Heyecan içindeydi. Yaklaşık bir aylık aramalarının bir neticeye ulaşması ayaklarını yerden kesmişti. Bunca zamandır yapması gereken şeyi şimdi ediyor oluşu aptallığına bağlıyordu. Bu denli basiretsiz bir adam olduğundan ötürü Gülilzar ne dese yeriydi. Sahi karşısında onu görünce ne tepki verirdi? Kollarının arasına koşar mıydı? Belki de eline ne geçerse fırlatıverir, canını yakmaya çalışırdı. Oysa Rıza'nın canını yakan tek şey Gülilzar'ın yokluğuydu. Öyle çok dolmuştu ki onunla, benliğini çepeçevre saran aşkı olmasa hayattayım demeyecekti. O kadar seviyor, sevgisine alışmıştı.
Küçük valizini temizliğinden emin olmadığı bir motele bıraktığından beridir yerinde duramıyordu. O vakitten beridir sokakları arşınlıyordu. Ne yazık ki bir araç bulup da kavuşma anını hızlandıramıyordu. Tüm bu sıcağa ve aksiliklere rağmen yüzünde eksik etmediği gülümsemesi duruyordu. Ne yapıp edip önce kendini affettirecek, ardından güzel bir yuva sunacaktı Gülilzar'a. Yapacaktı ve Gülilzar dahi engel olamayacaktı. Onun vicdanını yeteri kadar dinlemişti. Bundan böyle aralarına herhangi bir engelin girmesine müsaade etmeyecekti.
Alnında biriken teri gömleğinin yeniyle sildiğinde, 'Gülilzar olsa çok kızardı,' diye düşündü. Yeter ki yanında durmasına izin versin bir ömür azarlanmaya razıydı. Hayali bile güzeldi bunun.
Biraz daha ilerlediğinde etrafını incelemeye başladı. İlçenin bu kısmı fazlasıyla köyü andırıyordu. Burada yaşayanlar da ortama ayak uydurmuş, köyün o üstü kapalı fakat bilinen kurallarına ayak uydurur gibiydi. Bakışlardan fark etmişti Rıza. İnsanlar, onu gördüğü an gözlerini üzerine dikmişler, neci olduğunu kavramaya çalışmışlardı. Onu gören adamlar kaşlarını çatıyor, kadınlar yemenilerini burunlarına dayıyordu. Çocuklardan bir kısmı ise bir yere kadar peşinden ayrılmamış, sonra da daha fazla ilerlemeyi uygun görmeyerek ayrılmışlardı. Rıza ise bu esnada sadece elindeki kâğıda odaklanmış, ona yöneltilen bakışları görmezden gelmişti.
Bir kez daha elindeki kâğıda göz atıp kapılara baktı. Hayır, daha gelememişti. Yaklaşmıştı lakin tam olarak varmış değildi. Durmayıp ilerlemeye devam edecekti ki bir yerden yükselen sesler dikkatini cezbetti. Durup seslerin nereden geldiğine kulak kabarttı. Çocuklardı, çığlık atıp ağza alınmayacak sözler ediyorlardı. Sebebini merak etti tam da o anda.
Ayaklarını nidaların döküldüğü sokağa çevirdi. Gördükleri gözlerinin irice açılmasına sebebiyet verdi. Gülilzar, o çok sevdiği çocuklar tarafından çevrelenmişti. Lakin bu sefer çocukların sevgiyle yaklaştığını söyleyemezdi. Çoğunun elinde taş vardı ve muhtemelen yolunu kestikleri kadına fırlatmaya hazırlanıyorlardı. Çok değişmiş görünüyordu sevdiği kadın. Fazlaca kilo almış, üzerindeki kıyafet bedenine yapışmıştı. Biraz da çökmüş gibiydi ama en çok karnının şişkinliği Rıza'yı şaşkınlığa uğratıyor, adeta toprak zemine mıhlıyordu. Gülilzar hamileydi! Üstelik son aylarında olduğu aşikârdı.
Kulakları uğuldamaya başladı, bedeni taş kesti. Başımdan kaynar sular aktı dese bu hissi karşılamazdı. Henüz hislerini ve görünen gerçeği sindiremeden çocuklardan birinin elini kaldırarak taşı fırlatmaya hazırlandığını gördü. İçinden bir şeyler kopup gitti sanki. Engel olmak adına öne atılıp koştu fakat taş, çocuğun elinden savrulup ilerledi. İlerledi ve taş Gülilzar'ın omzuna çarparak yere düştü. Genç kadın taşın geldiğini görmemişti ki ilk darbeyi alır almaz kollarını karnına sarıp çökerek bebeğini korumaya çalıştı. Sanki ilk taşın hedefini bulması diğer çocukları cesaretlendirmişti de onlar da taşı fırlatmaya hazır ola geçtiler.
