Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Can Parem, Biriciğim, Güzelim!

@beytikzer

Bir bölümle daha merhabalar sayın okur. Bu bölüm birazcık kısa. Böyle olmasının sebebi eğer daha yazarsam kendimi durduramayacağım endişesi. İki bin kelimeyi aşmama kararı yüzünden hep! Fakat okur dilerse bu sınırı artık aşabilirim. Ne dersin? İki binden fazlası seni sıkar mı?

Bölümle ilgili detaylara inmeyeceğim ama yüreğime dokunan satırları karaladığımı belirtebilim. Senin de yüreğine dokunmasını temenni ediyor, keyifli okumalar diliyorum. Selametle!

4 Kasım 1950 Türkiye Avrupa İnsan Hakları Bildirisi'ni imzaladı.

 

4 Kasım 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Bölgesel ve Azınlık Diller Avrupa Şartı kabul edildi.

 

***

 

Masaya inen yumruk, Gülilzar'ı yerinden sıçrattı. İki gündür onu bu soğuk, rutubetli mekânda tutuyorlardı. Polisler bu duruma alışmış olsa gerek ki bana mısın demiyorlardı. Fakat yaşadığı kayıptan mıdır yoksa ona sorulan sorulardan mıdır bilinmez, daha çok titrer olmuştu. Halasını bu iki gün boyunca görmemişti. Kulaklarında yankılanan sözleri ise kalbinin sancısını körüklüyordu. 'Sen sebep oldun!' diye bağırmıştı Gülilzar'a. Eğer sık sık teslim olması gerektiğini söylemiş olmasaydı Nazım, şu an yaşıyor olacaktı. Oysa bilmiyorlardı ki Nazım zaten bir buhranın eşiğindeydi.

 

Gülilzar, halası için o an için suçlu görülmesi gereken biriydi yalnızca. Durumu atlatmanın en kolay yolu, buydu. Nazım'ın müsebbibi, Gülilzar olmalıydı ki atlatabilsin kaybının sızısını. Ya Gülilzar, o nasıl atlatacaktı. Biriciğinin bir ipin ucunda salınışını nasıl unuturdu. Bu saatten sonra nasıl yemek yer, nasıl su içerdi? Elbette zaman geçtikçe kalp ağrısının üzerine, buz tutulmuş; acı görmezden gelinmişti. Fakat zihninin bir köşesinde daima tetikte duran vicdanı, olanları ara ara hatırlatmaktan geri durmuyordu.

 

Gülilzar, Kadir Bey'in gidişini izlerken sorgu odasında başına gelenler sindi zihnine. Yanağına inen tokat, çekiştirilen saç ve edilen küfürler... Çok sonradan masum olduğu anlaşıldığında edilen özür ise gülünç olmakla bir üzücüydü de. Kendisine böyle bir zulüm gösterildiyse başka masumlara ne edilmezdi ki? O zamanki gibi hissediyordu. Aşağılanmış, hor görülmüş... Fakat Gülilzar, vazgeçecek değildi. Dilekçe yazıp Ankara'ya gönderecek; bir yetkilinin köye gelmesini bekleyecekti. O kadar kolay olamazdı insanları sömürmek, ellerinden hayatlarını çalmak! O dilekçe yerine ulaştırılacaktı. İsterse Kadir Bey, alnının çatısından vursundu.

 

Kadir Bey henüz gözden kaybolmadan Rıza geldi. Birbirlerini gördüklerinde Rıza'nın çatılan kaşları ve Kadir Bey'in bir simsarı andıran gülümseyişi, gözünden kaçmadı Gülilzar'ın. Anlaşılan Kadir Bey ile sürtüşmemiş çok az insan vardı bu köyde. Kadir Bey, kısa bir baş sallayışın ardından gittiğinde Rıza da Gülilzar'ın yanına gelene değin başını ardına çevirip durdu. Sanki bunu yapmasa Kadir Bey geri dönüp sırtından vuracaktı.

 

"Ne için gelmiş o?" Sesindeki öfke, Gülilzar'ın henüz bilmediği birçok şeyin habercisi gibiydi. Bu onu ister istemez gerdi. Gülilzar, sabahın serin havasını derince soluyup,

 

"Size de günaydın Rıza Bey," dediğinde genç adamın tüm dikkatini üzerine çekti. Meraklı yüz ifadesi, alınganlıkla kırıştı.

