Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.BÖLÜM - FIRSATLAR

@betulokssuz

Sahilde oturuyorduk Ferdi'yle. İnsanın yarası, dolaylı da olsa yarasın benzer. Onu bir başka bir seviyordum. Çok iyi bir çocuktu o hayata rağmen. Onun yanında dertlerimi unutuyordum, onunla sohbet edince kendimi iyi hissediyordum.

"Bu Bahar mevzusu çok çetrefilli Ferdi."

"Biliyorum. Kendimi tutuyorum, bu tuttuğum halim ama onu çok özlüyorum Deniz. Ben ona kadar hiç böyle şeyler hissetmedim. İçim coşuyor anladın mı?"

"Ah tatlım anlamaz mıyım? Of ya niye böyle bir sevda düştü payına, senin için üzülüyorum."

"Benim hayatımda ne kolay oldu ki bu olsun."

"Deme öyle."

"Ömer abimi çok seviyorum Deniz, baba gibi adam. Onun gözleri üstümde, sürekli beni korumaya çalışıyor, bunlar ruhumu onarıyor. Bahar da gençlik heyecanı, ilk aşk, ne bileyim öyle şeyler."

"Naif çocuğum benim. Olsun bakalım, yarın ne olur bilinmez sonuçta. Senin için en doğrusu olacaktır, buna inanıyorum."

"İyi böyle ya, sakin. Hem okulum var. Annem okumamı, mesleğim olmasını çok istiyor; bende onun mutlu olmasını istiyorum. Sonra askerlik var. Bizim yolumuz var yani. "

Güldüm. İki litre kolayı içtik, bir büyük paket çekirdeği tükettik. Saatte epey oldu.

"Sen iyi olacak mısın?"

"Bilmiyorum Ferdi. Şu sıra hiçbir şey bilmiyorum ya. Akışına bıraktım gidiyor."

"O amcana ayar oldum."

"Alt üst etti beni, her zaman olduğu gibi."

"Üzülme sen onun sözlerine. Kendini biliyorsun sonuçta."

Tebessüm ettim. Öyle tabi de, bir gerçektir ki dulsan dulsun. Ben dul bir kadın yüzünden dul oldum. Adımın yanında yakıştırmalar yapacaklar. İnsanlar diline geldiği konuşacak bunları biliyordum.

Çöpleri toplayıp kalktık. Sahil boyunu aheste aheste yürüyerek limana vardık. Hâlâ gitmeyenler vardı.

"Hah, hadi bakalım" dedi Ömer abi. "Ecem, gel kızım."

"Ben dedemle gidebilir miyim?" dedi ellerini bağlayıp sağa sola sallanarak. Şu kızın tatlılığı.

"Tabi ki gidebilirsin de kıyafetin var mı?"

"Orada var."

"Tamam o zaman, sizi de bırakayım. Baba, hadi" die seslendi. Vefa amca miçoları rahat bırakıp ayrıldı yanlarından. Ferdi kardeşinin üstüne montunu koydu. Zaten vardı ama hava daha bir serin olmuştu. Her beraber Ömer abinin arabasına bindik. Köye doğru yola koyulduk.

"Deniz, bir ihtiyacun var mi yavrum?"

"Sağ ol Vefa amca, yok şimdilik."

"Olursa de bağa, heç çekunme."

"Var ol."

Babamın, onun gibi gönlü güzel dostları. Ben babaannemin evinde yokluk içindeydim ama sokağa çıkınca en zengin bendim. İnsanlarımız var çünkü. İyi ki varlar, iyi ki.

Vefa amcayı ve Ecem'i bıraktıktan sonra Ömer abilerin evine gittik. Hasret abla açtı kapıyı. Daha kapıdan girmemizle Ömer abi şarkı söylemeye başladı.

"O gözleri, kaşlari. Onun o bakişlari, onun o bakişlari, onun o bakişlari."

Kapının ağzında nemalanan biz horon tepmeye başladık Ferdi'yle. Hasret abla da keza.

"O gözleri, kaşlari. Onun o bakişlari, onun o bakişlari, onun o bakişlari. Görünce hızlaniyi kalbumun atişlari, kalbumun atişlari, kalbumun atişlari."

