@beytikzer
|
Kalbinin atışı dışarıdan duyuluyor muydu? Peki ya hali? Başka bir göz tarafından heyecanı anlaşılıyor muydu? Doktor Rıza'nın ona hissettirdiği bu tarifi mümkün olmayan hislerden haberi olsa ne düşünürdü? Kendisini yine dalgaya alıp güler miydi? Titremekte olan ellerini ardına saklayıp kasılan yüzüne sahte bir gülücük kondurdu. Niyeti, gerginliğini bu gülüşün ardına gizlemekti. Doktor Rıza ise Gülilzar'ın içindeki tufandan bihaber neşe saçmaya devam ediyordu.
"İlk gün hayırlı uğurlu olsun bakalım. Nereye bırakmamı istersiniz?" Gülilzar bulunduğu tutuk durumdan kurtularak okulu işaret etti. Ardından Murat'ı hatırlayıp eliyle selamladı genç adamı. Genç adam da kendisine aynı karşılığı verip yoluna gitti. Gülilzar bir süre Murat'ın arkasından bakakaldı. 'Gitme!' demek istiyordu. 'Beni Doktor ile yalnız bırakma,' diye kollarına yapışası geliyordu. Lakin ne peşinden koşabildi ne de seslendi. Yaptığı, Doktor Rıza'ya kapıyı açıp getirdiklerini mutluluk ile harmanlamış hüzünle dolaplara yerleştirdi. Artık çocukların okuyabileceği kitaplar mevcuttu ve Gülilzar bunun için Doktor Rıza'ya teşekkür etmesi gerektiğinin farkındaydı. "Gelmemden memnun değil gibi bir haliniz var."
Gülilzar Doktor Rıza'nın bu haklı sitemine karşılık ne söyleyeceğini bilemediğinden bir süre suskun kaldı. Fakat sonra bunu inkâr etmenin bir anlamı olmadığını düşünerek,
"Sizi beklemiyordum. Vaziyetimi buna yorun," dediğinde Doktor Rıza anlayışla yanıtladı.
"Haklısınız. Getirdiklerim teşekkürümü sunmak içindi." Çapkınca, "Ayrıca ziyaret etmem gereken bir hanım vardı. Gelmişken sizi de görmek istedim," deyince Gülilzar bu hanımı merak etmeden duramadı. Merakı, dilini süzgeçten geçiremeden atılmasına sebep oldu.
"Kimmiş bu hanım?" Doktor Rıza pırıl pırıl bir yüz ile,
"Ah, ismi Fatma. Güzel olduğu kadar hamarattır da," diyerek daha çok düşkünlüğe sebep oldu. Gülilzar ellerini arkasında birleştirerek ayak parmakları üzerinde yükselip yaylandı.
"Fatma Hanım neyiniz olur?" Rıza Gülilzar'ın böyle bir heves göstermesini şaşkınlık içerisinde karşılarken takılmadan edemedi.
"Gülilzar Hanım bu tecessüsün kaynağı nereden geliyor?" Doktor Rıza'nın kendi hislerini anlamasından endişe eden Gülilzar tasa ile konuştu.
"Ne merak edecekmişim canım! Ben sadece..." Kapana kısılmış gibi hissediyordu Gülilzar, kendini rezil bir vaziyet içine sokmuştu. Doktor Rıza keyifle üstüne gitti.
"Sen sadece ne?" Gülilzar o anda aklına gelen ilk şeyi döktü dudaklarından.
"Fatma Hanım okuma yazma bilir mi merak ettim." Doktor Rıza bu cevapla bir süre düşünüp,
"Hayır, bilmiyor," diye mırıldandı. "Neden merak ettiniz?" Gülilzar muhataralı bölgeden kurtulduğu için içi rahat,
"Hanımlara da okuma yazma öğretiyorum, akşamüzeri. Kendisine iletir misiniz?" dediğinde Fatma Hanım'ın kim olduğunu da öğrenebileceği için şevkle parlamıştı çehresi. Doktor Rıza ise bunu öğretme aşkı olarak görmüş, genç kadının bu arzu dolu hali, içini okşamıştı. Başını salladı.
"Elbette söylerim." Gidecekken yoğurt dolu bakraca takıldı gözleri. İştahla yaklaşıp üzerindeki kaymaktan bir kısım alıp ağzına attı. "Hım. Bu lezzetli yoğurdu kim getirdi?" Gülilzar dümdüz,
"Murat," deyince Doktor Rıza'nın tekrar yoğurda uzanan eli havada kaldı.
