@betulokssuz
|
Bebek görmüş, altınımızı takmış, çokça muhabbetten sonra dönmüştük. Annemi eve bıraktıktan sonra Akçaabat'a gidiyorduk sevgilimle. Son ses Yıldız Tilbe'den hastayım sana dinliyorduk. Yola da bana da dikkatini veriyordu. İkimizi de idare ediyordu. Bunu yanlış anlamalıyım? "Sana deli olan benim. Harca hiç korkma. Hastayım sana, dermansızım" dedim. "Başkayım sana. Sana arsızım" dedi. Tutuşan ellerimizi ağzına götürüp elimin üstünü öptü. Benim bu adama içim gidiyor ya, hiç iyi değilim yani. Ben bu hale nasıl geldim bilmiyordum. Birlikte söyledik birbirimize. Her şeklime uyar, her hareketimi ondan da görürüm. Şimdi bunlar çok hoşuma gidiyordu. Ne kadar inatçıysan da. Dönüp geleceksin bana. İzim var dudaklarında. Alıştım aslında, her çocukluğuna. Bunca derdin arasında. Aşk yansıtan bir aynasın. Kardan beyaz bir sayfasın. Senin benim, bu aşk bizim. Bırakmam seni. Ben artık sensiz imkansızım Seni bırakmam. Ben gerçek aşkım. Bırakmam seni. Ben artık sensiz imkansızım. Seni bırakmam. Ben gerçek aşkım. " Şarkı bittiğinde ağzını burnunu sıka sıka sevdim. " Hareketlerine dikkat et yerim seni ha!" Benden böyle şeyler duyuyor ya nasıl hoşuna gidiyor varya. " Başkayım kızım sana. Sana aşığım manyak. " " Ya Hami, çok öpmek istiyorum şu an. " " Öyle ulu orta olmaz." "Şapşalsın." Akçaabat sahiline gelmiş, Çakmak limana yanaşmıştık. Telefonunu meşgule atmaktan gına gelince açtı. "Ne var Salih? Yengenleyim oğlum." Gülümsedim. "Kim?" dedi kaşı kalkarken."Nerde?" Arabaya dönerken yanına koştum. "Hami!" Telefonu kapayıp arabanın kapısını açtı. "Ben gelip seni alacağım" dedi bindi. "Hami saçmalama. Nereye gidiyorsun? Hami." Cama vuruyordum ama o gidiyordu. Bir şey oldu kesin. Sahile bakındım tanıdık birini görmek için. Olmayınca yolun kenarına çıkıp taksi bakındım. Ah araba kullanacaktım, şimdi arabam olacaktı. Demirhan yeni geliyormuş ve önümde durdu. " Deniz. " " Hami'nin peşinden gidelim Demirhan." Koşa koşa diğer tarafa geçip yanına oturdum. Kemeri taktım. "Ne oldu?" "Bilmiyorum fırladı gitti. Bir delilik yapacak." Demirhan makas atarak giderken Hami'yi yakalamaya çalışıyorduk. Bizden uzaktaydı ve çok hızlı gidiyordu. Yol seyrek bir yere çıktığında yine o yarış yerine gittiğimizi anladım. "Bas Demirhan." Basıyordu, çok iyi araba kullanıyordu şimdi Allah için. Önümüzde ki tek araba Hami'in arabasıydı, o da rüzgar gibi uçuyordu. Neredeyse ön cama yapışmıştım. "Kesin Şemsi'ye gidiyor." "İki gün önce yarış yok muydu? Arabanın biri patlamış." "Evet oradaydım." "Gece iki de." "Evet." "Hami, Şemsi'nin yarışçısıysa işi hiç kolay değil." "Bana mı diyorsun Demirhan? Şemsi'yi tanıyorum ben." "Tanımaman bir acayip olurdu zaten." Geniş alanda bir kalabalık vardı. Kavga ettikleri çok belliydi. Duran arabadan hızla indim. Silahlar çekilince Hami'yi bulma telaşına düşerek koşmaya