Bu sefer Rıza koştur koştur o sevimsiz güruhun içine dalıverdi. Gülilzar'ın üzerine kapanarak onu korumaya çalıştı. Faydasızdı, biliyordu lakin gelecek darbelerin sayısını azaltacaktı. Bir ihtimal Rıza'nın varlığı, cesaretlerini de kırabilirdi. İrili ufaklı taşlar bedenine patır patır çarparken yaşadığı fiziksel acıdan çok ruhsal ıstıraptı. Gülilzar'ı bu cehenneme atan kendisiydi. Bir inat uğruna sevdiceğinin ateşe koşmasına müsaade etmiş, bir odun da kendi atıvermişti. Üstelik karnında kendi yavrusuyla! Tam bir ahmaktı. Evet, yeryüzünün görüp görebileceği en büyük ahmak kendisiydi.
Tor top olmuş Gülilzar, kendisine sarılan kolların pekâlâ farkındaydı. Ne kokusundan anlamıştı ne de sıcaklığından. Zira bunca zaman uzak kalışı kokusunu da değiştirmişti sanki. Kollarından anlamıştı. Onu saran, her daim güven veren kollarından. Başka hangi kollar öylesi hisse salardı ki? Başını kaldırıp özlem duyduğu çehreyi seyre dalmak istedi ancak neye öfkeli olduğunu bile bilmeyen çocuklar izin vermiyordu. Taşların çoğunu Rıza'nın bedeni karşılasa da tek tük kendisine de değiveriyordu. Değdiği an Rıza daha çok sarıyor, sarmalıyordu.
Birden büyükçe bir taşın sırtına çarpmasıyla inledi. Rıza, daha fazla dayanamayarak başını kaldırıp kötücül bir ifade ile büyüklerin kışkırttığı çocuklara döndü. Çocuklar yerlerinde donarak beklemeye başladılar. Rıza bir diğer adımı da atarak ayaklanıp onların üzerine doğru yürümeye başladı. Bu bile yeterli olmuştu eziyetin son bulmasına. Bazıları sakince ardına baka baka uzaklaşırken bazıları da her an ensesine inecek bir tokattan kaçarcasına topukladı.
Nihayet tehlike savuşturulduğunda yerde iki büklüm duran kadını omuzlarından kavrayıp kaldırdı. Yaşadığı dehşetten midir, Rıza'nın aniden belirmesinden midir bilinmez Gülilzar'ın gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibiydi. Rıza şakaklarından çenesine doğru yol alan ıslaklığı umursamayarak öylece bakıverdi kadınım diye bellediği hanıma. Nasıl göründüğünü pek bilmese de az buçuk bir tahmini vardı. Zonklayan yüzünün sol tarafı, öngörüde bulunmasını sağlıyordu.
Her şeyi boş vererek Gülilzar'ın yüzünü kavradı. Ne teamülleri ne de meraklı gözleri umursamadı. Dudaklarını hızlıca Gülilzar'ın alnına dayayıp öpüverdi. Yetmiyordu ki! Geri çekilip gözlerini içine çekti. Eğilip kaşlarından, kirpiklerinden, yanaklarından, burnundan, çenesinden öptü. Gülilzar'dan çekinmese o şaraptan da tadardı. Fakat zor da olsa kendine hâkim olup sadece sarıldı. Bir daha bırakmayacakmış gibi, dünya yıkılsa ayrılmayacakmış gibi...
Ancak genç kadının kollarında gerilip soluğunu içine çekemediğini fark eder etmez neler olduğunu anlamaya çalıştı. Onu geri göndermeye çalışmayacaktı değil mi? Yok, bu sefer kendini kapısına zincirlerdi de gitmezdi. Gülilzar'ın boğuk çığlığı kulaklarına vardığında irkildi. Çok az bir mesafe bırakıp gözlerini Gülilzar'ın yüzüne sabitledi, acı çekiyordu. O anda mesleğinin verdiği tecrübe mi dese, soğuk duş etkisi mi dese derhal kendine geldi.
