@beytikzer
|
Keyifli okumalar dilerim sayın okur. Selametle!
19 Aralık 1950 Dwight D. Eisenhower, Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO) kuvvetleri komutanlığına atandı. ***
Atıştıran yağmur, her cama vurduğunda sesli nefesi de vuruyordu. Soluğunun vurduğu yer, buharlaşıyordu. Enstitüdeyken de kış vakitleri pencerenin karşısına geçer; dışarıyı görmemesine rağmen seyrediyor izlenimini verirdi. Bazen işaret parmağıyla çeşitli şekiller çizer; rahatlatırdı kendini. Çoğu şekil anlamsızdı. Sadece birkaç kez dumanı tüten bir hane çizdiği olmuştu. Zamanı geldiğinde atanacağı mektepti o. Şimdi çizdiği mektebin penceresinden bakıyordu.
Hayali çok daha başkaydı. Onun ekinlerde köylüye yardım etmesi gerekirdi. Köyün hanımlarına ve çocuklarına çeşitli meziyetler kazandırmalıydı. Lakin köye geç gelişi, peşinden yaşanan olaylar istediğini elde etmesine mani olmuştu. İç çekip buğulanan pencereye elini dayadı. Kaldırdığında kendisinden bir iz bırakmıştı. Köyde de böylesi bir iz bırakmalıydı işte. Bitmiş bir şey yoktu. Üstesinden gelecekti. Son kez işaretine dokunacakken birden pencerede bir yüz göründü. Bu Gülilzar'ı hazırlıksız yakaladığından korkuyla irkilip geri çekildi. Pencereden bakansa,
"Gülilzar, müsait misin?" diye seslenince bir korkusu da kalmamış oldu, bu Murat'tı. İçeriye soğuğun gireceğine önemsemeden araladı pencereyi.
"Ödümü kopardın Murat!" Murat bu sitem karşısında kıkırdamadan edemedi. Başıyla içeriyi göstererek,
"Kapıyı aç da geleyim. Hava soğuk," dediğinde ceketine sarındı. Artık kolu alçıdan çıkmış; çok iyi olmasa da basit şeyleri yerine getirebiliyordu. Daha fazla bir söz etmeden gözden kaybolduğunda Gülilzar da içerinin soğumasına izin vermedi. Ardından Murat için kapıyı açtığında genç adam soluğu sobanın yanında aldı. "Hava çok soğuk!" Murat ellerini sobaya yaklaştırıp ısınmaya çalışırken saçındaki ıslaklıktan; başını sallayarak kurtulmaya çalıştı. Etrafa saçılan su damlaları, beton tarafından emilirken Gülilzar gülümsedi.
"Sen daha soğuk görmemişsin." Ardından Murat için bir havlu getirip kurulanmasını bekledi. Daha iyi görünüyordu. Bir ay öncesine göre rengi daha yerindeydi. Anlaşılan Fatma Hanım, ona iyi bakıyordu. Birden bire zihnine süzülen Hülya yüzündeki tebessümü de silip süpürdü. Bunu Murat'a söylemezse affedilmeyeceğini biliyordu. Murat ise buruk yüzü başka bir şeye yorup,
"Rıza ile daha konuşmadınız mı?" diye sorduğunda Gülilzar, bu bahsin açılmasından rahatsızlık duydu. Rıza'nın istediği şey belliydi ve şimdi Murat bunu istemeden de olsa hatırlatmıştı. Başını salladı sitemle.
"Hayır, en son dün görüştük." Yüzünü buruşturup, "Kuzenin çok inatçı," dediğinde Murat pes bir homurtu çıkardı boğazından.
"Bana mı söylüyorsun!" Peşinden ekledi. "Ama bir şeye inat ettiyse onu kimse caydıramaz. Ya istediğini eline vereceksin ya da sen burada; o da kim bilir nerede dertten yanacaksınız." Gülilzar, son söylenene dikkat kesilip,
"Rıza şu an Fatma Hanım'ın evinde değil mi?" diye sorduğunda Murat, Gülilzar'a siyah kar yağdırmış gibi baktı.
"Buna mı takıldın yani söylediklerimin arasından." Genç kadının kendisini pek de umursamadığını anladığında, "Al birini vur ötekisine," diye mırıldandı. "Evet, değil. Komşu köyde, hastasına gitti." İç çekip konuşmasına devam etti. "Rıza'ya bu sefer hak veriyorum." Gözlerini irice açtı. "Düşün ben bile hak verdiysem ne haldesin? Ama sorun sadece bu olamaz. Yani yaptığın azımsanacak gibi değil ama..." Sözlerini tamamlayamadan Gülilzar araya girdi.