O kadar güzellerdi ki. Hasret ablanın gülerken gözlerinin parlaması muazzamdı. Eşine bakınca gözlerinin içi gülüyorsa doğru yerdesin işte. Alnını öptü Ömer abi.

" Hoş geldiniz. "

" Hoş bulduk gülüm. Ne yaptın? "

" Tatlı yaptım Deniz de gelecek diye. Çay demledim. Nerde benim küçüğüm?"

"Sence anne?" dedi Ferdi. Montlarımızı çıkarıp astık.

"Dedesine gitti tabi. Bende soruyorum. Geçin geçin. Güzelim" deyince sımsıkı sarıldık. Şefkate ihtiyacım var ama anneden ve doğrudan. Yürekten, sıcacık ve samimi. Orada uyuyabilirim işte. "İyi misin?"

"Bilmiyorum" dedim ağlamaklı bir sesle. Bu ara bilmiyorum işte. Kendimden haberim yok ya.

"Geç bakalım, ısının. Donmuşsunuz, donmuş."

Kocaman salona geçtik. Bu evi birlikte yapmışlar evlenirken. Yuva olduğu o kadar belli ki.

"Evim, sıcak evim" dedi Ferdi. Sanırım evim demek en çok ona yakışıyordu. "Bulut" diyerek kuş kafesine gitti. Beyaz mavi muhabbet kuşu vardı içinde. "Ben geldim oğlum."

"Yeni sustu, ne kadar konuşuyor Allah'ım. Bağırıyor bir de."

"Niye kuşumla konuşmuyorsun anne?" Kafesin kapısını açtı.

"Konuşuyorum ama beni hiç sallamıyor." Bulut kafesten çıkıp bir uçtu, sonra Ömer abinin başına kondu.

"Beni özledi bence" diyerek elini uzattı, kuş eline çıktı. Oradan omzuna kondu. Hasret ablaya yardım etmek için peşine düştüğüm sırada Bulut benim başıma kondu. Birlikte tatlıları aldık mutfaktan. Hasret abla çayları koydu birlikte salona döndük. Bizi uzun bir gece bekliyordu. Ben severim bir de çay muhabbetini. Pek düşmedi bana. Böyle misafir olduğum yerlerde nadiren ama burada sürekli.

Şubat.

Ayrılığın sancısı bastırılacak gibi değildi. Sızım sızım sızlıyordu her yerim. Beş aylık bir hikayenin bittiğini öfkem dinince, özenle seçtiğim eşyaları evden çıkarınca fark ettim. Ağlaya ağlaya topladım her şeyi. Eşyaları sattık. Düğünde takılan altınları çantama koydum. Ne yapacağım bunları bilmiyorum bile. Bomboş evden çıkarken kalbim bir cam gibi önce çatladı, sonra olduğu yerde patlayarak tuzla buz oldu. Beni öldürmüş ama mezarıma çiçek bıraksa affedecek gibiydim.

Babaannemin evine döndüm. Amcam gardiyan gibi bekliyordu çünkü başımda. Bir yere gitmeme engel oluyordu böyle. Bana fark etmiyordu. O evde ki küçücük odama geri döndüğümde aslında hiç gitmemiş gibiydim.

Bedenimi düşürdü hissettiğim acı. Kırgın üzerime serildi boylu boyunca. Biraz ateş, biraz baş ağrısı, biraz boğaz yangısı vardı ama hayata devam etmek şarttı.

Ertesi sabah işe gitmek için iki ağrı kesici içtim. Bu beni ayakta tutardı.

"Gel sofraya" dedi babaannem. Bir bol pantolon, üzerine pembe yarım triko giymiştim. Yüzüme beni solgun göstermeyecek hafif bir makyaj yaptım. Saçlarımı at kuyruğu yaptım sonra. Üzerime kabanımı çekip çantamı koluma takarak odadan çıktım.

"Ben işe gidiyorum."

Amcam, yengem, babaannem vardı masada. Bana baktılar. Dönüp dolaşan adımlarla çıktım evden ayakkabılarımı giyerek. Eh artık yol işine bir çare bulmak lazımdı. Yurt yok, araba süremiyorum, sürsem arabam da yok. Bisiklete binip gidecek hava yok. Tabana kuvvet, hadi bakalım.

