baş başa. Ağabeyim yıllarca arayıp sormadı. Bu garibanın anası oğlan on sekiz olduğunda vefat etti."

"Allah rahmet eylesin."

"Amin. Velhasıl ağabeyim döndü oğlan asker olurken, hastalık kapmış. Sıtkı yüzüne bakmadı babasının. Ölürümde el vermem oğlan."

"Anladım. Tamam ben konuşurum onunla."

"Sağ ol komutanım seni meşgul ettim. Benim dönmem icap ediyor. Gönül isterdi oğlanı da götüreyim ama."

"Estağfurullah. Size iyi yolculuklar."

Adam eli boş dönerken İnanç odadan çıktı. "Bahçeye iki çay getirin" dedikten sonra binadan çıkıp garajların oraya döndü yönünü. Bankta oturan askerin yanına giderken aslında onu ikna etmek gibi bir derdi yoktu. İnsan yarasına eş değerde bir yara gördüğü zaman kayıtsız kalamıyordu.

"Komutanım!"

"Otur bakalım." Banka oturdukların peşi sıra geldi çaylar. "Çay içelim seninle, sohbet edelim."

"Emredersiniz komutanım."

"Rica bu rica."

"Seve seve komutanım." Çayları veren asker gittiğinde çayını yudumladı İnanç.

"Anlat bakalım Sıtkı."

"Ne anlatayım komutanım, anlatacak bir şey yok ki."

"Ben seni çok iyi anlıyorum biliyor musun? Benim babamda baktım evinde, her Allah'ın günü beni arıyor. Bende babamı görmek istemiyorum. Çünkü zaten onu görmeden geçen yirmi sene var, şimdi de görmesem bir şey kaybetmem."

"Sizin babanız da mı gitti komutanım?"

"Hemde ne gitmek. Ben annemle üç yaşında ki kardeşimi kömür zehirlenmesinden kaybettim, sonra evde yangın çıktı."

"Başınız sağ olsun komutanım."

"Sağ ol. Sonra benim babam da çekip gitti. Hani zaten derin bir acı yaşamışız, birbirimize yoldaş olabilirdik ama o yapmadı. Şimdi düşkünken benim de ona destek olasım gelmiyor."

"O kırgınlık geçmiyor çünkü." Başını salladı İnanç. "Benim babam gittiğinde, sözde bizim için gittiğinde anamla bir başımıza kaldık. Gider gitmez unuttu bizi ama anamla yollarını beklerdik. Bizim köyün durağında duran her otobüsten o inecek sanırdık. Gözlerimiz yoldan hiç ayrılmadı. Benim anam çok iyi bir kadındı, bana hiç kızmazdı yaramazlık yapsam bile. Bana anam yeterdi, yetti de. Reşit olunca göçtü gitti zavallı. Sonra geldi babam anamın gözleri yumulunca. Hastalık kapmış bir de. Benden başka kimsesi yokmuş vah vah. Hiç acımıyorum komutanım, azıcık da olsa yüreğim sızladıysa namerdim. "

" Ana gibi yar olmaz değil mi? Anan yoksa, baban da yoktur, bende bunu bilirim. "

" Çok doğru değil mi ama komutanım. Ana tutarmış evini ocağını. Baba yoksa bile ana yetermiş evladına. "

" Öyleymiş cidden. "

" Sende babanı görmek istemiyorsun komutanım, beni haklı sayıyorsun çünkü. "

" Öyle de insanın üstüne evlatlık görevi yükünü bindirip, bir de görevimizi yerine getirmemizi bekliyorlar. "

" Hiç üstüme alınmıyorum. O babalık görevini yerine getirmeyip, benden evlatlık görevi beklemeyecek. "

" Eyvallah Sıtkı ama yine de izin yap. Git memleket havası solu. Memleket candır, memleket başkadır. "

" Emredersiniz komutanım. "

*

Buse'nin kafe doluydu. İnanç kucağında konuşup duran çocukla içeriye girdi. Karısını aradı gözleri. O büyük masada oturuyor, yanında ki arkadaşlarıyla sohbet ediyordu.

Can inmek istedi çocukları görünce. Nilsu oğlunu görünce kalktı.

" Hoş geldiniz. Zorladı mı seni?"

"Çok usluydu" dedi. Kendi bakmadı ki. Bütün karakol baktı çocuğa. Can yere inince koşan çocuklara bakarak ellerini birleştirdi.

"Selina, bak arkadaş gelmiş" dedi Gülçin. Selina, Can'a doğru gitti. İnanç selamlaşmaya başladı bu sırada bildiği, muhabbetli olduğu herkesle. Karısının yanına oturdu kolunu onun sandalyesine koyarak.

