Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@bevinkcicek

Zaman makinesi yapma fikri aklıma ilk 14 yaşında gelmişti.


'Geleceğe Dönüş' filminde profesör yıllardır uğraştığı zaman makinesini sonunda yapıyor fakat bu makine uranyum ile çalışıyordu. Uranyum tehlikeliydi, patlayıcıydı fakat profesör buna da çözüm bulmuştu.


3.filmin sonunda insanlığın kaderini değiştirdikleri gereği ile profesör bunun yok edilmesini istiyordu. Çünkü sürekli bir zaman paradoksu yaratıyordu ve bazı kötü kişiler bunu kendi lehine kullanıyordu.


Bu yüzden zaman makinesi yapacaksam taşınabilir bir şey yapacaktım. 17 yaşında ise merakım katlanarak arttı ve aklımdaki projeyi çizmeye başladım.


Çizdim,sildim,yeniden çizdim ve tekrar inceledim. Bir yıl içinde çizebilmiştim bunu ama yapması yıllar alacaktı. 5 yıl sonra umarım bunu o profesör gibi imha etmek durumunda kalmazdım. Eğer o filmdeki gibi insanlığı tehlikeye atacak bir şeyse bunu kendim imha ederdim.


Projeye göre zamanda yolculuk yapan bir saat yapacaktım. Hem yapması az maliyetli, taşınabilir ve toplumda saat kullanımı normal görülüyordu. Bu yüzden her dönemde kullanılabilirdi.


Saat neyle çalışacaktı peki? Pil desen her yerde kullanılmazdı ama 50 yıllık piller bulunmuştu bu yüzden içim rahatlamıştı. Bu pilleri kendim tespit etmiştim ve gerçekten 10 yıldır kullanıyordum bu pili.


50 yıllık pili ne yapacaksın be Hera? Saatine o kadar kocaman pili nasıl sığdıracaksın? Onun küçük pilleri vardı. Yedek pil dahil 3 pil takmıştım yaptığım saate.


Ben Hera Altındağ. Aklına koyduğunu yapan,meraklı,merhametli ve gerektiğinde ise insanlık için canını feda edecek o kişiyim.


Birkaç kişi saat ile ne yaptığımı sordu. Benden daha mantıklı şeyler bekliyorlardı ama bu saçmalık değildi. Saat ile zaman yolculuğu yapmak imkansızdı belki ama benim kanımca imkansız yoktu.


Neydi bilim insanı olmanın ilk kuralı?


Kural 1:Asla pes etme.


Kural 2:Disiplinli ve sabırlı ol.


Kural 1 hep hayatımdaydı çünkü ben hiçbir zaman pes etmemiştim. Pes etmek damarlarımda yoktu. Belki bu yüzden ortaokuldaki çocuklar hep benden nefret etmişti ve bu yüzden hep öğretmenlerim tarafından sevilmiştim.


Ben hem sevilen tarafım, hem sevilmeyen taraftım ama bu hiçbir zaman yolumdan şaşırtmamıştı.


Yıllar önce bir öğretmenimin dediği cümle aklıma geldi ve ister istemez duygulandım.


"Bu arkadaşınız gelecekte önemli bir bilim insanı olacak. Siz ise böyle bir arkadaşı tanımakla gururlanacaksınız ve içten içe onun için sevineceksiniz. “demişti çok kıymetli hocam.


Ben başardım hocam demek istedim ama o yoktu...


Başardığım zaman o öğretmenime ben kendim haber verecektim. Belki bu küçük sürprizi kabul ederdi. Bu saati düşünüp yapması tam 3 yılımı almıştı ama çok şükür bitmişti.


Şimdi ise deneme aşamasına gelmiştik.


İlk olarak pillerini kontrol ettim, saatin çalışıp çalışmadığını anlamak için zamanı yakın geleceğe ayarladım ve son olarak beni geleceğe ışınlayacak tuşa bastım. Bu tuşa çokta uzak olmayan bir tuş vardı. Bu tuş ise eve dönüş tuşuydu.