 

"Yine bey mi olduk?" Rıza'nın sorusunu yanıtlamadan omuz silkince Rıza, "Sabah sabah asabiyeti de üzerinde!" diye homurdandı. Şükür ki bunu yeterince sessiz söylemişti. Zira Gülilzar bunu duysaydı herhalde kendisi de ne olacağını kestiremezdi. Rıza kendi kendini teselli ederken, 'En azından Doktor Bey değiliz,' diye geçirdi içinden. Pes eden Rıza, Gülilzar'ın neden böyle bir tavır takındığını anlamadı. "Günaydın Gülilzar. Dün çantam burada kaldı, onu almaya gelmiştim." Gülilzar tek kelime etmeden içeriye geçtiğinde Rıza yerinden kımıldamadı. Açıkçası neye sinirlenmiş olduğunu bilmediği Gülilzar, onu tedirgin etmişti. Belki de Kadir Bey yüzündendi fakat şu an zamanı olmadığını içten içe biliyordu. Gülilzar eline çantasını verip de kollarını göğsünde bağladığında artık öğrenmeden duramayacağını düşündü.

 

"Allah aşkına Gülilzar, bir kusur mu ettim?" Gülilzar, bu haklı soru karşısında gevşedi. Haddinden fazla tepki vermiş olduğunu kabullenip,

 

"Kadir Bey ile aranızdaki ilişkiyi düşünüyordum da..." diyerek sözünü tamamlamadan yanıtı bekledi. Rıza, bir süre durdu sessizce fakat ardından saatini çıkarıp vaktin gecikiyor oluşunu bahane etmeye karar verdi.

 

"Müsait bir vakitte Gülilzar." Sesi istediğinden daha soğuk çıktığında yüzünü buruşturdu. Gülilzar'ı kırmak, gücendirmek istemiyordu. Başını sallayıp, "Şu an dile getirmek istediğim bir mevzu değil," dediğinde Gülilzar el mahkûm onayladı. Rıza gergin havayı dağıtıp biraz da buruk ayrılmamak adına Gülilzar'ın henüz saçından ayırmadığı sarmaçları işaret etti. Yüzündeki çocuksu ifade, Gülilzar'ı mutlu ederdi eğer Rıza onunla dalga geçmeseydi. "Şahane bigudilerin var." Gözlerini irice açıp, "Bir sana yakışırdı," dediğinde elini sarmaçlara uzattı. Gülilzar, eli havada yakalayıp sertçe vurdu. Kim görse dalga geçerdi onunla fakat bu, Gülilzar'ın vazgeçilmeziydi. Daha fazla şakayı kaldırmayacağını belirten sahte bir öfke geçirdi yüzüne. Bu Rıza'nın daha çok eğlenmesini sağlarken Kadir Bey'in, meçhul gelişi aklına düştü.

 

"Sahi Kadir Bey neden buradaydı?" Gülilzar bu suali yanıtlamak istemedi. Murat gibi tepki vermesinden endişe duyuyordu. Aralarında gereksiz yere sürtüşme yaşansın istemezdi. Dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını kavislendirdi.

 

"Müsait bir vakitte Rıza, müsait bir vakitte..." Rıza'yı öylece bırakıp okulun kapısını kapattığında ardında kendi sözleriyle hüsrana uğrayan bir bey bırakmıştı...

 

***

 

Gülilzar İstiklal Marşını okuttuktan sonra hafta sonu tatili heyecanı ile evlerine dağılan çocukları izledi. Bazıları birbirine şaka ederken bazıları da uslu uslu konuşup gülüşüyordu. Bu görüntü içini ısıtıyor, dağılmış hislerini toparlıyordu. Aklına dilekçe geldi birden bire. Belki de çocuklar ona, bunu hatırlatmıştı. Kim bilir? O masumlara bunu bir borç biliyor, elinden geleni yapmak istiyordu. Ona öğretilen, ondan istenilen şey buydu. Aksi mümkün olamazdı. Eğer Gülilzar sessiz kalsaydı öğretmenleri hakkını helal eder miydi? Kendisine verilen onca emek, eğer susarsa heba olacaktı. Hakkını vermeliydi.