Gülilzar'ın kendisinden mahrum ettiği bebeği dünyaya gelmeye karar vermişti. Şansına küfretmeseydi de ne yapsaydı? Üstelik suyu da gelmişse...
"Ev nerede?" diye sorması belki kendince mantıklıydı lakin Gülilzar, kemiklerinin kırılacakmış hissini taşırken sinirle soludu. Doğru düşünemiyordu ki. Sadece bu ağrıyı defetmek istiyordu. Yine de,
"İleride, boyasız kapı," demekten geri durmadı. Yüzünü, bedenini ateş basmış; birden bire kızarıvermişti. Kolay olmayacağının bilincindeydi lakin bu denli zor olacağını da idrak edememişti hiç. Rıza'nın, kendisini kucaklamasına minnet etti. Yürüyecek dermanı yoktu.
"Şu doğumu bir bitirelim, konuşulacak çok şey var." Rıza'nın, ona hesap soracak olması daha gerdi. Kasıklarına vuran sancıyla küçük bir çığlık koyverip,
"Allah aşkına, sırası mı be adam!" diye çıkıştı. Rıza homurdanarak cevap vermemeyi uygun gördü. Haklıydı şimdi hesap sormanın hiç sırası değildi. Zaten nasıl oldu da o boyasız kapıyı buldu anlamazken gereksiz lakırdıların bir manası yoktu. Mühim olan bu anın başarılı bir şekilde sona ermesiydi. İçeriden fırlayan orta yaşlı bir hanım onları görür görmez korkuyla yol vermiş, içeri buyurmalarını söylemişti. Rıza, kadına direktiflerini sıraladığında müsait bir yer arıyordu. Gülilzar'ın bağırışı, daha büyük bir seviyede çıktığında Rıza, müsait olup olmadığını umursamadan kapılardan birini ayağıyla açıverdi.
Kadınını yumuşak bir sedirin üstüne bırakıp onu doğum için hazırlamaya başladı. Daha baba olacağı fikrine alışamadan direkt olarak baba oluyordu. Gülse miydi ağlasa mıydı bilmiyordu lakin çok da düşünmemeye çalıştı. Bu duruma baba olarak hazırlıksızdı elbette fakat bir doktor olarak da hazırlıksız oluşu, gerilmesine neden oluyordu. Ya doğum esnasında müdahale etmesi gereken bir durum olursa? Eldekilerle yetineceklerdi, başka çareleri yoktu. Ne bebeği yerinde durabilirdi artık ne de Gülilzar dayanabilirdi.
İçeriye geçip gözden kaybolan kadın elinde bir sürü temiz bezle geldiğinde kadının varlığına şükretti.
"Kaynar suyu hazır ettiniz mi?" Mesafeli ve verdiği emrin tereddütsüz yapılması gerektiğini yansıtan bir sesle konuşmuştu. Kadın, başını sallayıp,
"Evet, siz gelir gelmez," diyerek Rıza'nın içini rahatlattı. Ardından Gülilzar'ın yamacına varıp ellerini sıktı. "Dayan yavrum. Meleğimiz hiçbir sorun olmadan yanımıza gelecek." Tesellisi Gülilzar'ın bir sancıyı daha göğüslemesiyle son buldu. Rıza iş bilir bir şekilde Gülilzar'a direktifler vererek sancıların aralarındaki süreyi hesapladı. Ulaştığı sonuç, doğumun yakın olduğuydu. Bunu teyit eder etmez Gülilzar'a ıkınması gerektiğini söyleyip kendisi de karnından bastırarak yardımcı olmaya başladı. Ara ara bebeğin başının görünüp görünmediğini kontrol ediyor, tekrar aynı hareketleri yeniden gerçekleştiriyordu.
Genç kadının alnından başlayıp yakasında görünürlüğünü kaybeden teri, vücudunun parlamasına sebep oluyordu. Yüzü öyle çok sararmıştı ki doğum biraz daha devam etse Gülilzar'ın yığılıp kalacağından korktu.
Şükür ki bebek göründüğünde her şey daha kolay olmuştu. Rıza, bebeğini tutup yavaşça çektiğinde soğukkanlılığını kaybetti. Elinde kanlı canlı bir varlık vardı ve bu kendisine aitti. Gülilzar'ın her şeye rağmen ona hediye eylediği bir varlık. Anlık durgunluğuna bir son vererek göbek bağını kesti. Ardından yavrusunun sesini duymak için onu ayaklarından tutup kalçasına orta şiddette bir şaplak atıverdi. Ses odayı doldurduğunda Gülilzar da halası da mutlulukla gülümsedi. Bir oğlanları vardı artık...
