@beytikzer
|
Henüz hazır değildi. Evet, öğrenmişti her ayrıntıyı ama teknik olarak. Daha önce kimseyi doğurtmamıştı. Sadece birkaç kez doğuma şahitlik etmişti. Ancak bir aygır ile insan arasında fazla fark vardı ve Gülilzar endişeden tutulmuştu. Kadıncağız ağrıdan dişlerini sıkarak kasıklarını tutuyor, belki de bir daha çıkarmayacağı seslerle Gülilzar'ın ürpermesine neden oluyordu. Yüzü pancar gibi kızarmış, ter dökmeye başlamıştı kadının. Gülilzar kadına tutunarak onu yumuşak bir zemin için eve soktu. Gülilzar'ı keçi sütü kokusu karşıladı. Muhtemelen sütü kaynatmış, mayalayarak yoğurt elde edecekti. Onu büyükçe bir mindere yatırarak mutfaktan geldiğini düşündüğü kokunun, kaynağına doğru koşturdu. Belki kendisinin elinden bir şey gelmezdi lakin sıcak su ve temiz bezler hazırlar, doktora, ebeye her neme nem ise ona faydası dokunurdu. Taş ocağındaki közlere çıra atarak ateşin harlanmasını sağladı. Bu arada içeride hâlâ adını öğrenemediği kadın acıyla çığlık atıyor, aldığı derin nefesler ile Gülilzar'ın daha rahat hareket etmesine engel oluyordu. Elleri titreye titreye büyükçe bir tencereyi taş ocağın üstüne koyarak içine su doldurmaya başladı sarı-beyaz çizgili ibrikten. Tencere daha önce ısınmış olduğundan su her yeni değdiği yerde ses çıkmasına sebep oluyor, fokurdatıyordu. Sıcak su mühimdi. Bu, annenin kaslarını gevşeterek daha az sancı çekmesini sağlayacaktı. Bezleri suyun içine atarak doğum sancısı çeken biçarenin yanına uğradı. Sancıları az da olsa kesilmişti ama bebek kesin gelecekti. Onu tekrar ayağa kaldırarak yürüttü. Kadının kolunu omzuna attı Gülizar. Boşta kalan kolunu da kadının beline sardı. Kadının nerede olduğu belli olmayan başörtüsü saçlarını elektriklendirmiş, bir kısmını da terli yüzüne yapıştırmıştı. Gülilzar kadını oyalamak için, "İsmin nedir?" diye sorduğunda kadın, tekrar bükülüp acıyla inledi. Yine de Gülilzar'ın sorunu yanıtsız bırakmayarak, "Cennet!" diye bağırdı. Gülilzar Cennet'in acısını, tüm benliğiyle hissetti. Ancak elinden gelen tek şey genç kadına destek olmaktı. Dakikaları saymaya başladı Gülilzar. Henüz bebeğin gelmesine vardı tabii ama bir bilen gelmeseydi hemen o an, Gülilzar yapmak zorunda kalacaktı doğumu. Bu düşünce ile korku kapladı zihnini. Bu fikirlerin üstüne, Kalaycı Hüseyin olduğunu tahmin ettiği bir adam peyda oluverdi kapıda. Yıpranmış kundurasını, birbirine bastırarak çıkarıp Cennet'e doğru atıldı. "Hacı Niyazi söyledi. Geliyor mu Cennet’im!" Heyecanı, Gülilzar'ı başka zaman olsa gülümsetirdi. Fakat veladet üzerine kalabilir, kan ve ter içinde günü sonlandırabilirdi. Kalaycı Hüseyin nihayet Gülilzar'ın varlığına tepki vererek, "Bacım, sağ olasın. Bana bırak," dediğinde Gülilzar, adamın pek de sakin kalamadığını gördü. Bu coşkusu, Cennet'e ve bebeğe zarar verebilirdi. Başını sağa sola sallayıp, "Bence siz, doktorun geleceğinden emin olun. Ben, eşinize yardım ederim," dedikten sonra aklına köyün yaşlı kadınları geldi. "Doğumdan