başladım. Arkalarından dolanıp Hami'nin yanında durdurdum kendimi. " Benim sevdiğim adama benden başka kimse silah çekemez Şemsi!" Söylediğim şeyden sonra Hami kolunu önüme siper ederek beni arkasına çekti. "Bunu bilahare dikkate alırım Şanlı." "Ne oluyor burada Hami?" "Sus canım." "Ben söyleyeyim, senin sevdiğin adam beni dolandırdı." "Hami yapmaz öyle şey. Senin bir yanlışın olmuştur." "Yarışçımı daha yarışın başında kaza yapmış gibi gösterip kaçırdı ama." Hami'nin kolunun altından öne geçtim. Bu defa da kolunu karnıma doğru sardı. "Neyle tehdit ediyorsun onu söyle? Borcu varsa öderiz." "Allah Allah! Sen karışma Şanlı, çekil önümden." "Lan Şemsi, sıkarım sevdiğimle doğru konuş." "Dur sevgilim sıkma, konuşalım. Orta yol buluruz bence." Şemsi elini kaldırdı bütün silahlar indi. "Bak Şanlı, sana anlatayım. Kadınsın, empati yaparsın. Şimdi ben büyük bir söz verdim, bahisi büyük oynadım. Ve bu bahsin konusu para değil. Anladın mı?" Başımı şöyle böyle der gibi salladım. "Benim o yarışı kazanmam şart. Elimde ki en iyi yarışçı bu işe girmemek için ayak diriyor, bana oyun oynuyor. Ben ona dünyanın yatırımını yapıyorum, sahip olduğu her şeyi ona ben sağladım. Şimdi ben yokum demek olmaz. Delikanlı kızsın sen, şimdi söyle bana haksız mıyım? " " Iıım rakibi kim? "diye sordum. En doğruyu soruyu sormam peki? " Vardallı. " " Ee bokunu çıkarma sende. Onunla yarışa giren ya ölüyor ya da sakat kalıyor. " " Öyle veya böyle benim o yarışa bu çocuğu sokmam şart. " " Bahis neydi Şemsi? " " Diyemem onu şimdi ulu orta. " "Nerde o?" diyerek sevgilim kolunun arasında arkamı döndüm. "Demeç" dediğimde arkadan çıkıp geldi. Yüzüne gereken işlemi yapmışlar, mor mor geziyor mal. "Yapamaz mısın?" "Vardallı beni öldürür. Ben iki defa onun yarışına çomak soktum." "İyi bok yedin." "Sağlık sorunlarım var, mümkün değil yarışı götüremem." "Sağlık sorunları varmış Şemsi?" "Bana ne oğlum? Sen bana borçlusun Demeç, o yarışa girip kazanacaksın başka yolu yok. Öldürürüm seni." "Tamam sakin sakin" diyerek sevgilimin kaldıracağı silaha engel oldum. "Başka yolu yok mu?" "Yok" diye bağırdı. "Bağırma Şemsi!" diye Hami de ona bağırdı. "Ben yarışırım" dedi bir ses. Ses döndük hepimiz. En sağda, uçta duran Demirhan'dan geldi o ses. Elleri cebinde artist artist bize doğru gelmeye başladı. Kolunu boynuma sarıp yanağıma koydu yüzünü. "Bir seferlik yarışırım Şemsi." "Karşılığında ne vereceğim ben sana?" "Biz eski dostuz Şemsi, sen anlarsın beni." Gözlerimi kocaman açıp sevgilime dönen yüzüm burnuna çarptı. Az daha öpüşecektik. Ortaklığı bok götürüyor ama biz saçımızı tarıyoruz. "İyi Onurlu, Cumartesi akşamı, gece saat üçte burada ol. Hallederiz." "Güzel." Dağıldık. Ortahisar'da sahilde toplandık. Hami ve Demirhan bankın sırt dayanan yerinde oturuyor, bende göt koyulan yerde, aralarında oturuyordum. Çocuklar