"Onun iyiliği için yaptım Murat!" Genç adam çok saçma bir şey işitmişçesine güldü.
"O yüzden kendi başını yaktın. Bab..." Dişlerini sıkıp gözlerini kapadı. "Kadir Bey'i benden iyi kimse tanımaz Gülilzar. Sen yılanın inine çomak sokmakla kalmayıp yuvasını bozdun." Bunu geç de olsa anlamıştı Gülilzar. Öğrencilerinden olmuştu. Dahası artık rahatça köy yerinde gezinemiyordu. Ne zaman meydana inse kötü bakışları üzerinde hissediyor; tenhaya geçmesini bekliyorlar hissine kapılıyordu. 'Bazı geceler mektebin etrafında dolaşan gençleri Murat'a söyleseydim ne yapardı acaba?' diye düşünürken buldu kendini. Hemen aklındakini kovdu. Murat'ın başına en son gelen şey hatırından çıkmıyordu.
Gülilzar'ın yanındaki adama düşünürken Hülya tekrar belirdi aklında. Boğazını temizleyip,
"Sana söylemem gereken bir şey var," diye mırıldandı. Murat kulak kesildiğinde Rıza'nın yine kızmamasını umdu. Son zamanlarda kendisini kuralları çiğneyip duran bir çocuk gibi hissediyordu. İç çekip, "Hülya gidecek galiba," dediğinde Murat bir kurt gibi dimdik durdu karşısında.
"Ne demek, gidecek galiba!" öfke ile endişenin kaynaşmış olduğu sesi, yüksek çıkmıştı. Gülilzar'ın üstüne yürüyecekken son anda vazgeçip eliyle ağzını kapadı. Sinirlerine hakim olmaya çalıştığı aşikardı. Elbette Gülilzar'a zarar vermeyi aklından dahi geçirmemişti ama onu kollarından tutup sarsmamak için öfkesini dizginlediğini de reddedemezdi. Bu haberi kim verseydi aynı hisleri, aynı tavırları takınacağını da biliyordu. Belki daha sert bir şekilde... Kendi etrafında dönerken sabırsız bir halde, "Şunu baştan anlat," dediğinde Gülilzar, Rıza'yı katmadan bildiklerini dile getirdi.
Nihayet açıklaması bittiğinde karşısında tedirginlikten yüz kasları, faciaya uğramış bir adama aitti sanki. Endişeden çatılan kaşları, kesik kesik nefes almaktan kızaran yüzünü eliyle sıvazlıyor; olabilirmiş gibi daha da kızarmasına neden oluyordu. Ani bir hareketle kapıya yürüyüp gidecekken Gülilzar,
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Kapıyı açıp soğuk havanın bedenine çapmasına müsaade etti. Dönmeden,
"İlçeye," diye cevaplayarak ayrıldı oradan. Arkasında tasasıyla kalakalmış Gülilzar'ı bırakarak...
***
Rıza köye vardığında boğazının görünmez bir el tarafından sıkıştırıldığı hissine kapıldı. Ne zaman gelse aynı duygulara kapılırdı. Lakin ne zaman Gülilzar bu habis yere adımını attı o zaman Rıza için burası bir cennet oluverdi. Artık daha sık gidip gelir olmuştu. Başlarda bunu reddetse de artık bir anlamı yoktu bu inkârın.
Araba taşlı yolları aşıp mektebin yanından geçerken kendine engel olmaya çalıştı. Sabretmesi gerekiyordu. Gülilzar ona istediği şeyleri söylemeden kendine hâkim olup beklemeliydi. Geçip gitmek onun için işkence olsa dahi verdiği kararlara sahip çıkarak acısını içine gömdü. Eninde sonunda Gülilzar kendi ayağıyla gelecekti. Bu uçuk düşünce onu gülümsetirken halasının evine varıp hızla arabadan indi. O kadar çok acıkmıştı ki soğan ekmek bile olsa gıkı çıkmazdı. Ayakkabılarını çıkarıp içeriye geçtiğinde,
"Hala ben geldim!" diye seslendi. Cevap vermemesine aldırmadan salona geçtiğinde karşısında gördüğü halası değil, Gülilzar olmuştu. Onu ayakta karşılamış; utançla gözlerini kaçırmıştı. Bu kadar çabuk olacağını düşünmemişti fakat bir şikâyeti olamazdı. Koridora göz gezdirip halasının yokluğundan emin olmak istedi. Ardından düşünmeden Gülilzar'a sarıldığında aynı karşılığı aldı. Bu iyiydi, çok iyi... Vücudunun ısısı bile Rıza'yı mest etmeye yeterdi ki kokusu, etrafını sardığında yaşadığı en büyük mutluluğun bu olduğunu düşündü. Kollarında sevdiği kadın ve üzerine sinen kokusu...
