@beytikzer
|
İyi günler dilerim sayın okur! Yeni bir bölümle merhabalar. Bu yeni bölüm, Rıza ile Gülilzar etrafında geçip durmakta. Biraz buruk, biraz romantik bir bölüm diyebilirim. Dilerim seni tatmin eden bir bölüm olur. (Ne çok bir dedim ama...) Bu arada şu aralar şu yayım günü ile ilgili tam kuralına uyamıyorum. Bazı özel nedenlerden dolayı günler ileri veya geri alınabilir. Lakin her hafta kesin geleceğinin teminatını veririm. Umarım yazarı azıcık mazur görürsün. Daha fazla uzatmadan aradan çekileyim artık.
Keyifle okuman dileğiyle sayın okur. Selametle!
4 Ocak 1951 Çin Halk Cumhuriyeti ve Kuzey Kore birlikleri Seul'ü işgal etti.
***
Acının sesi kulakları tırmalayıp kanatıyordu sanki. Döktüğü kanın içinde boğuyordu insanı. Tarifi mümkün müydü o nefessizliğin? Soluklar, göğsü delercesine alındığında yanan ciğerin tarifi; buruna dolan soğuk havayla yanan genzin... Hepsi gözlere ulaştırıyordu kederi. Sonra o keder bir damla olarak düşüveriyordu toprağa. Toprak gözyaşı ile sulanıyordu.
Bir gölge gibiydi Gülilzar son zamanlarda. Sadece olanlara ayak uyduruyor; elinden geleni yapıyordu. O gece de hemen Rıza'nın yanına varmış, kollarını üzüntüyle titreyen omuzlara dolamıştı. Rıza ise sanki tatlı bir uykudaymışçasına hakka yürüyen halasının başından ayrılmamıştı. Ta ki birileri onu hissiz bir şekilde halasından ayırana dek... Rıza karşı koymamıştı. Karşı koyacağı bir şeyi kalmamıştı zira. Onu büyüten, koruyup kollayan, okutan, anne yerine koyduğu canı çoktan gitmişti.
Halasını toprağa verdiği gün neredeyse her gün yağan yağmur, o gün yağmamış; bir bahar gününden kopmuş gibi doğan güneş sarmıştı toprağı. Sanki Allah, kulunu huzuruna kabul ettiğinde gökyüzünde bir şenlik, bir cümbüş sergilenmişti de onu yansıtıyordu. Belki de halasının yalnız olmadığını söylüyordu gökyüzü.
Gülilzar nihayet son misafiri de gönderdiğinde derin bir nefes alıp sırtını kapıya yasladı. Yorulmuştu epey. Lakin Rıza ve Murat'ın yanında durmak adına her işe koşmuştu neredeyse. Neticede kendisi Fatma Hanım'ın geliniydi. Bunu taziye için gelen hanımlar kendi aralarında konuşurken duymuştu. Sonrasında hakkında daha birçok dedikoduyu da duymuştu. Saygıları yoktu doğrusu!
Derince nefes alarak sırtını kapıdan ayırdı. Arka bahçeye vardığında Rıza'yı bir kütüğün üzerinde oturmuş; sigarasını içine çekerken yakaladı. Son günlerde çokça içer olmuştu. Yanına sessizce yaklaşıp elini omzuna dayadığında Rıza sanki bu anı beklermişçesine o eli tutup sıktı. Güç veriyordu o el kendisine. Daha katlanılır kılıyordu her şeyi. Sigarasını son kez içine çekip dışarı vererek kalan sigarayı da yere atıp ayağıyla çiğnedi.Eli bırakmadan önüne gelmesi için yönlendirdi karısını. Gülilzar, ona ayak uydurarak önüne geldiğinde daha önce dokunmaya cesaret edemediği kumral saçları okşadı. Parmaklarının arasındaki yumuşaklık, dokunuşuyla dikleşip tekrar eski yerine yerleşiyordu. Bu ufak hareketlilik bile aşkı hissettiriyordu kalbinde. İçi sevgiyle kasıp kavruluyor; yakıyordu bedenini. Rıza başını kaldırıp Gülilzar'a içtenlikle baktığında o aşkı gördü işte. Başını, sevdiği kadının karnına dayayıp kollarını beline sardığında şükretti. Tekrar, tekrar... Kaybı Gülilzar ile hafifletilmişti.