 

Bu ide ile iç çekti. İçeriye geçip aklındakini işe koşmak için harekete geçtiğinde Muhtarın sesi, onu durdurdu. Yoluna çıkan küçükleri itiyor, söyleniyordu. Muhtarın sırım gibi boyu, incecik bedeni ve sert ifadesiyle bir kara gömlekliyi andırıyordu. Soğuk ve vicdanı olmayan biri gibi... Ön yarılı olmaması gerekirdi ancak elinde değildi. Muhtar'ın kendisine verdiği izlenim tam da buydu. Gülilzar, muhtarı merakla bekledi. Muhtar, yanına varmadan evvel elindeki zarfı yukarıya kaldırıp salladı.

 

"Halandan mektup var muallime hanım!" Gülilzar bu haberle neye uğradığını şaşırdı. Beklemiyordu. Değil mektup, bir haber dahi beklemiyordu halasından. Muhtar mektubu uzattığında elinin titremesine mani olamadı. 'Neden yazmış ki?' sorusu ile kavruldu, durdu. Türlü türlü düşünceler gelip geçti. Halasına bir şey mi olmuştu, başka bir şey mi vardı, onu affetmiş miydi? Tüm sorularının bir mektuba sığışmış oluşu komik değil de neydi?

 

Muhtar mektubu usulca titreyen ele verdiğinde zarfın sıcaklığını içinde hissetti sanki. Sanki bu kâğıt parçası dahi Gülilzar'ı sarmalıyordu. İçeriye geçip derhal okumak istedi. Öylesine coşkuluydu ki muhtarı bile boş verip mektupla aşk yaşayabilirdi. Özlemle yanıyor oluşu yetmezmiş gibi merak da durmadan kendisini dürtüyor, kulağına bağırıyordu. Zarfı ters çevirip inceleyecekken zaten açılmış olduğunu gördü. İtinayla eski haline döndürülmeye çalışılmıştı. Fakat Gülilzar, bunu anlamayacak kadar bilgisiz, görmemiş değildi. Öfkeli bakışlarını muhtara yöneltirken o bir şey olmamış gibi gülümsedi. Öyle ya halan demesinden anlamalıydı. İçini açıp okumadıysa gönderenin halası olduğunu nereden bilecekti ki? Gülilzar, mektubu sallarken,

 

"Bir daha bana gelen zarfları açmamanı rica edeceğim muhtar. Bir sınırın olsun!" dediğinde muhtar dudak büktü.

 

"Alışkanlık olmuş muallime hanım. Her gelen zarfa önce ben bakarım." Böylece Hacı'nın ne demek istediğini anlamış oldu. Bir Kadir Bey, bir de muhtar bu köyün haşereleriydi. Köylüyü kontrol altında tutup istedikleri gibi top koşturuyorlardı. Muhtarı epeyce haşlamak istiyordu fakat ne yeriydi ne de zamanıydı. Bir an önce halasından gelen iki kelamı okuması gerekiyordu. Muhtara iyi günler dilemeden mektebin arka bahçesine dolandı. Daha önce burada Murat ile oturmuş, dertleşmişlerdi. Yine aynı taşa oturup hâlihazırda açık olan zarfı açıverdi. Mektuba ulaştığında önce kâğıdın kokusunu içine çekti. Ta Ankara'dan, memleketinden, annesi bildiği halasından bir parçaydı. Gözyaşları oluk oluk akarken özenle katlanmış mektubu yavaşa düzeltti.

 

Halasının itinalı el yazısı kendisine gülümsercesine karalanmıştı. Öyle çok özlemişti ki şimdi yabancı geliyordu. 'Şimdi sokaklara ağaçların yaprakları serilmiş, gökyüzü yağmur bulutları ile kararmıştı orada.' Hasretle akın eden düşünceler yalnız hissetmesine sebep oldu. Sanki gideli asırlar olmuş da her şey değişmiş gibiydi. Sanki hiç oraya ait olmamış da olmak istiyor gibi... Bulanık gören gözlerini kurulayıp burnunu çekti. Gözleri satırları arşınlarken ağlamaktan kızaran dudakları, oynamaya başladı.