Bayır aşağı yürürken kulak üstü kulaklığımı taktım. Yüksek sesle müzik açtım peşi sıra. Yanımdan geçen traktör durduğunda kulaklığı çıkardım.

"Kizum, nereye?"

"Ortahisar'a amca."

"Atla bakayum, bende servise gideyrum."

Beni yolda bırakmaz kimse mesela. Mutlaka beni gideceğim yere kadar götürürler. Arkaya, selenin ucuna oturdum. Kulaklığımı taktım ve birazdan geçeceğim evleri görmemek için telefonuma gömüldüm.

*

Serin bir sabahtı. Çok sevdiği halasının evinden çıktı Demirhan. Dün eve Sürmene'de, halasında kalmıştı. Son model arabasına binip yola çıktı. Saatine baktı. Bir eve uğrayıp duş alacak, takım elbise giyecekti. Köy yolunda dikkatli bir hızla gidiyordu. Sokaktan çıkmıştı, çarşı yoluna dönmüştü. Önünde bir traktör gidiyordu ve selenin ucunda oturan kızı gördü. Kaşlarını çattı. Deniz bu soğukta, selede mi gidiyordu?

Hızını biraz daha düşürdü. Traktörü süren amca ona geçsin diye yol verdi ancak geçmedi. Hatta mesafeyi biraz açtı. Traktör hızını artırıp giderken mesafeyi korudu. Deniz başını kaldırmadığı için onu görmiyordu. Ve hiç farkında değildi kendini göstermek istediğinin ve bunun için geçip gitmediğinin.

Epey bir zaman sonra çarşıda durdu traktör. Deniz kulaklığı boynuna alıp indi. Traktörün yanına gidip adama teşekkür etti. Oradan yürüme devam ederken Demirhan daha ağır bir şekilde sürüyordu arabayı. Onu takip ediyordu istemsiz bir şekilde.

Deniz bir devlet adamı edasıyla esnafa selam vererek gidiyordu. Bir yerden çıkan genç adam onunla yürümeye başladı. Bir yandan sigara içiyordu. Bir yerde durup iki bina arasına girdiler. Demirhan biraz daha ilerledi ve onları görünce sağa, kaldırımın kenarına çekti. Arada epey mesafe vardı. Deniz sigara yaktı! Gayet dikkatli bir şekilde içiyordu sigarayı. Belli onu herkes tanıyordu ve kimsenin onu sigara içerken görmesini istemiyordu. Oldukça hızlı içiyor, eliyle sigarayı saklıyordu. Karşısında duran çocukla sohbet ediyordu aynı zamanda. Çalan telefonunu açtı Demirhan.

"Efendim."

"Demirhan Onurlu!?"

"Benim."

"Ben İbrahim Aktaş" deyince kaşlarını kaldırdı. Kumcu İbrahim Aktaş. Sermiyan Noya'nın ortağı olur aynı zamanda. Şirketi aldıkları zamanlarda anlaşmaları fes edip çekilmişlerdi. Şirket el değiştirdi diye onlarla çalışmak istemediler. Trabzon, Artvin ve Rize civarında kimse Onurlulara inşaat malzemesi satmıyordu. Elbette bunun sebebi Ali Osman Şanlı'nın hatırlı dostları olmasıydı.

"Dinliyorum."

"Bugün için toplantı ayarlar mısın bana? Geleyim, konuşalım."

"Olur tabi de, ben istediğimde beni reddettiniz."

"Hakkı sebeplerimiz vardı. Ali Osman abinin hatrı büyüktür bizde. Deniz şirketin ortağı oldu diye duydum."

"Doğru."

"Güzel. Görüşmek üzere."

"Görüşürüz."

Telefonu kapattığında çatık kaşlarıyla Deniz'e baktı. Gerçekten mi? Onun adı yetiyor muydu cidden? Deniz ve o çocuk çıkıp kaldırım boyu yürürken başını iki yana sallayarak arabayı çalıştırdı. Aynı yavaşlıkta giderken çocuk Deniz'e simit ve çay aldı seyyar satıcıdan. Telefonu tekrar çaldı.

"Efendim" diyerek açtı.

"Demirhan Onurlu!?"

"Benim."

