38. Bölüm

Ayrılık

Emine Fidan
beytikzer

İyi günler, mutlu yıllar dilerim sayın okur. Umarım yeni yıl size sağlık, şans, aşk, iş getirir... Yeni bir bölümle merhabalar! Giderek sona yaklaşıyoruz. Hissediyor musun? Açıkçası bu bitireceğim ilk hikaye değil lakin ilki gibi heyecan veriyor. Dilerim severek okuyacağın bir bölüm olur sayın okur. Selametle!

 

12 Mayıs 1951 Yıkıcı gücü Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan bombaların 100 katı büyüklüğünde olan ilk Hidrojen Bombası denemesi, Büyük Okyanus'undaki Eniwetok Atolü'nde yapıldı.

***

 

Gülilzar ne dediğini duyuyor muydu? Bu söylediğini yüreği nasıl kaldırırdı? Rıza'nın göğsü sıkışır gibi olurken oturduğu yerden bir hışım kalkıverdi. Başını ellerinin arasına alıp patlatırcasına sıkmak istiyordu. Böyle bir ihtimali hep düşünmüştü. Gülilzar'ın bir gün bu olanlara dayanamayacağı, çekip gitmek isteyeceği ihtimali beyninde dönüp durmuştu. Şimdi korktuğu şeyin dile gelmesi delirtecek raddeye getirmişti onu. Geçemezdi ki Gülilzar'dan. Bu birinin, ona; 'Nefes almadan yaşa,' demesi gibiydi. İnsan soluk almadan yaşayabilir miydi?

 

Bir şeyleri parçalamalıydı. Şu an ihtiyacı olan tam da yakıp yıkmaktı. Öfke usul usul yüzüne doğru tırmanırken başparmağıyla işaret parmağını burun kemerine yasladı. Sakin kalmalıydı. Gülilzar'ı daha fazla yıpratmak istemiyordu. Bu sebeple derin soluklar çekti içine. Aldığı nefesler yetmeyecek gibi olduğunda kazağının altındaki gömleğin yakalarını açmaya başladı. Odada insanı delirtecek şekilde attığı adımlar da yetmiyordu. Pencereye kadar yürüyüp soğuk havayı içeriye aldı. Köydekinden daha keskin bir soğuk vardı. Rüzgâr yeryüzüne vurduğunda içi titriyordu. Lakin çekilmiyordu da.

 

Nihayet bir nebze sakinleştiğinde tek çareyi ayrılmakta gören Gülilzar'a döndü. O da kendisinden farklı değildi. Gözlerini parmaklarına dikmiş, ağlamamak için büyük bir özveri gösteriyordu. Çökmüş omuzları, biraz evvelki sevgi selinden dolayı dağılmış bukleleri ve sıkılı çenesi... Bu haliyle ne kadar da yabancıydı. O Gülilzar'ı böyle görmeye alışkın değildi. Öyle yenilmişçesine. Sanki, 'Artık kader ile başa çıkamıyorum,' der gibiydi. Fakat Rıza'nın pes etmek gibi bir fikri yoktu. Bencilceydi belki, biliyordu ama Gülilzar'dan cayarak ne onu ne de kendini ateşe atamazdı. O, Gülilzar ile hayata tutunmuştu ve biliyordu ki Gülilzar, kendisinden giderse eskiden olduğu gibi boş vermişlikle yaşardı hayatı.

 

Gülilzar... O toparlardı kendini. Çünkü onun, güçlü bir kadın olduğunu, yıkılmayacağını biliyordu. Kendisi gibi zayıf, aciz değildi. Yalnızca bir daha kimseye güvenmeyeceğini hissediyordu. İçindeki hodbin adam, bu düşünceyle rahatladı. Nasıl ki o Gülilzar'a aitti, Gülilzar da ona aitti işte. Başka bir şahsın bu aşkta yeri yoktu. Gözlerini yumup kalktığı yere oturdu yine. Gülilzar'ın yanına. Yanaklarını kavrayıp eğilmemesi gereken başı kaldırdı. Dolu doluydu gözleri. Sanki Rıza, ona; 'Tamam ayrılalım,' dese akıverecekti.