"Bir şey söylemem lazım Rıza." Gülilzar'ın bir fısıltıyı andıran sesi göğsünü gıdıklarken başını, o çiçeklerin oyun oynamış olduğu boyundan çekti. Gülümseyerek,
"Dinliyorum," dediğinde beklediği bu değildi. Gülilzar, başını eğip,
"Murat'a, Hülya'nın gitmek istediğini söyledim," dedi. Rıza hayal kırıklığıyla tamamen ondan ayrıldığında Gülilzar kendini bir boşluğa bırakılmış gibi hissetti. Rıza'nın aslında neyi beklediğini kavradığında yüzü gölgelendi. "Özür dilerim." Ne için özür dilediğini kendisi bile bilmiyordu. Murat'a, Rıza'dan duyduğu şeyleri söylediği için mi yoksa asıl söylenmesi gerekeni dile getiremediği için miydi? Bilmiyordu.
Rıza kendini toparlayıp boğazını temizledi. O an kendisi de ne yapacağını bilmiyormuş gibiydi. Fakat Gülilzar'ın yine ilişkilerini ikinci plana attığını düşündüğünden,
"Bu yüzden mi geldin?" diye sordu. Sesindeki soğukluk tüy ürpertti. Gülilzar daha cevap veremeden ekledi. "Halam yok mu?" O an anladı genç kadın, Rıza kendisini sürüm sürüm süründürecekti. Başını sağa sola sallayıp,
"Hayır, evde değil. Bir yere gidip geleceğini söyledi," deyince Rıza pencereden dışarıya baktı. Havanın bozacak oluşu kaşlarını çatmasına neden oldu.
"Birazdan yağmur yağar. Bu havada ne işi var ki?" Söylenmeleri bir fısıltı halini alırken Gülilzar, Fatma Hanım'ın aslında aralarındaki problemi halletmeleri için çıkmış olduğunu söyleyemedi. 'Zaten o niyetle de gelmemiştim,' diye düşünürken bu fikrine kendisini dahi inandıramadı. Öylece dikildiklerini fark ettiğinde ne yapması gerektiğine karar veremedi. Kalıp Rıza'nın gönlünü alana değin dil mi dökmeliydi, yoksa çekip gitmeli miydi? Gülilzar ilk düşüncesine uyup divana geri oturduğunda gök de gürledi, peşinden yağmur...
***
Aralarındaki sessizlik hüküm sürerken odada tek ses çıkaran şey odunların çatırtısıydı. Nihayet Rıza da oturup gözlerini Gülilzar'a diktiğinde,
"Murat sinirlendi mi çok?" diye sual etti. Gülilzar sonunda Rıza'nın konuşuyor oluşuyla rahatlarken dudaklarını birbirine bastırdı.
"Evet, bir hışım çıktı mektepten."
"Murat da işsiz ha bire uğrayıp duruyor." Bu sözler üzerine Gülilzar'ın içi ısındı. Gülümseyerek,
"Eh, Murat uğramasa konuşacak kimsem kalmazdı," derken imalıydı sesi. Rıza gözlerini kıstı.
"Sen de birazcık ne hissettiğini dile getirseydin Murat yerine beni bulurdun." Sesi ne yüksek çıkmış ne de öfkeli. Ancak sitem vardı ki Gülilzar nihayet konunun buraya gelmesine kıvanç duydu. Kendisi bir türlü o konuya gelemeyince Rıza'nın getirmesine sevinmişti. Derince bir nefes alıp başını eğdi.
