Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.BÖLÜM - FİNAL

@betulokssuz

İnanç'tan

21 ay sonra...

Hiç durmadan, uyumadan, yemeden ama bolca içerek idame ettirdiğim bir yaşamın pençesinde, yüzü gözümün önündeydi Ece'nin. Oysa sahnede keman çalıyor, şarkı söylüyordu bir yabancı.

"Hadi yüreğim ha gayret. Hele sıkı dur hele sabret. Başını eğme dik tut. Bir rüyaydı farzet."

Bu bir rüya olsaydı. Buralara uzanan hayatım şaka gibi olsaydı. Aslında canım Trabzon'da olsaydım, evimde, evim karakolda ve yol bellediğim hastanede bile olsaydım da Ece hayatta olsaydı boncuk boncuk gözleriyle.

Kimse senin gibi çalmıyor şunu Ece. O mağrur, o yıkılmaz iradeyi görmüyorum artık. Seni öyle özledim ki iliğim üşüyor, iliğim. Kadehi bırakıp, ceketimi omuzuma vurarak çıktım bardan. Bilsen şimdi neredeyim. İstanbul'un kurtarılmaya ihtiyacı olan bir yerde yaşamaya devam ediyorum. Hoş mu bana bu yaptığın. Yağmur yağıyor lapa lapa. Kışın soğuğundan nefret ettim senin yüzünden.

"Bu kışta efkarlıyım" diyerek kollarımı açtım ve yüzümü kaldırdım yağmura. "Bahara Allah kerim. Seni baharda tanıdım, yazın başında kaybettim. Ben mevsimlerden senin yüzünden tiksindim."

Kollarımı indirip yoluma devam ediyordum bir ayyaş gibi yalpalaya yalpalaya. Apartmanı buldum, evime girdim ve perişan bir halde koltuğa düştüm, orada uyudum. Artık yatak kullanmıyordum.

O gün..

"Ece çıkmazsın. Durumunun ne kadar ciddi olduğunu anlamıyor musun?"

"Birkaç işimi halledip geleceğim. Bu gece evde uyuyacağım ama yarın sabah burdayım."

"Ne malum sabaha çıkacağın? Kalbin çatlıyor Ece! Ölüyorsun."

Durup ellerimi belime koydum.

"Seni anladım Fuat. Daha fazlası mucize olurdu zaten. Birkaç günlük ömrüm üç ay daha uzadığı için sana minnettarım."

"Ameliyatı yapabilirim."

"Ama oradan da sağ çıkacağım belli değil. İşlerimi halletmeliyim. Yarım bir iş bırakmak istemiyorum."

"Ece ölüyorsun. Birkaç saat bütün organların kan içinde kalacak. Bunu durdurabilirim."

"Kadavra evraklarını hazırla. Sen yapacağın her şeyi yaptın."

Çantamı alarak çıktım odadan. Burada her gün zaten ölüyordum. Hastaneden çıktığım gibi zamanla yarışmaya başladım. Arabama binip direkt okula gittim. Bir önce ki mezunlarımdan birini ama en iyisini çağırdım. Çoktan başlamam gereken derslere geç kalmıştım.

Dolaptan eşyalarımı bir kutuya koyarak aldım. Mutfaktan kupamı ve sağda solda olan birkaç özel eşyamı da aldım.

"Ece, nereye?"

"Deniz ben eşyalarımı topladım, gidiyorum."

"Bırakıyor musun?"

"Evet."

"Sağlık sorunların yüzünden mi? Çok mu ciddi?"

"Doktor dinlen diyor, başka da bir şey demiyor. Ama yerime Meltem geçecek. Öğrencilere o eğitim verecek, çok iyi biliyor artık. Her şey için teşekkür ederim."

"Ne demek canım. Sen iyi ol da. İyileşince gel ama, her zaman gelebilirsin."

Başımı salladım. Bizi Şemsi tanıştırmıştı. O zamanlar bu binaya yeni geçmişti Deniz ve Şemsi'yle yüzeysel arkadaşlardı.

"Sağ ol canım. Sen mükemmel bir arkadaşsın."

"Vedalaşmıyoruz değil mi?"

"Sadece söylemek istedim."

"Teşekkür ederim canım. Sende muhteşem bir insansın."

Tebessüm ederek kutuyu kucağıma aldım. Sınıfıma son kez baktım. Bir sene çok güzel geçti burada. Öyle güzel anlarım oldu ki, hepsi bu kutunun içine sığmazdı. Keşke ölenler, anılarını da götürse yanında. Kimse hatırlamasa onu öldükten sonra.