2028'e gelmiştim. Ciddi anlamda emeklerimin karşılığını almıştım, bununla ister istemez gururlanmış ve bunu başarabileceğimi söyleyen öğretmenimi aramak istemiştim.


Pek bir farklılık yoktu ama hava çok ısınmıştı. Demek hala ciddiye almamıştı insanlar durumu. Küresel ısınma korkunç bir düzeye gelecekti bir süre sonra ve bu bizi yeni gezegen arayışına sürüklüyor.


Yeni gezegene taşınmak ise ışık hızında olsa bile çok uzun sürüyor.


Uçan arabalar hala Almanya'da deneme aşamasında mıydı? Evet,hala deneme aşamasında olmalıydı. Belki daha ileri bir zamanda gerçekleşirdi. Uçan bir arabayla evime giderken kendimi düşünemiyordum bile çünkü düşüncesi bile çok iyiydi.


Son olarak metroya bakmak istedim.Metroya son model telefonu şarj etmek için güzel bir kısım eklemişlerdi. Bu kısım sayesinde hem yolculuk yapıyor, hem telefonunu kendisi büyüklüğündeki alanlarda şarj edebiliyordun ve ben bu ayrıntıyı sevmiştim.


30 dakikalık metro yolculuğundan sonra biraz yürüyerek eve gelmiştim.


2028'de olan ben burada yok muydum? İyki burada yoktu çünkü bu kafa karışıklığı yaratırdı. Birde gelecekteki kendime durum bilgisi mi verecektim ben? Yok, vermezdim.


Bugüne çok güzel bir tutulma vardı belki bunun için Kanada'ya gitmişti. Tam tutulmanın görüldüğü yere gitmek gibi bir huyum olduğunu unutmuştum.


Bana bu kadar yolculuk yeterdi.


Kendimi geri ışınlamam gerekiyordu. Saatin tarihini 10 Haziran 2024'e ayarladım ve geri dönüş tuşuna bastım.


Birkaç dakika içinde yine aynı tarihteydim.


Deneme aşamam başarılı olmuştu. Kafamda kurduğum diğer tezleri böylece onaylamış oldum. Mutluydum çünkü başarmıştım ve bu bana çok büyük bir zevk verdi.


Ben kendi yolumu her zaman kendi çizenlerdendim. Hiçbir yere kolaylık ile gelmemiştim. Kendi tırnağımı kazıyarak buralara gelip başarmak insanı çok gururlandırıyordu. Önemli bir şey bittiğine göre diğer araştırmalarıma öncelik verebilirdim.


Mesela biz gerçek miydik? Yoksa hayatımız bir simülasyon muydu? Herkesin aklından en az bir defa geçen bir soruydu bu. Cidden biz neydik? Bunu arkadaşım Profesör Damla Sönmez'e sormalıydım.


Telefonu elime aldım.Telefon rehberimdeki Damlayı aradım.


-Alo!


-Damla nasılsın?


-İyiyim sen.


-Ben de iyiyim.


-Mutlu gibisin yoksa araştırmanı mı bitirdin? İyi bir sonuç vermiştir diye düşünüyorum.


-Evet, çalışmalarım sonuç verdi. Bir ara uğra ofisime sana deneteyim.


-Birkaç gün sonra müsaitim Hera. Gelirim, deneriz ve şöyle güzel bir kahve içeriz.


-İşim var. Görüşmek üzere Damla.


Sormak istediğim sorunun cevabını belki evren verecekti. Belki hepsi bir oyundu ve biz öylesine yaşayan varlıklardık. Evrende yalnız değildik ama öyleyse neden yaşamın olduğu tek gezegen Dünyaydı? Dünya'ya benzer gezegenler var ise biz neden bunlara gidemedik? Büyük bir ihtimalle bu gezegenler başka galaksilerdeydi ve bu bizim için imkansız gibiydi. Işık hızında gitsen bile milyonlarca yıl süreceğini okumuştum bir kitapta.


Kafamda çeşit çeşit sorular dolanıyordu ama hepsinin cevabını bulacaktım.