kayalara dağılmıştı. Çekirdek çitliyordum ben. "Vardallı hiç adil yarışmaz" dedi Hami başımı salladım. "Ben Amerika'da sokak yarışçısıydım" dedi Demirhan, vay der gibi mimik yaptım. "Ama burası Trabzon. Burada her an silahlar çekilir." Aynen sevgilime katılıyorum. "Bende buralıyım Hami." O da haklı şimdi. Sevgilim elimde biraz çekirdek aldı. "Önden alıştırma yapmak istersen bir yer ayarlarız." Bak bak sevgilime, aşkıma, böceğime. "Sağ ol çok düşüncelisin." "Öyledir böceğim" dedim kafalar bir anda bana döndü. "Ne!" dedim sonra şaşırarak. Hami kırıldı geçti gülmekten. "Sesli söyledim ya." "Sen içinden bana böceğim mi diyorsun ya, yerim seni." Kafamı öperken çocukların gülmekten bir kıçlarını açmadıkları kaldı. Salih kalkıp taklidimi yapmaya başladı. "Binim sivdiğim idimi bindin bişki kimsi silih çikimiz... Çikimiz. Çikimiz!" Ha gülmekten atın kendinizi denize, çok komik. "Salih!" "Yengem." "Sus lan. Uy telefonum çalayi, anamdır" deyip çıkardım ama Selo'ydu arayan. "Söyle ballim." "Nerdesin?" "Sahil, niye?" "Buse'yle konuştun mu?" "Yo, niye?" "Olandan haberin yok senin." "Ne oldu ki?" "Buse, İbo'nun annesiyle kavga etmiş." Yavaşça ayağa kalktım. "İbo öğrenmiş." "Ay deme." "Buse çıktı gitti buradan. Ben İbo'nun yanındayım, sen Buse -" "Tamam tamam ört" deyip telefonu kapattım. Buse'yi arayıp kulağıma koydum. "Ne olmuş?" "Buse, İbo'ya söylemiş." "Neyi?" dedi. "Sen bilmiyorsun!" dedim cevapsıza düşen telefonu indirirken. "Neyi Deniz?" Bekir'i aradım. O da hemen açtı. "Nerde?" "Çalışıyor." "İyi mi?" "Yani, gözüm üstünde. Bir gariplik yok gibi Deniz, ben anlamıyor muyum acaba? Kadının camını çerçevesini indirmiş. Selen için kendini paralamış ya." O tam olarak öyle değildir ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. "Ben hemen geliyorum." Çantamı alıp hızla yürümeye başladım. Hami ve Demirhan peşimden gelirken yoldan karşıya geçtim. Koşa koşa Buse'nin kafeye gidiyorduk. Bebeğinin nasıl öldüğünü yalnızca ben ve Selo biliyorduk. Bekir bir şey olduğundan hep şüphelendi ama kardeşi katil olmasın diye söylemedi Buse. Kafeye girdiğimizde Buse masa topluyordu. "Lokumum" diyerek çantamı bırakıp kollarımı boynuna sardım. "İyi misin?" "İyiyim canım." "Beni neden aramadın?" "Önemli bir şey yok çünkü." "Buse!" Ayrılıp kollarını tuttum. "Valla" dedi ortamı işaret ederek. "Hoş geldiniz, oturun." Ben Buse'nin peşinde dolanırken bilmeyenler oturdu sakin sakin duruyordu. İçim öyle telaşlıydı ki bir göz dolması yeterdi. Buse müşterilere bakıyordu. Zaten pekte kimse yoktu. Ona yardım ediyordu, yüzüne yüzüne bakıyordum. Çok sessizdi. Masayı topluyorduk. "Nasıl oldu?" "Sonra konuşuruz canım." "Buse endişeleniyorum." Derin bir nefes aldı. "Gayet iyiyim." "Bana gidelim mi? Bende kalırsın." "Gerek yok canım. Annem de duymuş kavgayı, arayıp durdu." "Ben geleyim o zaman." "Gerçekten