Ben ender görülen bir varlığım. Tek yumurta ikizinden cinsiyet olarak ayrıldım. Önce annemden, sonra diğer yarımdan. O etim kemiğim, neredeyse nefes alma nedenim öldüğünde öldüğümü biliyordum. Sadece bir süre daha yaşadım, niçin?

Muhtemelen Can için. O bana gelebilsin, halası hayatını yapabilsin diye.

Çok sevdiğim memleketimden ayrılmadan önce babamın bizim için verdiği eve gittim. Yeni eşyaları gelmiş ama öylece duruyordu. Birkaç adam çağırıp eşyaları kurmaları talimat verdim.

Ardından eve geçtim.

"Ben geldiiiiim" diyerek içeriye girdim.

"Ay kızım sen çıktın mı? İyi misin?"

"İyiyim anne. Canım patlıcan yemeği istiyor. Seninle patlıcan kebabı yapalım mı?"

"Ay yapalım. Yanında bulgur pilavı, ayran, salata."

"Acıktım."

"En hadi o zaman."

Can'ı kucağıma alıp sıkı sıkı öpüp kokladım. Ben gidiyorum Can'ım, sen yaşa ama dolu dolu.

Bu evde sevdiğim şeyi yaparak vedalaşıyorum hayatla. Yemek yapıyoruz annemle. Onun radyosu açık ve oynaya oynaya salınıyoruz mutfakta. Yemekler pişerken birer Türk kahvesi yaptım bize. Can etrafımızda dolanıyordu ve neşe saçıyordu.

"Ya hiç sırası değil ama Ece ben iyiyim. Artık kendi evime çıkabilirim oğlumla, ne diyorsun?"

"Çıkarsın canım. Babamın verdiği ev senin. Yarın öbür gün hazır olur, o zaman geçebilirsin."

"Ya, ay çok kolay oldu bu. Hayatımda hiçbir şey bu kadar kolay olmadı ya."

Tebessüm ettim. Dayanılmaz bir ağrı vardı içimde ama dayanma gücümde vardı. Kahvem bittiğinde odaya çıktım. Üç aydır uyuduğum yatağa baktım. Usul usul gidip yatağın üstüne uzandım. Mutluydum aslında.

" Aya! "diye kapıya vurdu Can. Kalkıp giderken kapıyı açtım.

" Halam! "

" Men! "

" Gel, birlikte uyuyalım aşkım. "

Yeğenimi alıp yatağa uzandık. Hiç yapmazdı ama göğsüme yatırdı başını. Eli yüzümü okşarken ağlamamak için gözlerimi yumdum. Son kez uyuyacağım ve uyanmadığım tek uyku olacaktı bu.

Telefonumun sesini duydum ama tekrar kalkacak gücüm yoktu. Çünkü ruhum yatağa serildiğinde artık kıpırdayacak halim kalmamıştı. Son anımda uzun uzun öptüğüm yarımın can parçasıydı.

"Veriyorum" diyerek odaya geldi Nilsu. "Ece, İnanç" diyerek telefonun hoparlörünü açıp yan yastığın üstüne koydu.

"Efendim mavişim?"

"Neden evdesin sen?"

"Canım sıkıldı çünkü."

"Şakacı. Geliyorum birazdan, hastaneye gidiyoruz tamam?"

"Temaaam. Uyuyorum yeğenimle, beni nerde bulacağını biliyorsun."

"Seni bulmak değil benim derdim boncuğum, benim derdim seni sağ bulmak."

"Ölmedim daha."

"İyi, ben gelene kadar bekle. İlacın birazdan yanında."

"Teşekkür ederim." Sessizlik oldu. "Her şey için."

"Biliyor musun boncuğum bugün veda etmek için doğru bir gün değil."

"Bilemezsin."

"Bavulunu toplamak için de hava hayli boğucu."

"Havayla işim yok canım benim. Sadece uyumak istiyorum."

"Peki. Şey mi yapsak acaba, bana çok yapmak istediğin bir şey söyle."

"Yapmak istediğim bir şey yok."

"Bir hayalin mutlaka vardır."

"Zorlama İnanç, sana hayal emanet etmem."

"Peki ben ne yapacağım?"

"Yaşamaya devam."

"Sende benimle olsan, birlikte yaşasak."