Birkaç Gün Sonra


Kapımın çalınmasıyla düşünceli halim son buldu ve kapıyı açmaya gittim.


Kapıyı açtığımda ise karşımda Damla duruyordu.


"Hoş geldin Damla. “dedim minik bir tebessümle.


"Hoş bulduk Hera Hanım. “dedi yüzünde derin bir mutluluk görmüştüm. Benim için heyecanlanmıştı.


Koridordan salona geçtik.


"Kahve yapayım mı Damla?"diye sordum.


"Olur, içelim Hera. Ne zamandır bir araya gelip kahve içmiyorduk. “dedikten sonra koltuğa oturdu.


Kahve makinesinin fişini taktım, içine biraz kahveyi boşalttıktan sonra kahveye şeker koydum. Fincanlarımızı masanın üzerine koydum.


"Görüşmeyeli nasılsın Hera?"dedi ilgiyle.


"Her zamanki gibi işte Damla. Sen nasılsın?"demeyi ihmal etmemiştim.


"Ben de iyiyim."dedi sevecen bir sesle.


"Senin ortaokul arkadaşın iyi yerlere gelmiş. Gördün mü o haberi?"diye sordu Damla. Dedikodu yapan yönü hala bitmemişti demek.


"Neydi adı? Ozan Çağlayan."dediğimde aklım derin düşünceler içindeydi.


"Evet,o arkadaşın çok önemli çalışmalar yapıyormuş. O senin meslektaşın artık. Arkadaşınla hala konuşuyor musun? Belki onunla görüşüyorsan birbirinize yardımcı olabilirsiniz."dediğinde hafifçe öksürdüm.


Hayır,onunla iş birliği yapamazdım. Ben ona güvenmiştim ama o ise diğerlerini seçmişti. Ben bunun intikamını alalı yıllar olmuştu.


Kahve makinesinden gelen sesle kahve makinesinden fincanlara doğru boşalttım.


"Bilemiyorum Damla. İş birliğine ihtiyacı yok ve benim de iş birliğine ihtiyacım yok. O yüzden birbirimizden uzak olmamız en mantıklısı."dedim ve fincanımdaki kahveden bir yudum aldım.


"Bilim insanlarını bir araya getiren bir buluşma varmış. Sen katılacak mısın Hera? Bu senin bulduğun şeyi sergilemen için önemli bir fırsat."dedi ve fincanındaki kahveden bir yudum aldı.


"Önemli bir fırsat tabii. Yıllardır uğraştığım projemi ve diğer projelerimden bahsetmek için iyi bir fırsat ama önce sana sunmak istiyorum. “dedikten sonra kolumdaki saati gösterdim.


"Bu sadece bir saat değil. Geçmişe veya geleceğe gidebilen saat ve ben bunu bir hafta önce bitirdim. Taşınabilir teknoloji ama kötülerin eline geçmemesi gereken bir saat. Burada gitmek istediğin zamanı ayarlıyorsun sonra ise şu tuşa basıyorsun. 3 düğme koydum. O filmdeki gibi uranyumla çalışan bir şey yapmadım. Şu Çin'in 50 yılda tükenen pilleri varya onlardan taktım. “dediğimde ise bana inanmıyor gibi bakıyordu. "Hayır, denedim ve işe yarıyor."dedim sorgulayan bakışlarına bakışlarımı değdirirken.


"Ben ne diyeceğimi bilemiyorum Hera. Muhteşem bir şey düşünmüşsün ve bence bunu bilim buluşmasında sunmalısın."dediğinde artık ikimizde kahveyi bitirmiştik.


"Buluşma ne zaman Damla?"


"3 gün sonra olacakmış Hera."


"Tamam, o zaman hazırız."dedim sırıtarak.


"Başka projelerinde bunun kadar mantıklıdır. Her seferinde beni bu kadar şaşırtmayı nasıl başarıyorsun?"


"Benim işim bu. Bilinmeyeni bularak insanı şaşırtmak Damla. Sorunun cevabı burada bende. “dediğimde işte benim kızım der gibi bakıyordu.