***
Yorgundu. Tüm sıkıntılarını göz kapaklarının ardında bırakarak uyumayı diliyordu. Lakin ilk beslenmesini yapan oğlu, izin vermiyordu. Daha doğrusu Gülilzar bütün yorgunluğuna rağmen oğlunu gözünü kırpmadan seyretmek istiyordu. Tatlı bir çelişkiydi yaşadığı. Hem uyumak hem de bebeğini gözlerinin önünden ayırmamak istiyordu.
Bir de Rıza vardı elbette. O kargaşanın içine bir güneş ışığı gibi sızmış, Gülilzar'ın önünü aydınlatmıştı. Şükretmeliydi. Eğer Rıza tam da o anda orada olmasaydı doğumu kendi başına gerçekleştirmek zorunda kalırdı. Belki sokakta... Kimsenin kendisine yardım etmeyeceğini düşünüyordu. Geldiğinden beri etmedikleri kalmamıştı sonuçta.
Yine de Rıza'nın aniden belirmesi, aklını kurcalamıyor değildi. Neden gelmişti, ne bulmayı ummuştu? Dahası Gülilzar ne yapacaktı? Olanlara rağmen, yalanlara rağmen affedecek miydi onu? Gözlerini kısarak bir köşeye sinmiş olan Rıza'ya baktı. Başını eğmiş, düşüncelere dalmıştı. Aklından ne geçiyor bilmek isterdi. Şakaklarından çenesine uzanan kan pıhtısı ve sol gözünün altındaki koca morluk, o habis anları tekrar getirdi aklına. Silkelenip bebeğine odaklanacaktı ki Rıza konuştu.
"Gitmeden biliyor muydun?" Neyi sorguladığını anlamıştı Gülilzar. İçi suçlulukla doldu. Başını sağa sola sallayıp,
"Hayır, gitmeye karar verdiğimde bilmiyordum ancak yolculuk esnasında fark ettim." Yeterli bir yanıt verdiği düşündü. Rıza kaş çatıp ona baktığında ne gibi bir sonuç çıkardığını anladı. Tüm o mektuplar geldiğinde ve taşındıklarında gerçeği söylememişti ona. Zaten Gülilzar'ın da bunu söylemek gibi bir niyeti yoktu. Zaten bu sebeple taşınmamışlar mıydı? Tıpkı şimdiki gibi Rıza'nın onları bulmasından korkmuştu. Eh bir de yıllardır tanıdığı insanların kendilerine kötü gözle bakmalarını istememişti. Halası da yanına gelmeyi düşünüyordu hem. Yani koşullar uygundu ve Gülilzar oğlunu babasız büyütmeyi umursamayarak öfkesine yenilmişti. Rıza'nın kendi kendine söylendiğini duydu. Peşinden yüksek sesle,
"Sana kızmam gerekir lakin ben bunu hak ettim değil mi?" diyerek başını inanmıyormuşçasına salladı. "Tabii benimle bir oğlumuzu da cezalandırmayı uygun görmüş olduğun gerçeği var." Ne diyebilirdi ki hakkı vardı vesselam. Rıza, başından sinek kovarcasına elini salladı, sinirliydi. "Babasızlığın ne demek olduğunu bilmene rağmen münasip gördüğün bu muydu?" Gözlerini sıkıca kapayarak dilinin ucuna geleni kovdu. Bir müddet sinirlerinin yatışmasını bekledi. Sonra Gülilzar'a yaklaşıp koynunda bir süre önce beslenmeyi bırakan oğluna baktı. Gelmeseydi varlığından bihaber olacağı yavrusu... Elini usulca başına dayayıp sevgiyle okşadı. Tek tük olan saçları her elini oynattığında dikelip eski haline geliyordu.
"Nasıl dönebildin?" Gülilzar'ın suali boğazında acı bir tat bıraktı.