"Şu Kadir Bey'in oğlu Murat mı?" Gülilzar cıngılı önünden alıp,
"Evet, o Murat," dediğinde Doktor Rıza kendi kendine mırıldandı.
"Bir Kuşçu Beyefendisi, bir Murat..." Gülilzar Doktor Rıza'nın ne dediğini anlamadı, üstüne de gitmedi. Zaten Doktor Rıza daha fazla kalmayıp Fatma Hanım'a gideceğini söyleyince Gülilzar'ın içinden konuşmak da gelmedi. Gidişini izlerken nihayet sürekli ertelediği ziyaret aklına geliverdi. Okulun kapısına kilit vurup yola düştüğünde bu sefer nasıl karşılanacağını merak ediyordu.
***
Topraklı yolda yürümeyi severdi Gülilzar ama ayakkabısı uygunsa. Şimdi parmaklarının arasına kaçan taştan rahatsızlık duyuyor, ayakkabısını çıkarıp sallamamak için zor tutuyordu kendisini. Ayağını tehdit eden küçük taş sivriydi, tenine batıyordu. Daha fazla dayanamayarak kime ait olduğunu bilmediği evin duvarına bir elini dayayıp pabucunu çıkardı. İçindekinin tamamen düştüğünden emin olduktan sonra tekrar geçirdi ayağına. Doğrulurken bir öksürük sesi, irkilmesine sebep oldu.
Ardına dönüp sahte öksürüğün sahibine baktı. Öksüren, Kalaycı Hüseyin'in evinin önünde rastlaştığı yaşlı beydi. Adamcağız zar zor yürüyor, bastonundan destek alarak Gülilzar'a yaklaşıyordu. Gülilzar ondan önce davranarak yanına vardı.
"İyi günler efendim." Adam başını sallayarak,
"İyi günler kızım. İyisin inşallah," derken bile zor nefes alıyor gibi görünüyordu. Bedeninin taşıyabileceğinden daha fazla kiloya sahip olması, bu zahmetini açıklıyordu. Her iki elini bastonun başına dayayıp dik durmaya çalıştı. Gülilzar içtenlikle yanıtlarken ellerini önünde bağladı.
"Teşekkür ederim efendim. Sizi sormak icap eder. Haliniz, sıhhatiniz yerindedir umarım." Yaşlı adam, bu diline şerbet dökülmüş genç kadını sevdi birden. Yer yer gaybubet ile sararmış dişler sergiledi. Elini havada sallarken gözlerindeki üzünç, 'Ne sen sor ne ben söyleyeyim,' der gibiydi. Kuşçu'nun güvercinini andırıyordu bu bitkin adam, uçmak istemiyordu.
"İç güveyisinden hallice kızım. Adın nedir?" Ardından eliyle yola birlikte devam etmelerini istedi. Gülilzar bu arzuyu hoş görüp onunla birlikte devam etti yola.
"Adım Gülilzar efendim. Yeni gelen öğretmenim." Tükenmesine ramak kalan adam başını sallarken tek tük saçları gizleyen kasket de aşağıya kaydı. Eliyle eski yerine getirirken,
"Bana da Hacı Niyazi derler kızım," dedi. Gülilzar'a dönüp dudaklarını büzdü. "Bir de adını biliyordum." Önüne dönerek devam etti konuşmasına. "Zaten sen daha gelmeden nesin necisin hep öğrendik Muhtar sağ olsun." Gülilzar Muhtar ile ilgili önlemini alması gerektiğini düşündü birden. Niyetini belli etmemeye çalışarak,
"Muhtar köyün her meselesi ile alakalı anladığım kadarıyla. Vazifesi tabii," dedi. Hacı Niyazi onaylarcasına salladı başını.
"Köyün her derdine koşar ama biraz yanardöner bir heriftir." Dilini damağına yapıştırıp tok bir ses çıkardı. "Aramızda kalsın, bence Kadir Bey'e farklı, köylüye farklı konuşuyor." Başını dertli dertli salladı. "Hoş, Kadir Bey de sağlam adam değil ya... Abdullah'ın da göç etmesine sebep oldu hep." Gülilzar çıt çıkarmadan söylenileni dinliyor, bu yerle ilgili daha fazla malumat almaya çalışıyordu. Aralarında uzunca bir sessizlik hüküm sürünce Gülilzar daha fazla dayanamadı.