 

Sevgili kızım, Gülilzar'ım,

 

Sana bu mektubu yollamaya hakkım var mıdır? Bilmiyorum. Lakin daha fazla katlanamıyorum bu yokluğa, sensizliğe. Ölüyorum kızım. Usul usul öldüm. Dört yıldır üzerimdeki toprağı ne ben atabildim ne de bir başkası atsın istedim. Bir tabuttayım yavrum, kuzum, ciğerim... Nazım gittiğinde sana yaptıklarım bir vicdansızın işiydi. Halanı affettin mi onu da bilmiyorum. Artık çoğu şeyi bilmez oldum. Ancak zamanla anladım ki Nazım öldüğünde iki evlat kaybettim. Nazım... Ah, Nazım bizi de kopardı. Nazım ciğerimi söküp aldı benden. Can parem, biriciğim, güzelim! Bana bir nebze acıyıp affeder misin? Beni birazcık affeyleyip sever misin? Ah benim misk kokulu yüreğim, ne bedenim dayanır artık bu yokluğa ne de kalbim. Beni şefkatinle sarar mısın?

 

Halan iyi sakın endişe duyup da üzülmeyesin. Sadece artık dayanamadım hasretine. Şimdi sana yazamasam bir daha cesaret bulup da elime kâğıdı kalemi alamazdım. Biliyor musun? Bu satırları Nazım'ın kalemiyle yazıyorum. Bu sayfayı da müsveddeleri arasında buldum. Meğer ne çok yazmış! Meğer ne çok kavruluyormuş... Seni yine üzdüm değil mi? Kabahatimi mazur gör. Halan hâlâ yaralı olsa gerek...

 

Umuyorum ki beni hoş görüp iki kelam da olsa yazarsın. O zaman benden bahtiyarı olamaz. Sevgiler ve öpücükler...

 

Not; Bahçedeki beyaz gül ağacı hâlen durmakta. Ona iyi bakıyorum, için rahat olsun.

 

Mektubu defalarca okudu. Bir hata var mıdır diye üstünde durdu ancak işte halası, onu bağışlamıştı. Üstelik kendisini bağışlamasını diliyordu. Bilmiyordu ki Gülilzar ne kadar özlemişti onu. Dört yıldır şehir şehir gezerken fikrinin de zikrinin de ana bildiği halasında olduğunu bilmiyordu ki! Yumruğunu ağzına dayayıp hıçkırıklarını bastırmak istedi. Elinde değildi, sanki sonuna değin dolmuş; şimdi de taşıyordu. Önünü alamıyordu. Mektubu göğsüne bastırıp doyasıya ağladı. Bir daha böylesi bir acizliğe düşmeyeceğine yeminliydi çünkü. Şimdi çiğnediği yemini arkasında bırakmış, koyuvermişti kendisini.

 

Nihayet içinden taşanlar, yanağında kuruduğunda toparlanıp sınıfa girdi. Dolaptan boş iki kâğıt alıp mürekkep ve kalemini hazır etti. Cesaret edip kalemi mürekkebe batırdığında içinden gelen ne varsa döktü boş sayfaya. Hasretini, sitemini, hüzünlerini, pişmanlıklarını... Yazdıkça daha çok yazası geliyordu sanki. Yazdıkça yıllardır içinde kabuk bağlamış hisler kanıyor; can yakıyordu. Hepsi parmaklarından kaleme dolup oradan da kâğıda geçti. Zehir zemberek duygular dahi geçti. Öfkesini de yazmaktan çekinmedi. Çünkü biliyordu, halası samimiyetsizlikten hoşlanmazdı. O da bundandır hiç kaçınmadı gerçek duygularından. Bilsin istiyordu ona ne yaptığını, bilsin ve daha fazla acıtmasın.

 

Kâğıt en nihayetinde dolduğunda iç çekip son kelimelerini karaladı. Sonra boş yaprağı alıp yapacağım dediği şeyi yaptı. Kadir Bey'i, Ankara'ya şikâyet ederken en ufak bir tereddüt emaresi sergilemedi. Aksine bunu öyle büyük bir şevkle yazdı ki herhalde dilekçenin teslim edileceği makam, bunu görürdü.

 

İşi bitince eserini havaya kaldırıp kuruması için hohladı kâğıda. Çıkardığı işten memnun bir halde gülümserken bu sefer işe yaramasını umdu...

 

Loading...
0%