anlayan birilerini de getirin." Kalaycı Hüseyin hiddetle karşı çıktı. "O kadınlara ölürüm de teslim etmem ben Cennet’imi!" Biraz düşündükten bilahare ellerini başına götürüp hırsla saçlarını çekiştirdi. "İlçeye gidiyorum." O, gelene kadar Cennet, doğururdu ama Gülilzar, boş durmayacağını bildiğinden onu onayladı. Kalaycı Hüseyin gittikten sonra kapının ağzında koyu kahverengi saçlara sahip, onlu yaşlarda bir çocuk takıldı görüş alanına. Gözleri, daha aşağılara indiğinde çocuğun bir ayağının daha kısa olduğunu gördü. 'Demek Bekir, bu çocuk,' diye düşündü Gülilzar. Çocuk, korku ile gerilmiş, parlak gözlerle annesinin halini seyir eyledi. Elleri kapının pervazında, heyecan ile sıkıyordu tahtakurularının kemirmiş olduğu ahşabı. Gülilzar'a yönelince koyu gözler, derhal bakışlar indi yere. Kapıdan uzaklaşarak kapı ağzına, tek basamağa oturup sırtını verdi hengâmeye. Gülilzar ile Cennet de kendi başlarına ıstıraba aguş açtılar. Cennet doğum sancısı, Gülilzar da ebe olma ihtimaliyle yaşadığı sıkıntı ile kavruldu. *** "Hüseyin!" Cennet, sanki acısını dindirebilecekmiş gibi eşinin ismini haykırıyor, Gülilzar'ın kulak zarını deliyordu. Hüseyin ise şu an kim bilir nerede, ne haldeydi. Köy imamının eşi, doğumu duyar duymaz Kalaycı Hüseyin'in evine gelmişti birkaç kadınla birlikte. Yardımcı olacaklarına daha büyük sıkıntılara neden oluyorlardı. Cennet, her sancısı geldiğinde imamın eşi, Cennet'e, "Kız, bir Ayet-el Kürsi oku. Sancıya iyi gelir," diyor, Cennet'in daha çok çığlık atmasına sebep oluyordu. Gülilzar, bu kadını evden kovmak istiyordu ancak buna hakkı yoktu ve köydeki konumu sallantılıydı. Böyle bir davranış muhtemelen kendisine zarar verecek, belki de sürülmesine yol açacaktı. İmamın eşini duymazdan gelerek Cennet ile ilgilendi. Artık sancılar daha sıktı ve yaklaşık üç saattir ne doktordan ne de Kalaycı Hüseyin'den bir ses gelmişti. Bu düşüncesini rahata kavuşturan şey kapıda beliren Kalaycı Hüseyin olmuştu. Az biraz sonra Kuşçu'nun otelinde tanımak zorunda kaldığı Doktor Rıza da seri bir şekilde girince eve, Gülilzar,yerin dibini aradı. Kalaycı Hüseyin, "Yolda Doktor ile karşılaştık," dediğinde Gülilzar, Doktoru inceledi. Doktor Rıza, gömleğini pantolonunun üzerine çıkartmış, yakası açık, kolları katlanmış, serkeş bir görüntü çiziyordu. Muhtemelen aceleyle çıkmıştı yola. O da Gülilzar'ı fark edince belli belirsiz bir sırıtış belirdi dudaklarında. Elbette ki bunu ne Gülilzar ne de diğerleri gördü. Bu vahim ortama ayak uydurarak ciddiyetini korumaya çalıştı. Bir süre sonra Cennet, doğuma başladığında el mahkûm, ortamda hâkimiyet sahibi oluverdi. İmamın eşi dâhil çoğu kadın, evden çıkartıldığında biri Gülilzar, diğeri yaşlıca bir hanım kalmıştı elinde. Cennet, çığlıklar içinde bebeği, darıdünyaya bırakırken Doktor Rıza, yeni doğan âdemoğlunu Gülilzar'a verdi. Genç kadın önceden hazırlamış olduğu ılık bezlerle sardı bebeği. Sıcaklığını korumaya çalıştı. Bebek ise çığırıyordu henüz