"Demir almak günü gelmişse zamandan diyor şair. Bu gemi kalkıyor İnanç, limanı olmayan meçhule gidiyor. En sevdiğim şarkı Ravi'nin yorgun gemi şarkısı. Şiirlerle pek aram yoktur."

"Yarı yolda bırakıp gidiyorsun beni, öyle mi?"

"Sen yorgun gemilerin sığındığı liman olma diyorum. Hayatın peşinden koş, kendi limanını bulacaksın."

"Ama çok alışmıştım."

"Neye? Uyurken nabzımı dinlemeye mi? Sürekli uykusuz kalmaya mı? Yanında bir ceset vardı, sen bunu biliyordun. Sen bana değil, sen kaybetme korkuna alıştın. Her gece biliyordun, her sabah. Yüzüme bakarken aklından geçen acabaları görmediğimi mi sanıyorsun? Sen çekeceğin acıya alıştırdın kendini. Bu dağınık yatağa ben ölünce her gün yatacaksın, çünkü orada yaşatacağın hayalim olacak sende. Sen acılarından güç alan bir adamsın, böyle öğrendin yıkılmamayı. Yoksa mümkün değil o kadar acıya rağmen neşe saçmak. Sen benim neşemsin ama berbat bir yalancısın. Sen acınası halimi sevdin, çünkü çaresizi sevmek kolay. Hasta olduğumu bilmeden önce yüzüme bakmadın, çünkü biliyordun ben sana kafa tutacak bir insandım. Sen buna katlanamadım, çünkü erkek üstünlüğü seviyorsun. Hasta olduğumu öğrenince birden iniverdi yelkenler suya. Başta korkup benden kurtulmak istedin ama olmadı. Vicdanın el vermedi. Sen vicdanlı bir adamsın ama beni sevmiyorsun kendini kandırma. Ben çok eğlendim seninle, çok mutlu oldum teşekkür ederim. Şapşal hallerin çok tatlıydı ve evet bence de çok yakışıklı bir adamsın. Bakıcılığın da çok güzeldi, bunun için de teşekkür ederim. Seni tanımak güzeldi ama itiraf et kendine, hasta olmayan beni tanımak senin işine gelmezdi. Seni çok iyi izledim İnanç Sağlam. Adın gibi bir adamsın ve eminim bu enkazın altında da kalmayacaksın. Çok uykum var, eve gelmek için acele etme. İyi bak kendine mavişim, hoşça kal... "

 

><

 

Sevdiğimizin bir dokunuşunu ararız. Tenimize değen güneşte, başımıza yağan yağmurda ve etimizi yakan ateşte. Sonra zamanı geriye almak isteriz. Hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye hayata. Bundandır ne üşüdüğüm, ne de yandığım narında.

Odaya girdiğim anda nefesim kesildi sanki. Annemle göz göze geldim. Ece hep olduğu gibi sağ tarafına yatıyordu. Kollarının arasındaydı Can.

Nilsu - "Ece! Ece ses ver."

"Şşş" diyerek yanına gittim. Can'ı aldım usulca, onu annesine verip karımın üstünü örttüm ve hep yaptığım gibi işaret parmağımı dilimle ıslatıp burnuna tuttum. Anladığım şeyle bileğini tutup nabzına baktım.

Ölmüştü Ece. Tamda istediği gibi. Bu eve gelirken düşündüğü planladığı zamanın biraz uzağında oldu ama oldu. Kimseye yük olmadan, öylece ama sessizce çekip gitti. Canımı yaktı, gözlerimi doldurdu, sesimi kıstı ve gitti.

Bir şarkı oldu Ece. Kulağımda hep çalacak ama benden başka kimse duymayacak.

Mucizeler eskidendi. Modern çağda mucizeler kayboldu. Öyle ki imkansız bir şeyi dilemeyecek kadar aklı başında insanlar olduk...

-1 sene sonra -

Hayatı bir pencereden ibaret olan, baktığımda bir ağaçtan başka bir şey görmediğim odada babamın yanındaydım. Ancak cesaret edebildim.

"Affettin mi beni?"

Babam o gece annemin yanında mucize eseri hayatta kalandı. Dedim ya mucizeler eskidendi.

