@betulokssuz
|
İnstagram - betulokssuz vs blkzpriv
Yorum yapmayı unutmayın lütfen. Ben bu kitabın kısa hikaye olduğunu ve yorumlarınızla uzatıp uzatmayacağımı söylemiştim. Okuyan yelpazemiz çok iyi ama yorumlar çok düşük. Bunu her seferinde söylüyorum ya, kendi kendime yazıp okuyacak olsam paylaşmam.
Makinelerin sesiyle odaya koştu doktor. İnanç bir kahve almaya gitmişti ve dönerken gördü odaya koşanları. Kahveyi bir yere koyup hızla camın önüne gitti. Ece uyanmıştı. " Ece! Ne oldu? " " Rüya gördüm. " " Uyuyabilir misin tekrar?" "Denerim." "Kocan gelsin mi yanına?" "Olur." Doktor kalp atışlarının rüya etkisinden olduğunu anlayınca çıktı odadan. "Ne oldu?" "Bir sorun yok, rüya görmüş. Tekrar uyuması lazım. İçeriye girebilirsin." Hiç durmadan girdi içeriye. "Boncuğum" dedi başına gitti. "Kız korktum." "Asker adamsın sen ya." "Sus! Uyu hadi, ben yanındayım." Ece gözlerini yumdu ama rahatı bozulmuştu. Sağının üstüne yatmak istiyordu. İnanç koltuğu biraz çekip oturdu. "Uf" diyerek sağına döndü. "Işıkları biraz kapatsana." Başının üstünde ki ışıkların birazını kapattı. Eve sağ elini sol kolunun üstüne koyup hissettiği hafif ağrıyı ovalamaya başladı. "Ağrıyor mu?" diye sordu İnanç elini kolunu üstüne koyarken. "Bugün hiç ilaç almadım, hafif ağrılarım var." "Neren ağrıyor başka?" "Sırtım." İnanç yerinden kalkıp yatağında etrafından dolanarak arkasına geçti. "Kay bakalım azcık." Ece tebessüm ederek biraz kaydı. İnanç arkasına uzanıp kızın sırtını göğsüne yasladı. Başını eline koyup kızın kolunu ovmaya başladığında kalp atışları değişti. Hal böyle olunca cihazdan ses gelmeye başladı. "Sen seviyorum demesen de olur boncuğum." "Ne alakası var ya?" "Ötmeye başladın." "Şeyden o!" "Neyden?" "Karşı cins olmanın verdiği - " Ee! " " Aman, ondan işte. " Yüzünün, Ece;in yüzüne koymadan önce kolunu başının altından geçirip çepeçevre sardı kollarıyla. Makineden sesler deli gibi çıkıyordu. " Cahit Zarifoğlu'nun çok sevdiğim bir şiiri var. "Ece ellerini ona saran kolların üstüne koydu." Bu dünya soğuk. Rüzgar genelde ters yöne eser. Limon ağaçları kurur. Bahaneler hep hazır. Güzel günler çabuk geçer. İçimiz hep bir hoşça kal ülkesi. " Ece'nin gülüşü yüzüne dağıldığında keyfine diyecek yoktu, şu gıcık sesler dışında. "Ece biliyorum kendini çok hazırladın ölüme. Öyle ki gitme, sensiz ne yaparım diyen olmamış." Elleri ahenk içinde tutuşup parmakları birbirine geçti. "Bu soğuk dünyayı hiç sevmiyorum, sana da sev diyemem. Kalbinin bozulmasına neden olan insanların dışında bir hayatın var. Çok güzel bir işin, çok yakışıklı bir eşin." Kıkırtısını duydu. "Dünya tatlısı bir yeğenin. Yani yaşamak için sebeplerin çoğaldı. Limon ağaçları kurusa da, bahaneler hep varsa da, içimiz hep bir vedaya hazır olsa da; her hoşça kal, bir merhabadır aslında. Kendini yine kendin ikna edersin. Benim dışımda yaşamak için iki sebebin daha var, bence bu sana yeter. " Omuzunu öptü uzunca. Doktor camın diğer tarafında manzaraya bakıyordu, dakika tutuyordu. Ece uykuya daldığında kalp ritimleri normal seyrine düştü. İnanç da fark etti bunu. Onun kalp ritimlerini belli eden cihazlar vardı, peki kendi kalp atışları? Onları Ece nasıl duyacaktı? * "Faturayı alabilir miyim?" diye sorduğunda hemşire sistemden çıktı aldı. Ece'nin sadece bir gecelik faturasını görünce neye uğradığını şaşırdı. "Bu ne? Hastaneyi