"Üşümedin mi?" Gülilzar saatlerdir bahçede olan Rıza'nın buz kestiğini fark ettiği an içi buruldu. Farkında değilmiş gibiydi o. İçeriye gelmeyeceğini bildiğinden, "Ben üşüdüm," dedi. Belki kendisi için sıcağa sığınırdı. Rıza sonunda başını o huzurdan koparıp bacaklarını aralayıverdi. Gülilzar'ı hızla kollarına çektiğinde bir bacağına oturtuvermişti. Saçlarından bir tutam nefes alıp,
"Biraz böyle kalalım," diye mırıldandı. Genç kadın aşk sarhoşluğundan gıkını çıkaramadı. Başını usulca sallayıp Rıza'nın omzuna yasladığında genç adam, Gülilzar'ın sırtını okşamaya başladı. Dokunuşu tüy hafifliğindeydi lakin yakıyor gibiydi dokunulan yerlerini. Ürpertiler içinde bırakılan Gülilzar, kendine mani olamayarak kollarını doladı Rıza'nın boynuna. İki haftadır eski neşesinden uzak olan Rıza, onu kendinden uzaklaştırıp kollarına tutundu. Ardından kaşlarını alayla kaldırıp parlak gözlerle, "Benim hanımın bir arzuhali var gibi," dediğinde çapkın gülüşünü sergiledi. Gülilzar'ın soğuğa rağmen yanakları ısındı. Peşinden Rıza'nın bu esefli hali silkelemek için latife ettiğini anladığında gözlerini kıstı.
"Hanımın bir arzuhali yok da beyin tartışası var galiba!" Rıza, altları morarmış gözlerini belertip,
"Hi! Ne fesatsınız Gülilzar Hanım. Benim kadar uysal bir adama söylenecek laf mıydı bu?" derken eğleniyor gibiydi. Ancak sonrasında burnundan aldığı nefesle burukça tebessüm etti. "Hadi içeriye geçelim, üşüdün."
İçeriye geçtiklerinde Gülilzar, Rıza'nın uyuması için yer yatağını seriverdi. O günden beri tek damla uyku uyumamıştı Rıza. Bu çökmüş hali hep bundan öte geliyordu. Dinlenmesi gerekiyordu. Artık toparlanması, kendine gelmesi gerekiyordu. Yorganı da yatağa bıraktığında Rıza yüzünü, elindeki havluyla kurular bir halde geldi yanına. Gülilzar havluyu elinden alıp ocağın hemen yanı başındaki çiviye asıverdi. Arkasına döndüğünde Rıza'nın yatağa oturmuş kollarıyla dizini sarmış bir halde gördü. Dalgındı epey. Gülilzar birkaç adımla yorganın bir ucunu çekip,
"Hadi uzan," dediğinde Rıza daldığı kederden sıyrıldı. Biraz yana kayıp elini boş olan kısma vurdu.
"Sen de gel." Bu masumane davet Gülilzar tarafından hoşnutlukla karşılandı. Yanına gelip uzandığında Rıza, onu yamacına çekerek başını göğsüne yasladı. Odayı aydınlatan lambanın fitili titreşip sönerken Rıza, "Hiç gitme," diye fısıldadı. Gülilzar işittiğiyle kahrolurken, 'Mümkün mü ki?' düşüncesiyle kalakaldı.
***
Günler durmuyordu ki zaman geçmesin. Kar usul usul gökten toprağa döküldüğünde çocukların neşesi görülmeye değerdi. Karın yağdığını fark eden Bekir, heyecan ile yerinden kalkmış; Gülilzar'ın gözlerine ışıl ışıl bakmıştı. Ardından eliyle camı işaret etmişti ki Gülilzar dışarıya baktığında incecik serpiştiren karı görüvermişti. Bekir'in harareti, kendisine bulaşmış; kapıyı açmıştı soğuğa aldırmadan.
Bahçeye çıkıp çıplak ağaçların dallarında birikmeye başlayan karı izledi bir süre. Sonrasında çocuklar çığlık çığlığa dışarı koşturup kendi etraflarında dönmeye başlamışlardı. Çünkü kar onlar için tatilin habercisiydi. Kar, bir süre elini ayağını çekip dinlenmek demekti. Gülilzar içinse çok daha farklı bir mana taşıyordu. Nazım...