"Ozan seni görünce çok şaşıracak. Arkadaşının bilim konferansında olması onu sevindirecektir çünkü aslında o senden çok emindi. Bana bir defasında Hera başaracak, o zeki bir kızdır ve benim ona güvenim tam demişti. Her ne kadar aranızda güzel bir şey olmasa bile o senin arkadaşındı Hera. Eski günlerin hatırına şu çocukla bir konuş ve hala birbirinizi anlıyorsanız ortak olun. “dedi Damla. Böyle konuşmalar yapmamalıydı benimle. Yoksa ben o adama yine kanacaktım.


"Peki, Damla eski günler hatırına oturup konuşurum. Merak ediyorum acaba büyüyünce nasıl bir adam oldu?"dediğimde Damla hemen telefonunu açıp bana fotoğrafını gösterdi.


Uzun boylu, saçlarının rengi kumral, yakışıklı ve teni esmer olan güzel bir genç adam olmuştu. Siması bana yabancı gelmemişti. O benim bildiğim Ozandı. Zeki,konuşkan ve sevdiği insanlara değer veren bir çocuktu.


"Değişmemiş."diye mırıldandım.


"Değişmiş ama bence sana hala tanıdık geliyor."dedi içinden kahkaha attığını anlayabiliyordum.


"Ben kalkayım artık."dedi Damla. Kapıya doğru misafirime eşlik ettim, kapıyı kapattıktan sonra koltuğuma uzandım.


Hafif kestirme yapsam çokta bir şey olmazdı. O yüzden hafifçe gözlerimi kapadım.


Yıllar Önce


Küçük Hera ve Küçük Ozan kurstan çıkmıştı.


"Sence gelecekte biz nerede okuruz?"diye sordu Hera.


"Büyük bir ihtimalle güzel yerlerde okuruz Hera."


"Bence Amerika'da okuruz. Harvard Üniversitesi okuyacak kadar zeki çocuklarız."dedi Hera tabi bu sırada yokuş çıkmaya devam ediyorlardı.


"Umarım öyle olur. Biz burada hayal kuruyoruz ve bir gün bunlar gerçek olacak Hera."dedi gülümseyerek. Biri ona gülümsemesinin güzel olduğunu söyleyebilir miydi?


"Öyle olacak eminim ben. Görüşürüz Ozan."dedi Hera gülümsemesini silmeden.


"Görüşmek üzere Hera."dedi ve sokağına doğru adımını attı.


Bu anı rüyasında gören Hera'nın yüzüne bir tebessüm yerleşmişti. İki çocuğun hayalleri gerçek olmuştu ve birkaç gün sonra aynı konferansta olacaklardı. Bu sefer konferans dinleyen değil konferansı veren kişi olacaklardı.


3 Gün Sonra


Bilim konferansı birkaç saat sonra başlayacaktı.


Dolabımı açtığımda ise beni sade siyah bir elbise karşıladı. Evet,bu çok manidar bir elbiseydi. Elbiseyi askılığı ile yatağımın üzerine bıraktım ve üstüne inci kolyemi koydum.


Siyah elbisemi giydikten sonra inci kolyemi taktım ve hafif bir makyaj yaptım.


Evden çıkmadan önce üzerime siyah deri ceketimi geçirdikten sonra siyah botlarımı giydim ve evden çıktım.


Konferans için atılan konum bilgisine bakarak arabama bindim.


Arabam bile hayalimdeki arabaydı.


Evet, bu konferanstaydım artık.


Uzun boylu, saçları kumral olan ve hafif siması Ozan'ı hatırlatan genç adamı gördüm. Evet,oydu ama o beni tanımazdı. Ozan'ın bakışları gözlerime değdi. Beni tanımış mıydı yani? Unutmamış mıydı? Beni ortaokuldan üniversitenin sonuna kadar görmüştü. Herhâlde bir zahmet tanısındı ama biz birbirimize yakın olduğumuz herhâlde yabancı gibi davranıp konuşmayanlardandık.


"Merhaba Hera Hanım. “dedi Ozan yanıma gelirken.


