@betulokssuz
|
1 yıl sonra, Aralık. "Pisi pisi." Etrafıma toplanan kedilerin önüne mama koydum. Her sabah olduğu gibi bu sabah da işe gidiyordu bu kadın. Stüdyoda işlerim şu geçen bir senede o kadar büyüdü ki salonu değiştirip keman hocası, gitar hocası, bateri hocası, çello hocası kattım bünyeme. Şimdi üç katlı bir yapıda özel müzik eğitimi dersleri veriyorduk. İyi de kazanıyorduk. Şimdiler sınıflar dolusu öğrencilerimiz vardı. Bunu dersler olarak yapıyorduk. Bizim miniklerle hafta sonlarımız doluydu. Okuldan dolayı hafta içi onları alamıyorduk. Hafta içinden genç, yetişkin insanlara ders veriyorduk. Müzik okulu olduk enteresan bir şekilde. Sevdiğim iş buymuş meğer. Halihazırda ileri derece derslerim vardı benim de. Piyano çalma konusunda eksiklerim olduğunu biliyordum ve ders verirken kendi eksiklerimi tamamlıyordum. Esnafa selam vererek gidiyordum. Selo çıktı her zamanki köşeden. Evi merkezin ortasında bir sokak arasında çünkü. "Ballim." "Ballim. Nasıl gidiyor?" "Uykum çok var, kendimi bitik hissediyorum ama gayet başarılıyım." Selo on beş gün önce baba oldu. İlk aylar çocuğumuz olmayacak diye korktular ama rabbim ışığını tuttu ve oldu. On beş gün önce doğdu oğlumuz Biran. Çok tatlıydı. Geceleri uyutmuyor, ondan böyle konuşuyordu Selo. " Sen başarılı bir babasın, ben sana inanıyorum canım benim." "Sağ ol canım. Bu akşam ne yapıyorsun?" "Artvin'e gidiyorum." "Tamam, bir ara toplanalım ya. İyi değilim." "Buse fellik fellik gezmeyi bırakırsa inşallah." "Ha ha bırak gezsin yav." Buse evleneli tam altı ay oldu. Haziranın başında yaptılar görkemli bir düğün. Sonra Demirhan kıçının üstüne oturmaz bir adam olduğu için Trabzon'a uğramaz oldular. Sürekli iş gezisindelerdi. Demirhan uluslararası temsilcilik yapıyordu. Babası şirketin yakasını bırakmayınca o babasını bıraktı, hem yarı yolda, hemde yapayalnız. İbo ve Selen evlat edinme için uğraşıyorlardı. Artık zamanı gelmişti anne baba olmanın. Bir çocuk evlat edinecekler. Onlar için ayrıca mutluyuz. Bekir'in dünya güzeli bir kızı var. Şimdi bir yaşında Selina. O kadar güzeldi ki. Her gördüğümde ağzını burnunu yiyorum. Çok zilli çok. İçime sokacağım, öyle güzel. Hami'nin de kızı oldu. Hatta erken doğdu. İki ay küvözde kaldı. Ölür demişler, ciğerleri yetersiz. Ne olduysa oldu ve yaşadı Defne Façalı. Yaşına girdi daha yeni. Kıvırcık saçları var, boncuk boncuk ela gözleri babasının gözleri gibi. Çok konuşuyordu ve iki lafından biri baba. Aşık o uçkursuza, yapacak bir şey yok. Kız çocuğu işte. Cemali biriyle görüşüyormuş. Henüz birbirlerini tanıma yolundalarmış. Benimle görüşmediği için ben Bekir'den duyuyordum. Karşılaşırsak kısa bir merhabayla geçip gidiyordu. Benimle neden konuşmadığını bir türlü anlayamıyordum. Benim okula, Selo'nun limana giden yollarımız ayrıldı. Okula girdiğimde bekleme alanında üç çocuk, bir kadın karşıladı beni. "Yasemin! Ay çiçeklerim." Çocuklara sarıldım sıkı sıkı. İkizlerin bakımlı olduğu yüzlerinden, enerjilerinden belli oluyordu. Narin'in güzelliği zaten. Okula başladı küçük, birinci sınıfa gidiyor. "Barut'la