@betulokssuz
|
Kırmızı elbisem ince askılı, dar ve bacak yırtmaçlıydı. Tango yapacağım için bunu tercih etmiştim. Salon öğrencilerimin akrabalarıyla doluydu. Kapı vurulduğunda küpemi takıyordum. "Gel." Saçımı yanıma alarak arkamı döndüğümde İnanç'la göz göze geldim. Kaşlarını çattı, benim ona yaptığım gibi o da beni süzdü inceden inceden. "Kocacım, hoş geldin." "Bende gece eve gelmeyince karım bir yerde öldü kaldı sandım." "Ölmedim ölmedim. Burdaydım, Asiye annenin haberi var." "Kocanın haberi yok ama." "Biz dün ayrıldık seninle İnanç." Bana doğru yürürken ellerimi arkamdan birleştirip dik bir duruş sergiledim. Göğüs dekoltem yok denecek kadar azdı. "Sana zaafımı gösterdim, sende vurmam demedin." Bana anlattığı hikaye zaafıymış. "Bir tek senin zaafların yok. İşimde benim zaafım, benim başka zaafım da yok." "İyi bakalım, bu akşam eve gelirsin." "Ayrılmakta kararlıyım." "Zamanı gelince konuşuruz bunu." "Babam beni istemedi diye bana acıyorsun." "Bu işler böyle Ece. Ya babandan sorulursun, ya da kocandan. Sen kadınsın, yaşadığın coğrafyada tek başına bir birey olamazsın." Dili zehir saçıyor gibi gelse de aslında çok doğru noktaya değiniyordu. "Ayrı eve çıkacağız hem" dedi kapıya giderken. "Benim için misafirlik bitti." Kapıyı açıp bir adım çıkarak bana döndü. "Ne de olsa ben artık karısı olan bir kocayım." "İzleyecek misin?" "Yok gidiyorum." Bir kerede ben soru sorunca benim istediğim gibi cevap verse ya! Mümkün değil. Deli bozuk, def ol. >< "İnanç" diye seslendi Şemsi. İnanç yolunu çevirip yanına gidip oturdu. "Kardeşim hayırlı olsun, göreve dönmüşsün." "Sağ ol kardeşim. Valla döndüm ya." "Çok sevindim. Eşini izlemeye geldin ha, erkek." Aslında öyle değildi ama şimdi buradan kalkıp gidemezdi. Devasa perdenin arasından çıktı Deniz. "Sevgili misafirler üçüncü mezuniyet konserimize hoş geldiniz." Alkışlar olurken İnanç en öndeydi ve çok sıkılacağına neredeyse emindi. "Okulumuz benden sonra ki ilk hocası Ece Sağlam ve onun mezunları" deyip kenara çekildi. Perdeler iki yana açılırken ışıklar söndü. Sahnenin ortasında bir ışık Ece'nin tepesinde yanarken hemen arkasında Tanju vardı. Alkışlayan elleri durdu İnanç'ın. Mezunların tepelerinde ki ışıklar tek yanarken keman çalmaya başladılar sırayla. Işığın altında kırmızı elbisesiyle ve yeşil gözleriyle ışıl ışıl parlayan Ece ağzının aralanmasına neden olmuştu. Mavi gözlerini kısmış ona dikkat kesilmişti. Tanju yanına geçerek elini tuttuğunda boğazından bir ses çıkardı. Ritimin artmasıyla dans pozisyonu aldılar. Yakasını genişletti İnanç. Eş zamanlı sahneden tango yapan karısını izliyordu. Partneriyle birbirlerine bakıyorlar ve uygun adımlarla dans ediyorlardı. Dudağını ısırıyor, Ece'nin muazzam fiziğiyle saçtığı aurasının etkisi altına giriyordu. Ece kendi etrafında dönerek Tanju'nun koluna yattığında alkış tufanı koptu. Ece misafirlere doğru yattığı için kocasıyla göz göze geldi. Kalbi hızlandığında doğruldu ve Tanju'yla sahnenin iki tarafına ayrılıp gözden kayboldu. Biraz sonra kemanını alarak sahneye çıktı. Yine ortadaydı. Öğrencileri siyah giyinmiş ve bir öğretmen olarak kırmızı giymesi tamamen uyumdandı. Ece