"Merhaba Ozan Bey. “dedim resmi bir şekilde.


"Sizi burada görmek ne hoş. Yıllar sonra hayalimizi gerçekleştirmişsiniz. “dedi hala resmi bir şekilde konuşurken.


"Evet, gerçekleştirdim çünkü bunu yapabileceğimi biliyordum. Benimle kurduğunuz hayalleri gerçekleştirmeniz ne büyük incelik Ozan Bey."dedim bende resmiyetle devam ederken.


"Harvard Üniversitesi fizik mezunusunuz değil mi?"diye sordum.


"Evet, aynı üniversiteden mezunuz. Hera Hanım aynı bölümdeydik. “dedi aynı ciddiyetle.


"Hala çok ciddisiniz. Bir zamanlar en ciddi bendim hatırlıyor musunuz? Neyse sizinle geçmişi tartışmaya gelmedim çünkü bunu hak etmiyorsunuz. Bugün çok önemli bir konferans için geldim. “dedim sakinlikle.


"Aynısı. “dedi ve eline aldığı kadehini yudumladı.


"Tamam,bu konuyu başka bir zaman tartışırız. Bilim adamı olmuşsunuz tebrik ederim."dedim samimiyetsiz bir tebessümle.


"Bende sizi tebrik ederim Hera Hanım. "dedi benimkinin aksine gülüşü samimiydi. Bana eski günleri hatırlatıyordu. Onun gülüşüne eridiğim zamanları... Senin gülüşün için dünyaları yakardım ben be adam...


Elime bir kadeh alıp onun gibi yudumladım.


"Yıllar sonra konferansını izlemek bana garip geliyor ama sen bu işin altından kalkabilirsin. Sen zeki adamsın Ozan. “dedim bu sefer dürüst olarak.


"Ben de aynı şeyleri senin için hissediyorum. Umarım çıkıp beklediğim performansı gösterirsin çünkü bu sefer farklı olan bir şey var. Bu sefer konferansı dinleyen değil veren olacağız. “dedi ve bana göz kırptı.


"Peki, konferans sonrası güzel bir kahve içelim o zaman. “dedim davetkar bir sesle.


"Konferans sonrası boşum. “dedi Ozan. Bu buluşmayı onayladığı anlamına geliyordu.


Tanımadığımız diğer fizikçiler yanımıza geldi.


"Siz Fizikçi Hera Altındağ olmalısınız. “dedi siyah takım elbiseli bir adam.


"Ben Alexander Bell. Sizin bomba gibi bir sunum yapacağınızı söylüyorlar."dedi ve bakışları Ozan'a döndü.


"Siz ise Ozan Çağlayan olmalısınız. Ozan Bey sizin sunumunuz da iyiymiş. Bilmiyorum ama aramızdaki en genç bilim insanları sizsiniz. Bu yüzden sunumlarınızı ve icatlarınızı görmek için bu konferansı topladık. Sizden sonraki genç nesillere örnek olacaksınız yani."dedi Alexander ikimize birden bakarken.


Ozan ve Hera bundan gurur duymuşlardı.


Birkaç bilim insanıyla konuştuktan sonra konferans başladı.


Ozan konferansa çıktı.


"Hayatımızın önemli adımlarını atan ve geleceğimizi şekillendiren bizler gelecekte bizim yerimizi alacak o bilim insanlığına aday kişiler sizi canı gönülden selamlıyorum. Ben önemli konferansları dinlerken bugüne gelip önemli konferans vereceğimi bilmiyordum mesela. Neydi bilim insanlığı kitabının ikinci kuralı? Her zaman disiplinli ve sabırlı ol. Şimdi projem hakkındaki slaytı sizlere göstereceğim. “dedikten sonra elindeki belleği onun için ayrılmış kısma taktı. Önce yaptığı projeyi anlattı sonra ise onu uygulamalı olarak denediği anların videosunu izletti.


Ozan Bey demek ki güzel projeler hazırlayabiliyormuş.


"Beni dinlediğiniz için teşekkürler."diyip belleğini aldıktan sonra yanımdaki sandalyeye oturdu.


Şimdi konferans verme sırası Heradaydı.


"Geleceği ve geçmişte insanların yolunu aydınlatan bir ışığız ve bu ışığı olmaya devam edeceğiz. Şu anda bilim insanı olmak için okuyan ve bizi dinlemeye gelen öğrenciler sizinle gurur duyuyorum. Asla pes etmeyin ve yolunuzdan asla şaşmayın. Bizden sonra belki ne icatlar veya buluşlar çıkaracaksınız. Hepinize hoş geldiniz demek istiyorum. Size hazırladığım projemi anlatmaktan gurur duyarım."dedikten sonra belleği daha demin Ozan'ın taktığı yere taktım.


"İnsanlığın yıllardır uğraştığı bir şeyi denedim. 'Geleceğe Dönüş' filmini biliyorsunuzdur. Bu filmden ilham alarak bunu yapmayı denedim ilk kez 14 yaşımda ve bunu başardım. Kuantum dolanıklığı ve birkaç soruna çözüm bulmak için düşündüm. Sonunda insanlara zarar gelmeyecek bir şekilde teknoloji geliştirdim ve size bunun videosunu izleteceğim." Videoyu oynattığımda herkes yaptığım saatin geleceğe gitmesine şaşırmıştı. Video başlangıcında ise nasıl işlediğini anlatmıştım. Bütün salon dikkat kesilmiş beni izliyorlardı.


"Beni dinlediğiniz için teşekkürler."diyip sahneden indiğimde büyük bir alkış tufanı kopmuştu.


Ozan fark ettirmese bile benimle gurur duyuyordu. Onun yaptığı gibi onun yanındaki sandalyeye kuruldum.


"Çok iyi bir sunumdu Hera Hanım."dedikten sonra elini uzattı. Hafifçe elimi uzattığımda ise el sıkıştık.


"Ozan Bey sizin sunumunuz baya güzeldi. Biz hala yeteneğimizi kaybetmemişiz. “dediğimde ise minik bir tebessüm oluştu dudaklarında.


"Bizim bu yollarda karşılaşacağımız belliydi Hera. Arkadaşın olarak söylüyorum bana bir zaman yolculuğu borçlusun. En azından bugünleri hayal eden o iki çocuk için."dedikten sonra ise gururlu bir baba gibi sırtımı sıvazladı.


"Baban bu konferansı görse seninle gurur duyardı Hera."diye fısıldadı.


Babam hayallerindeydi. Memleketindeydi ve mutluydu.


"Annen seninle zaten gurur duyuyordu ama bunu duysa çıkıp gelirdi."dedim fısıltıyla.


"Annem her zaman senin bir şeyler yapabileceğini biliyordu."dedi ama Hera bu cümleyi eksik bulmuştu. Ozan'ın ağzından başka cümleler çıkacaktı ama çıkmamıştı.


Sahneye çıkan diğer bilim insanlarını dikkatle dinledik yani o ve ben...


Bugün ikimiz vardık. Geçmişteki o iki çocuk büyümüş ve kendi konferanslarını veriyorlardı.


Sonunda konferans bitmişti. Tabi konferansta eğlence yapmayı ihmal etmemişlerdi. Fransızca bir şarkıyla başlamıştı. Bu benim favori şarkılarından biriydi belki.


"Benimle dans eder misin Hera?"dedi Ozan.


"Her zaman ederim."dedikten sonra ayağa kalktım. Ellerini uzattı ve uzattığı eli tuttum.


Bir eli belimi tuttu. Şarkının bir kısmında "bütün Paris'in önünde kendimden vazgeçiyorum."vardı.


Gözleri gözlerimdeydi. Hareketlerimiz birebir şarkıyla uyuyordu.


"Ahh! Benim tatlı ızdırabım."dedi fısıltıyla kulaklarıma doğru.


"Sen bu şarkıyı biliyor muydun?"dedim bende fısıltıyla.


"Evet."demekle yetindi.


Şarkı sonuna gelmişti artık. Elleri elimi bıraktı ve yerimize oturduk.


"Ne zaman bitecek bu konferans?"diye sordum.


"Birazdan çıkarız. Konferansı verdik zaten."dedi ve siyah ceketini giydi.


Dans sırasında çıkardığım ceketi üzerime geçirdikten sonra Ozanla çıktık dışarı.


"Ozan kahve içiyoruz değil mi?"diye sordum.


"Tabi içiyoruz. “dediğinde yüzünde aptal bir sırıtış vardı.


"Anneni görüntülü arasana. Özledim Melike ablayı."


"Ararız. “dedikten sonra ilk bulduğu kafeye girdik.


"Tamam, hadi ara bakayım."dedim aceleci bir şekilde.


"Yangından mal mı kaçırıyorsun Hera? Kahvemizi söyleyelim."dediğinde ofladım.


"Espresso mu içersin?"diye sordum.


"Zevkine göre seç."dedi göz kırparak.


Ben ağır kahveleri içmeyi severdim. Üniversiteden bildiğim kadarıyla o da ağır kahveyi severdi.


Kahvelerimiz hazır olduğunda kahvelerimizi aldım.


Onunkini ona uzattım ve onun tam karşısına oturdum.


"Arayacak misin Melike ablayı."dedim o eski Hera gibi.


"Arayacağım. “dedi o da ilk günkü gibi.


Birkaç saatliğine eski Hera olmaya ihtiyacım vardı. O bana o eski sevecen Herayı hatırlatmıştı. Bana kendimi ve onu sevdiren oydu.


Birkaç dakika çaldıktan sonra Melike abla açtı.


"Oğlum iyi misin? “diye sordu Melike abla.


"İyiyim anne. Bil bakalım yanımda kim var?"


"Kim var? “diyerek sorguladı annesi.


"Hera var. “dediğinde Melike ablanın gözleri parladı.


"Senin ortaokuldan beri birlikte okuduğun arkadaşın mı? Sen ona aşıktın ve her an bizim kafamızı şişiriyordun. Ben Hera kızımı çok severim. Mesleği ne?"


"Evet,anne."dedi ve suratını büzdü. Annesi bir anda boşalmıştı.


"Bilim insanıyım Melike abla. Siz bana hep bunu yakıştırırdınız. Sizi özledim en kısa sürede Türkiye'ye geleceğim. “dedim ve öpücük gönderdim.


"Kızım çok güzel olmuşsun. Oğlum sende itiraf ette bu güzel kız yabancıya gitmesin. Aşıksın işte kıza ve o da sana aşık. Sen bunu defalarca bana söylemedin mi?"dedi annesi triple.


Haklıydı Melike teyze. Söyleyecekti korkak herif.


"Sağ ol Melike abla."diyerek sırıttım.


Telefonu kapadığında ise Ozan'a ters bakışlar atmayı ihmal etmedim.


"Annemin hala bir numaralı gelin adayısın Hera Altındağ."dedi sinirle.


"Tamam, kahven bitmiş. Ben evime geçeceğim. “dedikten sonra ayağa kalktım.


"Geç bir saat oldu. Ben seni evine bırakayım. “dediğinde olmaz diyecektim ama beni susturdu.


"Benim arabam var kendim giderim."dedim en sonunda toparlayarak.


"Peki."


Kafeden çıktıktan sonra yollarımız ayrıldı. Arabamı fark ettiğim yere doğru yöneldim. Benim güzel kızım oradaydı. Evet,arabamı kızım gibi severdim.


Güzel kızıma bindim. Güzel kızıma binmek benim bütün yorgunluğumu alıyordu. Bugün de yorgunluğumu almıştı sağ olsun.


Eve geldiğimde ise ceketi bir köşeye attım ve yorgunlukla yatağıma uzandım.


Melike ablayla konuşmak bana iyi gelmişti. Annesi beni unutmamıştı ve bu beni çok duygulandırmıştı.


Yorgunlukla gözlerimi kapadım. Uyku bütün bedenimi ele geçirmişti artık.


Loading...
0%