geldik, onun işi vardı seni görmek isteyince bizi buraya bıraktı. Deniz ablama gidelim dedi ikizler." "Hım öyle mi? Buyurun bakalım." Misafirlerimizin beklediği odaya girdik. Kabanımı ve içinden telefonumu aldıktan sonra çantamı asistanıma verdim. "Bize kahve getir misin canım? Çocuklara bir şeyler hazırlayın." "Tabi." Yasemin'le yan yana oturduk koltuğa. "Nasılsın Yasemin, iyi misin? Benden bir isteğin var mı?" "Saçmalama Deniz, sen yapacağını yaptın zaten. Bu huzuru sana borçluyum." "Eh sus be." "İyiyim, çok iyiyiz. Narin çok yoruyor beni sesleri öğrenirken. İkizleri anaokuluna vermek için geç kalınca alternatif bir şeyler bulalım dedi Barut. Ona bakıyor." "Özel anaokulu alırdı belki." "Konuşacak işte. Sen nasılsın, neler yapıyorsun? Okulun şahane." "Teşekkür ederim. Valla nasıl oldu anlamadım. Bir gün karar verdik, iki ayda açtık, üç ay olduktan sonra bina değiştirdik. İşler yolunda. Çok sevdiğim bir alandayım, ikinci evim gibi. Mutluyum, huzurluyum, sağlıklıyım. Elhamdülillah." "Çok sevindim. Herkes için elinden geleni fazla fazla yaptın, bir karşılığı olacaktı tabi. " " Ne yaptım ki? Bana kalsa hiçbir şey yapmadım. Bir kader vardı ve bir vesileye ihtiyaç oldu diye düşünüyorum. " " Vesile olmak istemeyedebilirdin. " " Doğru. Aman elime mi yapışacak falan dedim. " " Alemsin. " Kahveleri ve çocuklar için hazırlanan tabakları getirdi kızlar. " Sen anlat bakalım. Abim iyi davranıyor mu sana? Bir öküzlük yapıyorsa hemen bana söylüyorsun." "Ne diysın" dedi abim kapıdan girerken. Neredeyse kahveyi düşürecektim. Halime gülerek kahveyi bırakıp ayağa kalktım. Abimle sarıldık. "Hoş geldin." "Hoş buldum, n'ber fındık?" "İyiyim, sende n'ber?" "Hamd olsun." Geçip karşımıza oturdu. Onun için de bir kahve istedim. "Okul işi olmadı Yasemin. Artık seneye direkt okula başlayacaklar." Neden geç kaldığını anlıyordum. Annesini kaybetti tam okul senesinin başında. Yas tutarken kaçtı gitti işte. "Abi istersen burada bir şeyler yaparız biz ha! Küçük küçük eğitimler veririz. Okul öncesi öğretmen buluruz, bir sınıf yaparız. Tam ücretli olur ama ben yormam sizi." "Kuzum parasında değilim. Okul öncesi eğitim alsalar aslında iyi olur. Sen yaparsan daha güzel olur, içim rahat olur." "Valla olur. Gerekli izinleri hallederim ben. Ocak'la Haziran arasında yaparız. Hatta ben ikizlere müzik dersi bile aldırırım. Hangi çalgıyı öğrenmek istiyorlarsa öğrenirler." "Valla şahane. Ne diyorsun Yasemin?" "Güzel olur aslında. Narin de öğrenmek ister belki. Ben tamamım." "Sen tamamsan bende tamamım. Yapalım fındığım." "Hah harika. Servis işini de çözeriz." "Hiçbir masraftan kaçınmayız, aklında olsun. Yolu, okulu, ıvır zıvır her neyse işte." "Tamam abiciğim. Ben izinleri halledince konuşuruz gene." Yedik içtik, bolca sohbet ettikten sonra onları yolcu etmemle derse girmem arasında pek bir şey yoktu. Bir piyanoyla başladım ama şimdi tam on piyanom vardı. Canım amcalarım hediye etti, Demirhan ve İbo da keza. Peşi sıra diğer enstrümanlar bağış geldi. Zengin bir okul olduk. Dersten sonra da radyo programına konuk olacaktım. Okulu