Nazım dilini dışarı çıkarıp kar tanelerini yakalamaya çalışırken epey komik görünüyordu Gülilzar'ın gözünde. Lakin o, her kar tanesi diline düştüğünde içindeki yangının da söndüğünü düşünürdü. Her tane, içindeki Afet'i de söndürüyordu sanki. Fakat ne zaman ağzını kapasa o ateş bedenini sarardı. Gülilzar, onun bu halini hiçbir zaman anlamamakla birlikte eğlenceli bulurdu. Hatta bazen karı, Nazım'ın yüzüne fırlatır; o içine girmiş olduğu cenkten sıyrılmasını sağlardı. O an Nazım önce irkilip sonra kendine geldiğinde aynı karşılığı verirdi. Yaşlarına, başlarına bakmadan yaşadıkları bu şey çoğu zaman halasının azarıyla biterdi.
"Çocuk gibisiniz vallahi! Hadi söyletmeyin de içeriye gelin, kestaneler pişti." Nazım ile Gülilzar, kestaneyi duydukları vakit eve koşturup, 'En çok ben alırım!' kavgasına girişirdi. Ancak halası her zaman eşit bir şekilde bölüştürürdü. O adalet terazisi hiç bozulmazdı. Gülilzar kollarını bedenine dolayıp gözlerini kapattı. Ardından bir çocuk gibi dilini dışarıya çıkarıp kar tanelerini hissetmeye çalıştı. Nazım da böyle mi hissediyordu? İçindeki endişelere, üzünçlere bir kova dolusu su boşaltılmış gibi...
Yüzündeki tebessüm genişlerken gözlerini açıp cıvıldayan masumlara göz gezdirdi. Çoğu, Gülilzar'ı beklemeden çantalarını kapmış; eve doğru yollanmıştı bile! Tatil tatlıydı elbette.
"Soba yanıyor gibi görünüyor." Gülilzar, daha arkasına dönmeden o sesin sahibini görür gibi olmuştu. İçi daha da genişleyerek patlayacak gibi oldu. Rıza, mektebin karşısında durmuş; kestaneyle dolu fileyi havaya kaldırmıştı. Daha büyük sevebilir miydi bu adamı bilmiyordu. Fakat daha fazlasına bünyesi dayanmazdı ki! Kaldıramazdı.
Yine de adımları hızlanırken Rıza'nın kollarına atılması uzun sürmedi. Rıza, kollarının arasındaki kadını sarıp sarmalayarak şakaklarına minik bir öpücük kondurdu.
"Karım buz gibi olmuş, içeriye geçelim de sana kestane pişireyim." Gülilzar inanmaz gözlerle Rıza'yı süzüp,
"Sen mi pişireceksin?" dediğinde sesinde büyük miktarda alay vardı. Rıza kaşlarını çatıp onu daha bir göğsüne çekti.
"Tabii canım. Ne sandın? Kaç kadın pişireyim diye bekler dururdu bilir misin?" Gülilzar, kendisine kötü kötü bakınca hemen yelkenleri indirdi. "Tamam, çok kadın değil. Bir halam için pişirirdim." Sonrasında bir hüzün bulutu geçti aralarında lakin Gülilzar o kederi dağıtmak adına,
"Bizde de halam pişirirdi hep. Nazım sürekli kestaneleri aşırırdı," dediğinde Rıza gülümsedi.
"E haklıymış. Kestane bu!" İçeriye yavaş adımlarla geçtiklerinde Rıza, yanan sobanın başına geçip önce soğuktan kızarmış olan ellerini ısıtmaya başladı. Ardından filedeki kestaneleri bir bir yerleştirip pişmesini bekledi. Gülilzar bir sini getirip Rıza'ya uzattı. Genç adam pişenleri siniye atarken parmağının yanmasıyla elini hızla çekip parmağını ağzına alıverdi. Bu hareketi, dün geceki anıyı canlandırıverdi birden. Daha dün o parmak Gülilzar'ın dudakları üzerinde gezinmiş; yanaklarını okşamıştı.