üstüne mi yaptınız?" "Pardon?" "Ben pardon kardeşim, pardon yani. Neyse kartla ödeceğim." "Ödendi." "Nasıl?" "Ödendi." "Kim ödedi ya?" "Ben ödedim mavişim" diyerek gelip faturayı elinden aldı. "Neyi soruyorsun?" "Sen bunu nasıl ödüyorsun Ece?" "Parayla!" "Allah aşkına, yemin et kız." "Yeminle!" dedi mimik yaparak. "Zannediyorum senin maaşın bu kadar değil." "Ee zaten. Öğrenci kapasitesine göre maaş alıyorum. Benim hastalığım zaten özele giriyor, bunu sigorta karşılamıyor. Bende babama sigortayı kesip, bana aylık ödeme yapmasını söyledim." "Hım, bayağı yüklü para yatırıyor olmalı. Peki boncuğum, şöyle sorayım; ne karşılığında?" "O benim babam." "Bırak şimdi." "Şirkette ki hakkımdan feragat ettim." "Ha şöyle dürüst ol canımı ye. Hastasın ve masraflarını karşılamak için mirastan mı çıktın? Baban da ne münasebet demedi mi?" "Hasta olduğumu bilmiyordu." "Artık biliyor." "İnanç, miras kovalayacak halim mi var benim?" "İyi de sen onun çocuğusun, zaten birçok şeyde hakkın var." "Boş ver canım, iyiyim işte. Hadi gidelim, bir sürü işim var benim." "İyi hadi gidelim" diyerek kolunun altına aldı kızı. Ece ne oluyor buna diye düşünerek beline sarıldı. Burnunu Ece'nin başına yasladı. "Yapma, beni ateşine atma. Ne olur üzerime gelme. Ben zaten yaralı, yaralıyam" diye mırıldanıyor, Ece kıs kıs gülüyordu. O kadar alçak sesle söylüyordu ki kulağına bir de duymamasını umuyor olmalıydı. "Git bunu ona söyle." "Bak şimdi!" Otoparka gidiyorlardı. "Hiç bana gözlerini dikme. Hiç utanmıyorsun değil mi? Boşanalım diyecektin, bende tamam diyecektim. Ne kaçması bu?" "Ya ben öyle bir şey demedim, seni yemlemiş. Asker adamım kızım ben ne kaçması? Asker kaçar mı oğlum?" "Bolmoyorum oğlom." "Valla öyle bir şey yok." "Ne buluşuyon oğlum elin karısıyla o zaman?" "Bir anlık gafletti." "Hâlâ onu seviyorsun, unutamadın tamam ama asker olman evli bir kadınla dere kenarında buluştuğun gerçeğini hafifletmez. Topuğuna sıkarlar manyak mısın?" "O dakika pişman olmuştum." "Ya bırak şimdi, fırlamasın sen." "Uh, ne!" "Bak şimdi bir kere söyleyeceğim, bir daha söylemeyeceğim. Üç ay bitti, yollarımızı ayırıyoruz. Ben Nilsu'yu ve Can'ı alıp yeni evimize geçiyorum. Sende boşanma davasını aç, bitsin bu sana işkence gibi gelen esaret." "Ece saçmalama ya, bensiz yaşayamazsın." "Allah Allah!" "Hastasın sen." "Senden önce de hastaydım ben. Merak etme, ben iyi olmanın yollarını bulurum. Sevenlerin arasında duracak kadar şuursuz değilim." "He ciddi ciddi ayrılıyoruz yani?" "Evet. Her şey için teşekkür ederim." Arabasına binip giderken İnanç dili lal olmuş bir şekilde bakakaldı ardından. Kendine geldiğinde Ece çoktan gözden kaybolmuştu. Arabasına bindi. Gaza yüklenerek yola çıktı. Asuman'ı aradı yolda. Çık kapıya dedi kapattı. Süratle köye çıkıyordu. Öfkelenmişti. Kısa sürede evinin önüne geldi. Asuman kolları bağlı bir şekilde bekliyordu. Arabadan inip karşısına dikildi. "Asuman bir şeyi yanlış anladın galiba. Ben her şey için çok geç derken evli olmamdan bahsetmedim. Aşık olmuş olmamı ve onsuz nefes alamaz olduğumu kast ettim aslında." "Ne saçmalıyorsun sabah sabah?" "Sen benim karımın karşısına çıkıp nasıl apır sapır konuşursun? Kimden aldın bu cesareti?" "Senden! Madem istemiyordun, niye benimle buluştun?" "Kızım buluştum da ne yaptık sanki? Abartacak ne vardı bunda? Yok kaçacakmışız daha neler. Ben