açtığımdan beri Karadeniz radyosu peşimi bırakmadı. Ne anlatacağım deyip reddettim ama sonunda kabul ettim. Çünkü bırakmıyor çağırmayı dingil radyocu. * Buz gibi Aralık ayında hafiften kar kokusu duyuluyordu. Cemali kırmızı ışıktaydı. Trabzon'un en işlek kavşağındaydı. Radyoda çalan Karadeniz şarkıları baymıştı. Radyonun sesini kıstı. Bir müşterisi vardı. Onu Çaykara'ya götürüyordu. "Evet sevgili Karadeniz radyosu sevenler. Koltuğuma oturdum, kulaklığımı taktım ve işte karşınızdayım. Ben Koray Hisarlı. Bugün özel bir konuğum var, kendisi radyomuza henüz gelmedi ama siz kim olduğunu biliyorsunuz. Sosyal medya hesabımda paylaştım. Deniz Şanlı birazdan burada olacak. Şimdi birkaç özel istek alalım, sonra konuğumu davet edeceğim. " Elini geri götürüp sesini açtı. Aynı radyoda anonsu duyan Hami de sesini açtı radyonun. Galeride, masa başındaydı. Restoranda Bekir saate bakıp koşa koşa gidip radyoyu açtı. Başlamıştı ama şarkı çalıyordu henüz. Trabzon semalarında yeni inen Buse arabaya biner binmez radyoyu açtı. Konuk olacağını biliyordu. "Ay başlamamış daha tamam." "Sakin ol sevgilim. Yemek yiyelim mi?" "Bu programı dinlemem gerek Demirhan. Sahile geçip ekmek arası yiyelim." "Olur." Depoda Tufan da aynı radyoyu dinliyordu. Selo da oturdu limanda ofisine, açtı radyoyu. Annesi evde radyo başındaydı. "Sevgili dinleyicilerimiz keyifler nasıl? Sosyal medyadan gelen mesajlarını okumaya başlamadan konuğuma hoş geldin demek istiyorum. Deniz Şanlı efendim" deyip alkış efekti yaptı. "Merhaba herkes. Öncelikle şunu söylemek istiyorum buraya tehdit ve şantajla geldim." Koray kahkaha atıp aa efekti verdi. "Asla böyle bir şey yok. Mübalağa ediyor. Kendisi benim arkadaşım. Biz aynı sene mimarlıktan mezun olduk. Ben mimarlık yapmayıp radyoya başladım, o mimarlık yapmayıp, müzik okulu açtı. Çok iyi okul oğlum." "Kesinlikle katılıyorum." "Sohbete devam edeceğiz ama şöyle bir listene baktım yine çok zevklisin. Önce Emre Fel senden güzeli mi var? Sonra Tuğkan her yerim yangın dinliyoruz. Sonra sohbetimize kaldığımız yerden devam edeceğiz." Müzik arası verildi. Bu sırada herkes yerine işini halledip yerine yerleşti. " Hoş geldin Deniz. " " Hoş buldum Koray. " " Seni bomba gibi gördüm. Bize anlat bakalım nasıl başladı müzik okulu macerası? " " Valla bir akşam evde oturuyorduk annemle. Mimarlık yapmak istemediğimi fark ettim. Çünkü ben bu işi baba mesleği olarak görüyordum ancak beni mutlu etmedi. Beni neyin mutlu edeceğimi konuşurken annem dedi küçük bir yer tutalım, ders ver diye. " " Fikir sahibi anne diyoruz o zaman. " " Elbette. Başımın tacı. " " "Bebeğim "dedi radyoya doğru. " Peki nasıl oldu? " " Hemen ertesi gün küçük bir dükkan bulduk. Orayı ufak bir stüdyo haline getirdik. Şanlı Müzik Okulu koyduk adını. " " Çok güzel. " " Ben işte diyorum haftada dört öğrencim olur, rahat rahat yaparım dedim bunu. Hemde hoşuma giden bir şey müzik. Piyanoyu üniversitede öğrendim biliyorsun. Mimarlıktan bölümü birinci olarak mezun oldum, sende oradaydın. " " Tabi canım. En güzel mezuniyet fotoğraflarını senin tuttuğun fotoğrafçı