"Haktan yapıdan arıyorum, sizi Selim Bey'e aktarıyorum" dediğinde kaşları havalandı. "Merhaba Ben Selim Haktan."

"Merhaba Selim Bey, buyurun."

"Bir toplantı rica ediyorum. Mümkün müdür?"

"Tabi. Asistanı sizi arayacak."

"Güzel, görüşmek üzere."

"Görüşürüz."

Telefonu yan koltuğa attı. Bunlara haber nasıl gitmişti? Deniz'i takip ederek şirkete geldi. Arabayı güvenliğe bırakılır peşinden girdi. Deniz diğer güvenlik görevlisiyle konuşuyordu. Bu güvenlik hiç değişmedi. Şanlı'dan Onurlu adına geçtiğinde işi bırakıp gitmedi diğerlerini aksine. Yanlarından geçerken,

"Simit yedim valla" diye diyordu Deniz.

"Doğru söyle kizum?"

"Yemin ederim bak."

"İyi bakalum. Bir şeye ihtiyacun olursa hemen söyle bağa."

"Çocuk muyum ben ya?"

"Sus, sen babanun emanetisun bağa" dediğinde Demirhan anladı. Belli ki bu haberin bu kadar çabuk yayılması bu adamdan mütevellitti.

"Günaydın" diyerek bir rüzgar gibi geçti yanlarından.

"Hadi hadi gittim. Kolay gelsin Orhan abi" diyerek peşinden koşmaya başladı Deniz. Demirhan asansörün düğmesine basmış bekliyordu.

"Günaydın Demirhan Bey." Başını salladı önüne bakarak. Gelen asansöre binmeden ona yol verdi. "Teşekkür ederim." Kabine girip beşinci katın düğmesine bastı. Kapılar kapandı. İkisi de direkt karşıya bakıyordu.

"Bugün toplantılarım var, sende yanımda ol" dedi sadece. Bu işi öğreteceğim demekti.

"Tabi."

"Kendine kalın bir not defteri alsan iyi olur."

"Tamam."

"Tablet, bilgisayar gibi zaruri ihtiyaçların karşılanacak bugün."

"Vardı benim."

"İş için Deniz Hanım, iş için."

"Peki."

Kapılar açıldığında yanından geçti süratle. Deniz peşinden koşmak zorunda kaldı yine. Büyük adımlarla ve hızla gidiyordu.

"Ayşegül odama gel" diyerek odasına giderken Deniz olduğu yerde kaldı. Demirhan biraz gittikten sonra peşinden gelmediğini anladı. Durup geri döndü. "Ne bekliyorsun stajyer, takip et beni" deyince Deniz hareketlendi koşmaya devam etti.

Deniz'in hiçbir şeyden yoktu. Kimin, kimlerin işine son verdiğinden ya da kimlerin onun için bu şirketle çalışmak istediğinden. Adının nelere kadir olduğunu kendi de bilmiyordu. Deniz Şanlı vardı ve yanında durduğu insanlar kazanan tarafa geçiyordu. Yanından ayrılanlar ve yanlış yapanlar ise kaybediyordu.

Tufan iş arıyordu. Tanıdığı, bildiği insanlar artık yabancıdan ibaretti. Kimin kapısını çalsa kapılar yüzüne bir bir kapanıyordu. Yasemin iki haftadır sıkıntılar içindeydi. Tufan iş bulamıyordu, kendi aradı ona da iş yoktu. Sıfırdan başlamak istemiyordu. Yeniden temizlik işçisi olmak ona zor geliyordu ama en son çare o gibi duruyordu. Sürekli cepten yiyorlardı ve para suyunu çekiyordu. Kızını babasına gönderdi mecburen, çünkü ona bakamıyordu. Gelinen bu noktada ne yapacağım telaşı içindeydi. Eski eşi olanları görüyor, insanlardan duyuyordu. Sürmene'de herkes onları konuşuyordu. Yasemin'in adı metrese çıkmıştı ve kızını onun yanına göndermek hiç işine gelmedi. Krizi fırsata çevirmek adına velayet davası için dilekçe verecekti. Şu anda kızını Yasemin'den alırsa alırdı. Bu bunun için en iyi fırsattı.

 

Yorumlarını bekliyorum.

 

 

 

 

Loading...
0%