endişe edecek bir şey yok. Hadi sende otur, kahve getireyim bize." "Peki canım. Sen öyle diyorsan." "Öyle öyle" diyerek tepsiyi elimden alıp gitmeye başladı. Masaya geçtim bizimkilerin yanına. "Selo yok" dedi Bekir. "Bekir, sırası değil canım." "İbo'yu teselli ediyordur canı arkadaşı." "Onun da desteğe ihtiyacı vardır." "Ne ihtiyacı olacak ya? O kendini tamir etmiş bir adam, evlendi sonuçta. Karısı teselli ederdi onu. Bekir topladığımız zamanlarda bir aksilik çıkarmıyordu ama böyle zamanlarda öfkesi coşuyordu. Telefonu çaldı. Karısı arayınca gitmesi gerekti. "Sen biraz kal, ben ablamı almaya geleceğim." "Tamam." Bekir ablasına haber verip çıkıp gittiğinde rahat bir nefes verdim. "Şimdi beni iyi dinleyin" dedim Hami ve Demirhan'a. "İbo sakladığımız bir sırrı öğrendi. Bunu Buse'nin ailesinden saklamaya devam ediyoruz. Yani burada olurda onun ne olduğunu öğrenirseniz, sizde saklayacaksınız." "Söylesene yavrum şunu." "Ben söyleyemem Hami, Buse isterse söyler." Buse kahvelerle geldiğinde tepsiyi elinden alıp masaya koydum. "Otur şuraya bebeğim." Oturup hırkasını kendine sararak kollarını bağladı. "Ne oldu anlat bakayım?" "Bugün öğleden sonra alışverişe çıktım ya." "Hı hı." Kahveleri masaya koyup tepsiyi öte uca koydum. "Selen'i gördüm, ağlıyordu." "Allah Allah." "Bende böyle dedim gittim yanına." "Hı!" "Ya Deniz" dedi Hami. "Araya girme. Hı ne ya?" "Susar mısın böceğim?" Buse buna halsizce güldü. "Ya yerim sizi. İşte sordum ne oldu diye. Meğerse İbo'nun annesi -" "Ki kendisi anne değil, tam bir ors!" "Aynen canım. Bir mesajlar atmış kıza kan beynime sıçradı." "Ne yazmış?" "Aaa böyle mi oluyor artık? Bölmesene sevgilim anlatsın kız." "Ben Selen'den daha iyiymişim." "Hı" yaptım ağzımın içinden. "Vay küfür vay." "Selen ona oğlunu göstermiyormuş, ben öyle yapmamışım hiç. Benim ağzım varmış, dilim yokmuş." "Utanmaz!" "Ki ne utanmaz. Aldım Selen'i gittim. Kırdım camını çerçevesini, ağzıma geleni söyledim işte. Zaten yola çıkarken İbo'yu aradım, peşimizden geldi. Bende saydım söyledim." "Onu da söylemişsin." "İyi olmadı ama, bizimkiler duyarsa öldürürler onları. Bekir ayrı, babam ayrı. Biraz rahatladım ama bizimkiler için endişe ediyorum. Bekir'i biliyorsun, tutamam ben onu. Baba olacağım da demez gözü dönerse." Hami - "Konuyu tam olarak anlatırsan ben tutarım Bekir'i." "Ağlamak istemiyorum ya, Deniz anlatsın sana." "Peki nasıl geçti sonra." Saçını yüzünün kenarına çekip elini tuttum. "İyiydi. Kızımın mezarına bakım yaptık birlikte. Çünkü yapacak başka hiçbir şey yok. Zamanı geri de alamayız. Garip bir uyuşukluk içindeyim, boğazımda söylenmemişin acısı yok artık. İbo her şeyi biliyor, bende bunun vicdan yükünü taşımıyorum. Aman annesiyle arası açılmasın diyecek gücüm yitti. Kendi anneme bakıyorum, Zennur ablaya, Selo'nun annesi Fatma teyzemize. Biz bu kadınları biliyoruz