hazırlıklı olmadığı bu kâinata. Doktor Rıza, Cennet ile ilgilendikten sonra bebeğinde annesi ile olan son varlık bağını da koparıverdi. Artık o da bütünüyle bu cihandandı. Gülilzar, ilk defa bir insan yavrusunu kucağına alıyordu. Yaşadığı hisler içerisinde boğulmak üzereydi. İçinde bulunduğu gerilim, artık vücudundan dışarıya taşmak istiyor, göz pınarlarını zorluyordu. Lakin kendini tutmakta başarılı olarak bebeği, anasının kucağına bıraktı. Cennet, yorgun argın bebeğini kokladı, öptü. Gülilzar da ister istemez kendi annesini düşünürken buldu zihnini. O da böylesine ongun muydu? Böylesine bahtiyar... Bu görüntüye daha fazla dayanamayarak evden kaçarcasına çıktı. Okula gitmeliydi. Huzur bulduğu tek mekâna... Orada unuturdu, her ne kadar şu an ona ait gibi gözükmese de... Köyün bütün yolları, tek bir yere çıkıyordu, muhtarlık binası ve kahvehaneye. Gülilzar köyün çıkışına doğru, hızlı adımlarla oradan geçerken tüm başlar ona dönmüştü. Köyde bir yabancı vardı ve bu yabancı onlara iyi şeyler çağrıştırmıyordu. Çoğu, çatık kaşlarla izlerken onun gidişini Gülilzar utanç içinde adımladı bu zor sokakları. En nihayetinde kabuğu görünür olduğunda bu sefer kendini tutamayarak koştu yeni evine. Kilitlediği kapıyı açarken acele ediyor, sanki ardından koşan birilerini, bu limanın dışında tutmaya çalışıyordu. Aklını köyden uzak tutmak için yeni bir düzen tasavvur etmeye başladı. Boya, sıraların tamiri için alet edevat, bir yatak döşek, ucuzundan iki dolap. Biri kendisi için, bir diğeri de okulun kütüphanesi için olacaktı. Çocukları o kitapları okurken hayal etmek, heyecan duymasını sağladı. Her şeye rağmen umutluydu. Bu köye ve çocuklara kendini kabul ettirecekti. Yorgun sırtını, dün temizlemiş oldukları duvara dayayıp gözlerini dinlendirdi. *** Nazım, kulağının ardına bir kurşun kalem sıkıştırmış, Gülilzar'ın tepkisini bekliyordu. Gülilzar ise kaşlarını çatmış elindeki müsveddeleri inceliyordu. Okudukça yüz ifadesi değişiyor, şekilden şekile giriyordu. Her değişen ifade, Nazım'ı sevindiriyor, gülümsemesine engel olamıyordu. Gülilzar sonunda başını kaldırıp Nazım'a genişçe tebessüm etti. Okuduğu en iyi hikâye idi. Bunu, Nazım'a belirtecekken Eniştesinin sesi, ikisini de yerinden sıçrattı. Gülilzar, bu tatsız kâbustan uyandığında karşısında Doktor Rıza'yı buldu. Korku ile karışık bir endişe ile bacaklarını kendine çekip gerçekliğe dönmeye çalıştı. Doktor Rıza, Nazım'ın aksine kulağının ardına, sigara sıkıştırmıştı. Bu, Doktor Rıza'ya daha arıza bir hava katarken aynı zamanda heyecanlandırıyordu da. Lakin kaşları istemsiz bir halde çatılınca doktor, "Bu sefer bir selam alacağım," dedi. Her karşılaştıklarında o anı hatırlatması, Gülilzar'ı rahatsız ediyordu. Doktor Rıza aldırmadan kulağının arkasındaki sigarayı çekip dudaklarının arasına aldı. Kibrit kutusundan bir çöp çıkararak ateşledi kibriti. Kükürt, alev aldığında Doktor Rıza sigarasını tutuşturarak içine çekti semi. Kutuyu cebine tekrar