"Peki mektebe neden çocukları göndermedi ahali?" O an Hacı Niyazi durup bu öğretme aşkıyla yanıp tutuşan kadına baktı. Parmağını Gülilzar'a doğrultarak,
"Sen düşün kızım. Neden gelmediler?" Gülilzar Hacı Niyazi'nin salladığı parmağa aldırış etmedi. Zira bu hareket kırsalda çok da yadırganmazdı. Gülilzar başparmağını çenesinin altına dayayıp işaret parmağıyla da dudaklarını kapadı.
"Rıfat'ın babası Ahmet Bey, bana Kalaycı Hüseyin'in köyde çok sevildiğini, bundan mütevellit o evladını okula göndermezse kimsenin göndermeyeceğini söylemişti." Hacı Niyazi anında burnundan soludu.
"Sen de bu martavala inandın mı?" Hacı'nın sesi inanmamazlıkla çatallaşırken Gülilzar şüphe içinde kaldı.
"O var ya şıracının şahidi, şıracı da Muhtar. Ama ikisi de Kadir Bey'den bir şey koparma derdinde." Alayla homurdandı. "Hey gidi Kadir Bey. Sen de bostan bozuntusu oldun çıktın. İşin gücün âciz insanlara bulaşmak olmuş!" Gülilzar Kadir Bey'in öyle olduğunu sanmıyordu lakin konudan sapmak istemedi.
"Peki ya neden göndermediler?"
"Çünkü kızım ahali seni Murat'ın arabasında gördü. Kimse Murat oğluma kıymaz ama köyün yarısı babasına kinli. Sen de evine gittin. Ya ne yapsalardı?" Mantıklı gelmiyordu. Bu söylenenler, Gülilzar'ın akıl süzgecinden geçmiyordu bir türlü. Eli buklelerinin arasında kaybolup kafa derisini kaşıdı. Sıkıntılı olduğu anlarda yapardı bunu.
"O halde Kalaycı Hüseyin'in eşi neden bana öyle davrandı? Evden kovdu..." Hacı tekrar durarak Gülilzar'ın susmasına sebep oldu.
"O insanlar ne çekti bilmiyorsun kızım. Bu insanların çoğu devletten it gibi korkar. Biz bilmeyiz kızım. Gözümüzü burada açtık, bazılarımız sadece ilçeyi gördü. Çok azımız ili... Sen söyle kızım dışardan biri gelir, senin kıymetlini yarım bırakırsa bir daha başkasına güvenir misin?"
'Hacı haklı,' diye düşündü Gülilzar. Bir yabancıdan zarar geldiyse diğerinden de gelmeyeceğini nereden bilirlerdi ki? Gülilzar bu vukuatın yaşı idi. Kuru kül olmuş, peşinden Gülilzar'ı ve bu köye gelecek tüm eğitimcileri yakmıştı aleviyle. Ancak değişecekti. Gülilzar bu alazlanmış yangından sağ çıkacaktı. Yaralarına, dumana, ise aldırmadan...
***
Süt kokuyordu evin içi. Ancak bu seferki anne sütüydü. Kalaycı Hüseyin'in hanımı Cennet daha önce yaptığı gibi kovmamıştı Gülilzar'ı. Belki de vefa hissi sarmıştı dört bir yanını. Belki bu sayede Bekir de mektebe gelir, okuluna devam ederdi. Divana kurulup dizinin altında biten eteğini düzelterek usturuplu bir hal takındı.
Cennet, kapısız mutfağa gidip elinde iki bardak ayran ile döndüğünde Gülilzar minnetle kabul etti. Dili damağı kurumuştu. Bardaklar dudaklara götürüldü, yudumlandı. Kalaylı bardak dudaklardan ayrıldığında Cennet'in üst dudağında ayranın köpüğü kalmıştı. Cennet, eliyle silerken köpüğü Gülilzar'ın zihnine tekrar üşüştü anılar.