Deniz, evlatları için neler yapacaklarını biliyoruz ama bunların içinde evladının evladına kıymak yok. " Hami -" Allah seni kahretmesin "dedi neredeyse yıkılarak Demirhan başını öne eğerek alnını sıktı. " Daha hiçbir şeye şaşırmam ama. " " Hadi gidelim, kusana kadar ağlarız istersen. " " Kavanoz kavanoz çikolata da alalım. " " Şirketini satın alırım lokumum sen iste yeter. Hami kafe sizde bebeğim." "Tamam sevgilim, hallederiz. Bir şeye ihtiyaç olursa ara saat kaç olursa olsun." "Seni" deyip çenesini sıktım. "Yerim." "Bende seni" deyip yanaklarımı sıktı. "Hesabı alabilir miyiz?" "Baktım" diyerek kalktı Demirhan Buse ve ben çıktık. Buse'nin arabasına binip yola çıktık. Çikolata aldık bolca, oradan Sürmene'ye, anne baba evine geldik. Kadın yüreği ağzında beklermiş meğer. Annesiyle sarıldığı anda, daha kapının ağzında başladık ağlamaya. İnsan evladının acısını dayanamaz, bu kadınlarda ben bunu gördüm. Buse çok güçlüydü. O kadar güçlüydü ki, hayran oluyorum her seferinde ona. Hem acısını çeker, hemde işini yapar, hayatına bakar, kendine bakar. Tabi buraya kadar kolay değildi ama Buse çareyi kendi buldu. Baktı depresyonda hayat çok zor silkelendi ayağa kalktı. Ondan beridir de gözyaşı içine akar ama o gülücükler saçar. * Demirhan gece olunca yine annesiyle sohbete tutuştu. Üstünü değiştirmiş yatmıştı annesi yanına geldiğinde. Oğlunun yanına yarın uzanmış, başlığa yaslanmıştı. Neden geç kaldından açıldı konu, sonra olanları anlattı birer. "Kan dondurucu." "Öyle anne, duyunca afalladım zaten. Çok sohbet etmek istedim ama onunla. Ağzımı bile açamadım. Benimle konuşmuyor, canım sıkılıyor." "Ya bence Buse, Deniz'e olan düşkünlüğünden kesti sohbeti seninle." "Neden? Arkadaşız sonuçta. Ben Deniz'le de arkadaşım anne." "Ama Deniz'e bir şeyler hissediyorsun." "Hayır canım, geçti o." "Gerçekten mi?" dedi kadın şaşkınca. "Tabi canım. Hami'yle sevgili olmuşlar, sevindim. Niye sevindim bilmiyorum ama asla. " "Yani oğlum aşk dediğin öyle kolay geçmez." "Aşk değilmiş o zaman. Yoğun hoşlantı da aşk sanılır bence." "Kuvvetle muhtemel, zaten bu hep karıştırılır. Tamam test edelim. Çok basit bir soru soracağım sana." "Tamam." "Deniz nasıl çiçek sever?" Düşündü, hiç görmedi etrafında. "Bilmem, cevap vermek zor." "Peki Buse nasıl çiçek sever?" "Ha saksıda" dedi hiç düşünmeden. "Kafenin antresinde bir sürü çiçeği var, her sabah suluyor onları, güneşe çıkarıyor, güneş çok yakıyorsa geri alıyor, yerlerini değiştiriyor, onlarla konuşuyor, şarkı söylüyor. Öyle bakıyor onlara çocuk gibi. Hatta benle muhabbeti kesmeden önce, ona saksı çiçeği almış vermiştim. Çok mutlu olmuştu. Ad bile verdi onlara. " " Basit mutlulukları var öyle mi? " " Evet ya. Lunaparkta ne kadar eğlendi. Atlı karıncada mest oldu. Çok acayip bir kadın ya. Derin de yandan. Mesela çok derin şarkılar dinler. Barış Manço'nun