"Ben gizli göreve gidiyorum. Orada bir yerde ölürüm haberin olmaz, son defa gör beni diye geldim. Affetmek mi? Sen ne yaptın ki? Hiçbir şey yapmadın benim için. Benim için sen yoksun ki, koca yirmi yıl yoktun. Şimdi düşkünsün, bir ele ihtiyacın var diye varlığımı hatırladın. Beni çaresiz bırakıp gittiğini unutacağımı mı sandın? Mümkün değil. İyi bak kendine, gidiyorum ben. Duramam artık bu şehirde. Karımı bile gömdüm ben, artık tutunacak hiçbir şeyim yok. Bu şehirde yiyecek ekmeğim yok. "

Ece'nin son isteğini yerine getirmiş, bağışlamıştım. Kadavra süresi dolduğunda gömdüm ikizinin yanına. Doktorlar bundan sonra bu hastalığı kimde görse tedavi edecekti. Ece'ye kadar kimse dememiş ki kadavra olayım, benden sonra ki insanlar bu hastalıktan kurtulsun. Onu da Ece yaptı. Normalde beni kesseler bağışlamazdım narin bedenini ama o istedi diye yaptım. Sadece onun için yaptım ve artık burada yapacak başka bir şeyim kalmadı.

Bakımevinden çıkıp motorsikletime bindim. Kaskımı takıp uzaklara doğru gaza bastım. Bu şehirde hep kaybettim, şimdi kendimi kaybetmeye gidiyorum. Sizleri Necip Fazıl'ın şiirinden bir alıntıyla terk ediyorum.

Sizi canımda, canımın içinde,

kavgamı kafamda götürüyorum.

Hoşça kalın...

 

Şu an...

 

Şu sese uyandım.

"Yine koltukta yatmış bu anne. Bu adama daha rahat bir yatak mı alsak acaba bize verdiği parayla."

"Sus be!" diye bağırdım boğuk sesimle. Başıma bela bir yardımcı tuttum ve onun geveze kızı sürekli benimle uğraşıyordu.

"İnanç... İnanç... İnanç..." Bir de bunu yapıyordu beni sallayarak.

"Mavi, seni balkondan sallarım."

"Çocuğa şiddet suç bir kere."

"Sen çocuk musun ya!" Yastığı kafama bastım. Sırtımda parmaklarını gezdirmeye başladı.

"İnanç, resim yarışmasını ben kazandım."

"Çok tebrik kaybol."

"Kırmızı kurdeleme bakmayacak mısın?"

"Uyuyorum."

"Peki nasıl cevap veriyorsun?"

"Seni bu sefer Allah yarattı demeyeceğim" deyip kalktığımda çığlık çığlığa kaçmaya başladı. "Sen benim başıma bela mısın heh?"

Annesi salona koşunca ikimizde asker gibi durduk. Keskin bakışlarıyla ve uyarı dolu işaret parmağıyla bizi ikaz etti. Sonra mutfağa geri döndü.

"Gel kız buraya."

"Iy tipin kaymış" deyip koltuğun üstünde koşarken onu havada yakaladım. Onu bir güzel saçlarını birbirine katıp sersem ettim. Sonra da saçı başı birbirine girmiş bir şekilde koltuğa bıraktım.

"Hıh!" diye kollarını bağladı. Asker adamla uğraşmaması gerektiğini anlayacaktı.

"Duş alacağım, ondan sonra konuşacağız" dediğimde heyecanla ayağa kalktı.

"Çok güzeldi -" derken parmağımı kaldırdım.

"Önce duş alacağım."

"Ama -"

"Sus." Odama gidip kapıyı kapatıp kilitledim. Hemen ardından üstümü çıkarıp duşa girdim. Duşumu alıp temiz giyindikten sonra odadan çıktım. "Kahvaltıya gel" dediğimde koşa koşa geldi. Kahvaltı masasına karşılıklı oturduk. Annesi çaylarımızı önümüze koydu. Peçeteyi açarken birbirimize bakıyorduk Mavi'yle. Konuşmak için anlat bakalım dememi bekliyordu. Bir başlayacak sonra susmayacak da kendimi hazırlıyordum.

"Bismillah, anlat bakalım."

Başladı heyecanla anlatmaya. Onu dinliyordum, çünkü zaten başka şansım yoktu. Her zaman gelip kafamı şişirmek onun yaşam biçimi haline geldi. Öve öve bitiremedi resmini. Kurdelesini gösterdi, aldığı övgüleri anlattı. Çok zeki bir kızdı zaten. Dokuz yaşındaydı ama sanırsın on dokuz. Öyle farklı, öyle hayat dolu.