çalarken çocukları önünden sağa sola geçişiyordu. Uzun bir süre çaldıklarında yerini mezunlara bıraktı. Tek tek kendi parçalarını çalan mezunlar hatasız bir performans sergiliyordu. Bir çocuk çalıyor, bir kız bir erkek mezun dans ediyordu. Dönüşümlü dans performansları, keman seansları kesintisiz olarak uzun bir gösteri yapmıştı. Ece ve Tanju iki taraftan geldiğinde Tanju kızın elini tutarak sahnenin önüne geldi. Eğilerek selam verdiklerinde alkışlar devam ediyordu. Sahnenin ışıkları tamamen yandığında Ece alkışlayarak konuşma yapacağı yerde durdu. "Okulumuzun üçüncü, benim ilk konserime siz değerli misafirler hoş geldiniz. Eğitimini tamamlayan on öğrencime rozetlerini vermek için sevgili müdürümüz Deniz Şanlı'yı sahneye davet ediyorum." Şemsi - "Deniz Şanlı Şanışer!" dediğinde kahkaha tufanı koptu. "Deniz Şanlı Şanışer, özür diliyorum." Deniz alkışlar eşliğinde sahneye çıktı. Rozetleri yan yana dizilmiş gençlere takarak tebrik ettiğinde gösteri devam etmek üzere herkes yerlerini aldı. İki polis memuru girdi salona. Sahneye doğru giderlerken herkes sessizleşti. " Ece Tokgöz "dedi memur. Ece adını ve eski soyadını duyunca sahneden indi. " Benim. " İnanç da kalktı yerinden. Kimliğini gösterdi. "Eşiyim ben." "Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor." "Neden?" "Gidince öğrenirsiniz." Deniz - "Ne oluyor? Sorun ne?" "Sakin olun lütfen. Bu gözaltı değil." "Tamam tamam, gidelim. Siz devam edin" dedi Ece. Polislerle birlikte çıktılar. Ekip aracına binip yola yola çıktılar. Ece ufak ufak öksürürken İnanç memurlara su var mı diye sordu. Bir memur kapalı şişe suyu verdiğinde kapağını açarak uzattı. "Sakin ol." "Sakinim" deyip iki yudum su içti. Biraz sonra polis karakoluna gelmişlerdi. İnanç kızın elini tutup kolunu koluna sardı. "İyiyim İnanç." "Betin benzin attı." İçeriye girdiklerinde Ece babasını gördü. Adam ayağa kalktığında Ece diğer eliyle kocasının kolunu tuttu. "Ben amirime haber vereyim" diyerek gitti memur. "Kızım!" dediğinde başını iki yana sallayarak kocasına sokuldu iyice. Artık kızı değildi. Dün gece kalan iki tel ipi de kopardı. "Buyurun" dedi memur. İnanç ve Ece önden giderek içeriye girdiğinde gözlerine takılan koltukta uyuyan küçücük çocuk oldu. "Üsteğmen İnanç Sağlam." "Hoş geldiniz üsteğmenim." "Sorun ne?" "Oturun lütfen. Ece çocuktan gözlerini alarak oturdu. Babası karşısına geçti." Bugün bir kadın geldi çocuğuyla. Emre Tokgöz'ün sevgilisiymiş" deyince Ece titrek bir nefes aldı." Emre'nin ailesine ulaşmak için geldiğini söyledi ancak çocuğunu bırakıp kaçmış." Çocuğa gitti gözleri. "Sosyal hizmetlere haber vermedik henüz. Çocuğu almak istemezseniz haber vereceğiz." "Bir saniye!" dedi Ece. "Bu çocuk benim ikizimin mi?" "Kadın öyle diyor." Başını salladı. "Nerden belli yalan söylemediği?" dedi baba Sedat Tokgöz. "Emre'nin bir çocuğu olsaydı bilirdik." "Komiserim benimle dna testi yapabilir miyiz?" diye sordu Ece. "Elbette yapabiliriz Ece." >< Baktığım yüz ikizimin yüzüne çok benziyordu. İçimden bir ses onun yarımın olduğunu söylüyordu. Kan testi verdik. Adli bir işlem olduğu için öne aldılar bizi. Testin çıkması için