sokmak için bükülü bacağını uzayarak emeline ulaştı. "İşin zor, biliyorsun değil mi öğretmen hanım?" Bu soru ile Gülilzar daha fazla yanıtsız bırakamadı Doktor Rıza'yı. "Ne demek istiyorsunuz?" Doktor Rıza zehirden bir nefes daha çekip başını tavana dikerek dudaklarının arasından üfledi. Yeni tıraşlanmış çenesi kasılırken yutkunduğunu görebiliyordu Gülilzar. Doktor, Gülilzar'ın sorusunu yanıtsız bırakarak, "Adınız nedir hanımefendi?" dediğinde Gülilzar, bu muvazenesiz adama ayak uydurmaya karar vererek yanıtladı. "Gülilzar." Doktor, bu yanıt üzerine tek kaşını kaldırdı. "Gülizar olmasın o?" Gülilzar, bu adama isminin, trajikomik bir anıya sahip olduğunu nasıl söylerdi? Yine kız çocuğu doğuran annesinin, babası tarafından dişlerinin döküldüğünü ve nüfus müdürlüğündeki çalışana, ismi söylediğinde adamcağız muhtemelen anlayamadığından adını Gülilzar koyduğunu nasıl anlatırdı? Sonrasında ise değiştirmeye gerek duymadıklarından bu ad, bir bedene bürünmüştü. Gülilzar, öfkeli bir ifadeyle, "Hayır, bildiğiniz Gülilzar ismim!" diye çıkıştığında Doktor gülümsedi. Bu adam Gülilzar'ı çıldırtıyordu. "Tamam, özür diliyorum Gülilzar Hanım." Bir süre sessizce bekleştiler, ardından doktor daha fazla dayanamayıp, "Asıl düşman köylü değil, bilin diye söylüyorum," derken epey bir rahatsız duruyordu. Gülilzar, tek bir söz dahi söylemeyip devam etmesini bekledi. Doktor Rıza da sigarasının ucunda biriken külleri, başparmağını kullanarak izmarite, hafifçe vurduğunda yere döküldü. "Asıl sizi istemeyen, Muhtar'ın kendisi. Halkevi'nden gelenleri köye almaz mesela..." Omuz silkince dudakları da aşağıya sarktı. Gülilzar'a, Doktor Rıza'nın erkek güzeli olduğunu düşündürdü bu hali. "Siz de Köy Enstitüsü mezunusunuz. Bu, onun hâkimiyetine zarar verebilir." Doktor Rıza'nın söyledikleri, pekâlâ mantıklıydı lakin her ne kadar Muhtar'ı sevmemiş de olsa kendisini misafir etmemiş de olsa önyargılı davranamazdı. Muhtar ile işbirliği içinde olmalıydı. Bu sebeple Doktor Rıza'nın ikazını kulak ardı etmeye karar verdi. Gülilzar bir erkekle aynı çatı altında, üstelik de köy gibi bir yerde, olduğunu fark ettiğinde tedirginlikle ayaklandı. "Buraya geldiğinizi kimse gördü mü?" Belki büyük şehirlerde pek mühim olmayan mevzulardı bunlar, aslına bakılırsa büyük memleketlerde dahi olağandışı görülen konulardı, lakin köy gibi küçük beldelerde mahrem olarak görülür, dışlanmalar yaşanırdı. Bu, Gülilzar'ın zaten sallantılı mevkisine bir darbe daha vururdu. Doktor Rıza'ya korku ile karışık heyecan ile yaklaşarak kolundan tutup kaldırmaya çalıştı. Doktor Rıza, bu ani temas karşısında başlangıçta şaşkınlığa düşse de sonrasında Gülilzar'ı tiye almaya başladı. "Temas için bahaneye lüzum yoktu Gülilzar Hanım!" Gülilzar, bu dalga karşısında daha önce sadece Nazım'a gösterdiği gülümsemesini sergiledi. Onu kapının dışına çıkardığında Doktor Rıza'da da aynı çehre ile bakıyordu ona. Kapı yüzüne kapanana dek takılı kalmıştı o gülümseme...
|
0% |