 

Bir yumru genç adamın boğazına kuruldu. Yutkunsa dahi bir türlü geçmeyecek olan bir yumru. İçinden gelen aşkla o nazarlara birer öpücük kondurdu. Küçük bir teselliydi belki fakat Gülilzar için bir cihan kadar vardı. Rıza'nın başparmağı yanağını usul usul okşarken o cihanın cennetten bir parça olduğunu gördü Gülilzar. Bu farkındalıkla ola ki Rıza isteğine uyar, kendisinden geçerse ona kalan cehennemin soğuk tarafından bir parça olurdu. Olmaz desin istiyordu. Vicdanına rağmen olmaz desin de yanında kalsın diliyordu. Bu onu kötü bir kadın yapar mıydı veyahut yüzsüz?

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın? Bizden nasıl geçersin?" Başını sağa sola salladı Rıza. "Ben geçmem Gülilzar. İster ahlaksız de ister arsız, utanmaz de ama ben ölmek istemiyorum. Beni kefensiz mezara gömme. Üstüme toprak atma!" Rıza'nın lakırdıları o yüzsüz kadını sevince boğdu, vicdanını ise bir mengene gibi sıkıştırdı. Ne diyebilirdi ki. Bir şey söylese, yüreğinden geçeni haykırsa o küçük kız geliyordu hatırına. Nasıl da sığınmıştı Rıza'ya. İçi kanıyordu, içi kan ağlaya ağlaya o ellerden sıyrıldı. Ah, ne çok isterdi o avuçları buselere boğmayı!

 

Aldığı kararla yüzü ifadesizleşti, giderek uzaklaştı. Rıza'nın dudakları titredi, gözleri buğulandı. Ona rağmen gidecekti Gülilzar. Onu azar azar öldürecekti. Genç kadın ayağa kalkarak tertipli yatağın üzerine fırlatmış olduğu kabanını geçirdi üzerine. Düğmeleri iliklerken çantasını da alıverdi. Gülilzar sonradan çok pişman olacağı o sözleri söylemeden önce son defa baktı heyecan duyduğu adama. Ardından göğsü kalkıp indi.

 

"Sizin vicdanınız bir yavruyu göz ardı edebilir Rıza Bey. Fakat benim vicdanım; bir kız çocuğunu, o denli bencil hislere değişemiyor. Zamanla yok olacak heyecanları vicdanıma değişemiyorum." Yalandı, büyük bir günah işliyordu Gülilzar. Rıza'ya karşı acımasızca dikilirken ruhu daralıyordu. Çantasını sıkıca tutarak, "Vadesi dolacak bir aşk yüzünden küçücük bir kalbi yaralayamam. Ha bir iki sene sonra, ha şimdi..." deyip gururla dikti başını.

 

Oysa hissettiklerinin gururla, vicdanla bir alakası yoktu. Bunu Rıza görecek diye ödü kopuyordu. İnanmalıydı. Genç adam, işittiklerinden sonra bundan öte kırılmam zannediyordu ama Gülilzar daha son sözlerini dile getirmemişti.

 

"Zaten bu evliliği de pek istediğim söylenemezdi. Fatma Hanım zorlamış olmasaydı aklımın ucundan dahi geçmezdi." Yanacaktı, Rıza'yı yaktığı gibi yanacaktı. Nasıl ki şimdi Rıza'nın gözünün önünde bittiğini, eridiğini görüyordu; o da yanacaktı.

 

Rıza'nın hâlâ sağlam duran bir parçası bunun istemeyerek sözler olduğunu kulağına fısıldıyordu. Küçük, çok cılız bir sesti lakin Rıza'nın ayaklanarak genç kadına gitmesini sağladı. Gülilzar, Rıza'nın onu saracağını anladığı an elini kaldırıp durmasını işaret etti. Geriye adım atarak,

 

"Lütfen Rıza Bey, burada güzelce bitirelim. Ben daha fazla küçülemem, siz de küçülmeyin!" diye haykırdı. Rıza'nın şaşkınlıkla aralanan dudaklarından bir inleme döküldü. Gerekirse ayaklarına kapanacaktı ama bir daha duymayacaktı o lakırdıları. Öyle de yaptı. Gülilzar'ın ayaklarına kapanıp kendisine yukarıdan bakmasına müsaade etti. Gülilzar görmüyordu nasıl perişan olduğunu? İstese şuracıkta canını vereceğini bilmiyor muydu?

 

"Lütfen Gülilzar, lütfen baharım. Bırakma beni!" derken daha fazla durmamıştı yaşları. Ancak Gülilzar bir kere daha dinlemedi onu. Ardına dönüp giderken Rıza, eteklerinin nasıl havalandığını, her hareketiyle sağa sola salınışını unutmayacaktı hiç. Kapı kulpunu çevirdiğinde çıkan sesi unutmayacaktı. Ona son kez dahi bakmadığını, sırtını nasıl dikleştirdiğini asla ve kat'a unutmayacaktı. Diğer tüm anılarıyla birlikte...

 

***

 

Sonunda durmamıştı işte. Gözyaşları yanaklarında iz iz olurken daha duramamıştı. İzmir'den Ankara'ya bulduğu ilk seferle yola düşmüştü. Halasına gidiyordu. O sarardı yaralarını. Belki şimdilerde o hazırlanıyordu yanına gelmek için ama gerek kalmamıştı. Gülilzar kaçtığı yere dönüyordu. Yaralarla geldiği yere, daha büyük yaralarla dönecekti.

 

Dudaklarının arasından firar eden hıçkırıkla vagondaki başlar ona döndü. İlk defa utanmadı Gülilzar. İlk defa içinden gele gele ağlayışını sürdürdü. Rıza'yı anımsadıkça daha fazla dökülüyordu yaşlar. Ona bakarken ki gülümseyişini, ara sıra gördüğü sigarasından iç çekişini, kendisini kolları arasına aldığında küçük bir erkek çocuğu gibi neşelendiğini, sırf konuşturmak için kızdırmalarını... Sonra son hali geldi gözünün önüne. Ayaklarına kapanmıştı. 'Baharım,' demişti ona. Kapıdan çekip gittiğinde dahi peşinden gelişini, durdurmaya çalışmasını, genç bir kadını rahatsız ettiği için çevrece ayıplanışını, Gülilzar bir taksiye bindiğindeki çaresizliğini... Hepsini hatırlıyordu işte. Ömrü billah unutmazdı da.

 

Önünde salınan mendile baktı burukça. Yanında duran yaşlıca bir bey, Gülilzar'ın bu harap haline kayıtsız kalamamış; biraz olsun teselli etmek istemişti. Belli ki ona bir mendil dahi uzatan yoktu. Bu görev de ona kalmıştı. Genç kadın mendili minnetle alıp gözlerini kurulamaya çalıştı. Çalıştı çünkü her sildiği yaşa karşılık bir yaş daha kopuyordu nazarlarından. Ondan rahatsız olan diğer yolcular burun kıvırmış, bakmıyorlardı bile. Gülilzar buna dahi minnet etti. Zira baksalar daha fazla utanacaktı. Rıza'ya söylediği acımasız sözlerden ötürü...

 

Sonunda hıçkırıkları, iç çekişlere döndüğünde boğazından yükselen safra onu zorlamaya başladı. Koşar adımlarla kompartımandan çıkıp kendini en yakın lavaboya attı. Boğazını yaka yaka öğürüp rahatladıktan sonra ellerini yüzünü yıkadı. Son zamanlarda bu mide bulantıları fazla olmuştu. Üşütmüş olamazdı zira başka bir belirti yoktu. Aklına düşen ihtimalle aynaya düşen simasına takılı kaldı. Olabilir miydi, mümkün müydü bu? Tuvaletten çıkıp sırtını duvarlardan birine yasladı. En son regl dönemini hatırlamaya çalıştı. Bu çabasıyla yüzünde oluşan şaşkınlık, giderek yıkılmışlığa verdi kendisini.

 

Mümkündü. Kuvvetle ihtimaldi hem de. Elinde buruş buruş olan mendil, avuçlarından yavaşça kaydı, yeri öptü. Şimdi ne yapacaktı? Vicdanım, vicdanım deyip durmuştu. Şimdi bu sabiyi babasız mı bırakmıştı! Elleri, henüz bir çıkıntı dahi olmamış karnına giderken kendi yavrusunu babasız bıraktığını idrak ediyordu. 'Dönmek için çok mu geç olur,' düşüncesi zihnini talan ederken bir yanı, 'Artık çok geç, söylediklerimden sonra nasıl bakarım yüzüne,' diyordu. Rıza, onun bebek için döndüğünü düşünecekti. Haksız bir düşünce değildi. Bu ihtimal olmasa düşünmezdi bile. Yediremedi kendine. Bir bebeği öne sürerek ettiği lafları yutamazdı. Hem belki Rıza, Gülilzar'ın dile getirmediği fakat müsaade ettiği şeyi yapmıştı. Mirabelle ile yuvalarına dönüştü. Yüzünü buruşturdu. Rıza'yı kendi elleriyle bırakıvermişti. Şimdi geri dönmeye hakkı yoktu. Bebeği için dahi olsa...