bekliyorduk. Elimde kimliği vardı. Onun adı Can'mış ve doğum tarihi ikizimin ölümden altı ay sonrasını gösteriyordu. Bir buçuk yaşındaydı Can. Kalbim kuş gibi çırpınıyordu. Oynadığı şeyi bıraktığında ağlamaya başladı. Annesini arayan gözleri umduğunu bulamadı. Polis ekipleri kadını arıyordu aynı zamanda. Ona dokunmaya çekinmenin nedeni sanırım tam olarak bağ kurma korkusuydu. İkizimin değilse fazla üzülecek olmaktı. İnanç geldi yanımıza. "Baksana çocuğa" diye bana kızıp çocuğu kucağına aldı. "İnanç" diyerek ayağa kalktım. "Hıh! Ağlama be, bir şey yok." "Ya ikizimin çocuğuysa?" "Ee?" "Eğer öyleyse bırakmam." "Bırakma." "Bizimle kalabilir mi yani?" "Kalır, niye kalmasın?" "Senin için sorun değil o zaman?" "Dandik dandik soru sorma Ece. Nasıl susacak bu çocuk?" "Annesini istiyor herhalde." "Acıkmış da olabilir. Ne yer ki?" "Bir buçuk yaşında, her şey yer. Bir çorba mı alsak?" "Sen tut şunu, ben bir şeyler alayım" deyip çocuğu kucağıma verince kollarımı sardım bir anda. Çocuk katıla katıla ağlarken kalbim küt küt atıyordu. Korkuydu hissettiğim. Bu çocuk umudum olabilirdi eğer gerçekten Emre'nin yavrusuysa. "Altına bakalım" dedi hemşire. O hiç aklıma gelmedi. Öyle ya, bezleniyordu. Yatağa yatırdım usulca. Hemşire paniğimden olsa gerek kendi baktı altına. "Pişik olmuş" deyince ağlamaya başladım. Kim bilir kaç saattir bakımsızdı. Hastanede olduğumuz için kolayca müdahale ettiler. Yeni bir bez takıp kapattığında cırlayarak ağlıyordu. İnanç çorba alıp geldiğinde çocuğu yedirmeye başladık. Can'ı o tutuyordu, ben kaşık kaşık yedirmeye uğraşıyordum. Zaman geçmek bilmiyordu sanki. Test sonucunu bir an önce alsak ve kurtulsak bu bilinmezlikten. Korkum ona yakınlık göstermeme engel oluyordu. "Üşüdün mü?" diye sordu İnanç. "Kim? Ben mi?" "Hı!" diye homurdandı. Okuldan geldim buraya, haliyle gösteri elbisem vardı üstümde. Titriyor olduğum için üşüyorum sandı zaar. "Yok üşümüyorum." Memur geldi yanımıza. "Kadını getirdik ama buraya gelmek istemiyor" deyince kağıt kaseyi bırakarak ayağa kalktım. "Ben bakayım." "Dur bende geliyorum. Hemşire Hanım, çocuğa bakar mısınız?" Hemşireye çocuğu verdiğinde birlikte çıktık yine. Hastanenin önüne çıktığımızda ekip aracından inen kadını tanıyordum. "Nilsu!" İkizimle her görüntülü konuşmamızda onu da görüyordum. Selam vermek için kadraja girer, kısaca sohbet ederdik. Birlikte yaşıyorlardı bunu biliyordum ama İkizim son gelişinde ayrılıklarını söylemişti, bu yüzden aklıma o hiç gelmedi. "Ece ben çocuğu alamam" dedi hemen. "Ne diyorsun Nilsu? Küçücük çocuk." "Senin yeğenin, sen bakarsın." "Olur mu öyle şey? Annesini arıyor, ben ne kadar bakabilirim?" "Bir yolunu bulursun. Senin ailen var benim Emre'den başka kimsem yoktu. Yapabilirim sandım, onu dünyaya getiririm ve bakarım sandım ama tükendim. Siz bakmayacaksanız yurda vereceğim." "O kadar kolay mı? O bir insan Nilsu, senin doğurduğun bir insan. Bak burada ev tutarız sana, çocuğunun başında durursun ben sana yardımcı olurum." "Yapamam Ece anla beni. Can'ı yanına alacak mısın? Yoksa sosyal hizmetlere vereyim mi?" İnanç - "Sizin gibiler de anne oluyor işte" deyip gitti yanımdan.