benden öte benden ziyade şarkısı varya, bayılıyor ona. Ben öylesine dinleyip geçerim mesela, dinlemem bile. Anlamazsan kapatırım öyle dinlemem. Ben rap seviyorum, onu da biliyor, benimle birlikte söylüyor falan. Çok başka bir dünya Buse, inanılmaz bir kadın. " " Hım, öyle diyorsun. Peki bebeğim şöyle olabilir mi? Buse senden hoşlanmaya başladığını anlayınca muhabbeti kesmiş olabilir mi? Yani senin Deniz'e hislerin var sanıyor ya. Deniz'le kötü olmak istemediği için mesela? " " Bilmem "diyerek doğruldu." Olabilir mi ki? "derken belli belirsiz bir tebessüm oturdu yüzüne." Buse benden hoşlanır mı ya? Ben onun hoşlanacağı bir adam değilim bence, o derin bir şey bekliyordur. Ben çok basit bir insanım. Kahve içerim, rap dinlerim ve durmadan çalışırım bu. " " Demirhan, bazen çok komik oluyorsun. Biz kadınlar sevgili oğlum, yüzümüzü güldüren, bize iyi hissettiren adamlardan hoşlanırız. Bizimle çocuk olan yeri gelince. Sevdiğimiz şeylere saygı duyan ve sevdiğimiz hediye eden adamlardan. " " Yok ya! Kafamı karıştırdın anne. " " Bilmiyorum ben öyle sezinledim. " " Ben bunu nasıl anlayacağım? Kendi kendime hallenmeyeyim, rezil olurum. " " Akışına bırak. Anlaşılır zaten. İyi geceler canım. " " İyi geceler. " Demirhan düşünceler içinde geri yattı. İhtimal vermiyordu ama ihtimal vermek için de can atıyordu... * Buse öğleden sonra gelmişti kafeye. Yoğun duygular dolu bir gece geçirdi. Başı biraz uyuşuktu. Çantasını kasanın üstüne koyup. " Kolay gelsin çocuklar" diyerek bara gitti. "Sağ ol abla." "Ne yaptınız? Çok gelen oldu mu?" "Yok abla, Demirhan Bey vardı sabah, yardım sağ olsun. Toplantısı varmış gitti ama bunu sana bıraktı" dedi kutuyu göstererek. Buse lacivert, şık kutunun yanına gidip kapağını açtı. Kapağı kenara bırakıp içinde gördüğü kaktüs saksısını aldı, henüz çok küçüktü. Onu kenara bırakıp tabanda ki plakları çıkardı. Sezen Aksu, Barış Manço plaklarıydı onlar. Tebessüm ederek bir not aradı ve buldu. Kartpostal! Yaz mevsimi resmi olan bir kartpostal. İkiye ayırdığında onun el yazısını gördü. Şöyle yazıyordu. Kaktüsün kötü enerjiyi temizlemek, stresi azaltmak gibi güçlü özellikleri varmış. Şu sıra en çok buna ihtiyacın olduğunu düşündüm. Seninle dinlesem inanılmaz keyif alırım dediğim Barış Manço ve Sezen Aksu plakları da yanında derdine derman olsun. Keşke daha fazlası gelseydi elimden. Duygularını iyileştirmek elimde olsaydı yapardım. Sürekli güldüğünü görmek için seninle sonsuza kadar lunaparka gidebilirdim. Benimle konuşmak istemiyorsun anlıyorum. Yine de hayatıma kısa bir zaman da olsa uğradığın için teşekkür ederim... Yüzüne düşen iki ince yaşı sildi. Çok övülmeye gelemiyordu Buse. Birilerinin onda fark ettiği şeyleri dile getirmesi çok hoşuna gidiyordu ama duymak pek kolay değildi. O imaji kaybederim diye korkardı. Demirhan basit cümlelerle yapacağını