 

***

 

Rıza ne yapacağını bilmiyordu. İlk defa bu kadar çaresiz olduğunu hissediyor, içinden taşmak isteyen haykırışları durduramıyordu. Günlerdir o otel odasından çıkmamıştı. Belki Gülilzar geri döner de buraya gelirdi. Sonra o gelmediğinde belki köye dönmüştür diyerek yola düşmüştü. Mirabelle ve Yolande ile ilçeye gelmiş, onları otelde bırakmıştı. Bırakır bırakmaz da köye gitmişti lakin Gülilzar'dan ne ses vardı ne de seda. Yoktu Gülilzar. Buraya da dönmemişti. Bir ihtimal halasındadır diyerek Ankara'ya gitmeyi koymuştu kafasına ama Yolande elini kolunu bağlamıştı.

 

Küçük kız, hava değişikliğinden ötürü hasta düşmüş; günlerce yataklarda kalmıştı. Rıza yine de durmamıştı. Gülilzar'ın halasının evine mektup gönderiyordu. Lakin hiçbir sonuç alamamış; üstelik mektupları da kendisine geri dönmeye başlamıştı. İşte o zaman umudunu yitirdi Rıza. Bir daha çabalamadı. Yolande iyileştikten sonra Ankara'ya gitmedi, köye bir daha dönmedi. Mirabelle artık dönmeleri gerektiğini belirttiğinde kendi valizlerini de hazırladı. Madem Gülilzar ona git demişti, o da gidecekti. Öfkeliydi epeyce. Gülilzar'a ama en çok da kendisine. Bile bile ateşe dokunmamalıydı. Yanacağını biliyordu, yakacağını da. Fakat görmezden gelmişti.

 

Şimdi elinde plakla mektebin önünde duruyor; içeriye geçip veda etmeye hazırlanıyordu. Ayakları işlev görmüyordu. Sanki yapma der gibiydi. Lakin o safi öfke yine atağa geçip Gülilzar'ın kendisini ardında bırakışını hatırlattı. Gülilzar yapabiliyorsa o da yapmalıydı. Sertçe soluklanıp kapıyı araladı. Aralamasıyla bir Gülilzar'ın o eşsiz kokusu burnuna doldu. Her şey aynıydı. Bıraktıkları gibiydi. Gülilzar tek bir şey dahi almamış, öylece çekip gitmişti. Bir gün eşyalarını almak için dönecekti belki. Belki de birilerini yollardı. Omuz silkti. Nasılsa o vakitte Rıza buralarda olmayacaktı.

 

Özel odasına geçip şahsi masasına yöneldi. Üzerinde tarak, sarmaçlar ve daha anlam veremediği birçok kadınsal eşya bulunmaktaydı. Fakat bir şey vardı ki Rıza, onu görmesiyle birlikte yüzünde oluşan gülümsemeye dur diyemedi. Eli, Gülilzar'ın yanından ayırmadığı aynaya ilişti. Gülilzar'ın bu aynaya bakıp mimik çalıştığını biliyordu. Mühim bir konuya hazırlandığında o aynayı yüzüne tutuyor, kaşlarını indirip kaldırıyordu. Bazen de dudaklarını büzüp geriyor, gözlerini kısıyordu. Başta anlam verememişti ancak sonradan ne yaptığını anlamıştı. Kendisine olan güvenini bu şekilde tazeliyordu Gülilzar. Kendisiyle ayrılık konuşmasını yapmadan önce de böyle bir gösteriyi de sergilemiş miydi?

 

Ani bir kararla küçük el aynasını cebine atıverdi. Ardından plağı da masanın üzerine bırakıp geri çekildi. Fazlasıyla manidar bir ayrılıktı bu. Son defa içi acısın istiyordu. Onun, 'Hileli Kalbi,' ağlatsın istiyordu. Uyuyamasın da ismini fısıldasın istiyordu. Kalbi onu açık etsin istiyordu...

 

Bölüm : 27.12.2024 16:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...