"16 aylık Can. Yürümeyi öğrenemedi daha, emekliyor. Gece biberonla süt içer. Her şeyden yer, yemek seçmez. Ceviz alerjisi var" deyince gözlerimi sımsıkı yumarak zor bir nefes aldım. Emre'nin de ceviz alerjisi vardı. "Ece, yoruldum. Anne olmayı hiç sevmedim anla beni. Onu buraya size getirdim, kabul etmezseniz yetim yurduna -" "Kes tamam" diye bağırdım. "Eşya değil bu çocuk. Emre'nin olmasa bile vasisi olacağım ama günün birinde yaptığımdan pişman oldum deyip karşıma çıkma. Sana dünyayı dar ederim Nilsu. Burada vazgeçtiğinin bir çocuk olduğunu anladığında sakın onu benden alacağını sanma. Def ol gözüm görmesin seni. " Kalbime çiviler saplanırken güçlükle nefes alıyordum. İçeriye girip nefeslerimi kontrollü almaya çalışarak bir yere tutundum. İnsan doğurduğundan vazgeçermiş meğer. Ona burada kalsa bütün imkanlarımı önüne serer ikisine de bakardım ama o gitmeyi istiyor. Anne olmayı sevmedim diyerek. Ağzımdan aldığımda nefesler can çekişiyormuşum gibi bir sesle yükselirken hemşire geldi. "İyi misiniz?" "İyiyim" desem de kalbimin hızı beni korkutuyordu. "Bana bak" dedi İnanç ellerimi tutarak. "Yavaş yavaş nefes al, sakin ol. Bir şey yok." Ellerini sımsıkı tutmak bir tarafıma çok iyi gelse de, bir tarafıma iyi gelmiyordu. "Canı cehenneme ya, biz bakarız çocuğa." "Emre'nin olmasa bile mi?" "Niye böyle salak salak sorular soruyorsun?" diye kızdığında güldüm. "Emre'nin olmasa bile evlat edinelim diyorum. Hem boşanırken velayetini ben alırım." "Yok ya!" diyerek ellerine vurdum. Gülerek geri vurdu ellerime. "Nüfusumuza alırız Ece, bizim çocuğumuz olur. Hem sen öleceksin ya, ölmeden anne de olursun ne var." "Sen berbat bir insansın." Yüzümü silerek nefeslerimi düzene koymak adına birkaç nefes aldım burnumdan. Doktoru görünce hareket ederek yanına yürüdük. "Sonuç çıktı mı?" "Evet. Kanlarınız yüzde 99.9 uyumlu çıktı" deyince tepeden tırnağa soğuk bir his gezindi bedenimde. Emre'nin çocuğuydu, benim yeğenim. Hızla Can'ın yanına gidip hemşirenin kucağından kucağıma aldığım çocuğu bağrıma bastım. Yarımı kaybettim ama onun canı şimdi kollarımın arasındaydı. Bu dünyaya tutunmak için en keskin nedenimdi Can. Onu öyle çok sevecektim ki ne kadar zor olursa olsun ona kendimi alıştıracaktım. Ve yaşadığım müddetçe onu benden kimse alamayacaktı. Emre'den geriye bozuk kalbimle bir ben kaldım sandım. Öyle değilmiş. Hıçkıra hıçkıra ağlarken gözümün önünde ikizimin öldüğü an vardı. Allah'ın bir lütfuydu bu, yoksa ha öldüm ha öleceğim derken onun karşıma çıkmasının başka bir anlamı olamaz...
|
0% |