"Hiç gitmemem gerekirdi. İnat uğruna verilmiş bir karardı. Canını yakmak için..." Yutkunarak acı tadı sindirdi. "Fakat canı yanan ben oldum." Birden utanır gibi oldu. "Elbette yaşadıklarınla kıyaslanamaz ama bil ki ben de hiç iyi durumda değildim. Yedim bitirdim kendimi." Gülilzar'ın kucağına sinmiş oğlunu alarak Gülilzar'ın daha rahat uzanmasını sağladı. Kendi de bağdaş kurup oğlunu izlemeye başladı. Gülilzar dikkati üzerine alabilmek adına sahte bir öksürük koyverdi.
"Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?" Rıza bu sual üzerine alayla gülümsedi.
"Seni dinlemeyeceğimi bil de..." Oğlunun kundak içinde rahatsızca kıpırdandığını gördüğünde yüzündeki alay samimi hale büründü. Ne de güzel bir şeydi. "Önce seni nikâhıma alayım diyorum." Gülilzar'ın kaş çatışını gördüğünde içini rahatlatması gerektiğini hatırladı. "Akif bir hafta önce son duruşmaya katılarak artık özgür olduğumu söyledi." Kadının kendisine anlamaz bakışlar yönelttiğini fark ettiğinde tebessümünü sundu. "Hüviyetim tamamen uygun bir durumda. Ardından Aydın'a gideriz. Ne dersin? Sen öğrencilerine geri dönersin..." Burnunu oğlunun yanaklarına sürtüp, "...Ben de oğluma bakarım bir süre," diyerek Gülilzar'ın da mutlulukla iç çekmesini sağladı. Ancak yüzünü asması gecikmedi.
"İstifa ettim ben. Geri dönmem mümkün değil." Rıza omuz silkerek,
"Bir yolu bulunur Gülilzar. Sen yeter ki evet de," istekli hali iç gıcıklayıcıydı. Onu ne kadar özlediğini bir kez daha hatırlayarak gözlerinin dolmasına mani olamadı. Ondan uzak kaldığı her dakika için yas tutabilirdi. Ancak bu kadar çabuk pes etmek istemiyordu. Bir daha güveninin sarsılmasını istemiyordu çünkü. Gözlerinden boşalan yaşlara aldırmadan baktı Rıza'ya. Başında dikiliyor oluşu o kadar rahatlatıcıydı ki... Alnına dökülen saçlarına dokunmak, henüz tıraşlanmış yüzünde parmağını gezdirmek, sıcaktan çatlamış dudaklarında soluk alabilmeyi istedi. Yeniden kokusuna sinmek... Zorlukla da olsa,
"Seni affetmiş değilim," dediğinde Rıza şefkatle baktı ona. Oğlunu yumuşak şiltenin üzerine, Gülilzar'ın yanına bırakarak kendi de uzandı. Kolunu büküp başının altına dayayarak bir müddet seyir eyledi bu görüntüyü. İçine çekercesine, gözlerini yaşama yumduğunda bu anı hatırlamak adına aklına kazıdı. Cennet bahçesinden bir farkı yoktu doğrusu. İç çekip boştaki eliyle Gülilzar'ın durmadan akan yaşlarına uzandı. Bir daha ağlamasın, hep gülsün istiyordu baharı andıran gözleri. Hep ışıl ışıl baksın, hayat saçsın... Oğluna dikkat ederek Gülilzar'ın göz pınarlarından öptü. Sanki tüm kederi dudaklarında son bulmasını ister gibi. Öylesine itinayla yapıyordu ki bunu Gülilzar titremeden edemedi. Rıza yakıyordu ama güzel seviyordu. Hem yaralayıp hem sarıyordu. Bir daha yaralamamasını güvence altına almalıydı. Yoksa altından kalkamazdı. Rıza geri çekilip tekrar kolu üzerine yaslandığında,
"Beni hemen affetme. Bana çok çektir, öyle çektir ki burnum sürtünsün de bir daha seni kaybetmeyi göze almayayım. Lakin fırsatını ver, kendimi affettirmeye çalışayım. Bir ömür sana yaşattıklarımın cefasını çekeyim. Çünkü aşkının cefası dahi bir ödüldür benim için." Gülilzar mest olmuş bir vaziyete bürünmüşken Rıza başını salladı. "Hayır, çok ciddiyim. Hemen affetme. Ben saçlarına papatyadan tacı takmadan, evimizi tamamlamadan affetme. Seni sevdiğimi her sabah söylemeden affetme. Her akşam eve geldiğimde sana sarılmadan... Affetme ki her gün bir telaş içinde koşturup durayım." Başını eğip oğlunun başına minik bir öpücük bıraktı. "Belki oğlum için biraz insaflı davranabilirsin ama." Yüzü sahte bir öfkeye büründü. "Neticede sen de az daha bizi ayıracaktın." Gülilzar kıkırdamadan edemedi.