karımı bırakmam." "Öyle mi? Hani formaliteydi? Hani zaten ayrılacaktınız?" "Sana ne ya? Sen buna rağmen gidip evlenmedin mi kızım? Senin derdin ne be? Ben formaliteden evlendim ama sen öyle yapmadın! Sen baya benim evlenmiş olmamı fırsat bildin, kaçtın gittin. Bizi bu hale sen getirdin. Adam gibi oturup beklemedin. Aşık oldum kızım ben, karıma aşık oldum. Ben onu bırakmam da, o beni bıraksa bile seni almam anladın mı? Sakın bir daha karımın karşısına çıkma. Haddini bil Asuman, yolunu sen değiştirdin. Kurtulduğun bu adamdan sana hayır yok. " " Şimdi böyle söylüyorsun İnanç. Biz seninle yirmi yıldır birlikteyiz. " " Üç ay o yirmi yılı yok etti. Senden hiçbir şey kalmadı, acı bir hatıra bile. Unuttum seni. " " Saçmalama İnanç. Üç aydır tanıdığın kız için benden vazgeçemezsin. " " Onun için nelerden vazgeçtiğimi bilsen şaşırırsın. Söyleyeceklerim bu kadar Asuman. Olmayacak hayallere kapılma. Senin adının geçtiği bir tartışmaya daha girmeyeceğim karımla. Çok ciddiyim. " İnanç geldiği gibi giderken Asuman tutunduğu dalın da kırıldığını anladı. Büyük bir hata yapmıştı. Yeni bir heyecanın kanadına takılıp giderken niyeti yirmi yılını verdiği o adamdan tamamen ayrılmaktı. Niyeti, eylemin acımasız tarafıyla çarpışınca elindekinden de olmuştu. İnanç benden vazgeçmez diyordu ama öyle olmadığını da artık öğrenmiş oldu. İnanç hep ona kıyamayan bir adamdı. Her halini, her tavrını sineye çeker, kaybetmemek için suyuna giderdi. O ilişkiyi yirmi yıl boyunca götüren İnanç'mış ve bırakmış iki eliyle sıkı sıkıya tuttuğu alışkanlığın iplerini. İnanç yolunu çizmiş. Asuman ise yolunu değiştirdiğiyle kalmış. Hemde baba evinde, biraz daha geçerse dul denilecek haliyle. Kocasını aradı. Anladı ki artık şımarıklığına göz yumulacak bir durumda değildi. "Asuman!" "Gel al beni." "Hemen geliyorum." >< Bütün her şeyi hazırlamış, kayıt denmesini bekliyorduk. Fen listesiyle yaptığımız proje kapsamında çarşıda bir alan kurduk. Piyano, çello, gitar hocaları yerini aldı. "3.2.1 kayıt" denildiğinde bir elimde kemanım, bir elimde yayımla ve iki yırtmaçlı elbisemle ve çıplak ayaklarımla çarşıya girdim. Dağınık saçlarımla şeyden kaçmış ya da bıkmış gibiydim. İnanç'tan kaçıyormuşum gibiydim. Çünkü onu seviyordum, çünkü ayrılmak istemiyordum. "A benim avanak arızalı, arsız gönlüm" diye mırıldanıyor, sağa sola bakarak yürüyordum. "Feleğin çemberine takılıp döndün ya. Arayan bulur elbet aradın, buldun pes" diyerek durdum. Kamera etrafımda ağır bir şekilde döndü ve arkama geçti. Koca bir kalabalık orada duruyordu. Güldüm. Kemanım omzuma koydum ve yayımı tellere değdirmemle çalmaya başladım. Koreografi tamda ayarladığımız gibi kendini gerçekleştirirken iki gündür yoğun tempo buna çalışmaktan dinlenmeye fırsat bulamamış olmanın ağrısı sol yanımdaydı. Az uyumuş, çok çalışmış ve yorulmuştum. Liseliler şarkıları sırası geldiğinde söylerken diğerleri el vurarak ritim tutuyordu. Beş dakikaya yakın süren bu performansı son bir manevrayla bitiren ben oldum. Kamera hızla geri gidip kaydı bitirdi. Keskin bir ağrı sapladı göğsüme. Coşkulu kalabalığın ortasında nefes almaya çalışıyor, açılın diyemiyordum. Mutluluk benim halimi gölgesi altına aldı. Sanırım ölüyordum... "Çekilin şuradan" diyen ses İnanç'a aitti. "Açılın... Ece, ne oldu? Sakin ol." Bu kadardı duyduğum. Sonrası uçsuz bucaksız bir karanlık... |
0% |