Nazım ayran içmeyi hiç sevmezdi. Sadece bir yudum alır, gerisini Gülilzar'a verirdi. Gülilzar ise titiz olmasına karşın bir rahatsızlık emaresi sergilemeden uzatılanı kabul ederdi. Bazen halasına yakalanmasınlar diye ayranı hızla içiyor, üst dudağında köpük kalmasına sebep oluyordu. Nazım bu görüntü ile eğlenirdi hep. Gülilzar ile günler süren bir çatışma yaşarlardı. Çoğu zaman Nazım'ın babası bu gürültüye dayanamayıp Gülilzar'ın üzerine yürürdü. Nazım, Gülilzar'ı korumak adına aralarına girer, tüm o yeğinliği üstüne alırdı.
Nazım'ın babası en nihayetinde tüm sinirini boşaltıp da çekip gittiğinde Gülilzar, Nazımı sarmalayıp gözyaşları ile Nazım'ın saçlarını ıslatırdı. Bir keresinde Nazım yaşadığı o büyük buhrandan sonra Gülilzar'ın yaklaşımını yanlış değerlendirmiş, öpüvermişti dudaklarından. Gülilzar o an neye uğradığını şaşırmış, gitmesi gerektiğini anlamıştı. Nazım, onların arı arkadaşlıklarına yazık edebilirdi. Böylece Gülilzar halasını ikna ederek hayatını güzelleştiren, anlam katan Köy enstitüsüne gidebilmişti. Nazım da hatasını anlamış, bir daha tekrar etmemişti.
Başını iki yana sallayıp silkindi Gülilzar. Bu dalmalara bir son vermeliydi. Bardağın içindeki ayranı bir dikişte bitirerek mutfağa götürmeye yeltendi lakin Cennet, ona engel olarak elindekini aldı. Gülilzar henüz doğum yapmış bir kadını yormaktan hoşlanmıyordu ama itiraz etmeyip uzattı. Cennet tekrar yanına oturduğunda,
"Henüz doğum yapmadın mı Cennet? Kendini yormamalısın," dedi Gülilzar. Cennet sanki Gülilzar saçma bir şey söylemiş gibi dudak büktü.
"Bir günden fazla uzansam ne derler bana bilir misin?" Bilmezdi Gülilzar, hayatı zorluklarla doluydu lakin böyle bir hayatı bilemezdi. Hazırlıksız yakalanmıştı. Hacı haklıydı, bu insanlar ve yaşamları çok farklıydı. Bu sebeple Gülilzar bu konu ile ilgili tek bir laf daha etmeyip konuyu değiştirdi.
"Oğlana ne isim verdiniz?" Cennet sonunda gergin çehreden sıyrılıp ışıldadı.
"Zekeriya koyduk adını." Gülilzar genç kadının bu mutluluğuna iştirak ederek gülümsedi.
"Vatana, millete iyi bir birey; anasına, babasına hayırlı bir evlat olur inşallah." Cennet âmin mırıldanırken Gülilzar, Bekir konusunu açmayı düşündü. Çocuğun geri kalmasını istemiyordu. Cesareti sırtlanıp, "Biliyorum, başınıza birçok iş geldi. Evladınız kendini bilmez bir mahluk sebebiyle ne hallere düştü," diye başladı. Cennet ellerini kucağında birleştirmiş, başını önüne eğerek dinliyordu Gülilzar'ı. Gülilzar, bu sessizlikten cüret alarak devam etti. "Ancak siz Bekir'i mektebe göndermezseniz onun müsebbibi siz olacaksınız. Öğrenmesine, hayatı algılamasına müsaade edin. Ona öğretmeme izin verin. Oğlunuz duymuyor biliyorum lakin şuncacık dünyada bir şey öğrenmeden giderse zihni de sağır olacak." Cennet'in kucağında birleştirmiş olduğu ellerini kavradı. "Bir ana olarak buna mahal vermeyin!" Cennet o an başını kaldırıp Gülilzar'a gözleri dolu bir halde baktı.
"Sen yürekli bir hanımsın muallime. Ama bil ki can parçama bir zarar gelsin, dünyayı yakarım. Ben ister miyim Bekir'im cahil kalsın?" Başını çevirip öte yana baktı. "İstemem tabii." Başını sallayarak alçak sesle, "Bekir'imin kara önlüğünü yaktı beyim. Öylece gelse nasıl olur?" Gülilzar sonunda Cennet'in ne dediğini idrak edince sevinçle sarıldı kadına. Kadın da ona... Bir duvarı kırabilmişti işte. Üstelik zarar görmeden, vermeden, al tında kimse kalmadan. Gülilzar mutluluk içindeydi. Bu köye kendini kabul ettirecekti artık bundan emindi...
|
0% |