çekmiş ve bize vermedin onlardan. " " Niye verecekmişim para verdim ben onlara. " " Asla cimriliği yoktur arkadaşımın bu arada sevgili dinleyenler. Yine de albümden telefonlara fotoğrafları çekip ailelerimize göstermemize izin verdi yüce gönüllülük edip. " Gülme efekti. " Deniz'in zevkli listesinden iki şarkı daha geliyor, peşinden devam edeceğiz. Toygar ışıklı söz olur, Mela Bedel canım şimdi Karadeniz radyolarında keyifli dinlemeler. Ayrılmayın efendim. " Şarkı arasında yine birkaç iş halledildi. Deniz'in sesi "Ne dedim de darıldın? Ay ay. Derdin ne senin a canım? Yine ne ettim, darıldın? Söyle benim mi günahım?" "Ağzına sağlık. Peki okul macerası nasıl gidiyor?" "Çok güzel. Ben okulu açtıktan sonra yer değiştirmek zorunda kaldım. İnanılmaz rağbet gördüm ve okulu büyüttüm. Şimdi benimle ve dört sevgili hocamızla birlikte bu serüveni devam ettiriyoruz. Heyecanlı, eğlenceli. " " Ben bizzat gittim gördüm sevgili dinleyicilerimiz. Miniklerden, yetişkinlere verilen derslerine baktım, izledim. Bunların hepsini korayhısarlı sosyal medya hesabımda bulabilirsiniz. Peki Deniz. Her başarılı kadın yalnızdır diyorlar, doğru mu? " " Hayır, her yara alan kadın yalnızlığı tercih eder. " " Peki senin yalnızlığın da tercih o zaman? " " Ben yalnızlığı tercih etmem. Çünkü yalnızlıktan hiç hoşlanmam. Zaten yalnızda değilim. Annem var, sevgili dostlarım var. " " Hıım güçlü kadınım ben, benim bir erkeğe ihtiyacım yok tonu muydu bu? " " Haa asla değil. Bir kere ben başarısız bir evlilik geçirdim. " " Peki bu sana ne öğretti? " " Bir daha asla evlenmemeyi. " Kahkaha efekti girdi araya. " Gerçekten hâlâ komiksin. İki şarkımız, bir reklam aramız var, bir yere ayrılmayın." Şarkılar ve reklamlar olurken bazı işlerde halledildi. " Çayımızı, kahvemizi aldık geldik. Rahat mısın canım? " " Rahatım, teşekkür ederim. " " Devam ediyoruz. Nasıl geçti son bir yıl?" "Valla yoğun geçti ama en çokta içimi dinlemekle. Hayatıma bir uğrayıp beni darmaduman ettiler ama ben uzun süre sıkıntı çekmeyi sevmediğimden kapattım geçtim. Beni kimse anlamaz ama arkadaşım Buse çok iyi tanır beni. Benden daha iyi tanır hatta." "Buse'ye kucak dolusu sevgiler gönderiyoruz." "O da uyarmadı mesela beni. Bak dikkat et, böyle böyle sanıyorsun demedi. Normalde yapardı. Ben bir uykuda olduğumu anladığımda yanımdan çok sevdiğim bir arkadaşım ayrıldı." "Nasıl bir ayrılıktı o?" "Berbat." "Teşekkürler, çok açıklayıcı oldu." Kahkaha efekti sonra. "Nasıl denir ki bu bilmiyorum. Bir kadınla tanışırken nezaketen elini öpersin öyle değil mi?" "Bu konuşma nereye gidiyor sayın dinleyiciler. Evet." "Vedalaşırken bileğini öpmezsin." Aa uu efekti. "Bir saniye bir saniye. Bir şey soracağım. İç mi, dış mı?" deyip kahkaha efektini patlattı. "İç diyormuşum. Neyse, sırada ki şarkı Çağan'dan olsun lütfen." "Çok yazık diyelim efendim, sonra yine burada olacağız." Cemali deniz kenarında dinliyordu bu yayını. "Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Peki Deniz bu iç hesaplaşma sende nasıl reaksiyon gösterdi?" "Ben çok çalışırdım. Derslerimde, ev