"Tüm o güzel sözlerin üzerine limon sıktın farkında mısın?" Rıza muzipçe gülümsedi. Peşinden soluklanarak,
"E ne diyorsun? Ömrümün sonuna kadar bana kök söktürecek misin?" dediğinde Gülilzar hareket etmek istedi fakat henüz ağrıları vardı. Bu sebeple Rıza'nın yakalarından kavrayıp üzerine eğilmesini sağladı. Başını hafifçe kaldırarak dudaklarına yumuşak öpücüğünü bıraktı. Geri çekilecekti ki Rıza, kendisine izin vermeyerek öpücüğü derinleştirdi. Elinden kayıp gitmesinden korkarcasına, aceleyle, tutkuyla... Geri çekilmeden yanağındaki benlerin üzerine uzunca bir öpüş daha bıraktı. Gülilzar'ın gözlerinde oynaşan harelere, tutuklaşan nefesinden ötürü aralanan dudaklarına, kızaran yanaklarına öyle bir baktı ki genç kadın üzerine atmış olduğu ince örtünün altına girmek istedi. "Bu, 'Evet, kök söktürürüm,' demek herhalde." Rıza'nın oyuncu sesi; Gülilzar'ı kendine getirerek yumruğunu, Rıza'nın göğsüne vurmasını sağladı.
"Evet. Evet, kök söktürürüm demek. Bu sebeple ayağınızı denk alsanız iyi olur Rıza Bey!" Rıza, gözlerini kırpıştırdı.
"Hayda! Bey mi olduk yine. Hafifletici sebeplerim vardı Gülilzar Hanım, az buçuk insaf." Gülilzar omuz silkti. Ardından ikisi de aynı gülümseyişi takındı.
Zaman onlar için en iyisini yapacaktı muhakkak. Kimi zaman kederi evlerine konuk edecek, kimi zamanda neşeyi. Fakat hiçbir vakit vazgeçmeyeceklerdi. Çünkü artık biliyorlardı. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu, aşkınsa her kula nasip olmadığını... Zamanla aşklarıyla birlikte büyüyecek, bir ağaç gibi kök salacaklardı. Kökleri o kadar derine salmışlardı ki hiçbir rüzgârın onları yıkmalarına müsaade etmeyeceklerdi. Bazı zamanlar hata edeceklerdi elbette fakat o hataları göğüsleyerek bununla yaşamayı da öğreneceklerdi. Her fırtınada birbirlerine sarılacak, aşklarını koruyacaklardı. Çünkü o aşkları zamandan da kıymetliydi...
"Gülilzar?" Genç kadın güçlükle göz kapaklarına söz geçirmeyi başardı.
"Hım?"
"Oğlumuzun ismi ne olacak?" Gülilzar bunu çok düşünmüştü açıkçası fakat Rıza'nın da onayı gerekirdi. Ellerini karnının üzerinde birleştirip,
"Nazım olsun mu?" diye sorduğunda Rıza başka bir şey söylemeden oğlunun kulağına eğildi.
"Nazım... Nazım... Nazım..."
***
Selamlar sayın okur. Final bölümüyle merhabalar! Ah, sonunda bitirdik öyle değil mi? Açıkçası bu hikayeyi yazdığım vakitlerde romantizm okumayı da yazmayı da sevmezdim. Fakat zamanla her ikisini de sever oldum. Elbette klasik okumayı seviyordum lakin öyle aşk falan... Zamanla insanların tarzı da zevkleri de değişir örneklerindenim galiba. Yine bu hikayeyi yazdığım zamanlar daha çok o klasik tadı vermeyi aklıma koymuştum. Dilerim bu manada başarılı olmuşumdur. Yazdığım süre boyunca bana ve hikayeme, gerek yorumlarıyla gerek oylarıyla gerekse casperlığıyla destek olan herkese teşekkürü bir borç bilirim. (Ciddiyim Casper!) Her okur aklımda. En azından beğenerek kendini açık eden okurları biliyorum. Hiç atlamadan anında okuyan o okurlara çokça sevgiler, büyük keyif aldım. Umarım sen de aynı keyfi almışsındır sayın okur. Bir sonraki hikayede görüşmek üzere. Selametle!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.06k Okunma |
298 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |