@beytikzer
|
Çay bardağına vuran kaşığın sesi kulak tırmalayıcıydı. Gülilzar bu sesi kesmek için muhtarın iki parmağı arasındaki kaşığı almak istiyordu. Sanki Muhtar bilerek bu görüşmeyi ertelemek istiyordu. Gülilzar, inatçı bir kadındı, beklerdi. Gözlerini Muhtar'ın üzerinden ayırmadı. Muhtar sonunda çay kaşığını bardağa vurmayı keserek çıkardı. Bunu yapmadan önce kaşığı bardağın ağzına iki kere vurup altlığa bıraktı. Her hareketi o kadar ağırdı ki Gülilzar bir delilik edip bardağı Muhtar'ın ağzına götürmek istedi. Elbette ki yapmadı. Yaradan'dan sabır dileyip koyu kaşların altına işlenmiş gözlerle seyir eyledi bu adamı. Muhtar çayın tadını beğenmeyerek yüzünü buruşturdu. "Rıfat! Kör olasıca, gel buraya!" Rıfat Muhtarlık binasından içeriye adımını atarken pek bir ürkmüş görünüyordu. "Efendim Muhtar amca." Muhtar sert bir ifade ile bardağı uzatıp, "Çaycı Ramiz'e söyle, sabahtan kalanları içirmesin bize! Hem parasını alıyor hem de bayat çay veriyor!" Muhtar söylenmeye devam ederken Rıfat çay bardağını aldı. O sırada Gülilzar'ı fark ederek tebessümünü sergiledi çehresinde. Gülilzar da aynı karşılığı verirken, "Kaç yaşındasın Rıfat?" diye soruverdi. Rıfat elini sarılarının arasına daldırdı. "On üç yaşındayım abla." "Okuma yazma bilir misin Rıfat?" Gülilzar merak içinde beklerken Rıfat biraz düşündü. Oysa düşünülecek bir şey yoktu. Ya evetti ya da hayır. Bu fikirle gerildi korse içindeki vücudu. Rıfat Muhtar'a bakarak kararsızlık içinde kekeledi "Bi... Bilirim." Gülilzar bu cevaptan emin olamadığından Muhtarlık binasının içindeki eşyalara göz gezdirdi. İstediğini bulduğunda Muhtarın masasına uzanarak bir dosyayı aldı eline. Dosyayı açarak ilk sayfayı okuması için uzattı. Beklediği gibi Rıfat okuma yazma bilmiyordu. Hem de bu yaşına kadar. Muhtara öfke ile döndü. "Benden önceki muallim ne iş yapardı burada?" Muhtar omuz silkerek yanıtladı. "Vallahi zaten bizi de pek sevmezdi. Eh, biz de onu sevmezdik. Çekti gitti yılı dolmadan." Gülilzar bu cevapla daha çok öfkelendi. "Muhtar sen ne iş yaptın peki?" Muhtar kem küm ede ede Gülilzar'ı yanıtsız bıraktı. Genç kadın yüzündeki sertliği silerek daha makul bir hale büründü. "Ben de senden yardım isteyecektim Muhtar. Okulun eksiği çok... Sıra, masa ve dolap lazım geliyor." Muhtar başını salladı sağa sola. "Öğretmen hanım, köyün durumu belli. Şimdi tam hasat zamanı. Köylü bir kuruşa hasret. Bizim de etimiz budumuz belli." Gülilzar iç mihnetiyle ofladı. "Peki, ben başımın çaresine bakarım. Bari talebe olacak çocukların bir listesini verin." Başını hâlâ elinde çay bardağı bulunan Rıfat'a çevirerek, "En başta Rıfat'ın ismi olsun," derken Rıfat'ın yüzünde açılan gülleri gördü. Muhtar homurdanarak kabul etti talebi. Gülilzar bir geceyi daha misafir olarak, Ahmet'i daha fazla tedirgin etmek istemediğinden tekrar ilçeye gitmeyi uygun gördü. Sabah erken saatlerde uyanarak okul için bir kurumdan iane alabilirdi. Muhtara posta arabasının gelip gelmeyeceğini sorduğunda Muhtar şanslı olduğunu ve yarım saat sonra durakta olacağını belirtmişti. Bu Gülilzar'ı sevindirmiş, harekete geçirmişti. Durak dedikleri, iki çıtanın üstüne başka bir çıtanın birleştirilmesiyle oluşturulan bir yapıydı. Üstünden samanlar sarkıyor, her yel esişinde Gülilzar'ın saçına dökülüyordu. Gülilzar, özenle taramış olduğu saçların arasından otları temizlerken epey bir rahatsız olduğundan tevakkuf mahallinden ayrılıp yan tarafa geçti. Gün, kızıl örtüyü üzerine çekmek için kurulu vakti bekliyordu. Bu vakitler, Nazım'ın en sevdiği vakitlerdi. Çoğu kez pencereye çıkar, ışıksızlık basana kadar bekler sonra da içeriye geçerdi. Nazım, o saatlerin kendisine esin verdiğini söylerdi. Güzel bir kadından farkı yoktu onun için... Gülilzar el çantasını sıkarak iç çekti. Zaman bunun da üstesinden gelmişti. Gökyüzünü bile kuşatıyordu vakit. Onu içine çekildiği yerden, daha önce duymadığı bir ezgi tutturan ıslık aldı. Gülilzar ıslığın sahibine döndüğünde ilçeye kadar yürümek istedi. 'Bu adamın kendi aracı yok muydu?' diye düşünürken Doktor Rıza, ayağı ile ilerlettiği taştan sıkılarak başını kaldırdı. Gülilzar ile karşılaşınca gözleri, tüm sıkıntısı uçtu gitti. Osmanlı macuncusunu görmüş kadar sevinmişti. Lakin bir köylünün, sığırını tarlalardan getirdiğini görünce Gülilzar'ın tasasını anımsayarak daha titiz bir duruş sergiledi. Durağın öteki tarafında beklerken ellerini pantolonun cebine koyarak köylünün geçmesini bekledi. Köylü, ağır aksak geçip gittiğinde Doktor Rıza başını çevirmeden Gülilzar'ı çıldırtacak o sözleri söyledi. "Gülilzar Hanım, beni takip etmiyorsa kaderin bizi sürüklediği bir yer var derdim..." Son lakırdılarında gülmeden edemedi. "... Eğer kadere inansaydım." Gülilzar dilini ısırdı. Saçmalıyordu işte, ilk gelenin kim olduğu belliydi hem... Hayır, bu çirkin ithama cevap vermeyecekti. Omuzlarını dikip karşıya bakmaya devam etti. Doktor Rıza, Gülilzar'ı konuşturamayacağını anlayınca su koyuverdi. "Tamam, şakaydı." Ses yine yoktu. İç çekti Doktor Rıza. Bir yandan sigara paketinden bir dal çıkarıp yakarken bir yandan da, "Sizi neden konuşturmak bu kadar zor," diye söylendi. Sigarayı dudaklarına götürüp hararetli bir şekilde içine çekti. Gülilzar bu sakınmayan adamın her hareketini inceliyor, hakkında bir hükme varmaya çalışıyordu bir hâkim gibi. Pervasız bir kişiliği olduğu pekâlâ ayan beyandı. Ancak aynı zamanda alaladığı bir yanın da varlığını sezdiriyordu Gülilzar'a. Genç kadın daha fazla dayanamadı. Gözlerini kısıp, "Doktor Beyin bir aracı olduğunu sanıyordum. Yanılıyorsam söyleyin rica edeceğim." Doktor Rıza Gülilzar'ın sesini duyunca şenlendi. Fakat Gülilzar, kendisinin sözlerini iade edince dudak büzdü. "Belki de siz, Doktor Beyler..." kendini göstererek, "Bu hanımı izliyordur," Doktor Rıza sigarasını tekrar içine çekip dudaklarını aralayarak dumanı kustu. "Arabam arızalandı. Posta aracıyla gelmek zorunda kaldım." Bu sefer Gülilzar'a bakıp sırıttı. "Ama ben, kimsenin izini sürmem. Daha çok bu beyi kovuştururlar." Kaşlarını oynatarak henüz bitmemiş sigarasını yere attı. Ayağı ile ezerken izmariti, "Ben Fransa'dayken muayenehaneme gelmek için bahane sıralarlardı," dedi. Gülilzar, burnundan bir homurtu çıkardı. "Eh, artık Anayurttasınız. Zamanla yurdum hanımlarına da alışıp haddinizi bilirsiniz." Sonra birden hatırlarmış gibi, "Ah! Elbette Aliyyül âlâ suratınızın ortasına aynı fevkaladelikte bir yumruk yemek isterseniz o başka..." Doktor Rıza, Gülilzar'ın bir açığını yakalayıp onun üzerinden yürümek istedi. Güldü belli belirsiz. "Aha! Demek yüzümün şahane olduğunu düşünüyorsunuz!" Gülilzar bu karşılıklı atışmanın gideceği yerden ürktü. Ağzını açıp da cevabını Doktor Rıza'nın o mükemmel yüzüne yapıştırmak için hazırlanmıştı ki posta aracı göründü. Doktor Rıza'dan öte tarafa çevirdi yüzünü. Posta aracına binerken onun da gelecek olması sinirlerini bozuyordu. Oturacak bir yer bulup sığıştı. Doktor Rıza ise ayakta kalmıştı. İlçeye gidene kadar bu halde kalacak olması Gülilzar'ın bir parça içinin yağlarını eritti. Yol, fazla sarsıntılı geçmişti. Şükür ki Gülilzar, hassas bir mideye sahip değildi. Yanındaki örtülü kadın ilçe yolu boyunca durmadan öğürmüş, Gülilzar'ın Doktor Rıza'ya yöneltmesine sebep olmuştu bakışlarını. Doktor Rıza ise bir kere bile bakmamıştı ona. Bu sırada dış görünüşünden daha detaylı çıkarımlar edindi. Düzenden haz etmediği belliydi. Şık olduğu söylenemezdi lakin dağınıklığın üstünde iyi duran o beylerdendi, ne giyse kendine yakıştırıyordu. Onunla sadece dört kez karşılaştığı halde bu düşünce yer ediniverdi kafasında. Fazlaca ukala idi. Ancak bu münasebetsizliği, hep farklı bir memlekette vakit geçirmesindendi. O kültür ile yaşam sürdürdüğünden şimdi de zorluk çekiyordu. Böyle düşününce onu mazur görebildi. Yine ve yine karşılaşacaklardı, bu barizdi... Onu böylece daha makul bir tavır ile karşılamayı düşündü. Düşünmekle kalmamasını umuyordu... *** Kuşçu, otelin çatısındaki güvercinleri uçururken keyfine diyecek yoktu. İçlerinden birinin kafesten hâlâ çıkmadığını görünce onu eline alıp okşamaya başladı. Yaşlanmıştı bu emektar. Tabureyi altına çekip oturdu güvercin ile birlikte. Uzun bir zamandır kendisi de bu haldeydi. Hayattan alabileceğini almış, ama iyi ama kötü, ölmeyi bekliyordu artık. Hakka kavuştuğunda acıları da dinecekti. O zaman yaratanın kendisini bağışlamasını diledi. Güvercinin başına öpücük kondurarak onu havaya fırlattı. Ancak güvercin fazla havalanamadan yere kondu yine. "Kuşçu amca! O hanım ile civan Doktor gelmiş!" Arif coşkulu bir şekilde çatıya geldiği gibi giderken Kuşçu gülerek takıldı arkasına. Bu velet ona Allah'tan bir lütuf idi. Anası babası yoktu bu yavrucağın. Kuşçu o zamanlar yetimhaneye giyecek götürdüğünde Arif daha bebekti. Dört yaşına geldiğinde yanına almış, o zamandan beridir de yanından ayırmamıştı. Ele avuca sığmıyordu Arif, güzel çocuktu vesselâm. Kuşçu'nun hayatına neşe katıyordu. Hole indiğinde karşısında birbirinden farklı yöne bakan Gülilzar ile Doktor Rıza'yı gördü. Gülilzar da Kuşçu'yu görünce yüzü aydınlandı. "İyi akşamlar Kuşçu beyefendi." Kuşçu bu selamı alırken Doktor Rıza, sabır ile bekleyip kaş çatıyordu. Nihayet Gülilzar girişini tamamlayana değin tahammül gösterdi. Ardından köy ile ilgili sohbete giriştiklerinde daha fazla dayanamadı. "Kuşçu, benim araba ne oldu?" Kuşçu Gülilzar'dan dikkatini alıp Doktor Rıza'ya cevap verdi. "Soğutma sıvısı azalmış, radyatör petekleri pislik tutmuş, biraz işi var." Doktor Rıza, başını sallayarak, "Ne gerekiyorsa yapsınlar. Sağ ol," diyerek ayrıldı yanlarından ziyadesiyle asabi görünüyordu. Kuşçu omuz silkip Gülilzar'ı sofraya davet etti akşam yemeği için ama Gülilzar yemeği odasında yiyeceğini söyleyip ayrıldı. Yine aynı oda düşmüştü kendisine. Yine Doktor Rıza ile komşu odalarda idiler. Bu seferki taş plak biraz hüzün, çokça özlem barındırıyordu. Someday I'll wish upon a star and wake up where the clouds are far behind me Where troubles melt like lemon drops high above the chimney tops That's where you'll find me *** "İlçe Milli Eğitim binası ne taraftaydı?" Kuşçu sabahın nurunda ayaklanan kadına bakıp tebessüm etti. İçindeki şevkin kırılmamasını dileyerek, "Dur. Arif götürsün seni," dediğinde Gülilzar, itiraz etse de Kuşçu bu karşı durmaya aldırmadan Arif'i gönderdi genç kadınla. Arif yol boyunca bakışlarını karşıdan çekmemiş, omuzlarını bir asker edası ile dikmişti. Bu hali Gülilzar'ı gülümsetiyor, onu sevme hissi ile doluyordu. Aniden ana babasını merak etti onun. "Arif, kaç yaşındasın?" Arif altı parmağını tam açıp birini yarım bıraktı. "Altı buçuk!" Öyle bir çalım ile söylemişti ki bunu, Gülilzar kıkırdadı. "Oo! Sen bayağı büyükmüşsün yahu!" Arif, yeni dökülmüş dişini sergileyerek sırıttı. "Peki ya anne baban? Onlar da otelde mi yaşar?" Arif burnunu kırıştırıp cevapladı onu. "Ne anam var ne babam. Kuşçu amca büyüttü beni." Gülilzar anlamamıştı ama anlamış gibi yaptı. İlçe Milli Eğitim binasından içeriye geçtiğinde görevliye yetkilinin kim olduğunu, bir maruzat bildireceğini belirtti. Görevli, onu bir kapının önünde bırakarak çekilip gitti. Gülilzar Arif'e yerinden kımıldamamasını söyleyip kapıdan içeriye geçtiğinde oldukça yaşlı bir bey ile karşılaştı. Önündeki dosya ile ilgileniyor, oldukça meşgul görünüyordu. Gülilzar boğazını temizleyerek dikkatini çekti adamın. Başını dosyadan kaldırıp genç kadın ile göz teması kurarak doğrulan adam, "Buyurun Hanımefendi. Bir isteğiniz mi vardı?" Diye sorup eliyle oturmasını belirtti. Gülilzar İlçe Eğitim Müdürü olduğu düşünen adamın gösterdiği koltuğa kuruldu. Bir anlığına ne söyleyeceğini, nereden başlayacağından emin olamayarak suskun kaldı sonra, "Yeni atandım ve atandığım köyde; sıra, masayla dolap eksiği var. Köylünün bunu karşılayamayacak durumda olduğunu belirtti Muhtar. Ben de size gelmenin uygun düşeceğini düşünerek geldim." Müdür iç çekerek koltuğuna yaslandı. Ellerini karnının üzerinde birleştirerek samimi bir şekilde sürdürdü konuşmasını. "Keşke önce bizim yanımıza uğrasaydınız Hanımefendi. Muhtar geldiğinizi haber etmişti ama dediğim gibi... Elbette heyecanınızı anlıyorum. Şevk içinde geldiniz fakat sizi sindirmeleri yakındır." Müdürün bu ikazı, Gülilzar'ın kaş çatmasına neden oldu. Hakkı vardı. Gelmeden önce direkt olarak Muhtarı aramış başka kimseye haber etmemişti. Gülilzar bu konuyu kulak ardı edip, "Böyle düşünmenize sebep nedir?" diye sorunca Müdür bezginlikle yüzünü astı. "Mezun olduğunuz mektep. Köylü, özellikle de köyün ileri gelenlerinden Kadir Bey, halkçı bir düşüncenin uğramasından rahatsız köye." Gülilzar bu endişeyi esemesiz buldu. "Öyle bir fikir içinde bulunm..." Müdür sözünü keserek, "Bulunmasanız dahi o ortamın içinde yetişmeniz, sizi potansiyel hasım kılar," dediğinde genç kadının çok üstüne gitmiş olabileceğini düşündü. Dudaklarını birbirine bastırarak sabırla konuştu bu sefer. "Rica edeceğim genç hanım. Sizi üzmek değil gayem. İkazım, sizi düşündüğümden. Hayal kırıklığı içinde memleketinize gitmenizi istemem." Sırtını dayadığı yerden çekip, "Her neyse gelelim isteğinize. Hım, tamam hallederiz bir şekilde." Gözlerini kıstı. "Malzemeler alınır da Muhtar sokmaz ki halkevinden birilerini köye yardım etsinler." Başparmağını dişlerinin arasına alıp düşünmeye devam etti. Bu sırada Gülilzar, "Siz malzemeleri alın. Ben bir şekilde taşırım, taşıttırırım," dediğinde İlçe Müdürü büyük bir yükten kurtuldu. Yarına malzemelerin yetiştirileceği sözünü alarak oradan ayrıldığında bir süre Arif ile ilçeyi gezdiler. Böylece Gülilzar Arif'i daha iyi tanımış, Kuşçu ve Doktor Rıza hakkında bile sezdirmeden malumat almıştı ki bir şeker yetmişti bunun için. Birlikte otele gidene kadar lafladılar. Sonunda Gülilzar, Kuşçu'nun mabedine girdiğinde odasına çıktı ancak ayakları bir kez daha onu Doktor Rıza'nın odasına götürdü. Doktor Rıza'nın kendisini geri çevireceğinden endişe ede ede kapısını çaldı. Kapı yavaşça açıldığında Doktor Rıza, çökmüş bir vaziyette karşıladı kendisini. Perişan haldeydi...
|
0% |