işlerinde, yurtta odamda, evimde mutfakta. Benim düşünürken hep hareket etmek gerekirdi. Bu iç hesaplaşmada donup kaldığım oldu. Annemin bana bir şey oldu sandığı çok oldu. İçimin girdabına çekildim. Orayı hallettim, sıyrıldım. Yepyeni bir ben bu. " " Senin adına sevindim. Zaten muhteşem bir insansın. Kendini onarmaman bir tuhaf olurdu. Nasıl oldu peki? " " Ruhum nefes aldı Koray. Şu anda yaptığım işi yalnız yapıyorum. Biri mutlaka düşersem kaldırır diye düşünmüyorum. Hatta ben düşmekten eskisi kadar korkmuyorum. Düşersem uzanırım. " "Of efsane bir tanım oldu bu. Bu sözünden sonra Emir Can İğrek'ten zemin iyi gider. Ne diyordu?" "Zemine uzananlar düşemez." "Dinliyoruz efendim." Yayının sonuna doğru geliyorlardı. "Deniz'i aylarca aradım yayına gel diye, beni sürüm sürüm süründürdü. En son dedi ki gelirim ama istediğim gibi konuşurum. Tamam dedim, senden önemli mi? İstediğini söyle. Sendeyiz Deniz." "Teşekkürler Koray. Ben Deniz Şanlı. Şanlı Müzik okulunun sahibi, aynı zamanda piyano hocasıyım. Başıma çok enteresan bir şey geldi, bu yüzden yayına çıkmaya karar verdim. Dün küçük bir dostumla sohbet ettik. Bana ailesinin parası olmadığı için onu kursa göndermediklerini söyledi. Sevgili anneler babalar, benim verdiğim dersler tamamen ücretsiz. Çocuklarınız istiyorsa onları mutlaka getirin. Bir yolunu buluruz merak etmeyin. Benim kapım her zaman açık efendim. Çocuklarınızı getirebilirsiniz. Durumum yok demeyin, illa ki bir çözüm buluruz. Teşekkür ederim. " " Çok keyifli bir yayın oldu Deniz. Seni görmek çok güzel. " " Seni de öyle, çok teşekkür ederim. " " O zaman sen sürekli gelirsin. " " Şansını zorlama Koray. " " Peki peki. Buradan sevdiklerine ne söylemek istersin? " " Yoldaşını çok övme, ayrılık gelir demiş Mesnevi. Överek bitiremediğim herkesten yalnızlığımla ayrılmış durumdayım. Hepsi aile kurdu, haliyle hayat farklı gidiyor onlar için. Eskiden yaptığımız her şeyi çok özledim ama sizi seviyorum. Eşlerinizi seviyorum, çocuklarınızı seviyorum. Lokumu seviyorum. (Buse). Balı seviyorum. (Selo). İbişko'yu seviyorum. (İbo). Daha fazla büyümek istemiyorum. Beni ağırladığınız için teşekkür ediyor, defoluyorum. Kendinize çok iyi bakın, hoşça kalın. " Kısa bir introyla gitti Deniz. " Kardeş dünyanın en güzel şeyi öyle değil mi? Efenim Deniz Şanlı bizimleydi. Hem sohbet ettik, hem okulunu tanıttık. Kendisi çok çalışkan bir hocadır. Bir gün çocuğum olursa üç yaşında yanına vereceğim, bunun sözünü de vermiş olayım. Yine Emir Can İğrek'le devam ediyoruz. Defoluyorum Karadeniz radyosunda, keyifli dinlemeler. " Buse, Selo ve İbo kısacık bir an durup kaldı. Evlilik çok şey değiştiriyordu. Bu kötü bir şey değildi ama mazi özleniyordu. Deniz'i pek görmüyorlardı. Çok çalışıyordu ama Deniz onlara vakit ayırırdı. Vakit ayırmayan kendileriydi. Bunu anladılar. * O akşam herkes kafede toplandı. Deniz'e mesajlar attılar ama Deniz hiçbirine bakmadı. Aradılar, ona da bakan olmadı. "Ya ben ona geliyorum dedim, neden gitti?" diye söylendi Buse. Selo - "Artvin'e gideceğim dedi sabah. Sen ne zaman dedin geliyorum