"Pişt" dediğinde kendine dönen yüz neşesi çekilmiş, duvar gibi bir yüzdü. "Nabaysın?"

"Hiç öyle oturuyorum."

"Oğlana baktım."

"Fark ettim."

"İyi misin?" Başını salladı "Bir derdin mi var kızım, ne soğuk soğuk bakıyorsun ya?"

"Ha, ilk defa mı oldu bu?"

"Yani!"

"Biz konuşalım artık."

"Ya ne taktın kafayı konuşmaya. İyi böyle işte"

"İnanç ben kendi kendime mi halleniyorum?"

"Kız sen niye bağırıyorsun!" dedi onlara dönen kafalara yalandan tebessüm etti.

"Sinir sisteminin ağzına sıçtın."

Deniz - "Ece, gel canım konuşma yapacaksın."

"Evde konuşuruz" dedi İnanç Ece kalkarken.

"Bu gece evde değilim ben."

"Nerdesin?"

"Yoğun bakımda." Artık kimsenin bilmesinde hiçbir sakınca yoktu, bu yüzden rahat rahat konuşuyordu. Aldığı hediye kutusunu kucağına alarak masanın başına geçti.

"Merhaba millet, ben Ece Sağlam. Şanlı Müzik Okulunda keman dersi veriyorum. Aynı zamanda hemşireyim" dedi İpek'e bakarak. Birbirlerine işaret parmaklarını salladılar yaramaz bir edayla. "Ben Şemsi'yle yedi sene önce Trabzon maçında tanıştım. Babam tanıyordu zaten ama ben hiç görmemiştim. Lisede son sınıfta depresyonları olan, evden kaçmak için her türlü bahaneye sığınan bu ergen bir akşam maça kaçtı." Gülüşmeler olurken kutuyu masaya koydu Ece." Şemsi'yle aynı tribündeydik ve ben küfür edince tırnak içinde depresyonlarıma yanlış anlaşılmasın, futbolculara küfür etmem ben, hele hakeme hiç. Zaten de anlamam, gol oldu mu oldu, bitti. Ben küfür edince bana bir baktı, yerin dibine girdim. Ben o atmosferde kimse duymaz diye sövdüm aslında. O da herkes gibi gol pozisyonuna kalmış, ne bileyim. Pardon deyip utancıma çekildim, bir de başladım ağlamaya. "

" Hay Allah "diye sesler yükseldi.

" Öyle cidden. Normalde herkesle konuşan eden bir insan değilim ama Şemsi'yle tanıştık, sohbet etmeye başladık. Maç bitmiş, stad boşalmış, kimse kalmamış biz oturmuş muhabbet ediyoruz. Depresif bir ergeni o kadar uzun süre dinlemek her yiğidin harcı değil bence. Şemsi de herkes değil, ki muazzam bir insandır. Çıktık, beni kendi mahallesine götürdü. Evvelinde serserilik edip okuldan arkadaşlarla yarışa diye gittiğimizde Emrullah bizi kovdu. "

" Puhaha. Sizin ne işiniz vardı orada ya?"

" Ama Şemsi'yle gittim kovamadı. Babam eve gel diye ortalığı inlettiğinde Şemsi ve saz arkadaşları üç araba beni eve bıraktılar. Şemsi babamdan izin aldı ve ben artık istediğim her zaman mahalleye gidebiliyordum. Okuldan sonra, hafta sonları, bulduğum her fırsatta ordaydım. Her gün değişik bir oyun bulur oynardık ve Şemsi hiç gocunmuyordu bizimle oyun oynamaktan. En sevdiğimiz oyun her zaman yakar toptu. Açabilirsin" deyip kutuyu Şemsi'nin önüne kaydırdı. Şemsi kutuyu açtı ve içinden Trabzon sporun lisanslı futbol topu çıktı.

"Aaa Ece!"

"Küçükken en büyük hayalinin futbolcu olmak olduğunu bana söylediğini unutmadım ve Trabzon maçında tanıştığımızı. Benim sana vereceğim en anlamlı hediye bu olurdu. Bana gösterdiğin sabır için çok teşekkür ederim arkadaşım. Doğum günün kutlu olsun."

"Teşekkür ederim canım benim." Sarıldılar dostça.

"Ve artı parantez" dedi Ece. "İlk kemanımı Şemsi hediye etti, hâlâ kıyıpta kullanamam. Çok nadirdir kullandığım, bu akşam senin için çalacağım onunla. Hemde en sevdiğimiz şarkıyı."

"Beni duygulandırdın."

Ece gidip o kemanı aldı. Masanın başına geri geçtiğinde Şemsi'nin tayfa Ece'nin etrafına toplandı. Bir rakı masasında topluca söylenen o şarkı Barış Manço'dan Gül Pembe'ydi. Ece çalmaya başladığında sessizlik içinde dinlemeye koyuldular. Bir koro edasıyla şarkıyı söylemeye başladıklarında telefonların fenerleri açıldı.

Dakikalarca Ece çaldı, arkadaşlar söyledi. Böyle minik konserler hep büyüleyici oluyordu. Alkışlarla selam vererek şovunu bitirdi.

"Ece, damla damla yapalım birlikte. Tanju, klarnet. Bilge, çello lütfen."

Deniz hocalarını piyanonun başına topladı. Herkes enstrüman başına geçti. Tanju gitar dersi veriyor ama beraberinde klarnet ve kemençe de çalıyordu. Deniz piyanosuyla başladığında organize bir şekilde ona eşlik etmeye başladılar. Deniz söylüyordu kocası için aynı zamanda. Birbirlerine aşk dolu bakışlarla bakıyorlardı. Normalde bu tür şeyler Şemsi'nin hiç sevemediği şeylerdi ama Deniz deyince doğum günü yapılacak, o zaman seviliyordu işte.

Bütün enstrümanlar susunca klarnet sesi tek çıkıyordu. Deniz son defa nakaratı söyledi ve bitti. Alkışlar mekanın içini dolduruyor, sesler dışarıya taşıyordu.

"İnsanın müzik olası geliyor" dedi Buse. Gülüşerek yerlerine oturdular. Ece kemanı kutusuna koyarken İnanç kenarında yazan yazıyı gördü.

Gülümsemeyi bırakma...

*

"Ondan hoşlandın" dedi İnanç. Ece dolabı kapatırken kocasına baktı.

"Ne?"

"Şemsi'den, eskiden!"

"Nerden çıkardın?" Yatağın üstünde ki hırkasını alıp giydi.

"Sen söyledin."

"Ben öyle bir şey söylemedim İnanç, uydurma."

"Ergen ve depresif biri ona ilgi gösteren birinden hoşlanır!"

"Allah aşkına! İnanmam, yemin et."

"Ona hiç söylememiş olabilirsin ama içten içe hoşlandın."

"Derdin ne?" Çantasını ve telefonunu aldı. "Bu mu derdimiz şu an?"

"Öyle sezinledim."

"Nesin sen? Sezgilerin tercümanı mı?" Odadan çıktığında İnanç onu takip ediyordu.

"Niye doğru demiyorsun?"

"Çünkü doğru değil." Merdivenleri indiler peş peşe.

"Ama ben hislerimde hiç yanılmam."

"Ah canım benim, tabi tabi. Yıllar sonra ortaya çıkan bu gerçekle ne yapsak dedik dere kenarında buluşup!"

"Ne biçim konuşuyorsun?" diye bağırdı kıza.

"Sen ne saçmalıyorsun ya? Evli barklı insanlarız dediğine bak. Hayır bir kız ve bir erkek arkadaş olamaz mı? İlla bir şey mi olmalı içinde. Biz birbirimizi anlayan, destek olan insanlar olamaz mıyız? Nasıl çalışıyor sizin kafanız ya? Saçma sapan erkek düşüncesi. "

" Suçluluk psikoloji bu! "

Merdivenlerden inmiş, salonu geçmeden durmuşlardı.

" İnanç inan olsun bak "dedi üstüne giderek." Günlerdir saçmaladığının farkında değilim sanma sakın. Konu oraya gelmesin diye saçmalığın sınırı aştın artık. "

" Kızım niye inkar ediyorsun? "

" Allah Allaaaah! Hoşlantıdan kastını anladım ama hayır. Ben onu çok beğenirim, çokta severim ama kast ettiğin gibi bir şey değil bu. "

" Hıı! "

" Kendi kabahatini yüzüne vurmayayım diye ne yapacağını şaşırdın. Hayır ben neden bundan kaçtığını da anlamıyorum ki. Üç ay demedin mi? Bende öleceğim diye kabul ettim. Üç ay doldu, yolların ayrılma zamanı geldi. "

" Nerden çıkarıyorsun şimdi sen bunu? Hastaneye geç kalmıyor musun? "

" Bak yemin ediyorum sabrımın sınırlarındayım. Ben çıkarmadım bunu, sen söyledin. "

" Tamam da yani... Senin kalacak yerin mi var da düştün bunun peşine? "

" Ha, sen vicdanın sızladı diye yapıyorsun! Anladım. Şöyle bir şey oldu canım, babam merkezde ki dairelerde birini bana verdi. "

" Bak sen! Allah Allah! "

" Ben boşanıyoruz diye kapısına gittim o da kabul etmedi ya, böyle bir şey düşünmüş. Yani sen canını sıkma, babam evimi yaptı. "

" Eee? "

" Yani dere kenarında buluşup kaçma planları yapmana gerek yok. Ben çıkar giderim. "

" Ney ney? Kaçma planı mı? Kim sokuyor bunları kafana, eski sevgilin mi? "

" Senin eski sevgilin! "

" Heh! "

" Heh kalırsın işte öyle. Ben gidiyorum, sabah geleceğim. "

"Bende geliyorum."

"Sen gelmiyorsun. Yatacağım zaten. İlacı kesecek doktor, bunun için yatıracak. Orada uyuyacağım" diyerek kapıya gitti. İnanç peşi sıra çıktı evden.

"Bende senin yanında uyurum."

"Ben istemiyorum."

"Ece! Ece! Boncuğum!"

"Kırıldı o boncuk haberin olsun."

Arabasına bindi ve yola çıktı. İnanç ardından bakakaldı.

"Ne kaçması ya? Ben böyle bir şey mi dedim?" Duramazdı. Ece orda uyuyacak, o evde mi? Asla. Düştü peşine. Asiye Hanım sessizlik içinde kavgayı dinledi, gidişlerini izledi, sonra da kapıyı kapatıp içeriye geçti. Telefonunu eline alıp bir arama yaparak koltuğa oturdu.

" Asiye, hayrolsun bacım bu saatte?"

"Hiç hayır değil Zehra! Asuman kocasından mı ayrıldı?"

"He ya, döndü geldi. Oğlan el kaldırmış anasının ağzına bakıp."

"O da hemen bizim oğlana mı yapıştı?"

"Ne diyon kız sen?"

"Bağa bak Zehra, ben çocuğumu bu saatten sonra dillere düşüren kızını perişan ederim haberin olsun. Uzak duracak oğlumdan da, gelinimden de. Ben senin o pasaklı kızını var diye gül gibi gelinimi zayi etmem. Haddini bilecek. Oğlan kısmına bir şey olmaz sende bilirsin, kızın adı çıktığıyla kalır üzülürsün. Kızını tut, benim asabım bozulmasın. "

Telefon kapandığında çok iyi anladığını biliyordu Asiye.

*

" Cihaza bağlı kalacaksın. Ne kadar uyuduğuna, nasıl uyuduğuna, kalbinin atışlarına bakacağım. Ufacık bir sıkışma, yavaşlama esnasında uyandırılacaksın. "

" Anladım. "

" Bana söylemek istediğin bir şey var mı?"

"Ölmek istemiyorum."

"İyi şeyler düşünelim Ece. "

" Can'ı düşündüğüm için ölmek istemiyorum. "

" Peki. Ondan geriye say bakalım "deyip ağzına bir maske taktı. Uyumasını kolaylaştıran buhar burnumdan girip nefes yoluyla beynine ulaştı. Geri sayımı bitirmeden dalıp gittiğinde sancılı bekleyiş başladı. Yoğun bakımın hemen önünde, camın hemen karşısındaydı İnanç.

" Ne olacak şimdi? "diye sordu doktora.

" Bekleyeceğiz komutanım. Bir sorun çıkmazsa ilacı keseceğiz. "

" Çıkarsa? "

" İnşallah çıkmaz, dua edelim çıkmasın. Çünkü ilacı kestiğim andan itibaren ortaya çıkacak olan sorun aynı tedaviyi kabul etmez. Tedavi kabul etmez. "

"Neden kestin o zaman doktor? Karım ölsün, sonra da kadavra olsun diye mi? Sen karımı öldürmeye mi çalışıyorsun?"

"Olur mu öyle şey? İlaç almaya devam ederse kalbi zaten durur. İlaçlar onu bir müddet hayatta tutar. Ben onu normal hayatına döndürmeye çalışıyorum."

"Ya!" diyerek cama döndü. "Kendi topuğuma sıktım desene. Bile bile lades. Ben tutacaktım kendimi ya da hasta olduğunu öğrenince arkama bile bakmadan kaçacaktım. Karım ölürse benim kırılan kalbimi kim tamir edecek?"

 

Loading...
0%