Rıza, kendi derdini unutup Gülilzar'ın kızaran yüzünü fark ettiğinde gülmeden edemedi. Neyi düşündüğünü bal gibi de biliyordu. Fakat daha fazla utandırmamak adına ağzını açmadı. Elinin yanmasına aldırmadan kestanelerden birini soyarak Gülilzar'a uzattı.
"Aç bakalım ağzını, iyi pişirmiş miyim?" Gülilzar, itiraz etmeyerek ağzını açtığında aldığı tattan memnun bir halde başını salladı.
"Çok özlemişim." Genç adam bu söz üzerine tekrar daldı o lanetli hislere. Kaybından sonra çok sık dalar olmuştu Rıza. Son vukuatı, araçsız bir yoldan sapıp ağaca toslamış olmasıydı. Bu sebeple bir süreliğine posta aracını kullanmaya karar vermiş; aracını mektebin önünde bırakmıştı. Gülilzar, bunu Rıza'ya söylemese de memnundu. Hem kendini tehlikeye atmamış oluyordu hem de artık onu rahatsız eden olmuyordu. Rıza'nın varlığından çekindikleri aşikârdı. Elbette imamın hanımının evlilik gerçeğini köyde yaymış olması da bu problemi ortadan kaldırmıştı. Yine de Gülilzar ne zaman yalnız olsa kendisine gözlerini diken birileri oluyordu. O da bundan mütevellit mektepten mecbur olmazsa ayrılmıyordu. Şimdilik her şey yerli yerinde görünüyordu yani...
Rıza, Gülilzar'ın sandalyesine kurulmuşken o da masanın üzerinde oturmuş; soyulanları ağzına atmakla meşguldü. Sorsalar, bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı. Fakat her bunu düşündüğünde daha büyük bir sevinçle sarmalanıyordu. Bir gün bu erincin üzerine gölge düşer korkusunu içinde taşıyordu.
Onlar sessizlikle işlerine dalmışken kapının çalınması üzerine Gülilzar kalkacak gibi oldu ama Rıza, ondan önce davranarak,
"Sen otur, beyin açacak," dedi ve giderayak göz kırptı kadınına. Gülilzar dudaklarını birbirine bastırıp kulağını kabarttı.
"Gülilzar Hanım varlar mı?" Onbaşının sesi içeriye dolduğunda Gülilzar da merakla kapıya vardı. Rıza, rahatsızlıkla kıpırdanıp kolunu, Gülilzar'ın beline sardı.
"Hayrola onbaşı, karımı ne sebeple sormuştunuz?" Onbaşı yüz ifadesini değiştirmeden,
"Ankara'dan gelenler vardı. Şu an Kadir Beyin evindeler," dediğinde Rıza'nın sorgulayan bakışları Gülilzar'ı buldu. Genç kadın tereddütle döndü ona.
"Sanırım dilekçe ellerine geçti..."
***
Rıza, mektepten çıktıklarından beridir sitemkâr bakışlarını Gülilzar'dan öteye çekmiyordu. Bu, Gülilzarı ölesiye korkuturken bir yandan da içi içine sığmıyordu. Nihayet dilekçesi işleme konmuş ve tam da şu an Kadir Bey'i tetkik etmek için gelmişlerdi. Gülilzar daha ne isterdi? Onca zamandır suçlarını bir şekilde örten Kadir Bey'in nihayet cezası kesilecekti. Böylece köylü kanını emen bir parazitten kurtulmuş olacaktı. Artık haklı hakkını savunmaktan da geri durmayacaktı hem!
Bu düşünceler silsilesiyle Kadir Bey'in malikânesine vardıklarında beklediğinin aksine ortam fazlasıyla sessizdi. Belki de olacaklardan önceki sessizliktir düşüncesini fikrinde tekrarlayıp dururken fötr şapkalı, gayet resmi bir kılıkta iki adam Kadir Bey'in evinden neşeyle çıktılar. Sonunda Kadir Bey de arkalarından görünüp gayet samimi bir halde beylerle vedalaşırken Rıza gördüklerine şaşırmamışçasına homurdandı. Söylediği şey ise Gülilzar'ın kabul etmek istemediği gerçekliğin ta kendisiydi!
"Hah! Kimi kime şikayet ettin ki Gülilzar?"
|
0% |