diye?" "Sabah. Kızdı mı acaba ya?" İbo - "Ferdi'yle gitmiştir. Storylerine bakalım. Bir şeye gitmedilerse onu ararız." Buse elinde ki telefondan sosyal medyaya, oradan Ferdi'nin profiline girdi. Birkaç manzara story, sonra birinin doğum gününden atmıştı önce. Sonra Deniz'in ağır roman oynadığı videoyu atmıştı. Deniz toplum içinde, bir görüşmede, arkadaşlarıylayken telefona asla bakmazdı. Sabah Yasemin'i görünce de telefona bakmaya fırsat olmadı. Sonra ders, oradan radyo, oradan Artvin derken telefonu eline bile alamadı. Selen - "Ne güzel oynuyor." "Oynar. Bir de ne zaman oynar böyle biliyor musun? Birini çok özlediğinde. Annesini özlediği zamanlarda ağır arabesk dinler, bazen ağır roman oynardı. Duygularını ifade edemediğini düşündüğünde, ağlamaya zaman bulamadığında hep müzikle, dansla görür işini" dedi Buse. "Ama dün gece konuştuk biz, iyiydi. Selo sen bilek mevzusunu biliyor musun?" "Hayır." "Anlatmamış bize o zaman. Çok kaptırdık ya, ben hallederim deyince hiç bir işine elimizi uzatmadık. Kötü oldu işte. Koptuk sanki. Ben onun iyi olduğunu anlamadan uyuyamam ya." Selo'nun bebeği küçük olunca ayrıldı kafeden. Sonra kimse kalmadı zaten. * " İyi geceler canım. " Ferdi beni sokağımın başında bıraktığında aheste aheste yürüyor, bir yandan yüzüne bakmadığım telefonu bulmaya çalışıyordum. Bugün çok dolu geçtiğinden keyfim yerindeydi. "Anne hadi hadi" diyen bizim sokağın afacanıyla başımı kaldırdım. Tahir peşinde annesiyle acele acele yürüyordu. "Hayırdır gece gece? Tahir!" Fırladı gitti caminin oraya doğru. "Ay sorma bacım. Caminin orada iki yabancı kamp yapacakmış. Onlara yiyecek bir şeyler götürüyoruz." "Hava soğuk kız." "Ne bileyim anam. Bisikletçiler dedi oğlan." "Yüreğini yediğim. Hele bende geleyim." Sonra geri döndüm. Sokakta çıkıp sol tarafta kalan camiye gittik. Caminin bahçesinde, küçük bir kovaya yaktıkları ateşin başındaydı iki genç adam. İki çadır, üç bisiklet vardı. "Merhaba" dediğimde nazikçe karşılık verdiler ama onların Türkçe'si bu kadardı. İngilizceden devam ettim. Çadırdan bir kız çıktı o sırada. Bu kız bu iki adamdan birinin kız kardeşi, diğerinin sevgilisi. Anladınız değil mi? "Toplanın" dedim "Toplanın. Bize gidiyoruz. Hava soğuk" dedim oğlum. "Burası Karadeniz bebeğim." Hayret ve minnet sesleriyle toplanırlarken gözümün içine içine bakan Tahir'e sardım kolumu. "Sende kal bizde. Benimle yatarsın aşkım." "Anne kalayım, anne kalayım mı? N'olur n'olur, lütfen." "Babana söyleyeyim, izin vermezse gelip alırım seni. İzin verirse de Deniz'i ararım." Misafirleri alıp bize geçtik. "Anne misafirlerimiz var. Çocuğun da geldi." "Misafir mi?" diye çıktı mutfaktan. "Aman, bunlar kim çocuğum?" "Bisiklet gezginleri anne. Bu gece caminin orada yatacaklarmış da hava soğuk diye eve getirdim." "Ne iyi ettin? Hoş geldiniz çocuklar." "Anne Türkçe bilmiyorlar. Sadece merhaba." "Olsun olsun. Masa hazırlayalım." Annem misafir telaşına girdiğinde salona aldım insanları. "Sarah, would you like to take a shower?" "Ov really?!" Herhalde yani. Sırayla duşa girip çimin dedim. Şimdi siz kaç gündür duş