yapmıştı. Buse kafeden çıkıp birkaç dükkan yukarıya gidip hediyelik eşya dükkanına girdi. Daha önce defalarca girdiği ve yerini bildiği şeyin yanına gitti. * Toplantıdan çıktılar. Deniz kafası karışmış bir şekilde peşinde koşuyordu. "Nasıl yani?" "Ne nasıl yani?" "Burada işin bitince Londra'ya mı gideceksin?" "Evet" diyerek odasına girdi. "Bana neden sormadın?" "Neyi?" derken masanın üstünde ki kutuyu fark etti. "Burada kalmanı isteyeceğim ben belki. İşin hiç değişmeyecek gibi planlar yapıyorumdur olamaz mı?" Kutuyu açmak için sabırsızlanıyordu. "Sonra konuşuruz mu?" "Ne?" "He şey" dedi sonra aklına gelirken. "Deniz mezuniyet akşamı söylediğim şeyi unutsak olur mu?" diye sordu. Deniz, "Neyi?" dedi. "Hani dedim ya?" "Hatırlatacak mısın gerçekten?" "He unuttun! Tamam oh, rahatladım. O zaman bütün samimiyetimle, samimiyetine güvenerek sana bir şey danışmak istiyorum." "Tabi ki." "Arkadaş olduğumuza inanarak." "Kesinlikle öyle." "Ben beceriksiz miyim anlamadım. Buse'nin kalbini mi kırdım onu da anlamadım." "Kırmak değil de, ıım kendini korumaya almak diyelim." "Tamam öyle olsun. Ben onu bir yerlere götürmek istiyorum. Onun için bir şeyler yapmak istiyorum, mutlu olacağı şeyler. Sen bilirsin, biraz yardımcı olur musun?" "Tabi ki olurum, manyak." "Efendim!" "Manyak değil, onu kendime dedim. Evet, Buse basit şeylerden hoşlanır ama onu sakın ama sakın deniz fenerine götürme. O başka bir hikaye çünkü. Film izlemeyi sinemada sever ama sen bunu daha şık, daha süslü bir şekile yapabilirsin. Jesti sana bırakıyorum, onu da ben demeyeyim. Onu Çal mağarasına götür, çok seviyor orayı, huzurlu buluyor. Yanında mutlaka battaniye, sıcak kahve olsun. Çünkü seni o gezdirir, kendini ormanda, göl kenarında, tenhada bir yerde bulabilirsin. He çok çok önemli pilli radyo olsun yanında, Türk Sanat müziği kanalı mümkünse. " " Battaniye, kahve, radyo tamam. " " Başka bir şey sormak istersen ben buralardayım. " " Şimdilik bu kadar çok teşekkür ederim. " " Rica ederim. " Deniz odadan çıktığında masanın etrafında dolanıp yerine oturdu. Beyaz, şık kutuyu önüne çekerek kapağını açtı. İçinden bir kar küresi çıktı. En büyüğünden. İçinde yapraksız bir ağaç vardı ve mor ışığı. Hemen altından çıkan kartpostal kış manzaralıydı. Şöyle yazıyordu. Kışı çok sevdiğini anlıyorum garip bir şekilde. Hiçte söylemedin oysa. Bu defalarca gördüğüm ve hepte gözümün takıldığı kar küresinin bir sırrı olduğunu düşünmeye başlıyordum ciddi ciddi. Meğerse benim sana hediyem olacakmış. O zaman şöyle yapıyoruz. Sen kışı neden sevdiğini anlatmak için buraya geliyorsun, bende bize masa hazırlıyorum. İçini sarmalayan heyecanla kar küresini alarak geri yasladı. Ters düz ettiğinde içinde uçuşan kar tanelerini izledi. Elinde ki notu defalarca okudu ve hayır geçmedi, ilk okuduğunda ki hissi bedeninde gezmeye devam etti. |
0% |