"Sanırım hakkın var." Parmaklarıyla oynarken düşüncelere daldı. Gözleri görmez bir halde iç içe geçmiş, mavi dörtgen motiflerle bezeli kırmızı halıya dikildi. "Buraya ilk geldiğim zamanı hatırlar mısın bilmem." Homurdandı. "Hani şu gecenin bir günü plağa eşlik ettiğin zamandan bahsediyorum." Gözlerini daldığı noktadan alıp Rıza'nın yüzüne değdirdi. "Kapıyı açtığında o lakayt tavırların sinirlerimi bozmuştu. Oldum olası haz etmezdim umursamaz insanlardan. Fakat sinirlerimi bozan şey farklıydı." Utançla başını kapıya doğru çevirip, "Daha ilk gördüğümde ilgimi çekmiştin bu sebeple olabildiğince uzak durmam gerektiğini düşündüm," dediğinde çekingenliği vücudunu ele geçirdi.
Rıza o anı hatırlıyordu elbette. Uyku mahmurluğunu üzerinden atamamış, saçı başı dağılmış, üstelik dudaklarından çenesine doğru akmış salyası... Tam bir faciaydı ama öfkesi, Rıza'yı kendisine çekmişti. Sanki Gülilzar'ı sinirlenmesi Rıza'ya haz veriyordu. Belki bundan utanç duymalıydı fakat elinde değildi. Yerinden kalkıp Gülilzar'ın yamacına sığıştığında genç kadının titrediğini fark etti. Artık daha fazla mesafe kalmasını istemiyordu. Bu yakınlıktan ne kadar rahatsız olursa olsun bırakmayacaktı. Bilmediği değil rahatsızlık, huzur verdiğiydi. Gülilzar sözlerine uzunca bir ara verdikten sonra Rıza'ya döndü.
"Sonra nasıl oldu bilmiyorum. Kendimi seni düşünürken buldum." Pekâlâ, biliyordu fakat Rıza'nın o zamanlar dilinde olanı hatırlatmak istemedi. "Sana aşkımı hiç söylemedim ancak hissettirdiğimi düşündüm hep." Rıza'dan onay beklercesine durduğunda genç adam başıyla onayladı onu. Aldığı yanıt üzerine rahatlayıp, "Buna rağmen yine de bir lakırdıya ihtiyaç duyduysan bu benim hatamdır," diyerek Rıza'ya uzandı. Bu cesareti kendinde nasıl bulduğu muallaktı. Sadece arzusunu bir seferliğine kulak ardı etmemişti. Dudakları, henüz çıkmakta olan sakallarla kaplı olan yanağa dokundu. Öpüşü yumuşak ve beklentiliydi. Lebleri usul usul yanaklardan kulağa doğru tırmandığında fısıldadı. "Seni delicesine seviyorum!"
Rıza, kulaklarına vuran ılık nefesle sarhoş olmak istedi. O soluğun sahibini yudum yudum içip bedeninde hapsolmak istiyordu. Bu kadın aşkın vücut bulmuş haliydi, artık emindi. İmkânı yoktu ki alsınlar kendisinden bu kadını! Gülilzar'ın kaderine yazılı olan, kendisi olmalıydı. Aksi mümkün olamazdı. O sıcaklıkla kendinden geçer gibi olduğunda Gülilzar ayaklanıp uzaklaştı. O an Rıza'ya zehir oldu. Daha tam uzaklaşamadan kolundan tutup geri, kucağına çekti. Bir eli, genç kadının belinden kavrarken bir diğer eliyle boynunu tuttu. Kaçışı olmayacaktı, aşktan kendisinden.
Dudakları, Gülilzar'ın dudaklarını kavrarken yandı, yaktı. Dili, o üzerine ölebileceği dudakların arasından kayarken daha fazla dayanamayıp onu divana yatırıp üzerine eğildi. Gülilzar'ın ne zaman kendisine karşılık verdiğini, ne zaman ellerinin genç kadının eteğini sıyırıp bacaklarına ulaştığını bilmiyordu. Birden bire olmuştu sanki ve o an kimse onlara karşı duramazdı. Lakin Rıza, halasını unutmuştu. Fatma Hanım ise sahte bir öksürükle akılları yerine getirdi. Kor dudaklar ayrıldığında başlarını kapıya çevirdiler. Gördükleri manzara ellerini beline dayamış, ateş saçan kadındı. Fatma Hanım ikinci bir uyarıya ihtiyaç duymadan seslendi. Fakat kendilerine değil.
"İmam efendi, biraz bekle hele!"
|
0% |