almamışsınızdır diye. Onlar için temiz havlular çıkarıp banyonun kapısının arkasına astım. Giyinmek için odamı kullanmalarını söyledikten sonra Sarah girdi önce duşa. Bu sırada masayı hazırladık Tahir'le. Çok sevmişti onları. Çocuk işte. Çocuklar birini sevmeyince sevmez yani. Uzun boylu ve uzun saçlı olanın adı Roberto. Aynı zamanda o Sarah'nın abisi. Kısa saçlı ama mavi gözlü olanın adı Hanry, Sarah'nın sevgilisi. Sırayla duşlarını aldılar. Sarah'a kendi pijamalarımdan verdim. Teşekkür ede ede bir hal oldular. Yemeklerini yiyen gezginlere çay içerek eşlik ediyor, sohbet ediyorduk. Tahir hiç susmuyor, onlara inatla Türkçe öğretmeye çalışıyordu. Beni tanımak istediler onlara kendimi anlattım. Dedim müzik okulum var. Bir şaşırdılar. Her şeye bu kadar büyük tepkiler veriyorlar, bir acayip oluyorum. Roberto müziği çok sevdiğini anlattı. Tarzlarını anlattı kendi dilinde ama heyecanla. Sakin ol aslan dinliyorum zaten. Piyano çalan hanımları her zaman büyüleyici bulduğunu ve onların bunu yaparak her şeyi elde edebileceğini söyledi. Arada bana evlenme teklifi etmese iyiydi. Tipin Hami'ye benziyor, hayatta olmaz deyip reddettikten sonra bir posta güldük. Masayı toplayıp koltuklara geçtik. Çaylarımızı içerken onlara piyano çaldığım birkaç kayıt izlettim. Pür dikkat izlediler. Roberto bana da verir misin dedi kayıtlardan birini. Tabi deyip birini verdiği mail adresine gönderdim. Herhalde izleyip izleyip beni hatırlayacak. Koltukları açıp yatak yaptık. Biri için yere yatar serdik. Herkes odasına çekildiğinde yatağıma konan küçük adamın yanına uzandım. "Dışarda üşürlerdi demi Deniz abla?" "Evet canım." "Onları evine davet etmen çok güzel." Tebessüm ettim. "İnsan dışarda kalamaz bu soğukta. Şimdi uyuyabilirim" diyerek bana arkasını döndü. Anca elime aldığım telefonda ki mesajlara birer birer cevap verdim. Buse gelmiş, kafede toplanmışlar, dağılmışlar, Buse köye çıkmış, yarın akşama kadar inmezmiş. Uzun yolculuktan sonra ailelerden sıra bana çok geç geliyordu. Evli olmasa onu her yerde bulurum ama evli olunca öyle olmuyordu. Sabah apartmanın önünde yolcu ediyorduk misafirleri. Teşekkür ede ede bir hal oldular yine. Sarah "This is the best thing that happened to us along the way. (Bu, yol boyunca başımıza gelen en iyi şey.)" "I feel honored. (Onur duydum.)" Bisikletlere binip yola koyuldular. El salladık uzunca. Tahir'in annesi geldiğinde gecenin nasıl geçtiğini anlattık iki taraftan. "Hay sen çok yaşa Deniz. Susmazdı benim oğlan. Bütün gece sorardı. Üşüdüler mi? Yattıkları yer rahat mı? Gidip bakalım mı? Anne yağmur yağar mı? Uyutmazdı bizi biliyorum." "Gönlünü yerim ben bunun ya. Al bakalım emanetini, bende işe gidiyorum. Work work work. Sende okula bakalım. " Cüzdanımdan biraz para çıkarıp verdim okul harçlığı yapsın diye. Onunla da sarılıp ayrıldıktan sonra düştüm okulumun yollarına. Sokaklarımda yürümeyi sevdiğim kadar sevdiğim başka bir şey yoktu sanırım. Her köşeden çıkan insanlarla selamlaşmayı, ayak üstü laflamayı ve günümü kolaylaştıran dualar almayı. Sevdiğim şeyler basit şeyler gibi