Bir yandan yemesi için araya giriyordum. Bu çeneyle aç kalıyor olması yüksek ihtimaldi. Yine de Mavi benim bu günlerde edindiğim en güzel arkadaştı. Çoğu insandan daha merhametli, daha anlayışlı ve daha sevecendi. Boşanmış anne babanın çocuğu ama hiç koymamış ona. Aman bu da dert değil aslında. Bu yaşta annesiz ya da babasız kalabilir, sonra travmaları yüzünde önünü zor gören, depresif bir çocuk olabilirdi. Neyse ki annesi yanında, babası bir yerlerde olsa da hayatta. Annesi onun için çalışıyor, o da derslerini çalışıyor. Bunlar ona yetiyor. Mutsuz değil annesi, bu detay ona neşe veriyordu.

"Çıkıyorum Mavi."

"Bende gelebilir miyim seninle?" Ellerini birleştirip başını yana yatırdı. Ben niye bu kıza kıyamıyorum bilmiyorum ki.

"İyi annene söyle, izin verirse gel."

"İşte bu. Annee, bende İnanç'la gidebilir miyim?" Kulağını uzattı sesin geleceği yöne. Annesi elinde sarı bezle yanımıza geldi.

"Mavi, rahat bırak adamı. İşi gücü vardır."

"Yo kitapçıya gideceğim, gelsin. Ona da kitap alırız."

"Anne n'olur n'olur. Lütfen anne, n'olur."

"İyi tamam git. Montunu giy. Listeyi vereyim mi?" diye sordu bana.

"Hayır" diyerek montumu aldım.

"İnanç Bey evde yiyecek bir şey kalmayacak."

"Arasana marketi, söyle getirsinler. Ben market alışverişi yapmam."

"Ay siz bir tuhafsınız yani." Mavi'ye yardım ettim montunu giydi. "Dikkat edin çocuğuma!"

Kapıdan çıkıp ayakkabılarımızı giydim. Kapıyı çekerken,

"Cami avlusundan alırsın akşam" deyip kapattım. Her seferinde aynı şey. Sanki ben yanımda çocuk olduğunun farkında değilim. Asker adamım ben ya.

O gün bir kitapçıya gittik. En sevdiğim şeyin kitapçılar olduğunu kimse bilmez benim ama Mavi biliyor. Benden dolayı o da seviyor. Normalde kitap okurken çok sıkılıyormuş. Şimdi mümkün değil. Yaşına uygun kitaplara bakarken ben şiir kitaplarını geziyordum.

İki kitap kendime, bir kitap ona aldıktan sonra çıktık. Bugün pek bir işim yoktur, o nedenle Mavi'ye ayırdım günümü. Yine gezmenin suyunu çıkardık tabi. Bir sürü yer gezdik. Mavi her saat başında benim telefonumdan aradı, bazen de mesaj attı annesine. Akşam döndük mahalleye. Annesi çoktaaan evine gittiği için Mavi'yi evine götürdüm. Annesi çıktı kapıya, tamda evden çıkmak üzereyken.

"Kızım" dedi ağzında toka, saçlarını toplamaya çalışıyordu. "Ben işe gideceğim bilmiyor musun?"

"Gezdik geldik anne."

"Yemek yediniz mi?"

"Evet."

"İyi. Geç hadi, anneanne suyunu açsın duş al, sonra yatağa. Sabah görüşürüz."

Saçlarını toplayıp tokayla tutturduktan sonra çantasını alarak çıktı evden.

"Görüşürüz İnanç." Birbirimize el salladık.

"Görüşürüz canım."

"Anne çıkıyorum ben." Kapıyı çektiğimde aynı yöne doğru yürümeye başladık. "Yordu mu sizi?"

"Yoo!"

"Valla sizde iyi sabır var, babası iki saat katlanamaz çenesine."

Belli belirsiz güldüm. Yolumun üstü diye durağa kadar getirmiş bulundum. O depo sayımına gidiyordu bazen. Bekar anne olunca, her işi yapar oluyormuş kadınlar. Bunları yeni yeni fark ediyordum. Ece gözümü açmasa, bence kadın kocasının yanındaysa çalışmamalıydı. Bekar anneler ise her zaman babaların yanında olmalıydı. Çok geç anladım bir kadının kendi ayaklarının üzerinde durması ne demek.

"Sana kolay gelsin Şinanay."

"Şenay, Şenay" dedi yine kızarak.

"Bana bak sana bir tane şiir göndereceğim. Onu ezberleyeceksin."

"Neden?"

"Çünkü ben öyle istiyorum. Eğer ezberlemezsen seni kovarım."

"Beni kovamazsınız."

"Nedenmiş?"