gelebilirdi ama bir gerçek var ki kendi sokağında arkana bakmadan yürümenin ne kadar kıymetli olduğunu negatif toplum bozukluğunda anlamak biz kadınların gerçekliğiydi. "Seni ağzına sıçtığımın uşağı" diye bir ses duydum. Her sabah mütemadiyen babasını çileden çıkaran kazık kadar adamın bir de babasından kaçışını izlemek en büyük keyfim oluyordu. "Ula Hüseyin" dediğimde yanıma kadar gelip arkama saklandı. "Ne yaptın yine lan?" "Bu da ne desem kızıyor arkadaş. Evlatlık mıyım neyim?" "Evlatlık diye seni mi alırdım it" dedi babası. Yıkıldım gülmekten. Bir şey fırlatacaktı adam ama beni siper etti kendine, adam atmaya kıyamıyor. "Çekil kizum." "Çekilemiyrum." "Gelme lan eve. İş bulmadan, adam olmadan gelme. Beni evlat katili edecek" diye diye evine girdi. Hüseyin'le güle güle yürümeye başladık. Yolumuzun üstünde iki simit, iki çay aldı erkek. Bende her sabahki gibi kutuya para attım. Çocuklarım var benim bir sürü. "İş bulamıyorsan ben bulayım bak, böyle olmaz." "Yok be. Çalışasım yok. Bir aydır boşum, çileden çıktı. Az dinleneceğim, yıllardır harıl harıl çalışıyorum, ağır sanayide çalıştım bir de. Gözüne battım enteresan bir şekilde." "Enteresan diysın." Bir banka oturduk. "Ne yapıyorsun kız? Nasıl gidiyor iş güç?" "Mükemmel. Bende işler yolunda." "Aman iyi ol. Sana ne diyeceğim." "Ula ne zaman otursam senle bana bir şey diyorsun ya." "Geçen seninle oturduk ya sahilde." "Hee!" "Seni sordu." "Kim?" "Biliysın!" "Of yine mi ya?" "Beğeniyor seni işte. Bir bak bakalım olur mu olmaz mı?" "Olmaz oğlum. Ben annemi bırakamam. Evlenecek olsam mutlaka evlenirim zaten ama annemi yalnız bırakmak istemiyorum." "Ama bak adam öğretmen." "Biliyorum Hüseyin. Tanıştık ya ablasının kızına ders verdik yazın." "Tamam işte, o öğretmen, sen mimar, aynı zamanda öğretmen. İyi anlaşırsınız." "Yok be. Konuşursan söyle, niyetim yok." "Sen bilirsin. Kaçtım ben." "Bende." Aldım voltamı, geçtim yolun karşısına. Çarşıya girdiğimde ufak bir şey çıktı önüme. Peşinde Hami. Hadi buyur. "Telefonu kıracağım şimdi ha" diyordu telefonda. "Tamam kapat" deyip telefonu kapattı. Defne'nin önüne çöküp ellerini tuttum. Pembe montu, pembe beresi eldivenleriyle yine pamuk şekeri gibi. "Günaydın güzelim. N'ber?" "İyi" diyerek elimi bırakıp kolyemi tuttu. "Benim?!" dedi kendini göstererek. Nasıl senin acaba komik kız. "Defne!" dedi babası. "Sus be. Olsun" diyerek kolyemi çıkarıp onun boynuna taktım. Çok sevindi. "Baba." "Çok güzel kızım" diyerek kucağına aldı. Ayağa kalktım bende. "Nasılsın?" "İyi sen?" "İyi bende gördüğün gibi." İmrenmiyorum diyemezdim. Herkes yuvasını kurdu, herkes bir hayat yaşadığının farkında. Çocuk sahibi oldular. Kendilerine ait özel yaşam alanlarına birini alıp, onunla hemhal oldular. Ben yalnız yatmanın ne kadar rahatsız ettiğini fark ettiğim bir dönemdeyim. Okul çağlarım geçti. İşimi kurdum. Hayatım hiç olmadığı kadar yolunda gidiyordu. İnsan paylaşmak istiyormuş hayatını, bunu anlamak pahalıya patladı. Rüyadan uyanmak, hemde farkına varmak bir gecede her şeyin ve bileğimde yaşayan bir öpücük hepsi o kadar...
|
0% |