"Pisliğe dayanamazsınız da ondan. Bana kadar yardımcı beğenmemişsiniz, sizi bulduğumda eviniz çöplüktü ve siz ölmek üzereydiniz."

"Az daha abart Şinanay."

"Şenaaay!"

"Neyse gidiyorum. İşim gücüm var benim."

"Hı hı!" dedi kafa sallayarak. Her gece o bar bu bar gezdiğimi sanıyor da arkadaş.

Bu gece operasyon vardı. Gizli görevim sadece dokuz ay sürdü. Dokuz ayda bir aile gibi olduğumuz Mavi'yi bırakıp gitmek zor olacağa benziyordu ama Trabzon'u özledim. Ben yıllardır nerde görev yaparsam yapayım Trabzon'u hep özlerim.

Şenay gelen dolmuşa binip giderken bende eve gidip hazırlığımı yaptım. Sonra operasyon için çıktım. Uzun bir gece olacaktı...

*

Artık gitmek için hazırdım. Bavullarımı arabaya koyduktan sonra anahtar ev sahibine teslim ettim.

"Hakkınızı helal edin."

"Ne demek komutanım. Yolunuz açık olsun."

"Sağ olun."

Arabaya binip üst mahalleye sürdüm. Mavi'yle vedalaşmak için bu saatte kadar kalmıştım. Okuldan daha yeni gelmişti. Servisten inerken denk geldik, annesi de kapıdaydı.

"İnanç, benim için mi geldin?"

"Evet. Mavi" diyerek çöktüm. Ellerini tuttum. "Ben gidiyorum."

"Nereye?"

"Trabzon'a, evime."

"Neden ama?"

"İşim bitti çünkü."

"Ne işi? Sen mühendis değil misin?"

"Mühendis değilim, askerim. Buraya gizli görev için geldim."

"Ne!" dedi gözlerini kocaman açarak. "Asker mi?"

"Şimdi Üsteğmen ama gidince Yüzbaşı olacağım. Seni tanıdığım için çok mutluyum."

"Bir daha gelmeyecek misin?"

"Gelmemeyi tercih ederim ama sen annen de müsait olduğunda Trabzon'a gelebilirsin. Ortahisar'da beni kime sorsan İnanç Sağlam diye sana gösterirler."

"Gidiyor musun?" diye sordu kısık sesle. Gözleri doldu.

"Evet canım, üzülme ama. Seni çok özleyeceğim arkadaşım."

Sarıldık. Benim küçük dostum, hayat bu. Bizim gibi adamlar nerden görev çağırırsa oraya giderler ve bağ kurmamak için uğraşırlar. Yine de kurarlar ellerinde olmadan.

"Sen çok akıllı bir kızsın, isteyince yapamayacağın hiçbir şey yok. Eminim çok daha başarılı olacaksın." Yüzünü sildim bir yandan. "Kendime çok iyi bak ve doğru bildiğin hiçbir şeyden vazgeçme."

"Seni özleyeceğim."

"Ben daha çok."

"Yolun açık olsun İnanç."

"Teşekkür ederim Mavi."

Ayağa kalktım. Şenay'ın anne ve babasıyla vedalaştım. Hayır dualarını aldım bir yandan.

"Ee Şinanay, ben gidiyorum."

"Yolun açık olsun Üsteğmenim."

"Sırrımı koruduğun için teşekkür ederim." O asker olduğumu hemen anladı ama hiç açık etmedi.

"Ne demek. Güle güle."

"Nazik dostluğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın. Trabzon'a yolunuz düşerse, Ortahisar karakolundayım."

Kırılmış kalbimle ayrıldığım memleketime geri dönüyordum. Üstünden zaman da geçse, hatta hatıralar toz kaplasa da, bu var oldukları gerçeğini değiştirmiyordu.

Uzun süre yolculuk ettim kendimle. Kafamın içinde çalan keman sesine daha da yaklaştım ve karımın mezarına ulaştım. Burnumda tüten kokusu sadece hafızamdaydı. Burada bir yerlerde, bir zamanlar vardı Ece ama şimdi topraktı.

Hayatım boyunca bir daha sevmeyeceğimi öğrendim. Onunla kapattım kalbimi ve ben bir gün toprak olana kadar yaşamaya devam eden bir enkazdım.

"Ben geldim boncuğum."

 

🧚🏻‍♀️

 

 

 

Biz bittik efendim. Yanımda olduğunuz için sonsuz teşekkürler...

 

 

Loading...
0%